Fıkhî Sorulara Cevap
- TAKLİT HÜKÜMLERİ
- TAHARET HÜKÜMLERİ
- NAMAZ HÜKÜMLERİ
- Namazın Önem Ve Şartları
Namazın Önem Ve Şartları
Soru 338: Kasten namazı terk eden veya hafife alan kimsenin hükmü nedir?
Cevap: Günlük beş vakit olarak kılınan namaz, İslâm dininin en önemli farzlarındandır; hatta namaz dinin direğidir. Namazı terk etmek veya hafife almak şer'an haramdır ve [insanın kıyamette] cezayı hak etmesine sebep olur.
Soru 339: Su ve üzerine teyemmüm edilmesi sahih olan bir şey bulamayan kimseye namaz farz mıdır?
Cevap: İhtiyat gereği vakit içerisinde namazı kılmalı ve vakitten sonra abdest veya teyemmümle namazı kaza etmelidir.
Soru 340: Farz namazda niyet nerelerde çevrilebilir?
Cevap:
Aşağıdaki yerlerde niyeti çevirmek farzdır:
1- İkindi namazından öğle namazına çevirmek: İkindi namazının kendine özel vakti girmeden önce ikindi namazı esnasında öğle namazını kılmadığının farkına varırsa.
2- Yatsı namazından akşam namazına çevirmek: Yatsı namazının kendine özel vakti girmeden önce yatsı namazı esnasında akşam namazını kılmadığını hatırlarsa ve niyeti çevirme yeri de geçmemişse [dördüncü rekâtın rükûuna varmamışsa].
3- Üzerine tertiple kılması gereken (bir günün öğle namazı ile ikindi namazının kazası gibi) iki kaza namazı farz olur ve unutkanlıktan dolayı birinci namazı kılmadan önce ikinci namaza başlamışsa.Aşağıdaki yerlerde de niyeti çevirmek caizdir:
1- Eda namazından farz kaza namazına çevirmek: (Elbette eğer üzerinde sadece bir tane kaza namazı olursa, farz ihtiyat gereği niyetini kaza namazına çevirmelidir; özellikle de kaza namazı o güne aitse.
2- Cemaat namazının sevabına yetişmek için niyeti farz namazdan müstehap namaza çevirmek.
3- Cuma günü öğlen vakti, niyeti farz namazdan nafile namaza çevirmek: Bu, Cuma Suresi'ni okumayı unutarak başka bir sureyi okuyan ve surenin yarısına yetişen veya yarısını geçen biri, farz namazını Cuma Suresi'yle kılmak isterse geçerlidir.Soru 341: Cuma günü, hem Cuma namazını ve hem de öğle namazını kılmak isteyen biri, acaba her biri için farz niyeti etmeksizin sadece kurbet kastı mı etmelidir? Yoksa o ikisinden birinde hem kurbet kastı hem de farz ve diğerinde ise sadece kurbet kastı mı etmelidir veya her ikisinde de hem farz hem de kurbet kastı mı etmelidir?
Cevap: O iki namazın her birinde [her iki namazda da] kurbet kastı etmek yeterlidir ve hiçbirinde farz kastı etmek vacip değildir.
Soru 342: Namazın ilk vaktinden, ağızdan veya burundan kan gelmeye başlar ve son vaktine kadar devam ederse, namazın hükmü nedir?
Cevap: Eğer bedeni temizlemek mümkün olmaz ve namazın vaktinin geçmesinden de korkulursa namaz o şekilde kılınmalıdır.
Soru 343: Namazda müstehap zikirleri okurken vücudun tamamen sabit olup hareket etmemesi farz mıdır?
Cevap: Namazdaki zikirleri okurken vücudun tamamen sabit olup hareket etmemesinin farz oluşunda, farz ve müstehap zikirler arasında fark yoktur. Ancak mutlak zikir kastıyla hareket halinde zikir söylemenin sakıncası yoktur.
Soru 344: Hastanelerde idrarın dışarı çıkması için bazı kimselere sonda takılıyor, bu durumda ister uykuda olsun ister uyanık ve ister namaz halinde olsun elinde olmaksızın hastadan idrar geliyor. Lütfen şu sorumuzu cevaplar mısınız: Hastanın bu halde kıldığı namazları daha sonra iade etmesi gerekir mi? Yoksa bu haliyle kıldığı namazlar yeterli midir?
Cevap: Eğer namazlarını, o haldeki şer'î vazifesine uygun olarak kılmışsa namazları sahihtir; iade ve kaza etmesi de farz değildir.
- Namaz Vakitleri
Namaz Vakitleri
Soru 345: Şia mektebinin günlük farz namazların vakitleri konusunda dayandığı deliller nelerdir? Bildiğiniz gibi Ehl-i Sünnet yatsı namazının vaktinin girmesiyle akşam namazını kaza bilirler; öğle ve ikindi namazlarında da durum aynıdır. Çünkü yatsı namazının vakti girdiğinde ve cemaat imamı yatsı namazı için ayağa kalktığında memumun onunla birlikte akşam namazını kılamayacağına ve akşam ve yatsı namazlarını aynı vakitte kılmanın doğru olmadığına inanıyorlar.
Cevap: Şia’nın delili, Kur'ân ayetlerinin ve sünnet-i şerifenin mutlak [kayıtsız ve genel ifadeli] olmalarıdır. Bununla birlikte özellikle cem etmenin [iki namazı bir arada kılmanın] caiz olduğuna delalet eden hadislerdir. Ehl-i Sünnet'te de iki namazı, iki namazdan birinin vaktinde cem etmenin caiz olduğuna dair hadisler mevcuttur.
Soru 346: İkindi namazının son vaktinin gün batımı [mağrib] ve öğle namazının son vaktinin de gün batımına ikindi namazı kılınacak kadar bir zamanın kalmasıyla son bulduğunu dikkate alarak, şimdi şunu sormak istiyorum: Gün batımından maksat nedir? Acaba maksat güneşin battığı zaman mıdır? Yoksa akşam ezanının her bölgenin kendi ufkuna göre okunduğu zaman mıdır?
Cevap: İkindi namazının vakti, güneşin batımına kadardır.
Soru 347: Güneşin batımıyla akşam ezanı arasındaki zaman kaç dakikadır?
Cevap: Göründüğü kadarıyla bu, yılın mevsimlerinin değişmesine göre fark ediyor.
Soru 348: Geç saatlere kadar çalıştığımdan gece saat on birde ancak evime dönebiliyorum. Çalıştığım esnada ise müracaat edenlerin sayısının çok olmasından akşam ve yatsı namazını kılamıyorum. Acaba akşam ve yatsı namazını gece saat on birden sonra kılmak sahih midir?
Cevap: Şer’i gece yarısını geçmedikçe sakıncası yoktur; ancak namazı geceleyin saat on birden sonraya bırakmamaya, hatta elinizden geldiği kadar namazı ilk vaktinde kılmaya çalışmalısınız.
Soru 349: Namazın ne kadarı eğer edâ vaktinde kılınırsa, edâ niyeti sahih olur? Bu miktarın edâ vaktinde kılınıp kılınmadığında şüphe edilirse görev nedir?
Cevap: Namazın bir rekâtının kendi vaktinde kılınması, onun edâ sayılabilmesi için yeterlidir. Eğer vaktin en az bir rekât [namaz kılmak] için yeterli olup olmadığında şüphe edilirse, namazı edâ veya kaza niyeti etmeksizin [ma fi’z-zimme] "Üzerimde olan farz namazı kılıyorum." diye niyet ederek yerine getirmelisiniz.
Soru 350: İslâm Cumhuriyetinin yurt dışındaki konsolosluk ve elçiliklerinde, başkentlerin ve büyük şehirlerin şer'î vakitlerini belirlemek için zaman cetveli hazırlanmıştır. Bu cetvellere ne kadar güvenilebilir?
Cevap: Vaktin girdiğinin doğrulanmasında ölçü, mükellefin kanaat getirmesidir. Eğer bu cetvelin gerçeğe uygun olduğuna itminanı olmazsa, ihtiyat etmesi ve şer'î vaktin girdiğine kesin emin olana kadar beklemesi gerekir.
Soru 351: Fecr-i sadık ve fecr-i kazib hakkında görüşünüz nedir? Bu hususta namaz kılan kimsenin vazifesi nedir?
Cevap: Oruç ve sabah namazının vakti konusunda şer'î ölçü fecr-i sadıktır ve bunu ["fecr-i sadık"ın vaktini] öğrenmek de mükellefin teşhisine bırakılmıştır.
Soru 352: Tam zamanlı liselerden birinin sorumluları, öğle ve ikindi namazlarını cemaatle öğleden sonra saat ikide öğrencilerin dersleri başlamadan biraz önce kılıyorlar. [Namazın] geciktirilmesinin sebebi ise, sabah derslerinin şer'î öğleden kırk beş dakika önce bitmesi ve öğrencileri öğlene kadar bekletmenin zor oluşudur. Namazın ilk vaktinde kılınmasının önemini dikkate alarak bu husustaki görüşünüz nedir?
Cevap: [Öğrencilerin] ilk vakitte okulda olmadıklarını varsayarsak, cemaat namazını, namaz kılanların namazda bulunmaları için geciktirmenin sakıncası yoktur.
Soru 353: Öğle namazı öğle ezanından sonra, ikindi namazı da vakti girdiğinde mi kılınmalıdır? Yine akşam ve yatsı namazları da her biri kendi vakitlerinde mi kılınmalıdır?
Cevap: Namazların ikisinin de vakti girdikten sonra, mükellef her iki namazı da arka arkaya cem ederek veya her birini kendi fazilet vaktinde kılmak arasında serbesttir.
Soru 354: Günümüzde saatlerin [her yerde] çok olmasıyla [artık] fecrin doğduğunu kesin olarak bilmenin mümkün olduğunu dikkate aldığımızda, mehtaplı gecelerde sabah namazı kılmak için yine de 15-20 dakika beklemek gerekir mi?
Cevap: Fecrin doğmasında, sabah namazının ve oruç tutmak için yemekten sakınmanın farz olduğu imsak vaktinin girmesinde mehtaplı gecelerle diğer geceler arasında bir fark yoktur; gerçi bu hususta ihtiyat etmek iyidir.
Soru 355: İller arasında ufukların farklı olmasından kaynaklanan şer'î vakitlerdeki farklılık, günlük kılınan bütün namazlar için aynı mıdır? Mesela öğle vaktinde iki il arasındaki fark 25 dakikadır; acaba diğer namaz vakitleri için de fark aynı miktarda mıdır? Yoksa bu miktar sabah, akşam ve yatsı namaz vakitleri için farklı mıdır?
Cevap: Fecrin doğmasında veya güneşin batışında iki bölge arasındaki zaman farkının aynı olması diğer vakitlerde de aynı farkın geçerli olmasını gerektirmez; hatta günlük namaz vakitlerinde genellikle şehirlerarasındaki zaman farkı değişmektedir.
Soru 356: Ehl-i Sünnet, akşam namazını [Şia mezhebine göre belirlenen] şer'î gün batımından önce kılmaktadır. Acaba hac mevsiminde ve diğer zamanlarda onlara uymamız ve aynı namazla yetinmemiz caiz midir?
Cevap: Onların, namazı vakit girmeden önce kıldıkları belli değildir. Onlara uyarak cemaat namazlarına katılmanın sakıncası yoktur ve yeterlidir [yeniden kılınması gerekmez]. Ancak vakit konusunda eğer takiye söz konusu değilse, namaz vaktini idrak etmek zaruridir.
Soru 357: Güneş yazın Danimarka ve Norveç'te sabah 4’de doğup gece 11’de batıyor. [Güneş batarken] doğudaki kızıllığın kaybolmasını ve sabah ezanı [fecr-i sadık] ile güneşin doğuşu arasındaki zamanı da dikkate aldığımızda yaklaşık olarak 22 saat oruç tutulması gerekiyor; [bu durumda] namaz ve oruç konusunda vazifem nedir?
Cevap: Mükellef, günlük namaz vakitleri ve oruç konusunda tıpkı kendi kaldığı yerin ufkuna göre amel etmelidir; ancak eğer günlerin uzun olması nedeniyle oruç tutmak mümkün olmazsa veya çok çetin olursa, onu edâ olarak yerine getirmek [insanın boynundan] kalkar; ancak kazası farzdır.
Soru 358: Güneş ışığı yaklaşık 7 dakikada yeryüzüne ulaşıyor. Acaba sabah namazı vaktinin sona ermesindeki ölçü, güneşin doğması mıdır, yoksa güneş ışığının yeryüzüne ulaşması mı?
Cevap: Güneşin doğuşunda ölçü, onun namaz kılanın bulunduğu yerde ufuktan görünmesidir.
Soru 359: Radyo, televizyon ve gazete gibi iletişim araçları her günün namaz vakitlerini bir gün önceden bildiriyor; bunlara güvenerek radyo veya televizyondan ezan okunduktan sonra vaktin girdiğine hükmetmek caiz midir?
Cevap: Eğer vaktin girdiğine dair gerekli güven, mükellef için belirtilen yoldan elde edilirse, ona güvenebilir.
Soru 360: Namaz vakti, ezanın okunmaya başlamasıyla hemen giriyor mu? Yoksa ezan bitene kadar bekleyip daha sonra mı namazı kılmak gerekiyor? Oruçlu biri ezanın başlamasıyla beklemeden hemen iftar edebilir mi? Yoksa ezanın bitmesini mi beklemesi gerekir?
Cevap: Eğer ezanın, vaktin girdiği andan itibaren okunmaya başladığına itminanı olursa ezanın bitmesini beklemesi gerekmez.
Soru 361: İlk kılması gereken namazdan önce ikinci namazını, örneğin yatsı namazını akşam namazından önce kılan birinin namazı sahih midir?
Cevap: Eğer yanlışlıkla veya gaflet yüzünden ikinci namazı önce kılmış ve namaz bittikten sonra farkına varmışsa namazı doğrudur; ancak eğer bilerek kılmışsa namaz batıldır.
Soru 362: Mübarek Ramazan ayına sayılı günler kala, şehirlerin sürekli büyümesini ve fecrin doğuş anının dakik olarak hesaplanmasının mümkün olmadığını dikkate alarak sizden oruç tutmak ve sabah namazını kılmak için imsak vakti konusundaki görüşünüzü belirtmenizi rica ediyorum.
Cevap: Muhterem müminlerin, oruç tutmak ve sabah namazını kılmak için, yayın organlarından okunan ezanla birlikte imsak etmeleri ve ezan başladıktan yaklaşık 10 dakika sonra sabah namazını kılarak imsak vakti konusunda ihtiyata uymaları gerekmektedir.
Soru 363: İkindi namazının vakti akşam ezanına kadar mıdır, yoksa güneşin batışına kadar mı? Yatsı namazı ve Mina’da beytute etmek için şer’i gece yarısı ne zamandır?
Cevap: İkindi namazının son vakti, güneşin batışına kadardır. Şer’i gece yarısını hesaplamak için, günbatımından fecrin doğuşuna kadar olan vakit gece olarak hesaplanmalıdır.
Soru 364: İkindi namazı esnasında öğle namazını kılmadığını anlayan biri ne yapmalıdır?
Cevap: Eğer öğle namazını kıldığını sanarak ikindi namazına başlamış ve namaz esnasında öğle namazını kılmadığını anlamışsa, eğer öğle ve ikindinin müşterek vakti içindeyse hemen niyetini öğle namazının niyetine çevirip namazını bitirmeli ve ardından ikindi namazını kılmalıdır. Yok, bu durum eğer öğle namazının özel vaktinde gerçekleşmişse; farz ihtiyat gereği niyetini öğle namazına çevirip namazını bitirmelidir; ancak sonrasında her iki namazı da (öğle ve ikindi) sırasıyla kılmalıdır. Bu hüküm eğer dördüncü rekâtın rükûuna gitmemişse akşam ve yatsı namazı içinde geçerlidir. Ama eğer dördüncü rekâtın rükûuna gitmişse, ihtiyat gereği namazını bitirmeli ve daha sonra akşam ile yatsı namazını sırasıyla kılmalıdır.
- Kıble Hükümleri
Kıble Hükümleri
Soru 365: Aşağıdaki soruları cevaplamanızı rica ediyoruz:
1- Bazı fıkıh kitaplarına dayanarak deniliyor ki: Güneş, Mayıs’ın 25'inde ve Temmuz’un 17'sinde [Mekke saatiyle tam olarak öğlen ezan vakti] dikey olarak Kâbe’nin üzerinde durmaktadır. [Yılın bu iki gününde] dünyanın herhangi bir yerinde Mekke'de ezan sesi yükseldiği vakit, yere dikey olarak konulan bir çubuk [şahıs] ile kıble yönünü teşhis etmek mümkün müdür? Eğer camilerin mihrapları [bahsi geçen gün ve zamanda yere konulan] çubuğun gölgesinin yönüyle farklı olursa hangisi doğrudur?
2- [Kıblenin yönünü belirlemek için] ""kıblename""lere güvenmek doğru mudur?Cevap: [Kıbleyi bulmak için yere dik olarak batırılan] çubuk veya kıble nameye itimat etmek mükellefte [kıble yönü hakkında] güven oluşmasına sebep olursa sahihtir ve tıpkı ona göre amel etmelidir; aksi takdirde cami mihraplarına bakarak elde edilen tahminler gibi hangi yöne daha çok ihtimal veriyorsa o yöne namaz kılmalıdır.
Soru 366: Eğer savaşta çatışmaların şiddeti kıblenin yönünü bulmaya engel olursa, namazı herhangi bir yöne kılmak sahih midir?
Cevap: Eğer hiçbir yöne ihtimal vermiyorsa ve vakit de varsa ihtiyat gereği dört tarafa da namaz kılmalıdır; ancak eğer vakit yoksa vakit yettiği kadar kıble olduğuna ihtimal verdiği her yöne namaz kılmalıdır.
Soru 367: Eğer Kâbe’nin, dünyanın diğer tarafındaki karşı noktası tam olarak belli olsa, öyle ki Kâbe’nin ortasından düz bir çizgi, yeri yararak dünyanın merkezinden geçse yer küresinin diğer tarafından Kâbe’nin tam karşı noktasından çıksa; o noktada kıbleye karşı nasıl durulur?
Cevap: Kıbleye karşı durmada ölçü, insanın yeryüzünün üzerinde Beyt-i Atik’e doğru durmasıdır; yani dünya üzerinde Mekke-i Mükerreme'de bina edilen Kâbe’ye karşı durmaktır. Dolayısıyla eğer insan dünyanın üzerinde belli bir noktada dursa, durduğu yerin dört bir tarafından Kâbe'ye doğru uzanan düz çizgiler tasvir edilse, eğer hepsi mesafe açısından bir birleriyle eşit olsa, kıble olarak istediği tarafa durarak namaz kılabilir. Ancak bazı yönlerin, diğer yönlerin örfen kıbleye doğrudur denilmesinde ihtilaf çıkacak kadar Kâbe'yle mesafesi daha az ve kısa olursa, bu durumda insanın daha kısa mesafeli yönü seçmesi farzdır.
Soru 368: Eğer insan, kıblenin yönünü ve hangi tarafa olabileceği ihtimalini asla bilmeyeceği bir durumla karşılaşırsa, namaz konusunda ki vazifesi nedir? Yani hangi yöne namaz kılmalıdır?
Cevap: Mezkûr soruda ihtiyat gereği her dört tarafa da namaz kılınmalıdır. Eğer dört namaz kılacak kadar vakit yoksa vakit olduğu kadar namaz kılınmalıdır.
Soru 369: Kuzey ve güney kutuplarında kıble nasıl teşhis edilir ve namaz nasıl kılınır?
Cevap: Kuzey ve Güney kutbunda kıble yönünü belirlemenin ölçüsü, namaz kılanın bulunduğu mekândan yerin üzerinden [dünya merkezine doğru değil] Kâbe’ye doğru olan en kısa ve en yakın çizgiyi [yönü] belirlemektir. Bu çizgi belirlendikten sonra o yöne doğru namaz kılınmalıdır.
- Namaz Kılanın Yeri
Namaz Kılanın Yeri
Soru 370: Zalim bir hükümetin gasp ettiği yerlerde oturmak, namaz kılmak veya oralardan geçmek caiz midir?
Cevap: Gasp edildiği bilindiği takdirde, gasp edilmiş yerin hükümleri uygulanır. [Dolayısıyla tasarruf etmek caiz değildir ve tasarruf eden kimse zâmindir-kefildir.]
Soru 371: Geçmişte vakıf olan ve hükümet tarafından tasarruf edilerek okul yapılan bir yerde namaz kılmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğer şer'î bir izin-ruhsat ile tasarruf edildiğine dair itina edilir derecede bir ihtimal olursa o yerde namaz kılmanın sakıncası yoktur.
Soru 372: Ben birkaç farklı okulda cemaat namazı kıldırıyorum. Bu okulların bazılarının yeri sahiplerinin rızası olmadan onlardan alınmıştır. [Bu durumda] ben ve öğrencilerin bu okullarda kıldığı namazların hükmü nedir?
Cevap: Eğer ilgili yetkililerin, okulları şer'î ve yasal bir izine dayanarak o arazilerde yaptırdıklarına dair itina edilir derecede bir ihtimal verilirse, orada namaz kılmanın sakıncası yoktur.
Soru 373: Bir müddet, üzerine humus gelen bir seccadede veya elbiseyle namaz kılan birinin, namazlarının hükmü nedir?
Cevap: Şimdiye kadar onlarla kıldığı namazları sahihtir.
Soru 374: Namazda erkeklerin kadınlardan önde durmasının gerektiğine dair söylenenler doğru mudur?
Cevap: Farz ihtiyat gereği namazda erkek ile kadın arasında en az bir karış mesafe olması gerekir; bu durumda eğer kadın-erkek yan yana dursa veya kadın erkekten önde dursa [fark etmez], her ikisinin de namazı sahihtir.
Soru 375: İmam Humeyni'nin kendisinin [hayattayken] resimlerinin camilere asılmaması konusundaki isteksizliğini dile getirmesini ve bunun mekruh olduğuna dair bazı bilgilerin de bulunduğunu dikkate aldığımızda, İmam Humeyni'nin ve İslâm İnkılabı şehitlerinin resimlerini camilere asmanın hükmü nedir?
Cevap: Sakıncası yoktur; ancak eğer kıble yönünde olursa namaz esnasında o resimlerin bir şekilde üzerinin örtülmesi daha iyidir.
Soru 376: Devlet lojmanlarında oturan birisinin oturma süresi bitip de kendisine evi boşaltması bildirildikten ve boşaltması için tanınan süre bittikten sonra, o evdeki namaz ve orucunun hükmü nedir?
Cevap: Tanınan süre bittikten sonra, eğer ilgili yetkililer tarafından evi kullanma izni olmazsa o evdeki tasarrufları gasp hükmündedir.
Soru 377: Üzerinde resim bulunan seccade ve mühürlerle namaz kılmak mekruh mudur?
Cevap: Bunun kendiliğinden bir sakıncası yoktur. Ancak Şia'ya iftira edenlerin eline bahane verecek şekilde olursa bu tür şeyleri üretmek ve üzerinde namaz kılmak caiz değildir. Yine eğer namazda insanın dikkatinin dağılmasına ve huzur-u kalbinin kaybolmasına sebep olursa mekruhtur.
Soru 378: Namaz kılınan yer pak olmaz, ama secde edilen yer pak olursa namaz sahih midir?
Cevap: Eğer namaz kılınan yerin necaseti elbiseye veya vücuda geçmezse ve secde yeri de pak olursa, orada namaz kılmanın sakıncası yoktur.
Soru 379: Şu anda çalıştığım mevcut idare binasının yeri, bundan yaklaşık 40 yıl önce terkedilmiş bir mezarlıkmış. Bu binanın burada yapılalı 30 yıl oluyor ve hâlihazırda etraftaki bütün yerlerin yapımı bitmiş ve mezarlıktan hiçbir eser kalmamıştır. Bu konuyu dikkate alarak lütfen sorumuzu cevaplar mısınız: Bu binalarda, çalışanların namaz kılmaları şer’i açıdan sahih midir?
Cevap: Söz konusu binanın arsasının mezarlık için vakfedildiği ve şer'î olmayan bir yolla tasarruf edilerek orada bina yapıldığı şer’i yollardan ispatlanmadıkça, bu idarede namaz kılmanın ve diğer kullanımların sakıncası yoktur.
Soru 380: Mümin gençler iyiliği [marufu] emretmek amacıyla haftada bir iki gün namazlarını parklarda kılma kararı almışlar; ancak bazıları parkların mülkiyetinin belli olmadığını söyleyerek sorun çıkarıyorlar. Oralarda namaz kılmanın hükmü nedir?
Cevap: Mevcut parklarda namaz kılmanın ve diğer şekillerde onlardan yararlanmanın sakıncası yoktur ve sırf gasp edilmiş olma ihtimaline önem verilmez.
Soru 381: Bu şehirdeki liselerden birinin arsası başka birinin mülküdür. Bu arsanın, tıpkı şehir haritasına (planlamasına) göre parka dönüştürülmesi gerekiyordu; ancak çok acil ihtiyaçtan dolayı ve ilgili yetkililerin de onayıyla okul yapılması kararlaştırıldı. Arsanın sahibinin, arazisinin devlet tarafından istimlak edilmesine ve orada namaz ve benzeri ibadetlerin yapılmasına razı olmadığını bildirmesinden dolayı lütfen bu yerde kılınan namazlar hakkında görüşünüzü belirtir misiniz?
Cevap: Eğer o arsa, tıpkı İran İslam Cumhuriyeti Meclisi’nin kararlaştırdığı ve Anayasayı Koruma Şurası tarafından da onaylanan kanun aracılığıyla sahibinden alınmışsa, orada namaz kılmanın ve diğer tasarrufların bir sakıncası yoktur.
Soru 382: Şehrimizde yan yana bulunan iki cami var; ikisini bir birinden sadece aralarındaki bir duvar ayırıyor. Bundan bir süre önce müminlerden bir grup, iki caminin birleşmesi için aralarındaki duvarın büyük bir bölümünü yıktılar. İşte bu hareket, bazılarının bu iki camide namaz kılmak doğru mu değil mi diye şüphe etmelerine sebep oldu ve bu şüphe hâlâ devam etmektedir. Bu meselenin çözümünü açıklamanızı ümit ediyoruz.
Cevap: İki cami arasındaki duvarın kaldırılması, o camilerde namaz kılmanın sakıncalı olmasını gerektirecek bir durum değildir.
Soru 383: Yollardaki dinlenme tesislerinde namaz kılmak için ayrılan mescitler vardır. Orada yemek yemeyenlerin, bu tesislerde namaz kılması caiz midir? Yoksa önce izin mi alması gerekir?
Cevap: Eğer mescidin dinlenme tesisinin sahibine ait olduğuna ve sadece orada yemek yiyenlerin ondan yararlanabileceklerine izin verildiği ihtimalini verirse, izin alması gerekir.
Soru 384: Gasp edilmiş bir yerde seccade, tahta vb. üzerinde namaz kılan birinin namazı sahih midir?
Cevap: Gasp edilmiş yerde kılınan namaz seccade ve tahta üzerinde bile olsa batıldır.
Soru 385: Günümüzde hükümetin tasarrufunda olan bazı şirket ve kurumlara ait binalarda, şer'î mahkemenin hükmüyle sahiplerinin ellerinden alınmış olması sebebiyle, bazı şirket üyeleri ve çalışanlar orada kılınan cemaat namazlarına katılmıyorlar; bu konudaki görüşünüz nedir?
Cevap: Eğer müsadere hükmünü veren yetkilinin, kanuni salahiyet ile müsadere hükmünü şeriat ve kanun ölçülerine göre verdiğine ihtimal verirlerse, verdiği kararın sahih olduğuna hükmedilir. Bundan dolayı o yerlerde tasarrufta bulunmak-yararlanmak caizdir ve gasp hükmüne girmez.
Soru 386: Eğer bir caminin bitişiğinde hüseyniye olursa, orada cemaat namazı kılmak sahih midir ve acaba namazın sevabı her ikisinde de eşit midir?
Cevap: Camide kılınan namazın, cami dışında kılınan namazdan daha faziletli olduğunda şüphe yoktur; ancak hüseyniye veya başka her hangi bir yerde cemaat namazı kılmanın şer’i bir sakıncası yoktur.
Soru 387: Haram müzik çalınan bir yerde namaz kılmak sahih midir?
Cevap: Eğer orada namaz kılmak haram müziği dinlemeyi gerektiriyorsa, orada durmak caiz değildir; ancak namaz sahih hükmündedir. Müzik sesinin insanın dikkatinin dağılmasına sebep olduğunu farz edersek orada namaz kılmak [zorunda kalırsa] mekruhtur.
Soru 388: Namaz vakti girdiğinde kayıkta görevde olan ve o anda [kayıkta] namaz kılmazlarsa, ondan sonra namazı vaktinde eda olarak kılamayacak olanların namazlarının hükmü nedir?
Cevap: Bahsettiğiniz durumda, o kayığın içinde bile olsa, namazı vaktinde mümkün olacak her şekilde kılmaları farzdır.
- Mescit Hükümleri
Mescit Hükümleri
Soru 389: İnsanın, kendi mahallesindeki camide namaz kılmasının müstehap olmasına rağmen, mahalle camisini boş bırakarak cemaat namazı için şehrin merkez camisine gitmesinin sakıncası var mıdır?
Cevap: Eğer mahalle camisini terk etmek, başka bir camide özellikle de şehrin merkez camisinde cemaat namazı kılmak için olursa, sakıncası yoktur.
Soru 390: Banilerinin, kendileri ve kendi kabileleri için yaptıklarını iddia ettikleri bir camide, namaz kılmanın hükmü nedir?
Cevap: Cami, cami olarak bina edildikten sonra, her hangi bir kavme, gruba, kabileye ve şahıslara mahsus-özel değildir ve bütün Müslümanlar onu kullanabilir.
Soru 391: Acaba kadınlar, namazlarını camilerde mi kılsalar daha iyidir [faziletlidir], yoksa evlerinde mi?
Cevap: Camide namaz kılmanın fazileti sadece erkeklere mahsus değildir.
Soru 392: Günümüzde Mescid-i Haram'la sa'y yeri olan Sefa ve Merve arasında yaklaşık yarım metre yüksekliğinde ve bir metre genişliğinde alçak bir duvar vardır. Bu duvar mescitle sa'y yeri arasında müşterektir. Acaba kadınlar, Mescid-i Haram'a girme hakkının olmadığı adet günlerinde bu duvarın üzerinde oturabilirler mi?
Cevap: Duvarın, Mescid'e ait olduğuna dair kesin bir bilgi olmadıkça, sakıncası yoktur.
Soru 393: Mahalle camisinde spor antrenmanları yapmak veya uyumak caiz midir? Bu işleri başka camilerde yapmanın hükmü nedir?
Cevap: Cami spor ve antrenman yeri değildir. Caminin şanına aykırı işleri, camide yapmaktan sakınmak gerekir. Ayrıca camide uyumak da mekruhtur.
Soru 394: Gençleri fikrî, kültürel ve askerî açıdan [askerî eğitim vererek] geliştirmek için caminin avlusundan yararlanmak caiz midir? Bu işler için ayrılan özel yerlerin azlığını göz önüne alarak, bu faaliyetler camilerin verandalarında yapılabilir mi?
Cevap: Eğitim dersleri gibi çalışmalar, eğer caminin şanına aykırı olmazsa ve cemaat namazı ve namaz kılanlar için de her hangi bir sorun oluşturmazsa sakıncası yoktur.
Soru 395: Bazı bölgelerde, özellikle de köylerde düğün törenleri camilerde düzenleniyor. Şöyle ki, çalıp oynama işlerini evlerde yapıyorlar ve sadece yemek meclisini camide yapıyorlar. Acaba bu iş şer'an caiz midir?
Cevap: Davetlilere camide yemek vermenin kendiliğinden bir sakıncası yoktur.
Soru 396: Bazı konut yapı kooperatifleri toplu konut yaptıklarında, ilk önce bu bölgelerdeki cami gibi umumi yerlerin yapılmasına dair [üyeleriyle] anlaşma yapıyorlar. Şu anda evler kooperatif üyelerine verilmiştir. Acaba onlardan bazıları evleri teslim alırken önceki anlaşmadan vazgeçerek, "Biz cami yapılmasına razı değiliz." diyebilirler mi?
Cevap: Eğer yapı şirketi bütün üyelerinin onayıyla camiyi yapmaya başlamış ve cami de tamamlanıp vakfedilmişse, bazı üyelerin ilk yaptıkları sözleşmeden vazgeçmelerinin hiçbir etkisi yoktur. Ancak onlardan bazıları caminin şer’i olarak vakıf işlemi gerçekleşmeden önce anlaşmalarından vazgeçerlerse, onların parasıyla bütün üyelere ait olan bir mülkte, rızaları olmaksızın cami yapmak caiz değildir. Tabi eğer sözleşmede şirketin bütün üyelerine, şirkete ait olan yerin bir bölümünün cami yapmaya ayrılması şart koşulmuşsa ve üyeler de bunu kabul etmişse, bu durumda, sözleşmeden vazgeçmeye hakları yoktur ve [eğer vazgeçseler bile] vazgeçmelerinin de bir etkisi yoktur.
Soru 397: İslami olmayan kültürel saldırılarla mücadele etmek amacıyla yaklaşık 30 ilk ve ortaokul öğrencisini ilahi [okuma] grubu olarak camide topladık. Bu grup, yaş ve fikir seviyelerine göre Kur'ân, ahkâm ve İslâmî ahlâk dersleri alıyorlar. [Sorularımız şunlar:] Böyle bir işe girişmenin hükmü nedir? Grubun org gibi müzik aletlerini kullanmasının hükmü nedir? Şer'î ölçülere, radyo, televizyon ve İran İslam Cumhuriyeti Kültür ve İrşat Bakanlığı’nın kurallarına uyarak bu tür müzik aletleriyle camide yapılan çalışmaların hükmü nedir?
Cevap: Kur’an, ahkâm ve İslami ahlak derslerini öğretmenin ve İslami, inkılabî ve mezhebi marş, [ilahi vb.] şeylerin hazırlık çalışmalarını camide yapmanın sakıncası yoktur. Ancak her durumda camilerin şan, konum ve kutsiyetini korumak vaciptir; dolayısıyla camilerin şanına yakışmayan işlerden sakınmak gerekir. Ayrıca namaz kılanların rahatsız edilmesi caiz değildir.
Soru 398: Dağıtımı, İran İslam Cumhuriyeti Kültür ve İrşat Bakanlığı tarafından yapılan sinema filmlerini, camide Kur'ân derslerine katılanlara izletmenin şer'î bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Caminin, sinema filmlerinin gösterildiği bir mekâna dönüştürülmesi caiz değildir; ancak cami imamının gözetimi altında ihtiyaca göre bazı özel günler vesilesiyle faydalı ve öğretici içeriğe sahip dini filmleri göstermenin sakıncası yoktur.
Soru399: Masum İmamlar’ın doğum günü münasebetiyle camilerde neşeli müziklerin yayınlanmasının şer'an sakıncası var mıdır?
Cevap: Açıktır ki caminin dinimizde özel bir konumu ve hürmeti vardır; dolayısıyla onda müzik yayınlamak, caminin hürmetine aykırı olursa, eğer haram olan müzik türünden bile olmasa haramdır.
Soru 400: Sesi caminin dışına çıkan cami hoparlörlerini kullanmak hangi vakitlerde caizdir? Ezandan önce [dışarıya hoparlörden] inkılabî marşlar veya ezanlardan önce Kur'ân-ı Kerim yayınlamanın hükmü nedir?
Cevap: Komşuları ve mahallede oturanları rahatsız etmeyecek ve eziyetine sebep olmayacak vakitlerde [olursa], ezandan önce birkaç dakika Kur'ân kıraati yayınlanmasının sakıncası yoktur.
Soru 401: Merkez camiinin tanımı nedir?
Cevap: Şehirde, özel bir kabileye veya gruba ait olmaksızın, o şehrin bütün halkının toplanması için yapılan camiye merkez cami denir.
Soru 402: Camilerden birinin üstü kapalı bir bölümü yaklaşık otuz yıldır terkedilmiş bir harabeye dönmüştür ve orada namaz kılınmıyor; sadece bir bölümü ambar olarak kullanılmaktadır. 15 yıldan beri burada yerleşmiş bulunan inkılap muhafızları, [kullanıma] uygun olmadığından, özellikle de çatısı yıkılmak üzere olduğu için bu bölümde tadilat yapmışlar. Ancak bu birliklerde bulunan kardeşler caminin şer'î hükümlerini bilmediklerinden ve bilenlerin de onları aydınlatmamalarından dolayı caminin bu bölümünde çok miktarda para harcayarak birkaç oda yapmaya başladılar. Hâlihazırda inşaat işleri bitmek üzeredir; bunu dikkate alarak aşağıdaki konuların şer’i hükümlerini açıklar mısınız?
1- Bu işteki yetkililerin ve onu denetleyenlerin şer'î hükmü bilmediklerini varsayalım, acaba beytülmalden [bu iş için] harcadıkları bunca para karşısında garantör müdürler? Ayrıca, günah işlemişler midir?
2- Harcanan paraların beytülmalden olduğunu göz önünde bulundurarak, caminin bu bölüme ihtiyacı olmadığı ve orada namaz kılınmadığı müddetçe, caminin bütün şer'î hükümlerine riayet edilerek bu odalardan Kur'ân ve din hükümlerinin öğretimi ve caminin diğer işleri için yararlanmak caiz midir? Yoksa [bir an evvel] bu odaların yıkımına başlamak farz mıdır?Cevap: Caminin üstü kapalı bölümünde yapılan odaların yıkılarak eski hâline getirilmesi farzdır. Eğer odaların yapımı için harcanan paralarda ifrat, tefrit ve bilinçli yapılan bir kusur yoksa birinin bundan sorumlu [garantör] olduğu söylenemez. Caminin üstü kapalı bölümünden, Kur'ân-ı Kerim, dini hükümler, İslâmî öğretiler ve diğer dinî törenler için yararlanmak eğer namaz kılanları rahatsız etmezse, cami imamının denetimi altında sakıncası yoktur. Namaz ve benzeri ibadî vazifelere zarar dokunmaması ve halk birliklerinin camide kalmaya devam etmeleri için cemaat imamı, halk birlikleri ve caminin diğer sorumlularının birlikte işbirliği yapmaları gerekir.
Soru 403: Caddelerden birinin genişletme plânı içine birkaç cami de giriyor. Bu doğrultuda nakliye araçlarının daha rahat gidip gelebilmeleri için bu camilerin bazılarının tamamı, bazılarının ise bir bölümünün yıkılması gerekiyor. Bu hususta görüşünüz nedir?
Cevap: Göz ardı edilmesi ve önem verilmemesi mümkün olmayan bir maslahat olmadıkça, bir caminin tamamını veya bir bölümünü yıkmak caiz değildir.
Soru 404: Caminin sadece abdest almaya özel olan suyundan, [çevredeki] esnafların içmeleri, çay koymaları veya arabaları için bu sudan almaları gibi az miktarda şahsi olarak faydalanmak caiz midir? Bu yapılanlara engel olacak caminin belli bir vakfedeninin de olmamasını dikkate almanızı rica ediyoruz.
Cevap: Eğer suyun sadece namaz kılanların abdest almaları için vakfedildiği belli değilse, caminin bulunduğu mahalledeki genel örfe göre komşular ve oradan geçenler de bu sudan yararlanabiliyorsa, bu konuda ihtiyat etmek daha iyi olsa da [bu tür istifadelerin] sakıncası yoktur.
Soru 405: Mezarlığın yanı başında bir cami var; kabristanlığa ölülerini ziyarete gelen bazı müminler kendi akrabalarının kabrinin üzerine dökmek için bu camiden su alıyorlar. Biz bu suyun umuma mı yoksa sadece camiye mi özel vakfedildiğini bilmiyoruz. Sadece camiye özel olmadığını varsaysak bile sadece abdest ve tuvalet ihtiyaçları için olup olmadığı belli değildir. Acaba anlattığımız şekilde o suyu kullanmak caiz midir?
Cevap: Eğer caminin suyunu onun dışındaki mezarların üzerine dökmek için almak, yaygın ve kimsenin itiraz etmediği bir iş ise ve o suyun sadece abdest ve taharet için vakfedildiğine dair bir delil de yoksa, o suyu bahsettiğiniz şekilde kullanmanın sakıncası yoktur.
Soru 406: Eğer caminin onarıma ihtiyacı varsa, şer'î hakimden veya onun vekilinden izin almak farz mıdır?
Cevap: Eğer caminin onarımı gönüllü olarak bir şahsın veya bazı hayırseverlerin malıyla yapılacaksa şer'î hâkimden izin almaya gerek yoktur.
Soru 407: Öldükten sonra beni çok zahmet çektiğim mahalle camisinde defnetmelerini vasiyet etmem caiz midir? Çünkü bu caminin içinde veya avlusunda defnedilmeği çok istiyorum.
Cevap: Vakıf akdi okunduğunda ölünün defnedilmesi istisna edilmemişse camide [ölü] defnetmek caiz değildir ve bu konudaki vasiyetiniz geçerli değildir.
Soru 408: Bundan yaklaşık yirmi yıl önce "Sahibe'z-Zaman" (Allah zuhurunu yakın eylesin) adıyla bir cami yapıldı; ancak bu ismin caminin vakıf akdinde zikredildiği belli değildir. Acaba caminin ismini "Merkez Camii" olarak değiştirmenin hükmü nedir?
Cevap: Caminin sadece isminin değiştirilmesinde bir sakınca yoktur.
Soru 409: Caminin özel adaklarından ve müminlerin bağışlarından elektrik ve klima sistemi ile donatılmış camilerde, mahalle sakinlerinden biri ölünce, camide onun için Fatiha meclisi düzenleniyor. Bu merasimlerde caminin aydınlatma ve klima sisteminden [ısıtmak veya soğutmak için] yararlanılıyor; ancak merasimi düzenleyenler bu masrafları karşılamıyorlar. Acaba bu yaptıkları şer'an caiz midir?
Cevap: Fatiha ve benzeri meclislerde caminin imkânlarından yararlanmanın caiz oluşu, o adakların, bağışların ve cami için sağlanan imkânların ne şekilde adandığına veya nasıl vakfedildiğine bağlıdır.
Soru 410: Bir köyde, önceki caminin yerinde inşa edilmiş yeni bir cami var. Yeri eski caminin bir parçası olan bu caminin bir köşesinde şer'î hükmü bilmemelerinden dolayı bir oda, çay ve benzeri şeyler için, yarım katlı bir yer de caminin içinde kütüphane için yapmışlar. Cami inşaatının tamamlanması ve diğer iç kısmının yarısının [kütüphane ve oda yapılan bölüm] nasıl kullanılması gerektiği konusundaki görüşünüz nedir?
Cevap: Önceki caminin yerinde çay ve benzeri şeyler için özel oda yapılması sahih [doğru] değildir ve oranın yine camiye dönüştürülmesi farzdır. Caminin içerisinde yarım katlı olarak yapılan kütüphane de cami hükmündedir, dolayısıyla caminin bütün şer'î eser ve hükümleri orda da geçerlidir; ancak oraya kitaplık yaptırmak ve kitap okumak için orada bulunmak eğer namaz kılanlara her hangi bir rahatsızlık ve engel oluşturmazsa sakıncası yoktur.
Soru 411: Köylerden birinde yıkılmak üzere olan bir cami var; ama caddenin devamına engel olmadığından onu yıkmak için herhangi bir gerekçe yok. Acaba bu camiyi tamamen yıkmak caiz midir? Ayrıca bu camiye ait bir miktar eşya ve mal da var, bunlar kime verilmelidir?
Cevap: Camilerin yıkılması caiz değildir ve genel olarak caminin yıkılması onu camilikten çıkarmaz [yani yıkılan cami yeri, yine caminin bütün hükümlerini taşır]. Caminin içindeki eşyalara [ve mala] gelince, eğer o camide kullanılmıyorsa, ihtiyaç duyulan diğer camilere verilmesinin sakıncası yoktur.
Soru 412: Günümüzde caminin bir parçasını oluşturan kütüphaneler gibi, caminin binasında hiçbir tasarrufta bulunmadan, avlusunun bir köşesinde müze yapmak şer’an caiz midir?
Cevap: Caminin avlusunun bir köşesinde müze veya kütüphane yapmak eğer onun [avlu olma] özelliği-hali ile çelişirse veya caminin binasının değişmesine sebep olursa caiz değildir. Bu iş için caminin yakınında ayrı bir yer temin edilmesi daha iyidir.
Soru 413: İçinde cami, dini ilimler medresesi ve umumi kütüphane yapılan vakfedilmiş bir yer var ki bunların hepsi hali hazırda aktif haldedirler. Burası şu anda belediyenin yıkım projesi içinde yer almaktadır. Acaba bunların yıkımı ve yerine daha iyi bir bina yapılması için gerekli yardımları almak için belediye ile nasıl bir işbirliği yapabiliriz?
Cevap: Eğer Belediye o yerleri, karşılığında başka bir yer vererek yıkar ve [karşılık olarak vereceği] yeri teslim ederse sakıncası yoktur; ancak, göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir maslahat gerektirmedikçe vakfedilmiş bir cami ve medreseyi yıkmak kendiliğinden caiz değildir.
Soru 414: Bir caminin, bahçesinin büyük olması ve orada pek çok ağaç bulunmasını da dikkate alarak, [bu] camiyi büyütmek için bahçesinde bulunan ağaçlardan birkaçını kesmek caiz midir?
Cevap: Bahsettiğiniz işler eğer caminin vakıf edilme şartlarını değiştirmek sayılmazsa sakıncası yoktur.
Soru 415: Önceden caminin üstü kapalı bölümünden olan, belediyenin bayındırlaştırma projesi alanına girdikten sonra yıkılarak yol olan yerin hükmü nedir?
Cevap: Eğer önceki cami hâline dönüşme ihtimali yoksa camiye dair şer'î hükümler geçerli değildir.
Soru 416: Yıkılmış ve mescit özelliğini yitirmiş veya sanki harap olmuş ve başka yere taşınmış bir köy gibi, yerine başka bir bina yapılan ve tekrar mescit yapılma ümidi kalmayan bir mescidin mekânını necis etmek haram mıdır? Orayı paklamak vacip midir?
Cevap: Varsayılan soruda, her ne kadar müstehap ihtiyat gereği necis edilmemesi gerekse de orayı necis etmek haram değildir.
Soru 417: Bir süredir camilerden birinde cemaat namazı kıldırıyorum ve o caminin nasıl vakfedildiğinden de haberim yok. Caminin giderlerinin karşılanması konusunda sıkıntılar yaşandığından dolayı, acaba caminin bodrumunu caminin şanına uygun bir iş için kiraya vermek caiz midir?
Cevap: Eğer bodrum, cami unvanını taşımaz ve caminin ihtiyacı olan eklerden de olmazsa, vakfı intifa hakkını [İntifa hakkı, başkasına ait bir eşya, hak veya malvarlığı üzerinde belirli bir kişiye tam yararlanma imkânı sağlayan bir irtifak hakkıdır. Örneğin bir konut üzerinde intifa hakkına sahip olan bir kişi o konutta ömrü boyunca oturabileceği gibi başkalarını da o konutta oturtabilecektir.] içermedikçe sakıncası yoktur.
Soru 418: Bir caminin yönetim kurulu (dernek üyeleri), giderlerini karşılamak için her hangi bir mülke sahip olmadığından caminin üstü kapalı bölümünün altında bodrum kazarak, orada camiye hizmet edecek atölyeler ve kamu tesisleri inşa etmek için karar almışlardır. Acaba bu iş caiz midir?
Cevap: Caminin üstü kapalı bölümünün altını atölye ve benzeri şeyler yapmak için kazmak caiz değildir.
Soru 419: Acaba kâfirlerin, tarihi eserleri görmek için bile olsa Müslümanların camilerine girmeleri mutlak [koşulsuz] olarak caiz midir?
Cevap: Onların Mescidu'l-Haram'a girmeleri şer’an haramdır. Diğer camilere girmeleri de eğer hakaret ve hürmetsizlik sayılırsa caiz değildir. Hatta [müstehap ihtiyat gereği] tüm durumlarda diğer camilere girmemelidirler.
Soru 420: Kâfirlerin eliyle yapılan bir camide namaz kılmak caiz midir?
Cevap: Sakıncası yoktur.
Soru 421: Kâfir biri, gönüllü olarak cami inşaatına veya bir başkasına yardım etmek için mal bağışlarsa, onu kabul etmek caiz midir?
Cevap: Sakıncası yoktur.
Soru 422: Eğer birisi geceleyin camiye gelerek orada uyur ve cünüp olursa, uyandıktan sonra camiden çıkması mümkün olmazsa vazifesi nedir?
Cevap: Eğer camiden çıkmaya ve başka bir yere gitmeye imkânı yoksa camide kalmasının helal olması için hemen teyemmüm etmesi farzdır.
- Diğer Dinî Yerlerin Hükümleri
Diğer Dinî Yerlerin Hükümleri
Soru 423: Hüseyniyeleri [tapusunu] belli şahıslar adına kaydettirmek şer’i açıdan caiz midir? [Ve bu hayır işte katkısı olanlar buna razı olmazlarsa hükmü nedir?]
Cevap: Dini törenlerin düzenlenmesi için halkın geneline vakfedilen hüseyniyelerin mülkünü kaydettirmek caiz değildir ve onun vakıf olarak şahıslar adına [tapusunun] kaydedilmesinin bir gereği yoktur. Her halükârda hüseyniyeleri belli kişilerin adına kaydettirmek onun yapımında katkısı olan kimselerin tümümün izniyle olursa daha iyidir.
Soru 424: İlmihal kitaplarında cünüp ve hayız kadınların Ehlibeyt İmamları'nın (a.s) haremlerine -türbelerine- girmelerinin caiz olmadığı yazılmıştır. Haremden maksat sadece kubbenin altı mıdır? Yoksa ona eklenen bütün binaları da kapsar mı?
Cevap: Haremden maksat, kubbenin altı ve örfen harem ve türbe denilen yerlerdir. Sonradan eklenen binalar ve avlular harem hükmünde değildir; dolayısıyla cami unvanı taşımadıkça o yerlere cünüp ve hayız olanların girmesinin sakıncası yoktur.
Soru 425: Eski bir caminin yanında hüseyniye yapılmış; hali hazırda eski cami namaz kılanların tamamını almamaktadır. Acaba hüseyniyeyi camiye ekleyerek ondan cami olarak yararlanılabilir mi?
Cevap: Hüseyniyede namaz kılmanın sakıncası yoktur; ancak eğer hüseyniye, şer'an sahih bir şekilde hüseyniye olarak vakfedilmişse, camiye dönüştürülmesi caiz değildir. Aynı şekilde cami unvanıyla camiye eklenmesi de caiz değildir.
Soru 426: İmamzadelerden birinin türbesine adak edilen halı ve eşyaları bölgenin merkez camisinde kullanmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğer [adak adanan eşyalar] imamzadenin türbesinin ve ziyaretçilerinin ihtiyacından fazla olursa sakıncası yoktur.
Soru 427: Hz. Ebulfazl (a.s) ve diğerlerinin ismiyle kurulan hüseyniye ve dergâhlar cami hükmünde midir? Lütfen bu yerlerin hükmünü açıklar mısınız?
Cevap: Hüseyniye ve dergâhlar cami hükmünde değildir.
- Namaz Kılanın Elbisesi
Namaz Kılanın Elbisesi
Soru 428: Necis olduğunda şüpheye düştüğüm elbiseyle kıldığım namaz sahih midir?
Cevap: Necis olduğundan şüphe edilen elbise eğer öncesinde necis değildiyse pak hükmündedir ve onunla namaz kılmak sahihtir.
Soru 429: Almanya'dan satın aldığım ve doğal mı, suni mi ve yine tezkiye edilmiş (şer'î ölçülere göre kesilmiş) hayvanın mı, yoksa edilmemiş hayvanın mı olduğunu bilmediğim deri bir kemerle namaz kılmanın şer'i bir sakıncası var mıdır? Onunla kıldığım namazların hükmü nedir?
Cevap: Eğer sadece doğal deri olup olmadığından şüphe edilirse onunla namaz kılmanın sakıncası yoktur. Ancak onun doğal deri olduğu tespit edildikten sonra şer'î usullere göre tezkiye edilip edilmediğinden şüphe edilirse necis değildir; ancak onunla kılınan namaz batıldır. Meselenin şer’i hükmünü bilmeden kılmış olduğunuz geçmişteki namazlarınızın kazası yoktur.
Soru 430: Bedeninde veya elbisesinde necaset olmadığını kesin olarak bilen birinin, namaz kıldıktan sonra bedeninin veya elbisesinin necis olduğu anlaşılırsa, kılmış olduğu namaz batıl mıdır? Eğer necaset namaz esnasında oluşursa hükmü nedir?
Cevap: Eğer bedeninin veya elbisesinin necis olduğunu hiç bilmeden namaz kılar ve sonra necis olduğunu anlarsa namazı sahihtir. Namazını yeniden kılması veya kaza etmesi de farz değildir. Ama eğer necaset namaz esnasında oluşursa, necisin giderilmesi veya necis elbisenin çıkarılması namazı batıl edecek bir şey yapmadan mümkün olursa, necaseti gidermeli veya necis elbiseyi çıkararak kendinden uzaklaştırmalı ve namazını tamamlamalıdır. Ancak eğer namazın şeklini koruyarak necaseti gideremezse ve vakit de geniş ise namazı bozup temiz elbise ve beden ile namazı yeniden kılması farzdır.
Soru 431: Eti haram olan hayvanın bir parçası dahi üzerinde olsa farz ihtiyat gereği namazın yeniden kılınması gerektiğine fetva veren bir müçteihidi taklit eden biri, bir süredir şer’i usullere göre kesildiği şüpheli olan ve üzerinde namaz kılmanın sahih olmadığı bir hayvanın derisi üzerinde namaz kılıyor. Acaba şer’i usullere göre kesildiği şüpheli olan hayvan, eti haram olan hayvan hükmünde midir?
Cevap: Bir hayvanın şer'î usullere göre kesildiği şüpheliyse, etinin yenilmesinin haram oluşu ve onun derisiyle namaz kılmanın caiz olmayışı açısından leş hükmündedir; fakat necis değildir. Geçmiş namazlar eğer bu hükmü bilmeden kılınmışsa sahih olduğuna hükmedilir.
Soru 432: Namaz esnasında saçının bir kısmının göründüğünü fark eden ve hemen örten bir kadınının namazını yeniden kılması gerekir mi?
Cevap: Saçını hemen örtüğü söz konusu durumda namazını iade etmesi farz değildir.
Soru 433: İdrar yerini taş, ağaç ya da başka bir şeyle temizlemek zorunda kalan biri, eve döndüğünde aynı yeri suyla temizlerse, bu durumda namaz için iç çamaşırını değiştirmesi veya temizlemesi gerekir mi?
Cevap: Eğer iç çamaşırı idrar rutubetiyle necis olmamışsa yıkaması farz değildir.
Soru 434: İthal edilen bazı sanayi makinelerinin kullanımı, ancak İslâm fıkhına göre kâfir ve necis sayılan yabancı uzmanların yardımıyla mümkün oluyor. Bu cihazları çalıştırmak için el ile dökülen yağ ve diğer maddeleri kullanmak zorunda olduğumuzu dikkate aldığımızda bu araçların pak olması mümkün değildir. Yine çalışma esnasında işçilerin beden ve elbiselerinin bu cihazlara değdiğini ve namaz vakti, elbise ve bedenlerini tamamen temizleme fırsatı bulamadıklarını da dikkate alarak namaz konusunda çalışanların vazifesini açıklar mısınız?
Cevap: Makine ve aletleri çalıştıran kâfirin, paklığına hükmedilen ehli kitaptan olabileceği veya çalışma esnasında eldiven giymesi ihtimali olabileceğinden, sırf kâfir çalıştırdığı için makine ve aletlerin kesin olarak necis olduğu söylenemez. Ancak, makinelerin ve çalışma anında işçilerin, temas sonucu necasetin rutubetinin elbise ve bedenlerine kesin olarak geçtiğini varsayarsak, namaz için bedenin temizlenmesi ve elbisenin de paklanması veya değiştirilmesi farzdır.
Soru 435: Eğer namaz kılan biri, kan ile necis olmuş mendil veya benzeri bir şeyi üzerinde taşır veya cebine koyarsa namazı batıl olur mu?
Cevap: Eğer mendil avret mahallini örtemeyecek kadar küçük olursa, namazda yanında olmasının sakıncası yoktur.
Soru 436: Günümüzdeki mevcut alkollü kokuların sürülmüş olduğu elbiseyle namaz kılmak sahih midir?
Cevap: Eğer kokuların necis olduğu bilinmezse, söz konusu elbiselerle namaz kılmanın sakıncası yoktur.
Soru 437: Namaz kılarken kadınlar bedenlerinin ne kadarını örtmelidir? [Namazda] kısa kollu elbise giymenin ve çorap giymemenin sakıncası var mıdır?
Cevap: Namazda kadınların, yüzün abdest alırken yıkanması farz olan miktarı, bileklere kadar eller, ayak bileklerine kadar da ayaklar dışında bütün bedenlerini ve saçlarını vücudu tamamen örtecek [ve bedeni göstermeyecek] bir şekilde örtmesi farzdır. Yine mahrem olmayanların yanında ayaklarını da [çorap vb. bir şeyle] tamamen örtmelidir.
Soru 438: Kadınlara namazda ayaklarının üzerini örtmeleri farz mıdır?
Cevap: Eğer namahrem görmüyorsa bileklere kadar ayakları örtmek farz değildir.
Soru 439: Örtünürken ve namazda çenenin tamamını örtmek farz mıdır, yoksa sadece alt kısmını örtmek yeterli midir veya çeneyi örtmek, yüzün şer'an farz olan miktarını örtmenin mukaddimesi olduğu için mi farzdır?
Cevap: Çenenin kendisini değil, sadece alt kısmını örtmek farzdır; çünkü çene yüzün bir parçasıdır.
Soru 440: Avret mahallini örtmeyen necis olmuş bir şeyle namaz kılmanın sahih olmasının hükmü, namaz kılanın unutarak veya hükmü bilmeyerek ya da hükmü bilip de necis olduğunu bilmeyerek kıldığı namazlara mı mahsustur? Yoksa mevzuda (namazda örtü sayılmayacak şeylerin necis olup olmadığında) şüphe etme veya hükümde (bu tür şeylerin necis olması namazı batıl edip etmediğinde) şüphe etme durumunu da kapsar mı?
Cevap: Hüküm sadece unutma ve bilmemek durumuna mahsus değildir; avret mahallini örtmeye yetmeyen bir şey necis olursa, bildiği ve farkında olduğu durumda bile onunla namaz kılmak sahihtir.
Soru 441: Namaz kılanın elbisesinde kedi tüyü veya salyasının bulunması namazı batıl eder mi?
Cevap: Evet, namazın batıl olmasına sebep olur.
- GÜMÜŞ VE ALTIN KULLANMAK
GÜMÜŞ VE ALTIN KULLANMAK
Soru 442: Erkeklerin altın yüzük takmalarının, özellikle de namaz kılarken hükmü nedir?
Cevap: Erkeklerin altın yüzük takması hiçbir durumda caiz değildir ve onunla kılınan namaz da farz ihtiyat gereği batıldır.
Soru 443: Erkeklerin beyaz altın yüzük kullanmasının hükmü nedir?
Cevap: Eğer beyaz altın denilen şey, bir madde eklenerek beyazlatılan sarı altının kendisi ise haramdır; ancak ondaki altın maddesi örfte ona altın denilmeyecek kadar az olursa, [onu kullanmanın] sakıncası yoktur. Ayrıca platinin de sakıncası yoktur.
Soru 444: Ziynet kastı olmaksızın, başkaları görmeyecek şekilde altın kullanmanın sakıncası var mıdır?
Cevap: Her ne kadar ziynet kastı olmasa ve başkaları görmese de, ister yüzük olsun ister başka bir altın, kesinlikle erkeklere haramdır.
Soru 445: Erkeklerin kısa süreliğine altın kullanmasının hükmü nedir? Birçok insanın nikâh anı gibi kısa bir zaman için erkeğin altın kullanmasının sakıncasız olduğunu söylediklerine tanık olmaktayız.
Cevap: Erkeğin altın kullanması haramdır; uzun veya kısa süre arasında bir fark yoktur.
Soru 446: Namaz kılanın elbise hükümlerini ve erkeğin altınla ziynet etmesinin haram olduğunu dikkate alarak lütfen şu iki soruyu açıklayınız:
a) Acaba altınla süslenmekten maksat erkeklerin mutlak olarak, hatta kemik ameliyatı ve diş yaptırma gibi durumlarda bile altın kullanmaları mıdır?
b) Yaşadığımız bölgenin gelenekleri gereği, yeni evlenen gençler sarı altından olan nişan yüzüğü takarlar; bunun halkın genelinde kesinlikle erkek için ziynet sayılmadığı, sadece kişinin evlilik hayatına başladığının belirtisi olduğu dikkate alındığında, acaba sizin bu konu hakkındaki görüşünüz nedir?Cevap:
a) Erkeklerin altın [dokuma] elbise giymesinin veya boynuna takmasının haram oluşunun ölçüsü ona "ziynet" denilmesi değildir. Yüzük, alyans ve kolye gibi bile olsa, her ne şekilde ve her ne niyetle olursa olsun, erkeklerin altın kullanmaları haramdır. Ama kemik cerrahisinde ve diş yapımında erkeğin altın kullanmasının sakıncası yoktur.
b) Erkeklerin altın yüzük takmaları her hal ve durumda haramdır.Soru 447: Kadınların kullanmadığı ve sadece erkeklere özel altın takıların yapım ve satımının hükmü nedir?
Cevap: Eğer altın takılar erkeklerin kullanması maksadıyla yapılırsa haramdır ve bu gayeyle alım satımı da caiz değildir.
Soru 448: Bazı misafirliklerde tatlıları gümüş tabaklarda sunduklarını görmekteyiz; acaba bu iş, gümüş tabakta yemek yeme sayılır mı, [sayılırsa] hükmü nedir?
Cevap: Yemek vb. şeyleri yeme kastıyla gümüş tabaktan almak, gümüş tabağı yeme içmede kullanmak sayılırsa haramdır.
Soru 449: Dişlerin üzerini altın veya platin ile kaplamanın sakıncası var mıdır?
Cevap: Dişleri altın veya platinle kaplatmanın sakıncası yoktur; ancak ziynet kastıyla ön dişleri altınla kaplatmak sakıncasız değildir denemez.
- EZAN VE KAMET
EZAN VE KAMET
Soru 450: Bizim köyümüzde müezzin, Mübarek Ramazan ayında halkın ezanın ortalarına veya sonuna kadar yeme-içmeye devam edebilmeleri için her zaman sabah ezanını vaktin girmesinden birkaç dakika önce okuyor; acaba bu iş caiz midir?
Cevap: Ezanın çabuk okunması halkı yanıltmazsa ve fecrin doğduğunu ilan etmek için olmazsa sakıncası yoktur.
Soru 451: Bazıları umuma ait yollarda namaz vaktinin girdiğini bildirmek için toplu olarak ezan okuyorlar ve elhamdülillah onların bu hareketi bölgede fesadı önlemekte oldukça etkili olmuş ve halkın özellikle de gençlerin namazı ilk vaktinde kılmalarına sebep olmuştur. Ancak birisi bu hareketin İslâm dininde yeri olmadığını ve bunun bid'at olduğunu öne sürerek bazı şüphelerin meydana gelmesine neden olmuştur. Bu konudaki görüşünüzü açıklar mısınız?
Cevap: Günlük farz namazları ilan etmek için ilk vakitte ezan okunması, onun işitenler tarafından tekrarlanması tekit edilen şer'î müstehaplardandır. Umuma ait yollarda topluca ezan okumak da eğer yolu kapamaya ve başkalarını rahatsız etmeye neden olmazsa sakıncası yoktur.
Soru 452: Yüksek sesle ezan okumak, siyasî-ibadî bir amel olup çok sevabı olduğundan bazı müminler özellikle de sabah namazı vaktinde evlerinin damına çıkarak hoparlörsüz ezan okumaya karar almışlardır. Sorum şu: Komşulardan bazıları itiraz ettiği takdirde bu işin hükmü nedir?
Cevap: Normal bir şekilde dam üstünde ezan okumanın sakıncası yoktur.
Soru 453: Mübarek Ramazan ayının seherlerine özel programları herkesin duyması için caminin hoparlöründen yayınlamanın hükmü nedir?
Cevap: Mübarek Ramazan ayının gecelerinde Kur'ân ve dua okumak, dini vb. programlara katılmak için halkın genelinin uyanık olduğu yerlerde sakıncası yoktur; ancak eğer caminin komşularının rahatsız olmasına neden olursa caiz değildir.
Soru 454: Cami ve diğer merkezlerde, sabah ezanından önce birkaç kilometreye ulaşan yüksek sesle Kur'ân-ı Kerim ve ezandan sonra da dua yayınlamak caiz midir? Bu program bazen yarım saatten fazla sürmektedir.
Cevap: Sabah namazının vaktinin girdiğini bildirmek için normal bir şekilde ezanı hoparlörden yayınlamanın sakıncası yoktur; ancak Kur'ân, dua vb. şeylerin caminin hoparlöründen yayınlanması, eğer komşuları rahatsız ederse, caiz değildir.
Soru 455: Erkeğin, namazda kadının okuduğu ezanla yetinmesi caiz midir?
Cevap: Erkeğin kadının ezanıyla yetinmesi sakıncalıdır.
Soru 456: Farz namazların ezan ve kametinde Hz. Ali'nin (a.s) emirliğine-velâyetine dair üçüncü şahadeti getirmek hususunda görüşünüz nedir?
Cevap: "Eşhedu enne Eliyyen veliyyullah"ı Şia mektebinin şiarı unvanı ile söylemek iyi ve önemlidir. Mutlak bir şekilde Allah’a yakınlaşma niyeti ile okunması gerekir; fakat ezan ve kametin bir parçası değildir.
Soru 457: Bir süredir bel ağrısından acı çekiyorum ve bazı vakitler ağrım o kadar artıyor ki namazlarımı ayakta kılamıyorum. Bu durumu göz önüne alarak, eğer namazı ilk vaktinde kılmak istesem oturarak kılmam gerekir; ancak eğer beklersem, belki son vakitte ayakta kılabilirim. Bu durumda ne yapmam gerekir?
Cevap: Eğer namazı son vakitte ayakta kılabileceğinize ihtimal veriyorsanız, ihtiyat gereği son vakte kadar beklemeniz gerekir. Ancak bir mazeretten dolayı namazı ilk vaktinde oturarak kılarsanız ve vaktin sonuna kadar da özrünüz bertaraf olmazsa kılmış olduğunuz namaz sahihtir ve namazı tekrar etmenize gerek yoktur. Ama eğer özrünüzün namazın son vaktine kadar bertaraf olmayacağına emin olur ve namazı ilk vakitte oturarak kılarsanız, daha sonra da vakit bitmeden özrünüz bertaraf olur ve ayakta namaz kılabilirseniz, namazı yeniden ayakta kılarak iade etmeniz gerekir.
- KIRAAT HÜKÜMLERİ
KIRAAT HÜKÜMLERİ
Soru 458: Sesli kılmadığımız namazların hükmü nedir?
Cevap: Erkeklerin sabah, akşam ve yatsı namazlarında Fatiha ve sureyi sesli okumaları farzdır. Eğer unutkanlık veya hükmü bilmediklerinden dolayı sessiz okurlarsa, namazları sahihtir; ancak bilerek olursa namaz batıl olur.
Soru 459: Sabah namazının kazasını kılmak istediğimizde sesli mi kılmamız gerekir, sessiz mi?
Cevap: İster kaza olsun, ister edâ her durumda, sabah, akşam ve yatsı namazlarında, hatta gündüz kaza edilse bile Fatiha ve sureyi sesli okumak erkeklere farzdır. Eğer meselenin hükmünü bilerek ve kasıtlı olarak sesli okunmazsa namaz batıl olur.
Soru 460: Bir rekâtın niyet, tekbiretü’l-ihram, Fatiha, sure, rükû ve secdeden oluştuğunu biliyoruz. Diğer taraftan öğle ve ikindi namazının [tamamının], akşam namazının üçüncü ve yatsı namazının ise son iki rekâtının sessiz kılınması farzdır. Ancak radyo ve televizyonlarda canlı olarak yayınlanan cemaat namazlarında imamın, üçüncü rekâtın rükû ve secde zikirlerini sesli okuduğunu görüyoruz. Oysa üçüncü rekâtın rükû ve secdesi de sessiz kılınması farz olan bir rekâtın iki parçasıdır; bu meselenin hükmünü açıklar mısınız?
Cevap: Sabah, akşam ve yatsı namazlarını sesli kılmanın, öğle ve ikindi namazlarını ise sessiz kılmanın farz oluşu yalnız Fatiha ve surenin kıraati (okunuşu) için geçerlidir. Nitekim akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekâtının dışındaki rekâtları sessiz kılmanın farz oluşu da sadece Fatiha veya tesbihatın okunuşu için geçerlidir. Beş vakit namazın rükû, secde, teşehhüt, selâm ve farz olan diğer zikirlerinde mükellef sesli ve sessiz okuma arasında serbesttir.
Soru 461: Günlük farz olan on yedi rekâta ilave olarak on yedi rekât da ihtiyaten kaza namazı kılmak isteyen biri sabah, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekâtını sesli mi kılması gerekiyor, sessiz mi?
Cevap: Farz namazları sesli veya sessiz kılmanın farz oluşunda her ne kadar kaza namazı ihtiyat gereği olsa da kazayla edâ arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 462: Salat (namaz) kelimesinin "ta" harfiyle bittiğini biliyoruz; ancak ezanda, "Hayye ala's-salat." [cümlesinde “ta” harfi] "ha" şeklinde okunuyor. Acaba bu sahih midir?
Cevap: Vakfedildiğinde [durulduğunda] salat kelimesini "ha" ile bitirmenin sakıncası olmadığı gibi bu gereklidir de.
Soru 463: İmam Humeyni’nin (kuddise sirruh) "Fatiha Suresi'nin Tefsiri"nde "meliki" lafzını "mâliki" lafzına tercih ettiği görüşüne binaen, farz ve farz olmayan namazlarda Fatiha Suresi'ni okurken bu kelimeyi her iki şekilde okuyarak ihtiyat etmek sahih midir?
Cevap: Bu hususta ihtiyat etmenin [her ikisini de okumanın] sakıncası yoktur.
Soru 464: Namaz kılan kimsenin "gayri'l-mağzubi aleyhim" cümlesini okurken hemen atfetmek yerine vakfetmesi ve sonra "ve lez-zallîn" cümlesini söylemesi sahih midir? Yine teşehhütte "Allahumme salli elâ Muhammedin ve Âl-i Muhammed" cümlesinde "Muhammed" kelimesi üzerinde vakfederek daha sonra "ve Âl-i Muhammed" söylemesi sahih midir?
Cevap: Cümlenin bütünlüğünü bozmayacak kadar vakfetmenin sakıncası yoktur.
Soru 465: İmam Humeyni'ye (kuddise sirruh) şöyle bir soru yöneltildi:
Tecvid ilminde "zad" harfinin telaffuzu hususunda birkaç görüş olduğunu dikkate aldığımızda siz hangi görüşe göre amel ediyorsunuz?
İmam (kuddise sirruh) bu soruya şu cevabı verdi: Harflerin mahreçlerini [çıkış yerini] tecvid âlimlerinin görüşüne göre bilmek farz değildir; her harfin telaffuzu, Arap örfünde "Bu şahıs şu harfi edâ etti." denecek şekilde olmalıdır.
Sorumuz şudur:
a) "Arap örfünde bu şahıs şu harfi edâ etti." ibaresinin yorumu nasıldır?
b) Tecvit kuralları da sarf ve nahiv kuralları gibi Arap örfü ve lügatinden alındığına göre, Arab'ın örf ve lügatinin birbirlerinden ayrıldığı nasıl söylenebilir?
c) Bir kimse kıraat esnasında harfleri doğru mahreçlerinden [çıkış yerlerinden] edâ etmediğini veya genel olarak harf ve kelimeleri doğru bir şekilde yerine getiremediğini sağlam bir yoldan bilirse ve her açıdan sahih kıraati öğrenme imkânı olursa, şöyle ki: Öğrenmek için iyi bir yeteneği veya uygun bir fırsatı olursa, yeteneği ölçüsünde sahih kıraati öğrenmeye çalışması farz mıdır?Cevap: Kıraatin sıhhatinde ölçü, onun tecvit kurallarının iktibas ve istihraç kaynağı sayılan lügat uzmanlarının kıraatine uygun olmasıdır. Buna göre, tecvit uzmanlarının, harflerden birinin nasıl kıraat edildiği hususundaki farklı görüşleri lügat uzmanlarının bu harfi nasıl telaffuz ettiklerindeki anlayış ihtilafından kaynaklanıyorsa sorunların çözüm mercii lügat uzmanlarının kendileridir. Ancak eğer onların görüşlerinin farklı olması, yine bu harfin nasıl telaffuz edildiği hakkında onların kendi ihtilaflarından kaynaklanıyorsa bu durumda mükellef istediği görüşü seçmekte serbesttir. Kıraatinin sahih olmadığını bilen birinin imkânlar ölçüsünde sahih kıraati öğrenmesi gerekir.
Soru 466: İlk baştan niyeti veya alışkanlığı Fatiha ve sonra İhlâs Suresi'ni okumak olan biri eğer yanlışlıkla sureyi belirlemeden "Bismillahirrahmanirrahim" derse, ilk önce sureyi belirleyip daha sonra mı besmele çekmesi gerekir?
Cevap: "Bismillahirrahmanirrahim"i yenilemesi farz değildir. Herhangi bir sureyi okuyarak ilk önce söylediği besmele ile yetinebilir.
Soru 467: Farz namazlarda Arapça kelimeleri tam olarak eda etmek farz mıdır? Eğer kelimeler sahih ve kâmil Arapçayla telaffuz edilmezse, namazın sahih olduğuna hükmedilir mi?
Cevap: Namazda okunması farz olan Fatiha, sure ve diğer bütün zikirlerin sahih bir şekilde yerine getirilmesi farzdır. Eğer namaz kılan Arapça kelimelerin sahih telaffuz şeklini bilmiyorsa, öğrenmesi farzdır. Eğer öğrenmeye gücü yetmezse mazurdur ve her ne şekilde kılabiliyorsa namazını kılmalıdır. [Ve böyle biri] namazlarını müstehap ihtiyat gereği cemaatle kılmalıdır.
Soru 468: Namazda kelimeleri telaffuz etmeden içinden geçirmeye kıraat söylenebilir mi?
Cevap: Buna kıraat söylenmez, namazda kelimeleri kıraat denecek şekilde telaffuz etmek farzdır.
Soru 469: Bazı müfessirlere göre Fil, Kureyş, İnşirah ve Duhâ gibi sureler tam bir sure sayılmazlar. Dolayısıyla namazda bu surelerden birini, mesela Fil Suresi’ni okuyan kimse hemen peşinden Kureyş Suresi’ni de okumalıdır, yine İnşirah ve Duhâ Suresi de birlikte okunmalıdır diyorlar. Bundan dolayı eğer biri meseleyi bilmediğinden ötürü, namazda sadece Fil Suresi’ni veya İnşirah Suresi’ni okursa vazifesi nedir?
Cevap: Eğer meseleyi öğrenmede ihmalkârlık yapmamışsa, geçmiş namazları sahihtir.
Soru 470: Eğer birisi gaflet sonucu öğle namazının üçüncü veya dördüncü rekâtında Fatiha ve sureyi okur ve namaz bittikten sonra bunun farkına varırsa, namazı yeniden kılması farz mıdır? Ve eğer bunun farkına varmazsa namazı sahih midir?
Cevap: Sorudaki durumda namazı sahihtir.
Soru 471: Kadınlar sabah, akşam ve yatsı namazlarında Fatiha ve sureyi sesli okuyabilirler mi?
Cevap: Sesli veya sessiz okuyabilirler; ancak eğer namahrem seslerini duyuyorsa, sessiz okumaları daha iyidir.
Soru 472: İmam Humeyni’nin (kuddise sirruh) görüşüne göre öğle ve ikindi namazında kıraati sessiz okumanın ölçüsü, cehri ve aşikâr bir tarzda okumamaktır. Biz biliyoruz ki on harf dışında diğer harfler cehrî (aşikâr) okunan harflerdir. Bundan dolayı eğer öğle ve ikindi namazlarını sessiz kılacak olursak cehrî okunan on sekiz harf doğru şekilde telaffuz edilmeyecektir. Lütfen bu konuyu açıklar mısınız?
Cevap: [Namazı] sessiz kılmanın ölçüsü, cehrî okunan harflerin ses tonunu çıkarmamak değildir; ölçü söz konusu ses tonunu aşikâr etmemektir [yani kısık sesle eda etmektir]. Sesli kılmanın ölçüsü ise sesin özünü aşikâr etmektir.
Soru 473: Yeni Müslüman olan ve Arapça kelimelere aşina olmayan yabancı erkek ve kadınların namaz ve diğer dini farizalarını nasıl edâ etmeleri gerekir? Esasen bunun için Arapça öğrenmeye gerek var mıdır?
Cevap: Tekbiretü'l-ihram, Fatiha, sure, teşehhüt ve namazın selâmını ve yine namazda, Arapçanın şart olduğu diğer bütün şeyleri öğrenmek farzdır.
Soru 474: Acaba sesli kılınması gereken namazların nafilelerinin de sesli kılınmasına ve yine sessiz kılınması gereken farz namazların nafilelerinin de sessiz kılınmasına dair bir delil var mıdır? Cevabınız olumlu ise sesli kılınması gereken namazların nafilelerinin sessiz kılınması ve aynı şekilde aksi caiz midir?
Cevap: Sesli kılınması gereken farz namazların nafilelerini sesli, sessiz kılınması gereken farz namazların nafilelerini de sessiz kılmak müstehaptır; ancak eğer tersine de yapılsa, caizdir.
Soru 475: Namazda Fatiha Suresi'ni okuduktan sonra tam bir sureyi okumak farz mıdır? Yoksa Kur'ân-ı Kerim'den bir miktar okumak da yeterli midir? Birinci durumda sureyi okuduktan sonra Kur'ân-ı Kerim'in bazı ayetlerini okumak caiz midir?
Cevap: Günlük farz namazlarda farz ihtiyat gereği Fatiha’dan sonra tam bir surenin okunması gerekir. Tam bir surenin yerine Kur'ân-ı Kerim'den birkaç ayet okumak yeterli değildir. Ancak tam bir sure okuduktan sonra Kur'ân kastıyla bazı ayetleri okumanın sakıncası yoktur.
Soru 476: Eğer ihmalkârlık veya insanın konuştuğu lehçe yüzünden, namazda Fatiha ve surenin veya kelimelerin harekelerinin okunuşunda bir yanlışlık olsa örneğin: "yuled" kelimesi fethe yerine kesreyle "yulid" şeklinde okunsa, namazın hükmü nedir?
Cevap: Eğer bilerek yapılsa namaz batıl olur. Eğer cahil-i mugassir (öğrenmeye gücü olduğu halde öğrenmeyen) biri yaparsa, farz ihtiyat gereği namazı yine batıldır. [Ancak] eğer geçmiş namazlarını sahih olduğuna inanarak belirtildiği şekilde yerine getiren ve cahil-i gasir (öğrenme imkânı olmayan) biri [bunu] yaparsa, namazları sahih hükmündedir ve iadesi veya kazası yoktur.
Soru 477: Okuma-yazma bilmeyen ve çocuklukta anne-babasının da kendisine namaz öğretmediği 35-40 yaşlarında biri, namazı doğru bir şekilde öğrenmek için çaba harcamasına rağmen namazın zikir ve kelimelerini sahih bir şekilde edâ edemiyor; hatta bazı kelimeleri hiç söyleyemiyor, bu şahsın namazı sahih midir?
Cevap: Eğer [elinden geldiği kadar ve] söyleyebildiği kadarıyla yerine getirirse, namazı sahih hükmündedir.
Soru 478: Ben namazdaki kelimeleri anne-babamdan ve lisede bize öğrettikleri gibi telaffuz ediyordum. Sonradan kelimeleri yanlış söylediğimi anladım. Acaba tıpkı İmam Humeyni'nin fetvasına göre kıldığım namazları yeniden iade etmem farz mıdır? Yoksa bu şekilde kıldığım namazlar sahih midir?
Cevap: Sorudaki varsayıma göre, hiç hata ihtimali vermediğiniz ve doğru olduğuna inanarak kıldığınız geçmişteki bütün namazlarınız sahih hükmündedir; iade ve kazası da yoktur.
Soru 479: Hastalık dolayısıyla konuşma yetisini yitiren, ancak duyu organları sağlam olan biri, eğer namazını işaretle kılarsa namazı sahih midir?
Cevap: Bahsettiğiniz durumda namazı sahih ve yeterlidir.
- Zikir
Zikir
Soru 480: Bilerek rükû zikrini secdede ve secde zikrini de rükûda okumanın sakıncası var mıdır?
Cevap: Allah Teâlâ’nın mutlak zikri olarak okursa sakıncası yoktur; rükû, secde ve [şimdiye kadar kıldığı] namazı sahihtir. Ancak [bundan sonraki namazları için] her birinin özel zikrini de söylemesi gerekir.
Soru 481: Eğer birisi yanlışlıkla secdede rükû zikrini veya rükûda da secde zikrini söyler ve o esnada farkına vararak hatasını düzeltirse namazı batıl olur mu?
Cevap: Bunun sakıncası yoktur ve namazı sahihtir.
Soru 482: Namaz esnasında veya namaz bittikten sonra rükû veya secde zikrini yanlış söylediğinin farkına varan birinin vazifesi nedir?
Cevap: Eğer rükû ve secdelerden sonra farkına varırsa, üzerine bir şey farz olmaz.
Soru 483: Namazın üçüncü ve dördüncü rekâtlarında "tesbihat-ı erbaa"yı bir kere söylemek yeterli midir?
Cevap: Yeterlidir; ancak üç defa tekrarlamak ihtiyata daha uygundur.
Soru 484: Namazda "tesbihat-ı erbaa" üç defa söyleniyor; ancak birisi yanlışlıkla dört defa söylerse, namazı kabul olur mu?
Cevap: Sakıncası yoktur.
Soru 485: Namazın üç ve dördüncü rekâtlarında "tesbihat-ı erbaa”yı üç defa mı, yoksa daha fazla mı veya daha az mı okuduğunu bilmeyen birinin hükmü nedir?
Cevap: Bir kere de söylemek yeterlidir ve üzerine herhangi bir şey farz olmaz. Ayrıca rükûa gitmeyene kadar en azı esas alarak, üç kere söylediğinden emin olmak için "tesbihat-ı erbaa”yı tekrarlayabilir.
Soru 486: Namazda, hareket halindeyken "bihevlillahi ve guvvetihi egûmu ve eg'ud" zikrini okumak caiz midir ve aynı zikri kıyam halinde okumak sahih midir?
Cevap: Sakıncası yoktur; zaten bu zikir namazın bir sonraki rekâtı için [kalkarken] kıyam halinde söylenilir.
Soru 487: Zikirden maksat nedir? Acaba Resulullah (s.a.a) ve Ehlibeyti'ne salavat getirmeyi de kapsar mı?
Cevap: Allah’ın zikredildiği ve anıldığı tüm ibareler zikirdir. Resulullah ve Ehlibeyti'ne salavat ise (Allah'ın salat ve selamı onların üzerine olsun) en iyi zikirlerdendir. Fakat rükû ve secdede farz olan zikir, bir defa “Subhane rabbiye'l-‘azîmi ve bihemdih” rükû için, bir defa “Subhane rabbiye'l-e‘la ve bihemdih” veya üç defa “subhanallah” da secde için söylemektir. Bu zikirlerin yerine “elhamdülillah” veya “Allah-u Ekber” zikirleri de üç defa okunursa yeterlidir.
Soru 488: Bir rekât olan "Vitir" namazında ellerimizi kunut için kaldırarak Allah Teâlâ’dan hacetlerimizi istediğimizde, hacetlerimizi [kendi dilimizde] Türkçe söylememizin sakıncası var mıdır?
Cevap: Kunutta Türkçe dua etmenizin sakıncası yoktur; hatta istediğiniz her duayı istediğiniz her dilde edebilirsiniz.
- Secde Hükümleri
Secde Hükümleri
Soru 489: Çimento ve mozaik üzerine secde ve teyemmüm etmenin hükmü nedir?
Cevap: Bu ikisine secde ve teyemmüm etmenin sakıncası yoktur; ancak çimento ve mozaike teyemmüm etmemek ihtiyata daha uygundur.
Soru 490: Elleri, namaz kılarken küçük delikleri olan mozaik üzerine koymanın sakıncası var mıdır?
Cevap: Sakıncası yoktur.
Soru 491: Alnın toprağa değmesini engelleyecek kadar kir tabakası oluşmuş ve siyahlaşmış mührün üzerine secde etmenin sakıncası var mıdır?
Cevap: Mühür üzerindeki kir tabakası, alınla toprak arasında engel oluşturacak miktarda olursa secde ve namaz batıldır.
Soru 492: [Toprağa veya mühre] secde ederken alnı, özellikle de secde yeri türban veya çarşafla örtünmüş olan bir kadına -bu hâlde kıldığı- namazlarını iade etmesi farz mıdır?
Cevap: Eğer secde esnasında [alnı ile toprak veya mühür arasındaki] engeli fark etmezse, namazlarını iade etmesi farz değildir.
Soru 493: Bir kadının secde ettiğinde alnının tamamen toprağa değmediğini, başörtüsü veya çarşafının engel olduğunu anlayarak başını kaldırıp engeli giderdikten sonra tekrar secdeye koymasının hükmü nedir? Bu şekilde yapması, müstakil secde sayılırsa kıldığı namazların hükmü nedir?
Cevap: Başını kaldırmadan, hareket ettirerek veya engeli alnının altından çekerek onun en az bir parmak ucu kadar toprağın [veya mührün] üzerine gelmesini sağlaması farzdır. Eğer alnını secde etmek için yerden kaldırması, bilgisizlik veya unutkanlıkla olursa ve bunu bir rekâtın sadece bir secdesinde yaparsa namazı sahihtir ve iade etmesi farz değildir. Ancak eğer bu iş [secde etmek için başını yerden kaldırmak] meselenin hükmünü bilerek ve bilinçli olarak yapılmışsa veya bir rekâtın iki secdesinde de tekrarlanmış ise, namazı batıldır ve onu iade etmesi farzdır.
Soru 494: Secde halinde yedi uzvun yere temas etmesi gerekir; ancak, biz savaşta malul olduğumuz için özel sağlık durumumuz nedeniyle tekerlekli sandalye kullanmaktayız. Bu yüzden namazda ya mührü kaldırıp alnımıza koyuyoruz veya sandalyenin koluna bırakarak onun üzerine secde yapıyoruz. Acaba bu amelimiz sahih midir?
Cevap: Eğer mührü tekerlekli sandalyenin koluna veya yastık, sehpa ve benzeri bir şeyin üzerine bırakarak secde yapabilirseniz, o şekilde yapmanız gerekir ve namazınız da sahihtir. Aksi durumda [bunu yapamıyorsanız] mührü kaldırıp alnınızı onun üzerine koymanız gerekir. Eğer hiçbir şekilde eğilemiyorsanız, secde etmek yerine kafanızla işaret ediniz ve eğer bu şekilde de yapamıyorsanız, [secde için] gözünüzle işaret ediniz. Allah sizi muvaffak eylesin.
Soru 495: Mukaddes ziyaret yerlerinde -haremlerde- yere döşenen mermer taşların üzerine secde etmenin hükmü nedir?
Cevap: Mermerin üzerine secde etmenin sakıncası yoktur.
Soru 496: Secde ederken büyük ayak başparmağıyla birlikte diğer parmakların da yere temas etmesi caiz midir?
Cevap: Sakıncası yoktur.
Soru 497: Bugünlerde, namazda rekât ve secdelerin sayısını göstererek bir hadde kadar namaz kılanın şüphesini gideren, mühürler bulunmaktadır. Bu mührün mekanik yapısından dolayı alın üzerine koyulduğunda mühür aşağı doğru hareket etmektedir. Acaba bu özellikteki bir mührün üzerine secde etmek sahih midir?
Cevap: Eğer alnın üzerine konulduğu yerde, üzerine secde edilmesi sahih olan şeylerden olur ve alnı koyduktan sonra sabit ve hareketsiz durursa, onun üzerine secde etmenin sakıncası yoktur.
Soru 498: Secdeden kalkıp oturunca hangi ayağımızı diğerinin üzerine koymalıyız?
Cevap: Sol bacağın üzerine oturarak, sağ ayağın üstünü sol ayağın iç kısmına denk gelecek şekilde koymak müstehaptır.
Soru 499: Secde ve rükûda farz zikri okuduktan sonra hangi zikri okumak daha faziletlidir?
Cevap: Farz zikrin kendisini tekrar etmek [özellikle de] tek sayıyla sonlandırılırsa daha iyi olur. Secde de söylenilenlere ilaveten dünyevî ve uhrevî hacetler için dua etmek ve salavat getirmek müstehaptır.
Soru 500: Secde ayetlerini radyo, televizyon veya cd den duymanın hükmü nedir.
Cevap: Bahsettiğiniz durumlarda secde vacip olur.
- Namazı Batıl Eden Şeyler
Namazı Batıl Eden Şeyler
Soru 501: Teşehhüdde, Emirü'l-Müminin Hz. Ali'nin (a.s) velâyetine şahadet etmek namazı batıl eder mi?
Cevap: Namazı ve teşehhüdü taklit mercilerinin risalelerinde beyan ettikleri gibi yerine getirin; hak ve doğru söz de olsa ona bir şey eklemeyin.
Soru 502: İbadetlerinde riyaya müptela olan biri şimdi nefsiyle mücadele ediyor. Acaba bu ameli de riya sayılır mı? İnsan riyadan nasıl kurtulabilir?
Cevap: Riyayla mücadele etmek de dâhil Allah için yapılan bütün işler riya sayılmaz. Riyadan kurtulmak için Allah’ın yüceliği, başkalarının zayıflığı ve O’na muhtaç oluşları hakkında tefekkür etmek gerekir. Aynı şekilde insanın kendisinin ve diğer insanların Yüce Allah’a olan kulluğu hakkında düşünmek gerekir.
Soru 503: Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin cemaat namazlarına katıldığımızda, imam Fatiha Suresi’ni okuduktan sonra cemaat, toplu olarak yüksek sesle “âmin” söylemektedir. Bunun hükmü nedir?
Cevap: Takiyye "âmin" kelimesini söylemeyi gerektirirse sakıncası yoktur; aksi takdirde caiz değildir.
Soru 504: Bazen farz namaz esnasında çocuğun tehlikeli bir iş yapmak üzere olduğunu görüyoruz. [Bu durumda] Acaba çocuğu veya evdekileri uyarmak ve tehlikeyi ortadan kaldırmak için Fatiha veya diğer surelerin bazı kelimelerini veya bazı zikirleri yüksek sesle okumak caiz midir? Eğer namazda kıyam esnasında birisine bir şeyi anlatmak veya sorusuna cevap vermek için el veya kaşımızı oynatırsak, namazın hükmü nedir?
Cevap: Başkalarını uyarmak için namazdaki ayet ve zikirleri yüksek sesle okumak, eğer namaz şeklinin bozulmasına neden olmazsa, okunan ayet ve zikir de kıraat ve zikir niyeti ile okunursa sakıncası yoktur. Namazın sükûn ve şeklini bozmayacak şekilde belirgin olmayan el, göz ve kaş hareketleri namazın batıl olmasına neden olmaz.
Soru 505: Eğer birisi, namaz esnasında komik bir şeyi hatırladığından veya komik bir olayın vuku bulmasından dolayı gülerse, namazı batıl olur mu?
Cevap: Eğer gülüşü sesli (kahkahayla) ve bilerek olursa, namazı batıl olur.
Soru 506: Namazda, kunuttan sonra elleri yüze çekmek namazı batıl eder mi? Eğer namazı batıl ederse, günah da sayılır mı?
Cevap: Mekruhtur; ancak namazı batıl etmez.
Soru 507: Namazda açık olduğunda insanın düşüncesini namazdan alıkoyduğu için gözleri kapatmak caiz midir?
Cevap: Namazda gözleri kapatmanın şer’i bir sakıncası yoktur; ancak rükûunun dışında [gözleri kapatmak] mekruhtur.
Soru 508: Namaz esnasında bazen Kâfir Baasçı Saddam rejimiyle savaşta yaşadığım bazı maneviyat ve iman dolu hâlleri hatırlıyorum ve bu, namazda daha fazla huşu etmeme sebep oluyor. Acaba bu durum, namazı batıl eder mi?
Cevap: Namazın sıhhatine zararı yoktur.
Soru 509: İki kişinin arasındaki düşmanlık ve küskünlüğün üç gün devam etmesi, bunların namaz ve oruçlarını batıl eder mi?
Cevap: İki kişinin arasında oluşan düşmanlık ve küskünlük her ne kadar şer’an kınanmış bir amel olsa da namaz ve orucu batıl etmez.
- Selâm Vermenin Hükümleri
Selâm Vermenin Hükümleri
Soru 510: Selam kelimesi kalıbında olmayan selâmı almak hususundaki görüşünüz nedir?
Cevap: Eğer namazda olursa, cevap vermek caiz değildir; ancak namaz dışında, eğer örf tarafından selâm sayılan bir söz olursa ihtiyat gereği cevap verilmesi gerekir.
Soru 511: Erkek ve kız çocukların selâmını almak farz mıdır?
Cevap: Kadın ve erkeklerin selâmını almak nasıl farz ise, mümeyyiz [iyiyi kötüden ayırt edebilen] erkek ve kız çocukların selâmını almak da farzdır.
Soru 512: Eğer birisi selâmı duyar da gaflet veya başka bir sebepten dolayı cevabını vermezse, üzerinden çok az bir zaman geçtikten sonra acaba yine de selâmın cevabını vermek farz mıdır?
Cevap: Eğer gecikme, [cevabını verdiğinde, verilen] selâmın cevabıdır denilmeyecek kadar çok olursa, farz değildir.
Soru 513: Birisi "Esselâmu aleykum cemian (cümleten)" diye bir topluluğa selâm verirse ve bazıları da selâmı alırsa, o esnada içlerinden namaz halinde olan kimsenin de selâmı alması farz mıdır?
Cevap: Eğer başkaları selamın cevabını verirse, namaz kılan cevap vermemelidir.
Soru 514: Bir kişi aynı anda birkaç kez selâm verirse veya birkaç kişi selâm verirlerse, hepsine toplu olarak bir selâm vermek yeterli midir?
Cevap: Birinci durumda bir kere selâm vermek yeterlidir, ikincisinde ise hepsini kapsayacak bir kelimeyle [çoğul şahısla] onların selâmının cevabını verme kastıyla bir kere selâm verirse yeterlidir.
Soru 515: "Selâmun aleykum" yerine sadece "selâm" diyen kimsenin selâmını almak farz mıdır?
Cevap: Örfte ona selâm denilirse selâmı almak farzdır; ihtiyat gereği, cevap verirken “selam” kelimesini başta kullanmalıdır. Mesela “selamun aleykum” veya “esselamu aleykum” demelidir. Ve “aleykum selam” söylemekten kaçınmalıdır.
- Namazdaki Şüpheler
Namazdaki Şüpheler
Soru 516: Namazın üçüncü rekâtında kunut tutup tutmadığından şüphe eden birinin hükmü nedir? Namazını tamamlamalı mıdır? Yoksa şüphe ettiği anda namazı bozmalı mıdır?
Cevap: Bu şüpheye itina edilmez, namazı da sahihtir ve bu hususta mükellefe hiç bir şey farz değildir.
Soru 517: Nafile namazlarında rekâtlar dışındaki hususlarda mesela, bir mi, yoksa iki mi secde yapıldığından şüphe edilirse, şüpheye itina edilir mi?
Cevap: Nafile namazlarda, zikir ve fiillerde şüphe etmenin hükmü, farz namazlardaki zikir ve fiillerde şüphenin hükmüyle aynıdır; eğer yeri geçmemişse itina edilir ve yeri geçmişse itina edilmez.
Soru 518: Kesiru'ş-şek’in [çok şüphe eden kimse] şüphesine itina etmemesi gerektiğini göz önünde bulundurarak; eğer namazda bir konuda şüpheye düşerse vazifesi nedir?
Cevap: Vazifesi, şüphe ettiği şeyi yaptığını esas aldığında namazın batıl olmasına neden olmuyorsa onu yaptığını esas almasıdır; aksi durumda, şüphe ettiği şeyi yapmadığını kabul etmelidir. Bu konuda namazın rekâtları, fiilleri ve zikirleri arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 519: Birkaç yıl sonra ibadetlerinin batıl olduğunu anlayan veya bu konuda şüpheye düşen kimsenin vazifesi nedir?
Cevap: [İbadetlerde] amelden sonra [ortaya çıkan] şüpheye itina edilmez. [Ancak ibadetlerinin] batıl olduğunu kesin olarak biliyorsa, telafisi mümkün olanları kaza etmelidir.
Soru 520: Eğer birisi yanlışlıkla namazın bazı kısımlarını diğer bazı kısımların yerine yapsa veya namaz esnasında gözü bir yere takılsa ya da yanlışlıkla konuşsa, namazı batıl olur mu? Vazifesi nedir?
Cevap: Namazda yanlışlıkla yapılan işler, bir rüknün fazla veya az yapılmasına ya da namazın şeklinin bozulması gibi namazın batıl olmasına sebep olacak şekilde olmadıkça namazı batıl etmez. Ancak bazı yerlerde sehiv secdesinin veya başka hükümlerin farz olmasına sebep olur.
Soru 521: Eğer birisi, namazın bir rekâtını unutur ve son rekâtta hatırlarsa; mesela namazın birinci rekâtını ikinci rekât sanarak üçüncü ve dördüncü rekâtı kılar ve son rekâtta onun üçüncü rekât olduğunun farkına varırsa şer'î vazifesi nedir?
Cevap: Selâmdan önce namazın eksik rekâtını yerine getirmesi ve daha sonra selâm vermesi farzdır. Bu durumda vacip teşehhüdü yerinde yapmadığından dolayı, unutulan teşehhüt için iki sehiv secdesi yerine getirmesi farzdır. İhtiyat gereği sehiv secdesinden önce teşehhüdün kazasını yerine getirmelidir. Eğer üçüncü rekâtta sonuncu rekâtta olduğunu zannettiğinden selam vermişse, teşehhüdü kaza ettikten sonra farz ihtiyat gereği iki sehiv secdesi daha yerine getirmelidir.
Soru 522: İhtiyat namazının bir rekât mı yoksa iki rekât mı kılınması gerektiği nasıl anlaşılır?
Cevap: İhtiyat namazının rekâtlarının sayısı namazda eksik olduğuna ihtimal verilen rekât miktarı kadardır. Bu yüzden iki ile dört arasında şüphe edilirse, iki rekât ihtiyat namazı farzdır; üçle dört arasında şüphe edilirse de, ayakta bir rekât, oturarak da iki rekât ihtiyat namazı kılınması farzdır.
Soru 523: Eğer namazda okunan zikir, Kur’an ayetleri ya da kunut dualarından bir kelime sehven yanlış okunursa sehiv secdesi farz olur mu?
Cevap: Farz olmaz.
- Kaza Namazı
Kaza Namazı
Soru 524: Ben on yedi yaşına kadar ihtilam, gusül vb. hükümleri bilmiyordum; bu konuda birisinden de bir şey duymamıştım, kendim de cenabet ve guslün farz oluşunun ne demek olduğunu anlayamıyordum. Dolayısıyla bu yaşa kadar yerine getirdiğim namaz ve oruçlarım sakıncalıdır. [Bu konudaki] vazifemi açıklamanızı ümit ediyorum.
Cevap: Cenabet halinde kıldığınız bütün namazları kaza etmelisiniz; ancak [gerçekte] cenabet olduğunuzu bilmediğiniz halde tuttuğunuz oruçlar sahih ve yeterlidir; kazası yoktur.
Soru 525: Ne yazık ki ben, geçmişte bilinçsizlik ve irade zafiyeti yüzünden çirkin bir amel olan istimnaya müptela olmuştum. Dolayısıyla bazen namaz kılmıyordum; ancak namazımı sürekli de olmasa tam olarak ne kadar kılmadığımı bilmiyorum. Sadece cenabetli olup gusül almadığım zamanlar [kılmıyordum]; bunun da yaklaşık altı ay olduğunu düşünüyorum. Şimdi bu sure zarfındaki namazlarımın kazasını yerine getirme kararı aldım; acaba, bu namazların kazası farz mıdır?
Cevap: Günlük farz namazlardan kılmadığınızı veya cenabet iken kıldığınızı bildiğiniz miktarı kaza etmeniz farzdır.
Soru 526: Kaza namazının olup olmadığını bilmeyen biri, eğer müstehap veya nafile namazı kılarsa, kaza namazının olduğunu varsaysak, [kıldığı nafile veya müstehap namazlar] kaza namazları yerine sayılır mı?
Cevap: Nafile ve müstehap namazlar kaza namazları yerine geçmez. Eğer kaza namazı varsa, onu kaza namazı niyetiyle kılması farzdır.
Soru 527: Ben yaklaşık altı ay önce teklif yaşına erdim. Bu [teklif] yaşıma girmeden birkaç hafta önce bulûğ için tek belirtinin hicri kameri yılına göre on beş yaşını bitirmek olduğunu sanıyordum. Fakat şimdi erkeklerin bulûğ belirtilerinden bahseden bir kitap okudum ve onda bulûğun bende var olan diğer başka belirtilerinin de olduğunu okudum. Ancak ben bunların ne zaman ortaya çıktığını bilmiyorum. Acaba hâlihazırda boynumda namaz ve oruç kazası var mıdır? Bazen namaz kıldığımı ve geçen yıl da Ramazan ayı orucunun tamamını tuttuğumu dikkate alarak, bu konudaki vazifem nedir?
Cevap: Şer'î bulûğ ve teklif yaşına eriştikten sonra yerine getirmediğinizi kesin olarak bildiğiniz bütün oruç ve namazların kazasını yerine getirmeniz farzdır.
Soru 528: Eğer Ramazan ayının yirmisi, yirmi beşi ve yirmi yedisi olmak üzere üç kere cenabet guslü alan biri, daha sonra gusüllerinden birisinin batıl olduğunu kesin olarak bilirse, namaz ve orucunun hükmü nedir?
Cevap: Orucu sahihtir; ancak ihtiyat gereği boynunda hiç bir şey kalmadığından emin olacak şekilde namazlarını kaza etmesi farzdır.
Soru 529: Şer’i hükmü bilmediğinden bir süre gusülde tertibe [uzuvların yıkanma sırası] uymayan birinin namaz ve orucunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer guslü şer’i açıdan batıl olacak şekilde almışsa [mesela baş ve boyunu yıkamadan önce sağ tarafı veya sağ tarafı yıkamadan önce sol tarafı yıkamışsa], bu durumda [guslü gerektiren] büyük hadesle kıldığı namazların kazası farzdır; ama eğer o zamanlarda kendi guslünün doğru olduğuna inanıyorduysa orucu sahih hükmündedir.
Soru 530: Bir yıllık kaza namazını kılmak isteyen biri, bunu nasıl yapmalıdır?
Cevap: Herhangi bir namaz ile başlayıp daha sonra günlük beş vakit namazların sırasına göre kılarak devam edebilir.
Soru 531: Üzerinde çok fazla kaza namazı olan biri, onları aşağıdaki tertip üzere kaza edebilir mi?
(1 Peş peşe yirmi defa sabah namazı.
(2 Öğle ve ikindi namazlarının her birini yirmi defa.
(3 Akşam ve yatsı namazlarının her birini yirmi defa. Bir yıllık kaza namazını bu şekilde kılmaya devam etse.Cevap: Kaza namazlarını bahsettiğiniz şekilde yani öğle namazları ikindi namazlarından önce ve akşam namazları da yatsı namazlarından önce kılındığı takdirde sakıncası yoktur.
Soru 532: Bir adam başından yaralanmış ve beyninin bir kısmı zarar görmüş; bunun sonucunda sol eli, ayağı ve dili felç olmuş. Ayrıca, namazı nasıl kılacağını unutmuş ve onu öğrenme gücü de artık yok; ama kitaptan okuyarak veya dinleyerek namazın bölümlerini ayırt edebiliyor. Şu anda namaz konusunda iki sorunu var: Birincisi, idrar yerini temizleme ve abdest alacak gücü yoktur. İkincisi, namazın kıraatinde de sorun yaşıyor; bu şahsın vazifesi nedir? Yine yaklaşık altı ay kılmadığı namazlarının hükmü nedir?
Cevap: Eğer diğerlerinin yardımıyla bile olsa abdest veya teyemmüm alabilirse, cd çalar vb. aletlerden dinleyerek veya bir yazının üzerinden okuyarak dahi olsa kılabildiği her şekilde namazını kılması farzdır. Bedenin tahareti hususunda, eğer başkalarının yardımıyla bile bedenini temizleme gücüne sahip değilse, bedeni necis bir şekilde namazını kılabilir ve namazı sahihtir. Ayrıca namaz vaktinin sonuna kadar baygın olduğu kılamadığı namazların dışında, diğer kılmadığı namazların kazası da farzdır.
Soru 533: Gençliğimde öğle ve ikindi namazlarım akşam, yatsı ve sabah namazlarıma göre daha fazla kazaya kalmıştır. Fakat onların sayı ve sırasını bilmiyorum; acaba bu hususta devir namazı mı kılmak gerekiyor? Devir namazının ne olduğunu açıklar mısınız?
Cevap: Kaza namazında tertibe uymak [sırayı gözetmek] -aynı günün öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazları dışında- farz değildir. Kılmadığınızı kesin olarak bildiğiniz miktarda namazlarınızı kaza etmeniz yeterlidir. Tertibe tam anlamı ile uymak için namazları tekrarlamak anlamına gelen devir namazı size farz değildir.
Soru 534: Evlendikten sonra bazen benden sıvı bir akıntı geliyordu ve ben onun necis olduğuna inanıyordum. Dolayısıyla cenabet guslü niyetiyle gusül alıyor ve abdest almaksızın namaz kılıyordum. Bu akıntı ilmihal kitaplarında "mezi" olarak adlandırılmış [ve gusül almayı gerektirmiyormuş]. Şimdi benim cünüp olmaksızın cenabet guslü alarak abdestsiz kıldığım namazların hükmü nedir?
Cevap: O akıntı geldikten sonra abdest almaksızın cenabet guslüyle kıldığınız bütün namazların kazasını yerine getirmeniz farzdır.
Soru 535: Bir müddet sonra Müslüman olan bir kâfirin yerine getirmediği namaz ve oruçların kazası üzerine farz mıdır?
Cevap: Farz değildir.
Soru 536: Bazı insanlar komünistlerin yanıltıcı propagandaları sonucu yıllarca namaz ve dini farizalarını terk ettiler; ancak rahmetli İmam'ın eski Sovyet liderlerine yazdığı tarihi mesajından sonra hatalarını anladılar ve Allah'a tövbe ettiler. Şimdi ise yerine getirmedikleri onca namaz ve orucun kazasının tamamını yerine getirme güçleri yok; bu durumda vazifeleri nedir?
Cevap: Yerine getirmedikleri namaz ve oruçları, güçleri yettiği miktarda kaza etmeleri ve yetmediği miktarı da vasiyet etmeleri farzdır.
Soru 537: Ölen birinin boynunda Ramazan ayının orucu ve [bir miktar da] namazın kazası var; erkek çocuğu da bulunmuyor. Geriye bıraktığı mal da namaz ve oruçtan sadece birini [ecir tutarak] kaza etmeye yetiyor. Bu durumda namazın kazası mı önceliklidir? Yoksa orucun mu?
Cevap: Namazla oruç arasında tercih söz konusu değildir. Eğer vasiyet etmemişse varisler ondan geriye kalan malı, namaz ve oruçlarının kazasını yerine getirmek için harcamak zorunda değildirler. Vasiyet etmişse de geriye kalan malın [sadece] üçte biriyle namaz ve oruçlarının kazasının ne kadarına yetiyorsa, ecir tutularak vasiyeti yerine getirilmelidir.
Soru 538: Ben çoğu zaman namazlarımı kılmış ve kazaya kaldıkları zaman da kazasını yerine getirmişimdir. Buna rağmen uykuda olduğum veya beden ve elbisemin necis olduğu ve onların temizliğinde ihmalkârlık ettiğim bazı zamanlarda kaza olan bir miktar namazım var. Boynumda kaza olan günlük, âyât ve seferî namazlarımın miktarını nasıl hesaplamam gerekir?
Cevap: Kılmadığınızı kesin olarak bildiğiniz miktarı kaza etmeniz yeterlidir. Bu miktardan seferî veya âyât namazı olduğunu kesin olarak bildiğiniz miktarı seferî ve âyât namazı olarak, geri kalanı da günlük namazların kazası olarak kılmalısınız. Bundan daha fazlası size farz değildir.
- Anne ve Babanın Kaza Namazı
Anne ve Babanın Kaza Namazı
Soru 539: Babam geçirmiş olduğu beyin krizinden ötürü iki yıl iyiyi kötüden ayırt edemeyecek şekilde hastaydı. Yani akıl gücü ve şuurunu kaybetmişti. Dolayısıyla bu iki yıl zarfında namaz ve oruçlarını yerine getiremedi. Acaba namaz ve oruçlarının kazası ailenin büyük oğlu olarak bana farz mıdır? Elbette eğer babam bu şekilde hasta olmasaydı [sağlıklı olarak oruç ve namazlarını kazaya bıraksaydı] onların kazasının benim üzerime farz olduğunu biliyorum.
Cevap: Eğer akli denge bozukluğu cünun denecek düzeyde olmaz ve namaz vakitleri boyunca baygın da olmazsa babanızın yerine getirmediği oruç ve namazları kaza etmeniz farzdır. Aksi takdirde size bir şey farz değildir.
Soru 540: Ölen birinin oruçlarının kefaretini kimin vermesi gerekir? Oğul ve kızlarına kefareti vermek farz mıdır? Yoksa onu başka birisi de verebilir mi?
Cevap: Babanın üzerine farz olan kefaret, eğer muhayyerlik [iki şeyden dilediğini seçme] şeklindeydiyse yani hem oruç tutma hem de fakiri doyurma gücüne sahiptiyse, bu durumda eğer kefareti geriye bıraktığı mirastan çıkarmak mümkünse mirastan alınmalıdır. Aksi durumda ihtiyat gereği büyük oğlun orucu tutması farzdır.
Soru 541: Yetişkin bir adam belli sebeplerden dolayı ailesinden ayrılmış ve onlarla irtibat kuramıyor. Evin büyük oğlu da olan bu adamın bu süre içerisinde babası vefat etmiş. Babasının üzerinde kaza namazı ve başka diğer farzların ne kadar olduğunu bilmiyor. Birini ecîr tutacak parası da yok ve yaşlı olduğu için kendisinin de onları kaza etmeğe gücü yetmiyor. [Bu durumda] vazifesinin ne olduğunu açıklar mısınız?
Cevap: Babasının kazaya bıraktığını kesin olarak bildiği namazların dışında büyük oğlun üzerine bir şey farz değildir. Büyük oğula mümkün olan her şekilde babasının namazlarını kaza etmesi farzdır; ama eğer kaza etmeğe gücü yetmezse üzerine bir şey farz değildir.
Soru 542: Eğer ölünün büyük çocuğu kız ve ikinci çocuğu erkek olursa, anne ve babanın namaz ve oruçlarının kazası bu oğula farz mıdır?
Cevap: Anne babanın namaz ve oruçlarının kazasının farz olmasında ölçü, erkek çocuğunun ölünün diğer erkek çocuklarından -eğer ölünün erkek çocuğu varsa- büyük olmasıdır. Sorudaki durumda babanın namaz ve oruçlarının kazası, babanın ikinci çocuğu olan erkeğe farzdır. Annenin namaz ve orucunun kazası ise farz ihtiyat gereğidir.
Soru 543: Eğer büyük oğul, ister baliğ olsun ister olmasın babasından önce ölürse babanın namazlarının kazası diğer [erkek] çocuklarının üzerinden kalkar mı?
Cevap: Babanın namaz ve oruçlarını kaza etme görevi, babanın ilk çocuğu veya ilk oğlu olmasa bile, babanın ölüm sırasında hayatta olan büyük oğlunun üzerine farzdır.
Soru 544: Ben ailemin büyük oğluyum. Acaba babamın namazlarını kaza etmek için, hayattayken [kazaya kalan namaz ve oruçlarının miktarını] babamdan sormam farz mıdır? Yoksa miktarını bana bildirmesi ona mı farzdır? Beni bilgilendirmediği takdirde görevim nedir?
Cevap: Size araştırmak ve sormak farz değildir; ancak fırsatı olduğu sürece kendisinin kılması farzdır. Eğer yapamazsa vasiyet etmelidir. Her halükârda babanın büyük oğlu, babasının vefatından sonra onun yerine getirmediğini kesin olarak bildiği namaz ve oruçlarını kaza etmekle mükelleftir.
Soru 545: Eğer birisi ölür ve malının tamamı çocuklarının oturduğu tek bir evden ibaret olursa ve diğer taraftan da üzerinde kılmadığı namaz ve oruç varsa ve büyük oğlu da günlük meşguliyeti yüzünden onları kaza edemezse, acaba bu evi satıp (ecir tutarak) babalarının namaz ve oruçlarının kazasını yerine getirmeleri farz mıdır?
Cevap: Bahsettiğiniz durumda evi satmak farz değildir. Ancak, babanın üzerinde olan namaz ve oruçların kazası her durumda büyük oğlunun üzerine farzdır. Ama eğer ölü, malının üçte biriyle kazaları için birisini ecîr tutmalarını vasiyet ederse ve malının üçte biri de bütün kaza namaz ve oruçları için yeterli olursa, mirasın üçte biri bu iş için harcanmalıdır.
Soru 546: Eğer üzerine babasının kaza namazı farz olan büyük oğul ölürse, onları yerine getirmek büyük oğlun mirasçılarının üzerine mi gelir? Yoksa babanın ikinci oğlunun üzerine mi intikal eder?
Cevap: Büyük oğlun üzerine farz olan babasının namaz ve oruçlarının kazası, onun babasından sonra ölmesiyle, oğlunun veya kardeşinin üzerine farz olmaz.
Soru 547: Eğer baba hiç namaz kılmamışsa, onun bütün kaza namazlarını yerine getirmek büyük oğlunun üzerine farz olur mu?
Cevap: İhtiyat gereği onları [hepsini] kaza etmesi farzdır.
Soru 548: Bütün ibadetlerini bilerek yerine getirmeyen bir babanın yaklaşık 50 yıllık bütün namaz ve oruçlarının kazası büyük oğlun üzerine farz mıdır?
Cevap: Bu durumda da ihtiyat, onların kazasının yerine getirilmesidir.
Soru 549: Eğer büyük oğulun kendi namaz ve oruçlarının kazası olur ve üzerine babasının kaza namaz ve oruçları da eklenirse, hangisi önceliklidir?
Cevap: Bu durumda serbesttir. Hangi birini yerine getirse sahihtir.
Soru 550: Babamın bir miktar kaza namazı var; ancak onları kaza etmeye gücü yoktur. Ailenin büyük oğlu olarak, babam hayattayken kılmadığı namazları kaza etmem veya bu iş için başkasını ecîr tutmam caiz midir?
Cevap: Hayatta olan birinin kaza namaz ve oruçlarını yerine getirmek sahih değildir.
- Cemaat Hükümleri
Cemaat Hükümleri
Soru 551: Cemaat imamı, namazda nasıl niyet etmelidir? Cemaat niyeti mi yoksa münferit mi?
Cevap: Eğer cemaat namazının faziletini kazanmak isterse, imamlık ve cemaat niyeti etmesi gerekir. Ancak eğer namaza imamlık niyeti etmeden başlarsa, namazının ve diğerlerinin ona uymasının sakıncası yoktur.
Soru 552: Askeri yerlerde mesai saatlerinde kılınan cemaat namazına bazı görevliler iş şartlarından dolayı katılmıyorlar. Oysa işlerini mesai saatinden sonra veya bir sonraki gün de yapabilirler; onların bu amelleri namazı hafife almak sayılır mı?
Cevap: Namazın ilk vaktinin ve cemaat namazının faziletine erişmek için idari işler, bu ilâhî farizayı cemaatle ve en kısa sürede yerine getirebilecek şekilde ayarlanmalıdır.
Soru 553: Devlet dairelerindeki mescitlerde, müstehap namaz kılmak veya cemaat namazından önce ya da sonra veya esnasında düzenlenen ve cemaat namazından daha uzun süren tevessül veya diğer uzun dualara katılmak gibi müstehap ameller hakkında görüşünüz nedir?
Cevap: İslâm'ın şiarlarından ve ilâhî fariza olan cemaat namazı dışında okunan fazla dua ve müstehap ameller, eğer idari saatin zayi olmasına ve yapılması gereken önemli işlerin gecikmesine sebep olursa sakıncalıdır.
Soru 554: Çok sayıda namaz kılanın katılımıyla cemaat namazı kılınan, ezan ve kamet sesinin de duyulduğu bir yerin yakınlarında ikinci bir cemaat namazı düzenlemek sahih midir?
Cevap: İkinci bir cemaat namazının düzenlenmesinde sakınca yoktur; ancak dini bir tören olan cemaat namazının azametini arttırmak için müminlerin tek bir yerde toplanarak hep birlikte tek bir cemaat namazına katılmaları daha uygundur.
Soru 555: Bazı şahıslar, cemaat namazı kılındığı esnada tek başlarına münferit olarak namaz kılıyorlar; bunun hükmü nedir?
Cevap: Bu amel eğer cemaat namazını zayıflatmak ve halkın adil bildiği cemaat imamına hakaret ve saygısızlık sayılırsa caiz değildir.
Soru 556: Mahallelerden birinde birkaç cami var ve bütün bu camilerde cemaat namazı kılınıyor. [Bu mahalledeki] evlerden birisi, iki cami arasında yer alıyor. Bir camiyle arasında on ev ve diğer camiyle ise arasında iki ev kadar mesafe bulunan bu evde de cemaat namazı kılınıyor; bunun hükmü nedir?
Cevap: Cemaat namazı tefrika ve ihtilaf vesilesi değil, birlik ve beraberlik vesilesi olmalıdır. Her hâlükârda camiye komşu olan bir evde cemaat namazı kıldırmak, ihtilâf ve tefrikaya sebep olmazsa sakıncası yoktur.
Soru 557: Caminin yönetim kurulunun teyit ettiği sabit imamdan izin almaksızın o camide başka birisinin cemaat namazı kıldırması caiz midir?
Cevap: Cemaat namazı kıldırmak, caminin sabit imamından izin almaya bağlı değildir; ancak caminin sabit imamının cemaat namazı kıldırmak için camide hazır bulunduğu zamanlarda bir başkasının ona rahatsızlık vermemesi daha iyidir; hatta imamı rahatsız etmek eğer fitne ve benzeri şeylere sebep olursa haramdır.
Soru 558: Eğer cemaat imamı, bazen din hocasının şanına uygun olmayacak şekilde konuşur veya şaka yaparsa bu onu adaletten düşürür mü?
Cevap: Eğer şeriata aykırı bir davranış olmazsa, adalete zarar vermez.
Soru 559: Tam anlamıyla tanımadığımız bir cemaat imamına uymak caiz midir?
Cevap: Eğer imamın adaleti her hangi bir yolla memuma sabit olursa ona uymak caizdir ve cemaat namazı da sahihtir.
Soru 560: Eğer birisinin adil ve takvalı olduğuna inan biri, aynı zamanda söz konusu adamın bazı yerlerde kendisine zulmettiğine inanırsa, acaba onu genel olarak adil görebilir mi?
Cevap: Cemaat imamının zulüm olarak nitelendirdiği davranışının, bilerek, kendi iradesiyle ve şer'î bir delili olmaksızın o işi yaptığı kendisine sabit olmadıkça onun fasık olduğuna hükmetmesi caiz değildir.
Soru 561: Emr-i bil maruf [iyiliği emretmek] ve nehy-i anil münker [kötülükten sakındırmak] yapabilecekken, yapmayan bir cemaat imamına uymak caiz midir?
Cevap: Mükellefin geçerli bir mazereti söz konusu olabileceğinden sırf emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker’i terk etmesi, onun adaletine zarar vermez ve namazda ona uymaya da engel değildir.
Soru 562: Sizce adaletin anlamı nedir?
Cevap: Adalet, insanı farzları terk etmekten ve haramları yapmaktan alıkoyan ve onun içinde sürekli Allah’tan sakınmasına sebep olan bir ruh halidir. Bunun ispatı için de hüsn-i zahir [iyi ve takvalı görünüş] yeterlidir.
Soru 563: Biz tekke ve hüseyniyelerde bir araya gelen ve namaz vakti yaklaşınca da adil kişilerden birisini öne geçirerek namazda ona uyan bir grup genciz. Ancak bazı kardeşler bu işe itiraz ederek, "İmam Humeyni (r.a), âlim olmayan bir kimsenin arkasında namaz kılmayı haram biliyor." diyorlar. Bu durumda bizim görevimiz nedir?
Cevap: Din âlimlerine ulaşılabildiğinde [ve onların olduğu yerlerde], âlim olmayan kimselere iktida etmeyiniz.
Soru 564: İki kişi cemaat namazı düzenleyebilir mi?
Cevap: Maksat, birisi imam ve diğeri memum olmak üzere iki kişiden oluşan cemaat namazı olursa sakıncası yoktur.
Soru 565: Eğer memum, cemaatle kıldığı öğle ve ikindi namazında farz olmamasına rağmen, dikkatini toplamak için Fatiha ve sureyi okursa namazının hükmü nedir?
Cevap: Öğle ve ikindi gibi sessiz kılınması gereken namazlarda dikkatini toplamak için bile olsa, farz ihtiyat gereği memum Fatiha ve sureyi okumamalıdır. Onun yerine zikir söylemesi müstehaptır.
Soru 566: Eğer cemaat imamı, bütün trafik kurallarına uyarak cemaat namazına bisiklet ile giderse, hükmü nedir?
Cevap: Bunun adalete ve cemaat imamlığının sıhhatine bir zararı yoktur.
Soru 567: İnsanlar cemaat namazına [ilk baştan] katılamadıkları ve sonlarına yetiştiklerinde, cemaat namazının sevabını elde etmek için tekbiretü'l-ihram getirdikten sonra oturur ve imamla birlikte teşehhüdü okuyup, imamın selâmından sonra ayağa kalkarak birinci rekâtı kılarlar. Acaba bunu dört rekâtlı namazların ikinci rekâtının teşehhüdünde de yapmak caiz midir?
Cevap: Bu yöntem, cemaat namazının sevabına ulaşmak için, cemaat namazının son rekâtındaki teşehhüde mahsustur.
Soru 568: Cemaat imamının, namazın ön hazırlıkları (mesela yol) için ücret alması caiz midir?
Cevap: Sakıncası yoktur.
Soru 569: Cemaat imamının tek bir namaz vaktinde iki namazın (iki bayram namazı veya herhangi bir namaz) imamlığını birden üstlenmesi caiz midir?
Cevap: Günlük farz namazlarda, cemaat namazını başka memumlar için bir defaya mahsus tekrar etmenin sakıncası yoktur; aksine müstehaptır. Ancak bayram namazında sakıncalıdır.
Soru 570: Eğer imam, yatsı namazının üçüncü veya dördüncü rekâtında olur ve memum da ikinci rekâtta olursa, memumun Fatiha ve sureyi sesli okuması farz mıdır?
Cevap: Sorudaki durumda Fatiha ve sureyi, sessiz okuması farzdır.
Soru 571: Cemaat namazlarında, selamdan sonra ilk önce Resulullah'a (s.a.a) salât ayeti okunuyor ve namazdakiler Hz. Muhammed (s.a.a) ve Ehlibeyt'ine (a.s) üç tane salavat getiriyorlar; ondan sonra da üç tekbir getiriyorlar. Daha sonra müminlerin yüksek sesle okudukları siyasi sloganlar, dua ve teberri şeklinde söyleniyor. Acaba bunun bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Salât ayetini okumak ve Resulullah ile (s.a.a) Ehlibeyt'ine (a.s) salavat getirmek sakıncasız olduğu gibi beğenilen ve sevabı olan bir ameldir. Ayrıca İslam Devrimi'nin misyonunu ve yüksek hedeflerini hatırlatan İslami sloganlara, (tekbir ve onunla birlikte söylenen) İslam İnkılabı sloganına önem vermek de beğenilir bir harekettir.
Soru 572: Eğer birisi, cemaat namazına ikinci rekâtta uyar ve şer'i hükmü bilmeyişinden dolayı sonraki rekâtta yerine getirmesi gereken teşehhüt ve kunutu yerine getirmezse, namazı sahih midir?
Cevap: Namazı sahihtir; ancak teşehhüdü yapmadığından ötürü iki sehiv secdesi yerine getirmesi farzdır. Ayrıca farz ihtiyat gereği, sehiv secdesinden önce teşehhüdün kazasını da yerine getirmelidir.
Soru 573: Namazda iktida edilen İmamın rızası şart mıdır? Ve acaba memuma uymak sahih midir?
Cevap: İmama uymanın sıhhatinde cemaat imamının rızası şart değildir. Memuma cemaatle namazına devam ettiği müddetçe uymak sahih değildir.
Soru 574: Biri memum, diğeri imam olmak üzere iki kişi cemaat namazı kılarken üçüncü biri, ikinci kişiyi (memumu) imam sanıp ona uyuyor. Namazdan sonra onun imam değil, memum olduğunu anlıyor. Üçüncü kişinin namazının hükmü nedir?
Cevap: Memuma uymak sahih değildir; ancak bilmeden uyarsa, eğer rükû ve secdelerde tek başına namaz kılan birinin yapması gerekenleri yaparsa, şöyle ki kasten veya yanlışlıkla bir rüknü azaltmaz ve çoğaltmazsa namazı sahihtir.
Soru 575: Yatsı namazı kılmak isteyen biri, akşam namazı kılan birine uyabilir mi?
Cevap: Sakıncası yoktur.
Soru 576: İmamın durduğu yerin cemaatten yüksek olması onların namazını batıl eder mi?
Cevap: İmamın bulunduğu yerin yüksekliği, cemaatin durduğu yerden şer'î açıdan caiz olan miktardan daha fazla [yani bir karış veya daha fazla miktarda] olursa, cemaat namazının batıl olmasına neden olur.
Soru 577: Eğer cemaat namazının saflarından bir tanesi tamamen namazı seferî olanlardan oluşur ve sonraki saftakilerin hepsinin namazı tam olursa, eğer ön safta [namazı seferî] olanlar namazın ilk iki rekâtını kıldıktan hemen sonra, sonraki iki rekât için imama uyarlarsa, acaba arka saftakiler namazın son iki rekâtında yine de cemaate bağlı kalırlar mı? Yoksa münferit mi sayılırlar?
Cevap: Sorudaki durumda hemen imama bağlandıkları için cemaat namazı hükmü devam etmektedir.
Soru 578: Eğer memum namazın ilk safının iki tarafından birinin sonunda dursa, acaba onunla imam arasında olan diğer memumlardan önce cemaat namazına başlayabilir mi?
Cevap: Cemaat imamı namaza başladıktan sonra, onunla imam arasında olan memumlar, eğer imama uymak için tam olarak hazır olur ve tekbir getirmek üzere olurlarsa, cemaat niyetiyle namaza başlayabilir.
Soru 579: Üçüncü rekâtta cemaat namazına katılan ve imamın birinci rekâtta olduğunu sanarak hiçbir şey okumayan birinin, namazını iade etmesi farz mıdır?
Cevap: Rükûa gitmeden önce farkına varırsa, kıraat (Fatiha ve sureyi okumak) farzdır. Eğer vakti yoksa sadece Fatiha’yı okuyarak rükûda imama yetişmelidir. Ancak, eğer rükûa gittikten sonra farkına varırsa, her ne kadar müstehap ihtiyat gereği yanlışlıkla kıraati yerine getirmediği için iki sehiv secdesi yapması iyi olsa da namazı sahihtir ve hiç bir şey ona farz değildir.
Soru 580: Devlet dairelerinde ve liselerde cemaat namazı kılınması için çok fazla cemaat imamına ihtiyaç vardır. Bulunduğum bölgede benden başka din âlimi [ve cemaat imamı] olmadığından bir namazı cemaat imamı olarak farklı üç dört yerde kıldırmak zorunda kalıyorum. Bütün taklit mercileri bir namazı [sadece] iki defa cemaat imamı olarak kıldırmayı caiz bildiklerinden, acaba iki defadan fazlasını ihtiyat kaza namazı niyetiyle kılmak caiz midir?
Cevap: Sorudaki durumda, “ihtiyat kaza namazı” niyetiyle, cemaat namazı kıldırmak sahih değildir.
Soru 581: Üniversitelerden biri, şehrin camilerinden birine komşu olan üniversiteye bağlı bir binada kendi çalışanları için cemaat namazı kıldırıyor. Aynı anda o camide de cemaat namazı kıldırıldığını dikkate alarak, üniversitedeki cemaat namazına katılmanın hükmü nedir?
Cevap: Memum açısından katılmak istediği cemaat namazı, eğer iktida ve cemaat namazı için gerekli şer'î şartlara sahipse, aynı anda cemaat namazı kılınan başka bir camiye yakın olsa bile ona katılmasının sakıncası yoktur.
Soru 582: Müçtehit olmadığı halde hâkimlik [yargıçlık] yapan imamın arkasında namaz kılmak sahih midir?
Cevap: Hâkimlik görevini, eğer atama yetkisi olan biri tarafından atandıktan sonra yapıyorsa, namazda ona uymanın sakıncası yoktur.
Soru 583: Yolcu namazı konusunda İmam Humeyni'yi (r.a) taklit eden biri, bu konuda başka bir müçtehidi taklit eden cemaat imamına özellikle de cuma namazında uyabilir mi?
Cevap: Farklı kişileri taklit etmek namazda imama uymanın sıhhatine engel olmaz; ancak memumun taklit merciinin fetvasına göre seferî ve cemaat imamının taklit merciinin fetvasına göre ise tam olan veya bunun tam tersi bir namazda o imama uymak sahih değildir.
Soru 584: Eğer cemaat imamı Tekbiretü'l-ihramdan sonra yanlışlıkla rükûa giderse memumun vazifesi nedir?
Cevap: Cemaat namazına katıldıktan sonra eğer rükûa gitmeden önce fark ederse, memumun münferit niyeti ederek Fatiha ve sureyi okuması farzdır.
Soru 585: Eğer baliğ olmayan bir grup okul öğrencisi, cemaat namazının üçüncü veya dördüncü safından sonraki safta dursa ve onlardan sonra da bir kaç mükellef olsa, sonraki saflarda duran mükelleflerin namazının hükmü nedir?
Cevap: Eğer öğrencilerin namazlarının sahih olduğunu bilirlerse, iktida ederek cemaatle namaz kılabilirler.
Soru 586: Cemaat imamının mazur olduğundan ötürü, gusül yerine almış olduğu teyemmüm, cemaat namazı kıldırmak için yeterli midir?
Cevap: Eğer şer'an mazur olursa, gusül yerine alınan teyemmümle cemaat imamlığı yapabilir ve ona uymanın bir sakıncası yoktur.
- Kıraati Sahih Olmayan İmamın Hükmü
Kıraati Sahih Olmayan İmamın Hükmü
Soru 587: Kıraatin sıhhatinde, münferit namaz ile memumun veya imamın namazı arasında fark var mıdır? Yoksa kıraatin sıhhatinin hükmü her durumda [değişmeyen] tek bir hüküm müdür?
Cevap: Eğer mükellefin kıraati sahih olmazsa ve öğrenmeye de gücü yetmezse namazı sahihtir; ancak, başkaları [namazda] ona uyamazlar.
Soru 588: Bazı cemaat imamları harfleri sahih bir şekilde telaffuz edemiyorlar. Harfleri doğru bir şekilde telaffuz edebilen birinin namazda onlara uyması sahih midir? Bazıları, “Namazı cemaatle kılabilirsiniz; ama daha sonra iade etmeniz gerekiyor.” diyorlar. Benim namazı iade edecek vaktim yok; [bu durumda] vazifem nedir? Acaba, cemaat namazına katılıp Fatiha ve sureyi sessiz okuyabilir miyim?
Cevap: Memuma göre cemaat imamının kıraati eğer sahih değilse, ona uyması ve cemaat namazı batıldır. Eğer namazı iade edemiyorsa, ona uymamasının sakıncası yoktur; ancak sesli kılınması gereken bir namazı cemaat imamına uyduğunu göstermek için sessiz kılması sahih ve yeterli değildir.
Soru 589: Bazıları, Cuma imamlarının, harfleri olduğu gibi okuyamadıkları veya harekelerini artık o harf değil denecek değişik bir şekilde telaffuz ettiklerinden kıraatlerinin sahih olmadığına inanıyorlar. Acaba arkalarında kılınan namazları iade etmeden onlara uymak sahih midir?
Cevap: Kıraatin sahih oluşundaki ölçü, harflerin sükûn ve harekelerine uyarak, onların dili Arapça olan kişilerin bu harf odur başka harf değildir denecek şekilde mahreçlerinden çıkartarak edâ edilmesidir. Tecvit ilminin güzelliklerine uymak gerekli değildir. Eğer memum imamın kıraatini sahih bilmezse, ona iktida edemez. İktida ettiği takdirde, namazı sahih değildir ve onu iade etmesi farzdır.
Soru 590: Eğer cemaat imamı namaz esnasında bir kelimenin yeri geçtikten sonra onu nasıl telaffuz ettiğinde şüphe etse ve namazı bittikten sonra onu yanlış okuduğunu anlasa, imamın ve ona uyan cemaatin namazlarının hükmü nedir?
Cevap: Namazın sıhhatine hükmedilir.
Soru 591: Cemaat imamının tecvit açısından namazı yanlış kıldığını kesin olarak bilen, Kur’an hocası olan ve cemaat namazına katılmadığı için birçok iftiralara maruz kalan birinin, şer’i vazifesi nedir?
Cevap: [Namazda] tecvit ilminin güzelliklerine uymak gerekli değildir; ancak eğer memuma göre cemaat imamının kıraati sahih olmaz ve neticede namazını sahih bilmez ise ona uyamaz. Ama ukalaî [akıllı insanların tasdik ettiği] bir amaçtan dolayı cemaat namazına katılıyor gibi görünmenin bir sakıncası yoktur.
- Malul İmam
Malul İmam
Soru 592: Namaz kılarken el veya ayakları felç olan engelli birisine iktida etmenin hükmü nedir?
Cevap: İhtiyat gereği bunu yapmamalıdır.
Soru 593: Ben dini ilimler talebesiyim. Sağ elimi bir ameliyat sonucu kaybettim. Son zamanlarda İmam Humeyni'nin sakat [bedeninde uzuvlarından birisi eksik] olan birinin olmayan birine imamlık yapmasını caiz bilmediğini öğrendim. Dolayısıyla bugüne kadar imam olarak namaz kıldırdığım müminlerin namazlarının hükmü nedir?
Cevap: Geçmişte şer'î hükmü bilmeden size uyanların namazları sahih hükmündedir ve iade veya kaza etmeleri farz değildir.
Soru 594: Ben dinî ilimler talebesiyim. Savaşta ayağımdan yaralandım ve ayak başparmağımı kaybettim. Hâlihazırda hüseyniyelerden birinde cemaat imamıyım; acaba bunun şer’î bir sakıncası var mı?
Cevap: Bu kadarlık bir bedensel kusur cemaat imamı olmaya engel değildir. Elbette el veya ayağın tamamen kesildiği veya koptuğu durumlarda imamlık sakıncalıdır.
- Kadınların Cemaat Namazına Katılmaları
Kadınların Cemaat Namazına Katılmaları
Soru 595: Acaba Mukaddes Şâri’ [kanun koyucu-Allah] erkeklerde olduğu gibi kadınları da camilerde cemaat namazına veya Cuma namazına katılmaya teşvik etmiş midir? Yoksa kadınların evde namaz kılmaları daha mı iyidir?
Cevap: Kadınların Cuma ve cemaat namazlarına katılmalarının sakıncası yoktur ve cemaat sevabını da alırlar.
Soru 596: Hangi durumda kadın cemaat imamı olabilir?
Cevap: Kadının cemaat namazında imamlık yapması, sadece kadınlar için caizdir.
Soru 597: Kadınların (erkekler gibi) cemaat namazına katılmalarının müstehap ve mekruh olma açısından hükmü nedir? Erkeklerin arkasında durarak cemaat namazına katılmalarının hükmü nedir? Cemaat namazlarında erkeklerin arkasında durduklarında bir perde ve örtüye gerek var mıdır? Eğer namazda erkeklerin yanında dursalar arada perde gibi bir engelin hükmü nedir? Elbette cemaat namazı, sohbet ve diğer törenler esnasında kadınların perde arkasında olmalarının onların küçük görülmelerine ve aşağılanmalarına sebep olduğu da dikkate alınmalıdır.
Cevap: Kadınların cemaat namazında bulunmalarının ve katılmalarının sakıncası yoktur. Eğer erkeklerin arkasında dursalar, aralarında [görünmemeleri için] perde gibi herhangi bir örtüye gerek yoktur. Ancak, erkeklerin yanında durduklarında namazda kadın ve erkeklerin yan yana durmasının kerahetini ortadan kaldırmak için aralarında perde olması iyidir. Namaz halinde erkeklerle kadınların arasında perde oluşunun onların küçümsenmesine ve makamlarının aşağılanmasına sebep olduğu düşüncesine gelince, bu aslı olmayan temelsiz bir hayal ve kuruntudan başka bir şey değildir. Ayrıca kişisel görüşlere fıkıhta yer verilmesi doğru değildir.
Soru 598: Namazda perde ve örtü olmadığı durumlarda kadın ve erkek saflarının birbirine bağlanma ve bağlanmama şekilleri nasıldır?
Cevap: Kadınlar, erkeklerin arkasında arada mesafe olmaksızın durabilirler.
- Namazda Ehl-i Sünnete Uymak
Namazda Ehl-i Sünnete Uymak
Soru 599: Ehl-i Sünnet'in arkasında cemaat namazı kılmak caiz midir?
Cevap: İslami vahdeti korumak için [onlar ile] cemaat namazı kılmak caiz ve sahihtir.
Soru 600: İş yerim Kürt bölgelerinden birindedir; oranın Cuma ve cemaat imamlarının çoğunluğu Ehl-i Sünnet'tendir. Onlara [cemaat namazında] uymanın hükmü nedir ve onların gıybeti caiz midir?
Cevap: İslami vahdeti koruma açısından onların cuma ve cemaat namazlarına katılmanın sakıncası yoktur ve gıybetten kaçınılmalıdır.
Soru 601: Ehl-i Sünnet kardeşlerimizle gidip geldiğimiz ve bir arada olduğumuz yerlerde günlük namazlara katılırken eli bağlamak, [akşam namazı] vaktine uymamak, halıya secde etmek vb. bazı amelleri onlar gibi yapıyoruz. Acaba bu namazları iade etmeğe gerek var mı?
Cevap: Eğer vahdeti korumak bahsettiğiniz amelleri yapmayı gerektirirse, halıya secde etmek vb. ameller dahi olsa namaz sahih ve yeterlidir; ancak namazda el bağlamak zaruret gerektirmedikçe caiz değildir.
Soru 602: Mekke ve Medine'de İmam Humeyni'nin (kuddise sirruhu) fetvasına dayanarak Ehl-i Sünnet kardeşlerimizle birlikte cemaat namazı kılıyoruz. Bazen camide namaz kılmanın faziletini elde etmek için öğle ve akşam namazından sonra ikindi ve yatsı namazlarını Ehl-i Sünnet camilerinde toprak olmaksızın halıya secde ederek münferit kılıyoruz. Bu namazların hükmü nedir?
Cevap: Bahsettiğiniz durumda, eğer takiyeye ters düşmüyorsa secde etmenin sahih olduğu bir şeye secde ederek namaz kılınmalıdır.
Soru 603: Biz Şiî’lerin, diğer ülkelerde eli bağlı namaz kılan Ehl-i Sünnet kardeşlerin cemaat namazlarına katılmasının hükmü nedir? Acaba el bağlama konusunda onlara uymamız farz mıdır? Yoksa namazı eli açık mı kılmamız gerekir?
Cevap: Vahdeti korumak için cemaat namazında Ehl-i Sünnet'e uymak caizdir ve onlarla kılınan namaz sahih ve yeterlidir. Ancak zaruret gerektirmedikçe namazda el bağlamak farz olmadığı gibi caiz de değildir.
Soru 604: Ehl-i Sünnet kardeşlerin cemaat namazına katıldığımızda, onların yaptığı gibi kıyam halinde ayağın küçük parmağını namaz kılanın iki tarafında duran iki kişinin küçük parmaklarına yapıştırmanın hükmü nedir?
Cevap: Bunu yapmak farz değildir; ancak yapsa da namazın sıhhatine zarar vermez.
Soru 605: Ehl-i Sünnet kardeşler, hac mevsiminde veya başka zamanlarda akşam namazını şer'î akşam ezanından önce kılıyorlar; acaba bizim [akşam namazında] onlara uymamız sahih midir?
Cevap: Onların, vakit girmeden önce namaz kıldıkları belli değildir; ancak, takiyye gerektirmedikçe vaktin girdiğini tespit etmediği sürece mükellefin namaza girmesi sahih değildir.
- CUMA NAMAZI
CUMA NAMAZI
Soru 606: Hz. Mehdi'nin (Allah zuhurunu yakın eylesin) gaybet döneminde Cuma namazına katılmak hakkında görüşünüz nedir? Eğer insanlar Cuma imamını adil bilmezlerse, Cuma namazına katılma vazifesi, üzerlerinden kalkar mı?
Cevap: Cuma namazı günümüzde farz değildir; ancak her ne kadar ona katılmak farz-ı tahyiri olsa da Cuma namazına katılmanın yarar ve önemini dikkate aldığımızda, sırf Cuma imamının adaletinden şüphe etmek veya buna benzer temelsiz mazeretlerle müminlerin kendilerini böyle bir namaza katılmanın bereketlerinden mahrum etmeleri yakışmaz.
Soru 607: Cuma namazı konusunda vacib-i tahyirînin anlamı nedir?
Cevap: Anlamı şudur: Mükellef cuma günü öğlen farizasını yerine getirmekte Cuma namazıyla öğle namazını kılmak arasında muhayyerdir (serbesttir).
Soru 608: Önem vermediğinden dolayı Cuma namazına katılmamak hususunda görüşünüz nedir?
Cevap: Önemsemeyerek ibadî-siyasî Cuma namazına iştirak etmemek şer'an kınanmıştır.
Soru 609: Bazıları boş mazeretlere istinaden ve bazen de görüş farklılığı yüzünden Cuma namazına katılmıyorlar; bu hususta görüşünüz nedir?
Cevap: Önem verilmediği için ibadî-siyasî Cuma namazına katılmamak şer'an beğenilmeyen bir davranıştır.
Soru 610: Öğlen cemaat namazını, Cuma namazı ile aynı anda, Cuma namazının kılındığı yere yakın başka bir yerde kılmak caiz midir?
Cevap: Kendiliğinden sakıncası yoktur ve günümüzde Cuma namazı farz-ı tahyirî olduğu için öğle namazını kılmakla farz olan Cuma gününün farizasını yerine getirmiş olur; ancak cuma gününde, Cuma namazının kılındığı mekâna yakın bir yerde cemaatle öğle namazı kılmak müminlerin saflarında tefrika oluşturabileceği ve halkın nazarında Cuma imamına hakaret ve saygısızlık sayılabileceği ve Cuma namazına önem verilmediği anlamına da geleceği için müminlerin bu işi yapmamaları daha iyidir. Hatta haram ve fesada yol açarsa, o namaza katılmaktan sakınmak farzdır.
Soru 611: Cuma namazı ile ikindi namazı arasında öğle namazını kılmak caiz midir? Eğer ikindi namazını Cuma imamından başkası kıldırsa, ikindi namazında ona uymak caiz midir?
Cevap: Cuma namazı öğle namazından kifayet eder [yerine geçer]; ancak, Cuma namazından sonra ihtiyaten öğle namazının kılınmasının sakıncası yoktur. Cuma imamının dışında ikindi namazını bir başkasına uyarak kılmanın da sakıncası yoktur; ancak eğer ihtiyata uyarak öğlen namazını Cuma namazını kıldıktan sonra ikindi namazını cemaatle kılmak isterse, Cuma namazından sonra öğle namazını ihtiyaten kılan birine uyması ihtiyatın en mükemmelidir.
Soru 612: Eğer Cuma imamı öğle namazını Cuma namazından sonra kılmazsa, memum ihtiyaten öğle namazını kılabilir mi?
Cevap: Memum için caizdir.
Soru 613: Cuma imamının [Cuma namazı kıldırmak için] şer'î hâkimden izin alması farz mıdır? Şer'î hâkimden maksat kimdir? Bu hüküm uzak beldelerde de geçerli midir?
Cevap: Cuma namazı imametinin esası bu izne bağlı değildir; ancak, Cuma namazı imametine atanmasının hükümlerinin geçerliliği Müslümanların veliyyi emri tarafından atanmasına bağlıdır. Bu hüküm Müslümanların veliyyi emrinin hâkim olduğu ve itaat edildiği bütün belde ve şehirleri kapsamaktadır.
Soru 614: Müslümanların veliyy-i emri tarafından atanmış Cuma imamının atandığı yerden başka bir yerde, engel ve muhalefet olmadığı takdirde Cuma namazı kıldırması caiz midir?
Cevap: Bu kendiliğinden caizdir; ancak, Cuma imamlığına atanmaya ait hükümler orada geçerli olmaz.
Soru 615: Geçici Cuma imamı veliyy-i fakih tarafından mı seçilmelidir? Yoksa Cuma imamlarının kendilerinin seçme hakları var mıdır?
Cevap: Atanmış olan Cuma imamı geçici olarak birini kendi yerine seçebilir; ancak, veliyy-i fakih tarafından atanan imamla ilgili geçerli olan hükümler, geçici olan şahsın imametinde geçerli değildir.
Soru 616: Atanan Cuma imamını adil bilmeyen veya adaletinde şüphe eden bir mükellef, buna rağmen Müslümanların vahdetini korumak için ona uyabilir mi? Cuma namazına katılmayan birisinin, başkalarını da Cuma namazına katılmamaya teşvik etmesi caiz midir?
Cevap: [Mükellefin,] adil bilmediği veya adaletinde şüphe ettiği kimseye uyması sahih olmadığı gibi onunla kıldığı cemaat namazı da sahih değildir; ancak, vahdeti korumak amacıyla cemaate katılmanın sakıncası yoktur. [Ayrıca] her durumda, başkalarını Cuma namazına gitmemeye teşvik etmeye hakkı yoktur.
Soru 617: Mükellef için imamının yalan konuştuğu ispat olan bir Cuma namazına katılmamanın hükmü nedir?
Cevap: Sırf Cuma imamının dediğinin tersinin çıkması onun yalan konuştuğuna delil olmaz; çünkü yanlışlıkla ya da hata veya tevriye[1] yüzünden öyle söylemiş olabilir. Dolayısıyla, sırf Cuma imamının adaletten çıktığını sanmakla kendini Cuma namazının bereketlerinden mahrum etmek doğru değildir.
Soru 618: İmam Humeyni (kuddise sirruh) veya adil veliyy-i fakih tarafından atanan Cuma imamının adaletini araştırmak memuma farz mıdır? Yoksa Cuma imamı olarak atanması adaletinin sabit olması için yeterli midir?
Cevap: Cuma imamlığına atanması onun adil olduğuna dair memuma güven veriyorsa, ona uymanın sahih oluşunda yeterlidir.
Soru 619: Camilerdeki cemaat imamlarının, güvenilir ulema tarafından tayin edilmesi ve yine Cuma imamlarının Müslümanların veliyy-i emri tarafından tayin edilmeleri bir şekilde onların adaletinin göstergesi sayılır mı, yoksa onların adaletlerini araştırmak mı gerekir?
Cevap: Cuma veya cemaat imamlığına atanması onun adaletine dair memuma güven ve itminan verirse, ona uyması caizdir.
Soru 620: Cuma imamının adaletinde şüphe etmemiz veya adil olmadığını kesin olarak bilmemiz durumunda, arkasında kıldığımız namazları iade etmemiz farz mıdır?
Cevap: Eğer [imamın] adaletinde şüphe etmesi veya adaletinin olmadığını kesin olarak anlaması, namaz bittikten sonra olursa, kıldığı namaz sahihtir ve iadesi farz değildir.
Soru 621: Avrupa ve diğer ülkelerde Müslüman üniversite öğrencileri tarafından düzenlenen ve Cuma imamı da dâhil katılımcılarının çoğunluğunu Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin oluşturduğu bir Cuma namazına katılmanın hükmü nedir? Bu durumda Cuma namazı kıldıktan sonra öğle namazını kılmak farz mıdır?
Cevap: Müslümanların vahdet ve birliğini korumak için ona katılmanın sakıncası yoktur ve öğle namazını kılmak farz değildir.
Soru 622: Pakistan'ın şehirlerinin birinde kırk yıldan beridir Cuma namazı kılınıyor. Hâlihazırda birisi iki Cuma namazı arasındaki şer'î mesafeyi gözetmeksizin başka bir Cuma namazı kıldırmaya başlamıştır. Bu, Cuma namazı kılan Müslümanların arasında ihtilaf çıkmasına sebep oldu; acaba şer'i açıdan bu amelin hükmü nedir?
Cevap: Müslümanların arasında ihtilaf çıkaracak ve saflarına tefrika düşmesine sebep olacak bir ameli [her ne olursa olsun] yapmak caiz değildir. Kaldı ki Cuma namazı İslâm'ın şiarlarından ve Müslümanların saflarının birlik ve beraberliğinin tecellisidir.
Soru 623: Ravilpendi şehrinin Caferi Merkez Camisi’nin hatibi, tamirat sebebiyle Cuma namazının [geçici olarak] orada kılınmayacağını duyurdu. Caminin tamir işleri bittikten sonra şimdi de başka bir sorunla karşılaştık. Dört kilometre ötede başka bir camide Cuma namazı kılınıyor; aradaki bu mesafeyi göz önünde bulundurarak acaba Caferi Merkez Camisi’nde Cuma namazı kılmak sahih midir?
Cevap: Eğer iki Cuma namazı arasındaki mesafe bir şer'î fersah (5762,8 mt.) miktarında olmazsa, birinci Cuma namazından sonra kılınan Cuma namazı batıldır. Eğer aynı zamanda başlarlarsa her ikisi de batıldır.
Soru 624: Cemaatle kılınan Cuma namazını münferit kılmak sahih midir? Şöyle ki, birisi Cuma namazını cemaatle kılanların yanında durup onu münferit olarak kılsa.
Cevap: Cuma namazının sıhhatinin şartlarından biri de cemaatle kılınmasıdır; dolayısıyla Cuma namazının münferit olarak kılınması sahih değildir.
Soru 625: Namazını seferî olarak kılması gereken biri, onu cemaatle Cuma namazı kılan imamın arkasında durarak kılabilir mi?
Cevap: Cuma namazı seferî olan memum tarafından sahihtir ve öğle namazı için yeterlidir.
Soru 626: Cuma namazının ikinci hutbesinde Müslümanların imamlarından biri olarak Hz. Fatıma'nın (s.a) ismini anmak farz mıdır yoksa müstehap niyetiyle mi anmak gerekir?
Cevap: Müslümanların imamları tabiri, Hz. Zehra-i Merziye'yi (s.a) kapsamına almamaktadır ve Cuma hutbesinde onun mübarek ismini anmak farz değildir; ancak hayır ve berekete vesile olsun diye onun onurlu ismini anmanın sakıncası yoktur. Hatta ecir ve sevabı olan beğenilen bir ameldir.
Soru 627: Cuma imamı, Cuma namazını kıldığı esnada, memum diğer bir farz namazı kılmak için ona uyabilir mi?
Cevap: Sahih olması sakıncalıdır.
Soru 628: Şer'î öğle vaktinden önce Cuma namazının hutbelerini okumak sahih midir?
Cevap: Öğleden önce okunması caizdir.
Soru 629: Eğer memum hutbelerin hiçbir bölümüne yetişemezse ve sadece namaz zamanı bulunarak Cuma imamına uyarsa, namazı sahih ve yeterli midir?
Cevap: Cuma namazının son rekâtının rükûuna yetişse bile namazı sahih ve yeterlidir.
Soru 630: Şehrimizde Cuma namazı öğle ezanından bir buçuk saat sonra kılınıyor; acaba bu namaz öğle namazından kifayet eder mi, yoksa iade edilmesi mi gerekiyor?
Cevap: Cuma namazının vakti, zeval [gün ortası] vaktinin ilk anlarından başlar ve ihtiyat gereği örfi olarak zevalin ilk vakitlerinden [en fazla iki saat sonraya kadar] geciktirilmemelidir.
Soru 631: Cuma namazına gidemeyen biri, öğle ve ikindi namazını ilk vakitte kılabilir mi yoksa Cuma namazının bitmesini mi beklemelidir?
Cevap: Beklemek farz değildir; öğle ve ikindi namazını ilk vakitte kılabilir.
Soru 632: Eğer [veliyy-i fakih tarafından] atanmış olan imam, Cuma namazının kılındığı yerde sağlıklı ve hazır olsa, acaba geçici Cuma imamını Cuma namazını kılmakla görevlendirebilir mi? Ve kendisinin de namazda ona uyması sahih midir?
Cevap: Atanmış olan imamın temsilcisinin Cuma namazını kıldırmasının ve atanmış olan imamın da kendi temsilcisine uymasının sakıncası yoktur.
[1]- Tevriye, birkaç anlamı olan sözcük veya cümleyi karinesiz olarak muhatabın anlamayacağı şekilde uzak anlamında kullanmaktır.
- Ramazan ve Kurban Bayramı Namazları
Ramazan ve Kurban Bayramı Namazları
Soru 633: Sizce Kurban, Ramazan ve Cuma namazları hangi farz türündendir?
Cevap: Günümüzde Kurban ve Ramazan bayramlarının namazları farz değil, müstehaptır. Ancak, Cuma namazı farz-ı tahyirîdir.
Soru 634: Bayram namazının kunutlarının eksik veya fazla olması namazı batıl eder mi?
Cevap: Eğer eksiltip çoğaltmaktan kasıt, kunutların kısa veya uzun okunmasıysa, bu namazı batıl etmez. Ama eğer kasıt kunutların sayısının eksik veya fazla olmasıysa, [bayram] namazı tıpkı fıkıh kitaplarında belirtildiği gibi yerine getirilmelidir.
Soru 635: Geçmişte genellikle her cemaat imamı Ramazan Bayramı namazını kendi camisinde kıldırıyordu; acaba hâlihazırda Kurban ve Ramazan Bayramı namazlarının cemaat imamları tarafından kılınması caiz midir?
Cevap: Veliyy-i fakih tarafından izinli olan temsilcilerin ve yine onun tarafından atanan Cuma imamlarının günümüzde bayram namazını cemaatle kıldırmaları caizdir. Ancak, diğerleri bayram namazlarını ihtiyaten münferit olarak kılmalıdırlar. Tabi bu konuda itaat edilmesi gereken emir niyetiyle değil de [çünkü böyle bir emir yok] sevap alma niyetiyle cemaatle kılınırsa sakıncası yoktur. Elbette eğer maslahat gereği şehirde bir bayram namazı kılınması gerekirse, veliyy-i fakih tarafından atanmış olan Cuma imamı dışında onu başka birinin kıldırmaması daha iyidir.
Soru 636: Ramazan Bayramı namazının kazası var mıdır?
Cevap: Kazası yoktur.
Soru 637: Ramazan Bayramı için kamet getirmek gerekir mi?
Cevap: Ramazan Bayramı için kamet getirilmez.
Soru 638: Eğer cemaat imamı, Ramazan Bayramı namazında kamet getirirse onun ve diğer namaz kılanların namazlarının hükmü nedir?
Cevap: Cemaat imamı ve ona uyanların bayram namazının sıhhatine zarar vermez.
- Yolcu Namazı
Yolcu Namazı
Soru 639: Yolcunun namazını seferî olarak kılmasının farz oluşu bütün farz namazları kapsamına alır mı, yoksa sadece bazılarına mı mahsustur?
Cevap: Namazları seferî kılmanın farz oluşu sadece günlük dört rekâtlı namazlara mahsustur ve onlar öğle, ikindi ve yatsı namazlarından ibarettir. Sabah ve akşam namazları seferî olarak kılınamaz.
Soru 640: Yolcunun dört rekâtlı namazları seferî kılmasının farz oluşunun şartları nelerdir?
Cevap: Aşağıda belirtilen sekiz şart gereklidir:
1- Yolun, gidişi veya gelişi ya da gidiş dört fersahtan az olmama şartıyla her ikisi birlikte sekiz şer'î fersahtan (41000 mt.) az olmamalıdır.
2- Yolculuğun ilk başından sekiz fersah gitmeyi kastetmelidir. Dolayısıyla yolculuğun ilk başından sekiz fersah gitmek istemez veya sekiz fersahtan az bir mesafeyi gitmeyi kastederse ve maksada ulaştıktan sonra orayla arasında şer'î mesafe olmayan, ancak ilk çıktığı yerle onun arasında şer'î mesafe olan diğer bir yere gitmeyi kastederse namazı orada tam kılmalıdır.
3- Yolculuk esnasında şer’i mesafeyi kat edeceğine dair olan niyetinden dönmemelidir. Bu yüzden eğer dört fersaha ulaşmadan önce kastından dönecek olursa veya tereddüde düşerse, o andan sonra artık seferî hükmü onun hakkında geçerli değildir. O ana kadar seferî olarak kıldığı namazları da farz ihtiyat gereği tekrar tam olarak kılmalıdır.
4- Şer’i mesafeyi gittiği esnada kendi vatanından geçmek veya on gün ya da daha fazla bir yerde kalmak isteyerek yolculuk niyetini bozmamalıdır.
5- Yolculuğu şer'an caiz olmalıdır. Buna göre, savaş meydanından kaçmak gibi bizzat haram olan veya yol kesicilik için yapılan yolculuk gibi hedefi haram ve günah olan yolculuklarda seferî hükmü geçerli değildir.
6- Yolcu, sahra [ve yaylak]larda kalanlar gibi belirli yerleri olmayan, kendileri ve hayvanları için nerede yiyecek ve su bulurlarsa orada kalan göçebelerden olmamalıdır.
7- Yük taşıyıcı, şoför, gemici ve diğerleri gibi mesleği yolculuk olmamalıdır. İşi yolculukta olan kimseler de bu hükümde bunlara tabidir.
8- Ruhsat haddine ulaşmalıdır. Ruhsat haddinden maksat, şehrin hoparlör olmaksızın normal okunan ezanının sesinin işitilemeyeceği yerdir. - Mesleği veya Mesleğinin Ön Aşaması Yolculuk Olan Kimse
Mesleği veya Mesleğinin Ön Aşaması Yolculuk Olan Kimse
Soru 641: Mesleğinin ön aşaması yolculuk olan biri, yolculukta namazı tam ve orucu da sahih midir yoksa bu sadece işi yolculuk olan kimseye mi mahsustur? Dini merci İmam Humeyni’nin (kuddise sirruhu) "mesleği yolculuk olan" sözünün anlamı nedir. Yolculuğun kendisini meslek edinen biri var mı ki? Çünkü çoban, şoför, denizci ve benzerlerinin meslekleri çobanlık, şoförlük, denizciliktir ve esasen yolculuğu kendisine meslek unvanıyla seçen biri yoktur.
Cevap: Yolculuk, işinin ön aşaması olan biri, eğer halkın nazarında yolculuk işinin gereğidir denecek kadar yolculuk yapıyorsa, örneğin, önümüzdeki sekiz ay, dokuz ay veya bir yıl boyunca işi için haftada bir gün yolculuk yapması gerekiyorsa, mesleği gereği yaptığı yolculuklarda namazları tam ve oruç tutması da sahihtir. Eğer vatanında ya da vatanı dışında, niyet etsin ya da etmesin 10 gün kalırsa, bu 10 günlük kalmanın ardından ilk yolculuğunda namazları seferidir. Ulemanın dilinde, mesleği yolculuk olan kimseden maksat ise, işinin kıvam ve mahiyeti yolculuğa bağlı olan kimsedir; soruda geçen meslekler gibi.
Soru 642: İş için bir şehirde bir yıldan fazla kalanların veya askerlik vazifelerini yapmak için bir şehirde bir veya iki sene kalan askerlerin namaz ve oruçlarının hükmü nedir? Namazlarının tam ve oruçlarının sahih olması için her yolculuktan sonra [her defasında] on gün kalmayı kastetmeleri gerekli midir? Eğer on günden az kalmak isterlerse namaz ve oruçlarının hükmü nedir?
Cevap: Sorudaki durumda o şehirde namazları tam ve oruçları da sahihtir.
Soru 643: Çoğu günler üslerinden uçuş yaparak şer'î mesafeden çok daha fazla yol kat eden ve bu eylemi düzenli olarak tekrarlayan savaş uçakları pilotlarının namaz ve oruçlarının hükmü nedir?
Cevap: Onların hükmü, diğer sürücülerin, denizcilerin ve uçak pilotlarının hükmü gibidir, yani yolculukta namazları tam ve oruçları da sahihtir.
Soru 644: Üç dört aylığına kışlaktan yaylağa ya da tam tersi taşınan, ama yılın geri kalanını yaylakta veya kışlakta geçiren kabilelerin iki vatanı mı vardır? Bu iki yerden birinde kaldıkları süre içinde başka bir yere yaptıkları yolculuklarda namazlarının seferî veya tam olması bakımından hükmü nedir?
Cevap: Eğer yılın bazı günlerini birinde, bazı günlerini de diğerinde geçirmek için sürekli veya uzun yıllar boyunca yaylaktan kışlağa ve tam tersine gidip gelme kasıtları varsa ve her iki yeri de kalıcı olarak veya uzun yıllar boyunca yaşamak için seçmişlerse, bu iki mekânın her biri onların vatanı sayılır. Bu iki yerde de onlara vatan hükmü uygulanır. Eğer bu iki yerin arası şer’i mesafe kadar olursa, birinden diğerine giderken yolda diğer yolcularla aynı hükümdedirler.
Soru 645: Ben şehrimizdeki devlet dairelerinin birinde görevliyim. Evimle iş yerim arasındaki mesafe yaklaşık 35 kilometredir ve işe gitmek için her gün bu mesafeyi kat ediyorum. Eğer özel bir iş için, birkaç gece şehirde kalmayı kastedersem namazımın hükmü nedir? Namazı tam kılmam farz mıdır? Örneğin, akrabalarımı ziyaret etmek için cuma günü bir şehre yolculuğa çıktığımda namazı tam mı kılmalıyım, seferî mi?
Cevap: Eğer yolculuğunuz her gün yaptığınız işiniz için olmazsa, meslek yolculuğu hükmünü taşımaz. Ancak eğer yolculuğunuz her gün gittiğiniz işiniz için olur ve onun yanında akrabaları ve arkadaşları görmek ve bazen de orada birkaç gece kalmak gibi bazı özel işleri de yaparsanız, bu, meslek için yapılan yolculuğun hükmünü değiştirmez. [Dolayısıyla] namazınız tam ve orucunuz da sahihtir.
Soru 646: Eğer ben meslek için yaptığım yolculukta, idari işlerim ve çalışma saatim bittikten sonra şahsi işlerimi yapsam, mesela sabahın yedisinden öğleden sonra saat ikiye kadar idari işlerimi yapsam ve ondan sonra şahsi işlerimle ilgilensem, namaz ve oruçlarımın hükmü nedir?
Cevap: Meslek için yapılan yolculukta idari saat bittikten sonra özel ve şahsî işler yapmak, iş için yapılan yolculuğun hükmünü değiştirmez.
Soru 647: Bir yerde on günden fazla kalacaklarını bilen ancak yetkileri kendi ellerinde olmayan askerlerin namaz ve oruçlarının hükmü nedir? Bu konuda İmam Humeyni'nin fetvasını da söyler misiniz?
Cevap: Bir yerde on gün veya daha fazla kalacaklarından emin olduktan sonra namazlarını tam kılmaları ve oruçlarını da tutmaları farzdır. İmam'ın da (kuddise sirruh) fetvası böyledir.
Soru 648: Ordu veya İslam İnkılabı Muhafızları tarafından istihdam edilen, kışlalarda ve hudut bölgelerinde on günden fazla kalan askeri personelin namaz ve oruçlarının hükmü nedir? Lütfen İmam'ın fetvasını da açıklar mısınız?
Cevap: Eğer bir yerde on gün veya daha fazla kalmak isterlerse veya on gün veya daha fazla orada kalacaklarını bilirlerse, namazlarını tam kılmaları ve oruç tutmaları farzdır. İmam'ın (kuddise sirruh) fetvası da böyledir.
Soru 649: İmam Humeyni'nin (kuddise sirruh) Tam İlmihal’inde, yolcu namazı konusunda yer alan yedinci şart şöyledir:
"Sürücünün birinci yolculuğu dışında namazını tam kılması farzdır; ama birinci yolculuğunda, yolculuğu uzun sürse bile namazı seferidir." Birinci yolculuktan maksat, vatanından ilk çıktığı andan tekrar oraya geri dönünceye kadar geçen süre midir yoksa ilk yolculuğunun maksadına ulaşmasıyla biter mi?
Cevap: Eğer gidiş dönüş halkın nezdinde bir yolculuk sayılırsa, örneğin: Tek bir maksadı olan ve tek bir şehre yük götürüp getirmek isteyen şoför gibi, bu durumda gidiş dönüşü ilk yolculuğu sayılır. Ancak halkın nezdinde bir yolculuk sayılmazsa, mesela bir şehirden yük alıp başka bir şehre giden ve oradan da başka bir şehre yeni bir yük almak için giden veya ilk baştan böyle niyet edip sonra vatanına dönen şoför gibi, bu durumda ilk yolculuğu yük aldığı ilk şehre ulaşınca sona ermiş olur.
Soru 650: Kışla, karakol vb. yerlerde askerlik vazifesi süresince şoförlükle görevlendirilen askerler gibi sabit mesleği şoförlük olmayan, ancak kısa bir müddet için araba şoförlüğüyle görevlendirilen kimseler yolcu hükmünde midirler? Yoksa namazlarını tam kılıp, oruç tutmaları farz mıdır?
Cevap: Eğer halkın nazarında bu geçici müddet içinde, şer’i mesafelerde yaptıkları araba şoförlüğü onların mesleği sayılırsa, diğer araba şoförleriyle aynı hükümde olacaklardır.
Soru 651: Eğer bir sürücünün arabası arıza sonucu bir müddet çalışmaz ve sürücü de onu tamir ettirmek veya yedek parçalarını almak için başka bir şehre giderse, kendi arabasıyla gitmediği bu tür yolculuklarda namazı tam mı kılmalıdır, seferî mi?
Cevap: Bahsi geçen yolculuk da meslek yolculuğudur ve namazı tamdır.
- Talebelerle İlgili Hükümler
Talebelerle İlgili Hükümler
Soru 652: Ders için haftada en az iki gün yolculuk yapan üniversite öğrencileri veya meslekleri gereği her hafta yolculuk yapan memurların hükümleri nedir?
Her hafta yolculuk yapan bu insanların bazen üniversitenin veya işyerlerinin tatil olması sebebiyle bir ay kendi vatanlarında kalabileceklerini ve bu müddet zarfında yolculuk yapmayacaklarını dikkate alındığında acaba, bir aydan sonra yeniden yolculuğa başladıklarında ilk seferlerinde namazları tıpkı [fıkıh] kanuna göre seferî ve sonra tam mı oluyor? Eğer meslek yolculuğundan önce şahsi bir yolculuğa çıksa nasıl olur?Cevap: İster haftalık olsun ister günlük ilim tahsil etmek için yolculuk yapanların oruç ve namazı ihtiyata dayalıdır.[1] Ancak işi ister serbest olsun ister resmi, mesleği için yolculuk yapan kimse, her on günde en azından bir kere vatanıyla veya oturduğu yerle iş yeri arasında gidip gelirse, yolculuğunda namazlarını tam kılmalıdır; orucu da sahihtir. Yok, eğer iş için yaptığı iki yolculuk arasında vatanında veya başka bir yerde on gün kalırsa, on günden sonra iş için yaptığı ilk yolculukta namazlarını seferî kılmalıdır ve oruç da tutamaz. Ancak iş yolculuğuna çıkmadan şahsi bir yolculuğa çıkarsa, şahsi yolculuk esnasında namazı seferidir ve bundan sonraki iş yolcuğunda ihtiyat gereği namazı tam ve seferi olarak cem etmeği terk etmemelidir.
Soru 653: Refsencan şehrinde görevli bir lise öğretmeniyim, meslek içi eğitim kurslarına katıldığımdan dolayı haftanın ilk üç gününü Kirman şehrinde geriye kalan günlerini kendi şehrimde öğretmenlik yapıyorum. Bu durumda sizin görüşünüze göre benim oruç ve namazlarımın hükmü nedir? Acaba öğrencilerle ilgili hüküm benim için de geçerli midir?
Cevap: Eğer mesleğiniz gereği eğitim almanız gerekiyorsa, namazlarınız tam, orucunuz da sahihtir.
Soru 654: Tebliği kendine meslek edinmek isteyen bir dinî ilimler talebesi, bu varsayıma göre yaptığı yolculuklarda namazını tam kılıp, oruç tutabilir mi? Eğer birisi tebliğ, marufu (iyiliği) emretme ve münkerden (kötülükten) nehyetme dışında bir iş için yolculuk yaparsa, namaz ve orucunun hükmü nedir?
Cevap: Tebliğ, marufu emretme ve münkerden nehyetme halkın nazarında onun meslek ve işi sayılırsa, bu amaçla yaptığı yolculuklarda, meslek ve işleri için yolculuk yapan diğer yolcularla aynı hükümdedir. Eğer tebliğ dışında bir iş için yolculuk yaparsa, diğer yolcular gibi namazı seferîdir ve orucu da sahih değildir.
Soru 655: Ders okumak için ilim havzalarına giden dinî ilimler talebeleri veya belirsiz bir süreliğine iş için bir şehre atanan devlet memurları gibi belirsiz bir müddet için yolculuk yapan kimselerin namaz ve oruçlarının hükmü nedir?
Cevap: Sorudaki durumda eğer orada yaklaşık olarak bir yıl kalacaklarsa, namazları tam ve oruçları da sahihtir.
Soru 656: Vatanı olmayan şehirde yaşayan bir dinî ilimler talebesi, on gün kalmaya niyet etmeden önce haftada bir gün şehrin dışında olan bir camiye gideceğini bilir veya gitmek isterse, yaşadığı yerde on gün kalmayı kastedebilir mi?
Cevap: Kalmaya niyet ederken, halkın nazarında bir yerde on gün kalmakla çelişmeyen şer'î mesafeden daha kısa olan bir yere gitmeyi kastetmek, [on gün] kalma niyetine zarar vermez. Örneğin, bu 10 günde iki, üç defa ve her defasında en fazla yarım gün ve şer’i mesafeden daha kısa olan bir yere gidip dönmek gibi.
[1]- Bu durumda olan kimseler, şartlara uyarak başka bir müçtehidin fetvasına başvurabilir. Eğer başvuruda bulunmak istemezlerse, ihtiyatın gereği seferî ve tam namazlar arasında cem yapmaktır [yani namazları hem seferî olarak hem de tam olarak kılmalıdırlar]. Ramazan ayında yine ihtiyat gereği oruçlarını tutmaları ve daha sonra da kaza etmeleri gerekir.
- Şer'î Mesafeye Gitmeği ve On Gün Bir Yerde Kalmayı Kastetmek
Şer'î Mesafeye Gitmeği ve On Gün Bir Yerde Kalmayı Kastetmek
Soru 657: Komşu şehirle uzaklığı şer'î mesafeden az olan bir yerde çalışıyorum. Bu iki yerden hiçbiri benim vatanım olmadığından namazımı tam kılmak ve orucumu tutmak için iş yerimde on gün kalmayı niyet ediyorum. İş yerimde on gün kalmayı niyet ettiğimde, ne bu on gün içinde ve ne de bu on günden sonra iş yerime yakın olan komşu şehre gitmeyi niyet etmiyorum; aşağıdaki durumlarda [seferi olma açısından] şer’i hüküm nedir?
1- On gün bitmeden önce bir iş için veya bir olay yüzünden o şehre gidip orada yaklaşık iki saat kaldıktan sonra iş yerime geri dönsem.
2- On gün bittikten sonra o şehrin, belli bir mahallesine gitmek kastıyla şer'î mesafeyi aşmadan gidip ve orada bir gece kaldıktan sonra ikamet ettiğim yere geri dönsem.
3- On gün bittikten sonra belli bir mahalleye gitmek kastıyla o şehre gitsem; ancak oraya ulaştıktan sonra mesafesi ikamet ettiğim yer ile şer'î mesafeden daha uzak olan başka bir yere gitmeye karar versem.Cevap:
1 ve 2: Eğer en baştan [on gün içinde o şehirden] çıkma niyetiniz olmazsa, ikamet şartı oluştuktan sonra oradan bir veya birkaç günlüğüne[1] şer’i mesafeden az olan bir yere gitmenin ikamet niyetine zararı yoktur. Bu durumda yolculuğa 10 gün dolmadan önce ya da sonra çıkmanın farkı yoktur ve yeni bir yolculuğa çıkmayana kadar namazlar tamdır ve oruç da sahihtir.
3- Sorudaki şer’i yolculuğun gerçekleşmediği durumda, ikamet kastına bir zarar gelmez.Soru 658: Eğer yolcu, vatanından çıktıktan sonra, asıl vatanının ezan sesini duyacağı veya evlerinin duvarını göreceği bir yoldan geçerse, şer’î mesafeye zarar verir mi?
Cevap: Vatanından geçmedikçe şer’î mesafeye zarar vermez ve yolculuğu da kesintiye uğramaz; ancak, vatanı ile ruhsat haddi arasında bulunduğu müddet içinde yolcu hükümleri onun hakkında geçerli değildir.
Soru 659: İş yerim, aynı zamanda oturduğum ve asıl vatanımdan şer’i mesafeden uzak olan bir yer. İş yerimi kendime vatan edinmedim; çünkü orada birkaç yıl ancak kalırım. Bazen oradan ayda iki veya üç günlüğüne idarî işler için ayrılıyorum. Acaba kaldığım şehirden şer'î mesafeden uzak olan bir yere gidip geri döndüğümde, on gün kalmaya niyet etmem farz mıdır? Eğer on gün kalmaya niyet etmem farz ise, şehrin kaç kilometre dışına kadar çıkabilirim?
Cevap: Sorudaki durumda, o mekânda yolcu hükmünde değilsiniz ve namazlarınız tam, orucunuz da sahihtir.
Soru 660: Eğer birisi, kaç yıllığına vatanından 4 km. uzaklıkta bir yerde yaşasa ve her hafta evine gitse, vatanıyla arasında 21 km ve kaç yıldır kaldığı yerle arasında 20 km. mesafe olan bir yere yolculuk yaptığında namazının hükmü nedir?
Cevap: Eğer vatanından oraya yolculuk yaparsa, namazları seferidir.
Soru 661: Üç fersahlık bir yere gitmek isteyen biri, eğer yolculuğunun başında belli bir iş için yan yoldan bir fersahlık bir yere gidip sonra ana caddeye dönerek yolculuğuna devam etmeyi düşünürse, bu yolculukta namaz ve orucunun hükmü nedir?
Cevap: Yolcu hükmündedir ve ana caddeden çıkıp sonra tekrar döndüğü mesafeyi de kat ettiği yola eklersek şer’i mesafenin tamamlanması için yeterlidir.
Soru 662: İmam Humeyni'nin, "Sekiz fersahlık bir yolculuğa çıkıldığında namazı seferî kılmak ve orucu yemek farzdır." fetvasını dikkate alarak, eğer gidişi dört fersahtan az olan, ancak dönüşü arabanın olmayışı veya yol sorunları yüzünden farklı bir istikametten zorunlu olarak altı fersahtan fazla olan bir yolculuğa gidilirse, yine de namazı seferî kılıp, orucu yememiz gerekir mi?
Cevap: Eğer gidiş dört fersahtan az olur ve dönüş yolu da tek başına şer'î mesafeden az olursa, namaz tam ve oruç da sahihtir.
Soru 663: Kaldığı yerden, şer'î mesafeden az olan bir yere yolculuk yapan ve hafta arasında da oradan diğer mahallelere toplamda miktarı sekiz fersahtan fazla olan birkaç yolculuk daha yapan birinin vazifesi nedir?
Cevap: Yolculuğunun en başından şer’i mesafeyi gitme niyeti olmaz ve ilk maksadıyla diğer mahalleler arası da şer'î mesafe miktarından az olursa yolcu hükmünde değildir.
Soru 664: Kendi şehrinden belli bir yere gitmek için çıkan ve orada gezmeye giden birinin, bu gezi esnasında gittiği mesafe evden [çıktığı andan itibaren] kat ettiği mesafeden sayılır mı?
Cevap: Varış yerinde yapılan gezi, [şer’i] mesafeden sayılmaz.
Soru 665: [On gün] ikamet kastı ederken, mesafesi ikamet ettiği yerle dört fersahtan az olan bir yere gitmek isterse, çıkış niyeti etmesi caiz midir?
Cevap: İkamet edilen yerden şer’i mesafeden daha az olan bir yere yolculuk, eğer on gün ikamet niyetine zarar vermiyorsa örneğin bu on gün içinde en fazla yarım gün ya da daha az olacak şekilde bir defa veya birkaç defa yolculuğa çıkmak veya şer’i mesafeden daha az olan bir yere gidip dönmek için çıkış niyeti etmenin sakıncası yoktur ve böyle bir niyet, ikamet kastının doğruluğuna zarar vermez.
Soru 666: İkamet yerinden iş yerine gidiş gelişin 24 kilometreden fazla olmasının namazın tam olmasına sebep olduğunu dikkate alarak, eğer ben çalıştığım şehrin dışına veya uzaklığı şer'î mesafeden daha az olan başka bir şehre gider ve öğleden önce veya öğleden sonra iş yerime geri dönsem yine de namazım tam olur mu?
Cevap: Günlük işinizle bir ilişkisi olmasa bile, sırf iş yerinden şer'î mesafeden az olan bir yere çıkmakla iş yerinizde kıldığınız namaz ve orucunuzun hükmü değişmez. Bu hususta iş yerinize öğleden önce veya sonra geri dönmenizin de bir farkı yoktur.
Soru 667: Vatanından, ilk başlarına kadar şer’i mesafeden az ama varmak istediği noktaya kadar şer’i mesafe miktarında olan bir şehre yolculuk yapan biri için şer’i mesafeyi hesaplarken ölçü şehrin başlangıcı mıdır yoksa o şehirdeki varmak istediği nokta mıdır?
Soru 668: Ben her hafta Hz. Masume'nin (s.a) türbesini ziyaret etmek ve Cemkeran Mescidi'nin özel ibadetlerini yerine getirmek için Kum kentine gidiyorum; bu yolculuğumda namazlarımı tam mı kılmam gerekiyor, seferî mi?
Cevap: Bu yolculukta diğer yolcularla aynı hükümdesiniz; dolayısıyla namazı seferî kılmalısınız.
Soru 669: Benim doğum yerim "Kaşmer" şehridir. 1966’dan 1990’a kadar Tahran'da ikamet edip orayı vatan edindim ve üç yıldır da idarî görevimden dolayı ailemle birlikte "Bender Abbas" şehrinde oturmaktayım ve bir yıldan daha kısa bir süre sonra vatanım olan Tahran'a geri döneceğim. Bender Abbas’ta olduğum müddetçe görevim gereği her an Bender Abbas’a bağlı olan şehirlere giderek bir müddet orada kalabilirim ve bana havale edilen idari görevlerin süresini öngörmek mümkün değildir. Bu durumda, öncelikle namaz ve orucumun hükmü nedir?
İkincisi de eşim ev hanımı ve Tahran doğumludur. Bender Abbas şehrine gelerek orada benimle kaldığını dikkate aldığımızda onun namaz ve oruçlarının hükmü nedir?
Cevap: Sorudaki durumda, bulunduğunuz yerde yolcu hükmünü taşımıyorsunuz. [Dolayısıyla] sizin ve eşinizin namazları tamdır ve orucunuz da sahihtir.
Soru 670: Bir yerde, on gün kalacağını bildiği için veya orada on gün kalmaya karar verdiği için, on gün ikamet niyeti eden, ancak dört rekâtlık bir namaz kıldıktan ve namazlarını tam kılma hükmü sabitleştikten sonra kendisi için zaruri olmayan bir yolculuk ortaya çıkan birinin, bu yolculuğa çıkması caiz midir?
Cevap: Zarurî olmasa bile yolculuğa çıkmasının sakıncası yoktur.
Soru 671: İmam Rıza'nın (a.s) türbesini ziyarete giden ve orada on günden az kalacağını bildiği halde namazını tam kılmak için on gün kalmayı niyet eden birinin hükmü nedir?
Cevap: Eğer orada on gün kalmayacağını biliyorsa, on gün kalmayı kastetmesinin anlamı ve etkisi yoktur; [bu nedenle] orada namazını seferî kılması gerekir.
Soru 672: Çalıştıkları şehirlerde hiçbir zaman on gün kalmayan ancak yolculukları şer'î mesafeden az olan [ve çalıştıkları şehirde] yabancı [olan] memurların, namazları seferî midir yoksa tam mı?
Cevap: Sorudaki durumda, bir yerde on gün kalmayı niyet etmedikleri sürece yolculukları meslek yolculuğu sayılır ve ikamet yerinde, iş yerinde ve bu iki yer arasında [gidip gelirken] namazları tamdır.
Soru 673: Yolculuk yaptığı yerde on gün mü yoksa daha az mı, tam olarak ne kadar kalacağını bilmeyen biri, namazını nasıl kılmalıdır?
Cevap: Tereddütte olan [ne zamana kadar kalacağını bilmeyen] şahsın vazifesi, namazını, otuz güne kadar seferi, otuz günden sonra ise o gün dönecek olsa dahi tam kılmaktır.
Soru 674: İki yerde dini tebliğ yapan ve o bölgede on gün kalma kastı da olan birinin namaz ve orucunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer örfe göre iki farklı yer sayılırsa, her iki yerde de veya o ikisinden birinde on gün içinde diğer yere de gidip gelme niyetiyle ikamet kastı etmek sahih değildir.
- Ruhsat Haddi
Ruhsat Haddi
Soru 675: Almanya'da ve bazı Avrupa ülkelerinde şehirleri birbirinden ayıran mesafe (yani şehirden çıkış levhasıyla ikinci şehre giriş levhası arasındaki mesafe) yüz metreye ulaşmıyor ve iki şehrin ev ve yolları tamamen birbirlerine bitişiktir; bu gibi yerlerde ruhsat haddi nedir?
Cevap: [Eğer] iki şehirden birisinin diğerine, halkın nazarında bir şehir sayılacak şekilde bitişik olduğunu varsayarsak, o iki şehir, bir şehrin iki mahallesi sayılır ve birinden çıkarak diğerine gitmek yolculuk sayılmadığından ruhsat haddi düşünülemez.
Soru 676: Ruhsat haddinin ölçüsü, şehrin ezanının işitilmesi ve duvarının görülmesidir. Acaba bu ikisinden birisi yeterli midir yoksa her ikisinin de birlikte olması mı gerekiyor?
Cevap: Ruhsat haddi, hoparlör olmadan normal okunan şehrin ezanının sesinin işitilmediği yerdir.
Soru 677: Ruhsat haddinde ölçü, yolcunun şehre girdiği veya çıktığı taraftaki evlerde okunan ezan sesinin duyulması mıdır yoksa ölçü, şehrin ortasında okunan ezan sesi midir?
Cevap: Ölçü, yolcunun çıktığı veya girdiği taraftaki şehrin en sonunda okunan ezan sesini işitmesidir.
Soru 678: Şer'î mesafe meselesinde bölgelerden birinin ahalisi arasında anlaşmazlık var. Bazıları, ölçünün bölgedeki birbirine bitişik olan son evlerin duvarları olduğunu söylüyor. Bazıları da mesafenin, şehrin son evlerinden sonraki dağınık fabrika ve yerleşim yerlerinden itibaren hesaplanması gerektiğine inanıyor. Sorumuz şudur: Şehrin sonu neresidir?
Cevap: Şehrin sonunun belirlenmesi örfün görüşüne bırakılmıştır. Eğer şehrin etrafındaki fabrika ve dağınık yerleşim bölgeleri, halkın nezdinde şehirden sayılmazsa, ruhsat haddini şehrin son evlerinden itibaren hesaplamak gerekir.
- Günah Yolculuğu
Günah Yolculuğu
Soru 679: Eğer insan, gitmek istediği yolculukta günah ve haramlara düşeceğini bilirse, namazı seferî mi olur, tam mı?
Cevap: Yolculuk ve gayesi haram olmaz, ama yolculuk esnasında haram bir iş yapılırsa, günah yolculuğu hükmünü taşımaz ve namaz seferîdir. Elbette (az bir saat dışında) eğer günah yolculuğu denecek şekilde yol boyunca günah işlenirse, bu durumda ihtiyat gereği namazını cem (hem tam hem de seferi) olarak kılmalıdır.
Soru 680: Günah işleme kastı olmadan seyahat eden, ancak yolda yolculuğuna devam etmek ve tamamlamak için günah işlemeyi niyet eden biri, namazını seferî mi kılmalıdır, tam mı? Ayrıca yol boyunca kıldığı seferî namazlar sahih midir?
Cevap: Günah işlemek için yolculuğunu sürdürmek istediği andan itibaren namazını tam kılması farzdır. Şer’i mesafeye ulaşmadan önce niyetini değiştirmiş ise niyetini değiştirmeden önceki ve sonraki seferi olarak kıldığı namazları iade etmeli yani tam kılmalıdır. [Ama eğer] şer’i mesafeye ulaştıktan sonra niyetini değiştirmişse, sadece niyetini değiştirdikten sonraki kılmış olduğu seferi namazlarını iade etmelidir.
Soru 681: Yolculuk esnasında abdest, lavabo ve namaz kılmak için bir yer bulunmadığı varsayımıyla, gezmek veya zaruri ihtiyaçları satın almak için yolculuk yapmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğer yolculuğunda namazın bazı farzlarını terk etmek zorunda kalacağını bilirse, zarar ve sıkıntıya düşmedikçe farz ihtiyat gereği o yolculuğa çıkmamalıdır. [Sonuç olarak insanın] hiçbir hal ve durumda namazını terk etmesi caiz değildir.
- Vatan Hükümleri
Vatan Hükümleri
Soru 682: Ben Tahran doğumluyum; anne-babam ise asaleten Mehdişehr ahalisindendir. Dolayısıyla yılda birkaç kere ailemle birlikte oraya gidiyorum. Mehdişehr'e geri dönüp oraya yerleşmek gibi bir niyetim olmadığına ve Tahran'da kalmak istediğime göre Mehdişehr'de namaz ve orucumun hükmü nedir?
Cevap: Bu durumda anne-babanızın asıl vatanlarına gittiğinizde, sizin namaz ve orucunuzun hükmü, diğer yolcuların namaz ve orucunun hükmü gibidir.
Soru 683: Ben yılın altı ayını bir şehirde ve diğer altı ayını da doğum yerim olan, ailemin bulunduğu ve ikamet ettiğim başka bir şehirde kalıyorum. Ancak, birinci şehirde iki hafta veya on gün ya da on günden daha az olmak üzere kalıyor ve daha sonra yine ailemin yanına ve doğduğum yere geri dönüyorum; orada arka arkaya ve sürekli kalmıyorum. Sorum şu: Eğer birinci şehirde on günden daha az kalmayı niyet edersem, acaba yolcu hükmünde olur muyum?
Cevap: Eğer orada halkın nazarında yolcu sayılmayacak kadar kalmışsanız, namazlarınız tam ve orucunuz da sahihtir.
Soru 684: Geçici bir müddet, bir yerde kalmak isteyen birisi, namazının tam ve orucunun da sahih olması için orada ne kadar kalmalıdır?
Cevap: Bir yerde eğer 1 yıllığına kalınacaksa, orası örfi açıdan vatan değildir; ama ona yolcu da denemez. Bu yüzden 10 gün kalma niyeti olmaksızın da orada namazları tam ve orucu da sahihtir.
Soru 685: Vatanı Tahran olan biri, şimdi Tahran yakınlarındaki şehirlerden birine yerleşerek orayı vatan edinmek istiyor. Ancak iş yeri Tahran'da olduğundan, bırakın altı ayı on gün bile orada sürekli kalamıyor. Hatta her gün iş yerine gidip akşamları oraya geri dönüyor. Bu [adamın o] şehirde namaz ve oruçlarının hükmü nedir?
Cevap: Bir yere yerleşip orayı vatan seçtikten sonra, yeni vatan unvanının gerçekleşmesinin şartı, devamlı olarak orada kalmak değildir. Orayı yeni vatanı olarak seçtikten sonra bu niyetle (sadece geceleri bile olsa) bir süre orada kalsa vatanı sayılır. Aynı şekilde ev satın almak, iş yerini seçmek gibi genellikle bir insanın kendine vatan edindiği yerde yaptığı işleri yaparsa -eğer bir müddet kalmasa bile- orası vatanı sayılır.
Soru 686: Eşim ve benim doğum yerimiz Kaşmer şehridir; ancak iş için devlet dairelerinden birinde istihdam olduktan sonra Nişabur şehrine yerleştik. Anne-babamız hâlâ doğduğumuz yerde ikamet etmektedir. Biz Nişabur’a ilk gittiğimizde Kaşmer’i vatanımız olmaktan çıkardık; fakat şimdi 15 yıl aradan sonra bundan vazgeçtik. Buna dayanarak şu sorulara cevap verir misiniz:
1- Birkaç günlüğüne anne-babamızın evine gidip orada kaldığımızda ben ve eşimin namaz konusunda vazifesi nedir?
2- Babamızın şehrine (Kaşmer) giderek orada birkaç gün kaldığımızda, şimdi oturduğum Nişabur’da dünyaya gelen ve bulûğ yaşına yetişen çocuklarımızın vazifeleri nelerdir?Cevap: Asıl vatanınız olan Kaşmer’i vatanınız olmaktan çıkardıktan sonra tekrar oraya geri dönüp, yaşamak için gerekli araç gereçleri temin etmek ve kalmak şartıyla o şehirde her zaman veya uzun bir müddet ya da zaman belirtmeksizin (yılda birkaç ay olsa bile) kalmaya karar vermedikçe, orada sizin için vatan hükmü uygulanmaz. Bu şehir sizin çocuklarınızın vatanı hükmünde de değildir ve hepiniz orada yolcu hükmündesiniz.
Soru 687: Birisinin iki vatanı var ve sonuç olarak her iki yerde de namazını tam kılıyor ve oruç da tutuyor. Acaba bu konuda yükümlülüğü altında olan eşi ve çocuklarının ona uymaları farz mıdır yoksa bu meselede bağımsız olarak hareket edebilirler mi?
Cevap: Eşi, kocasının yeni vatanını, vatan olarak kabul etmeyebilir; ancak, eğer çocuklar küçük olsalar, kendi kararlarını alma ve kazanç elde etmede de bağımsız olmasalar veya bu konuda babanın iradesine tabi olsalar, babanın yeni vatanı onların da vatanı sayılır.
Soru 688: Eğer doğumevi [doğumun gerçekleştiği hastane birimi] babanın vatanından dışardaysa ve anne çocuğunu doğurmak için birkaç günlüğüne doğumevine gidip çocuğu doğurduktan sonra geri dönmek zorundaysa, bu çocuğun vatanı neresidir?
Cevap: Sırf bir şehirde doğmak oranın onun vatanı olmasına sebep olmaz. Onun vatanı, doğumundan sonra götürüldüğü, birlikte yaşadığı ve büyüdüğü anne-babasının vatanıdır.
Soru 689: Birkaç yıldır Ahvaz şehrinde oturan, ancak orayı kendisi için ikinci vatan edinmeyen biri, bu şehirden şer'î mesafeden çok veya az miktarda dışarı çıkıp oraya tekrar geri döndükten sonra oradaki namaz ve orucunun hükmü nedir?
Cevap: Halkın nazarında yolcu sayılmadığı o yerde, sorudaki durumda namazları tam ve orucu da sahihtir.
Soru 690: Ben Iraklıyım. Şimdi vatanım olan Irak'tan vazgeçmek istiyorum. Acaba bütün İran'ı mı, yoksa oturduğum yeri mi kendime vatan edinmeliyim veya vatan edinmek için muhakkak bir ev mi satın almalıyım?
Cevap: Yeni vatanda, belli ve özel bir şehri vatan olarak kastetmek şarttır ve ev almak, kiralamak ya da çalışmak için iş yeri bulmak gibi genelde bir insanın vatan edinmek için yaptığı işleri yapmak veya bir iki ay gibi bir müddet orada kalmak gerekir.
Soru 691: Baliğ olmadan önce doğduğu yerden başka bir şehre göç eden ve vatandan vazgeçmekle ilgili şer'î hükmü bilmeyen kimsenin, buluğ çağına ulaştıktan sonra doğduğu yerdeki namaz ve orucunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer doğduğu yerden babasına tabi olarak göç etmişse ve babasının kalmak için oraya geri dönme kastı yoksa o yer artık onun için de vatan hükmünü taşımaz.
Soru 692: Eğer birinin hâlihazırda oturmadığı ama bazen eşiyle birlikte gittiği bir vatanı olursa, acaba eşi de kocası gibi orada namazını tam mı kılmalıdır? [Yine] eşi oraya tek başına giderse namazının hükmü nedir?
Cevap: Sırf o yerin kocasının vatanı olması, onun da vatanı olmasına ve orada ona vatan hükmü uygulanmasına sebep olmaz.
Soru 693: İş yeri vatan hükmünde midir?
Cevap: Bir yerde bir işte çalışmak oranın vatan olmasına neden olmaz; ancak eğer orada ikamet eder ve en az bir yıl orada kalma niyeti olursa, artık yolcu hükmünde olmayacaktır. [Böylece] namazları tam ve orucu da sahihtir.
Soru 694: İnsanın vatanından vazgeçmesinden maksat nedir? Bir kadının sırf evlenmesi ve kocasıyla birlikte onun istediği her yere gitmesi vatanından vazgeçmek sayılır mı?
Cevap: Vatanından vazgeçmek, bir daha oraya geri dönmemek niyetiyle vatandan çıkmakla ve yine oraya asla geri dönüş imkânının olmadığını bilmesi veya emin olmasıyla gerçekleşir. Kadının sırf başka bir şehirdeki kocasının evine gitmesi asıl vatanından vazgeçmesini gerektirmez.
Soru 695: Asıl vatan ve ikinci vatan konusundaki görüşünüzü açıklar mısınız?
Cevap: Asıl vatan; insanın yaşamının ilk kısmının büyük bir bölümünü (çocukluk ve gençlik dönemini) orada geçirdiği, yetiştiği ve büyüdüğü yerdir. İkinci vatan da mükellefin devamlı veya uzun bir süre (yılda birkaç ay bile olsa) ya da süresiz yaşamak için kesin olarak karar aldığı yerdir.
Soru 696: Benim anne-babam Save şehri ahalisindendirler ve her ikisi de çocuk yaşta Tahran'a gelerek oraya yerleşmişler. Evlendikten sonra babamın iş yeri Çalus’ta olduğu için orada yaşamaya başlamışlar. Bu nedenle ben Tahran'da dünyaya geldim, ama asla orada kalmadım. [Şimdi] Tahran ve Save'de namazı nasıl kılmam gerekiyor?
Cevap: Sorudaki durumda, orada diğer yolcuların hükmünde olacaksınız.
Soru 697: Asıl vatanından vazgeçmeyen ve altı yıldır başka bir şehirde oturan biri eğer kendi vatanına dönecek olsa, taklit konusunda İmam Humeyni'ye bağlı kaldığını dikkate aldığımızda namazı tam mı kılmalıdır, seferî mi?
Cevap: Önceki vatanından vazgeçmedikçe, vatan hükmü onun için geçerlidir ve orada namazı tam ve orucu da sahihtir.
Soru 698: Tebriz’de üniversite eğitimi için 4 yıllığına bir ev kiralayan ve sonrasında da imkân olursa orada daimî kalmayı düşünen bir üniversite öğrencisi, mübarek Ramazan ayı boyunca yer yer asıl vatanına gidip gelmektedir; acaba bu iki yerin ikisi de onun vatanı sayılır mı?
Cevap: Eğer hâlihazırda eğitim gördüğü yeri kesin olarak vatan edinme niyeti yoksa orası onun için vatan hükmünde olmayacaktır. Ancak sorudaki durumda orada yolcu hükmünde değildir ve dolayısıyla namazı tam ve orucu da sahihtir. Bununla birlikte asıl vatanından vazgeçmedikçe, oranın vatan hükümleri onun için geçerlidir.
Soru 699: Ben Kirmanşah’ta dünyaya geldim. Altı yıldır Tahran'da oturmaktayım ve asıl vatanımdan vazgeçmeden Tahran'ı kendime vatan edindim. Eğer her bir veya iki yılda bir Tahran'ın bir bölgesinden diğer bölgesine taşınsam, namaz ve orucumun bu yeni bölgede hükmü nedir? Yaklaşık altı aydan fazladır da yeni bir bölgeye taşındık; acaba burası bizim için vatan sayılır mı? Ayrıca gün boyunca Tahran'ın çeşitli bölgelerine gidip geldiğimizde namaz ve oruçlarımızın hükmü nedir?
Cevap: Mevcut Tahran'ı veya onun bir mahallesini vatan edinmişseniz, her tarafı sizin vatanınız sayılır ve Tahran'ın bütün bölgelerinde sizin için vatan hükmü geçerlidir. Dolayısıyla namazınız tam ve orucunuz da sahihtir. Mevcut Tahran'ın içinde yapacağınız seyahatler de yolculuk hükmüne girmez.
Soru 700: Köy ahalisinden olan birinin mevcut yaşadığı yer ve iş yeri Tahran'dır; anne-babası da köyde yaşıyorlar ve orada arazileri var. Bu şahıs, anne-babasını ziyaret ve onlara yardım etmek için köye gidiyor; ancak, sürekli yaşamak için oraya dönüp kalma isteği yoktur. Orasının doğum yeri olduğunu dikkate alarak, o köyde namaz ve orucunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer yerleşmek ve yaşamak için o köye dönme niyeti yoksa bilakis dönmeme niyeti varsa, orada ona vatan hükmü uygulanmaz.
Soru 701: İnsanın doğduğu yer orada yaşamasa da vatanı sayılır mı?
Cevap: Eğer orada bir müddet (yani çocukluk ve gençlik dönemi) kalmış ve orada büyüyüp gelişmişse, oradan vazgeçmedikçe orası onun için vatan hükmündedir; aksi takdirde vatanı sayılmaz.
Soru 702: Uzun yıllar boyu (9 yıl) vatanı olmayan bir şehirde ikamet eden ve şu anda vatanına girmekten men edilen, ancak, bir gün oraya döneceğini kesin olarak bilen birinin namaz ve orucunun hükmü nedir?
Cevap: Sorudaki durumda bu şahsa yolcu denemez ve oturduğu şehirde namazı tam, orucu da sahihtir.
Soru 703: Hayatımın altı yılını köyde, sekiz yılını da şehirde geçirdim ve şu anda Meşhed’e okumaya geldim; bu mekânların her birisinde namaz ve oruçlarımın hükmü nedir?
Cevap: Doğum yeriniz olan köyünüz eğer örfi açıdan asıl vatanınız sayılırsa, orada namazlarınız tam ve orucunuz da sahihtir. Oranın vatan olmasında şüphe var ise ihtiyat etmek gerekir ve eğer sözü edilen köyde dünyaya gelmemişseniz, vatanınız sayılması konusunda şüphe halinde orası sizin için vatan hükümlerini taşımaz. Kaç yıldır yaşadığınız şehri de eğer vatan olarak seçmişseniz, ondan vazgeçmediğiniz sürece sizin vatanınız hükmündedir. Ancak Meşhed şehrini eğer vatan edinme kastınız yoksa sizin vatanınız sayılmaz. Ama eğer o yerde bir iki yıl ikamet edecekseniz, orada namazlarınız tam ve orucunuz da sahihtir.
- Vatan Konusunda Kadın ve Evlatların Tâbi Oluşu
Vatan Konusunda Kadın ve Evlatların Tâbi Oluşu
Soru 704: Vatan ve ikamet etmede kadın kocasına mı tabidir?
Cevap: Sırf evli olmanın kendisi zorunlu olarak tabi olmaya sebep olmaz. Kadın, vatan seçiminde ve ikamet kastında kocasına tabi olmayabilir. Evet, eğer kadın vatan seçiminde ve ondan vazgeçmede kocasının iradesine tabi olursa, kocasının niyeti onun için de yeterlidir ve kocasının vatan edinmek amacıyla devamlı yaşamak için kendisiyle birlikte gittiği şehir onun da vatanı sayılır. Yine kocasının, vatanlarından vazgeçip o şehirden çıkarak diğer bir şehre göçmesi onun da vatanından vazgeçmesi sayılır. Yolculukta on gün ikamet etmede kocasının ikamet etmeyi niyet ettiğinden haberdar olması, kadının kocasının iradesine tabi olduğu varsayılırsa, hatta kocası orada ikamet ettiği müddetçe onunla birlikte orada olmaya mecbur bile olsa onun ikameti için yeterlidir.
Soru 705: Bir genç başka şehirden olan bir kadınla evlenmiştir. Bu kadın babasının evine gittiğinde namazı tam mı, olur seferî mi?
Cevap: Asıl vatanından vazgeçmediği müddetçe orada namazını tam kılmalıdır.
Soru 706: İnsanın eşi ve çocukları İmam Humeyni'nin Tevzihu’l-Mesail'indeki 1284. meselenin kapsamına girer mi? Yani onların yolculuğunun gerçekleşmesinde, onların yolculuk niyeti etmeleri şart değil midir? Acaba babanın vatanı[nda bulunmak], ona tabi olanların da namazının tam olmasına sebep olur mu?
Cevap: Eğer yolculukta mecburiyetle bile olsa babalarına tabi olurlarsa, babanın mesafeyi kat etme niyeti, haberleri olduğu takdirde seferî olmaları için yeterlidir. Ancak vatan edinme ve ondan vazgeçmede, eğer kendi kararlarını almada ve yaşamlarında bağımsız olmazlarsa yani doğaları gereği babanın iradesine bağlı olurlarsa, önceki vatandan vazgeçmede ve babanın yaşamak için onlarla birlikte gittiği yeni yeri vatan edinmede ona tabidirler.
- Büyük Şehirlerin Hükümleri
Büyük Şehirlerin Hükümleri
Soru 707: Büyük şehirleri, vatan edinmede ve orada on gün ikamet etme hakkında görüşünüz nedir?
Cevap: Yolcu hükümlerinde, vatan edinme ve on gün ikamet etme niyetinde, büyük şehirlerle normal arasında hiçbir fark yoktur. Büyük bir şehirde, vatan edinmek kastıyla ve vatan edinmek için gerekli araç gereçleri [ev, iş vb.] temin etmekle ya da bir süre orada kalmakla o şehrin her tarafı onun için vatan hükmünde olacaktır. Aynı şekilde böyle bir şehirde on gün kalmayı kastederse, namazın tam ve orucun da sahih olduğu hükmü, o şehrin bütün mahallelerinde onun için geçerli olacaktır. Vatan edinme veya on gün kalmayı ister [o şehrin] belli bir mahallesi için kastetsin isterse de belli bir mahalleyi kastetmesin fark etmez.
Soru 708: Tahran'ın büyük şehirlerden olduğuna dair İmam'ın (kuddise sirruh) fetvasından haberdar olmayan ve inkılaptan sonra İmam'ın fetvasını öğrenen birinin, alışılan şekilde yerine getirdiği namaz ve oruçlarının hükmü nedir?
Cevap: Bu meselede hala İmam'ı taklit ediyorsa, İmam'ın fetvasına uygun olmayan geçmiş amellerini yenilemesi farzdır; yani, seferî kılması gerektiği halde tam kıldığı namazları seferî olarak kaza etmeli ve yolcu olduğu halde tuttuğu oruçları da kaza etmelidir. Elbette bu konuda yaşayan bir müçtehide rücu edebilir ve böylece geçmiş namazların iadesi de gerekmez.
- Namaz İçin Naip Tutmak
Namaz İçin Naip Tutmak
Soru 709: Ben namaz kılamıyorum; acaba, başka birinin benden taraf namaz kılması caiz midir? Bu hususta naibin para isteyip istememesi arasında fark var mıdır?
Cevap: Her mükellefin, hayatta olduğu müddetçe farz namazlarını her ne şekilde kılabiliyorsa, kendisinin yerine getirmesi gerekir ve naibin ücretle olsun veya olmasın onun yerine namaz kılması yeterli değildir.
Soru 710: Ücret karşılığında namaz kılan kimsenin:
1- Ezan ve ikamet okuması, üç selamı ve tesbihatı erbaayı kâmil olarak yerine getirmesi farz mıdır?
2- Bir gün, mesela; öğle ve ikindi namazı kılarsa ve sonraki gün, günlük beş vakit namazı kâmil olarak kılarsa burada tertip gerekli midir?
3- Ücretle kılınan namazda, ölünün özelliklerini söylemek şart mıdır?Cevap: Ölünün özelliklerini söylemek gerekli değildir. Tertibi sadece bir günün öğleyle ikindi ve akşamla yatsı namazları arasında gözetmek şarttır. Eğer anlaşmada ecir olan kimseye, ameli özel bir şekil yapması şart edilmezse, ecir olan şahsın namazı sadece farzlarıyla yerine getirmesi yeterli olacaktır.
- Âyât Namazı
Âyât Namazı
Soru 711: Âyât namazı nedir ve onun şer'i açıdan farz olmasının sebebi nedir?
Cevap: Âyât namazı iki rekâttır; her rekâtında beş rükû ve iki secde vardır. Şer'i açıdan farz olmasının sebepleri şunlardır: Çok az bir bölümü olsa da Ay ve Güneş tutulması. Deprem ve sıra dışı olan siyah, kızıl veya sarı rüzgârlar gibi insanların çoğunluğunun korkmasına neden olan olağandışı olaylar; yoğun karanlık, yerin çökmesi ve dağların parçalanması, gökyüzünde korkutucu seslerin meydana gelmesi ve bazen gökyüzünde beliren ateş. Ay ve Güneş tutulması ve deprem dışındaki olaylarda, gerçekleşen olayın halkın genelinin korkmasına sebep olması gerekir; korkutucu olmayan veya nadir insanların korku ve paniğine neden olan bir olay geçerli değildir.
Soru 712: Âyât namazı nasıl kılınmalıdır?
Cevap: Birkaç şekilde kılınabilir:
1- Niyet ve tekbirden sonra, Fatiha ve sureyi okuyup rükûa gitmeli ve rükûdan sonra doğrularak yine Fatiha ve sureyi okuyup rükûa gitmelidir ve bunu her rükûdan önce Fatiha ve sure okumak suretiyle beş defa tekrarlayarak yapmalıdır. Beşinci rükûdan doğrulduktan sonra secdeye giderek iki secde yapıp, ikinci rekât için ayağa kalkmalıdır. İkinci rekâtı da birinci rekât gibi kılıp, iki secdeden sonra teşehhüt okuyup selâm vermelidir.
2- Her rekâtta sadece bir Fatiha ve sure okunur; şöyle ki: Sure beşe bölünür, niyetten ve tekbirden sonra Fatiha suresini ve beşe böldüğü surenin bir kısmını (ister bir ayet olsun ister bir ayetten az ya da çok olsun) okur, rükûa gider (elbette farz ihtiyata göre "Bismillahirrahmanirrahim" lafzı surenin bir bölümü sayılarak onunla rükûa gidilemez) rükûdan sonra Fatiha'yı okumaksızın aynı surenin sonraki bölümünü okuyarak ikinci rükûa gider, bu şekilde son rükûa gitmeden her rükûdan önce bir bölümünü okuduğu sure tamamlanana kadar devam eder; daha sonra beşinci rükûu yerine getirerek secdeye gider. İki secdeyi tamamladıktan sonra ikinci rekâtı da birinci rekât gibi kılıp, teşehhüt okur ve selâm verir.
3- Rekâtların birini yukarıdaki iki şekilden birine, diğerini de diğer şekle uygun olacak şekilde yerine getirir.
4- Birinci rükûdan önceki kıyamda bir bölümünü okuduğu sureyi, ikinci veya üçüncü ya da dördüncü rükûdan önceki kıyamda tamamlayabilir. Bu takdirde başını rükûdan kaldırdıktan sonra bir sonraki kıyamda Fatiha'yı yeniden okuyup bir sure veya ondan bir bölümünü okuması farzdır. Bu durumda da [surenin bir bölümünü okumak isterse yani] beşinci rükûa gitmeden önce o sureyi tamamlaması farzdır.Soru 713: Âyât namazı sadece olayın gerçekleştiği şehirde bulunan insanlara mı yoksa o şehirde olmasalar da olaydan haberi olan her mükellefe mi farzdır?
Cevap: Sadece olayın gerçekleştiği yerde bulunan insanlara farzdır.
Soru 714: Deprem olduğunda baygın olan biri, deprem bittikten sonra ayılırsa üzerine âyât namazı farz olur mu?
Cevap: Sorudaki durumda farz ihtiyat gereği kılmalıdır.
Soru 715: Bir bölgede deprem gerçekleştikten sonra genelde kısa bir müddet içinde onlarca artçı deprem meydana gelir; bu durumlarda, âyât namazının hükmü nedir?
Cevap: İster şiddetli olsun ister hafif; eğer bağımsız bir deprem sayılırsa her deprem için bir âyât namazı farzdır.
Soru 716: Eğer sismoloji merkezi, oturduğumuz bölgede yer sarsıntılarının sayısıyla birlikte kaç defa gerçekleştiğini ilan etse, ama hiç kimse onları hissetmezse, acaba bu durumda üzerimize âyât namazı farz olur mu?
Cevap: Eğer [sarsıntılar] kimsenin hissetmediği ve sadece cihazların algılayabildiği şekilde gerçekleşirlerse âyât namazı farz değildir.
- Nafileler
Nafileler
Soru 717: Nafile namazlarının sesli mi kılınması gerekir, sessiz mi?
Cevap: Gündüz nafilelerini sessiz ve gece nafilelerini ise sesli kılmak müstehaptır.
Soru 718: İkişer rekâtlar halinde kılınan gece namazını, iki tane dört rekât, bir tane iki rekât ve bir de vitir namazı şeklinde kılmak caiz midir?
Cevap: Gece namazını dörder rekâtlık namazlar halinde kılmak sahih değildir.
Soru 719: Gece namazı kılındığında, gece namazı kıldığımızı hiç kimsenin bilmemesi farz mıdır? Acaba onu karanlıkta kılmamız farz mıdır?
Cevap: Karanlıkta kılmak ve diğerlerinden saklamak şart değildir; ama onda riya yapmak da caiz değildir.
Soru 720: Öğle ve ikindi namazını kıldıktan sonra, nafile vaktinde öğle ve ikindi nafilelerini kaza niyetiyle mi kılmak gerekir, yoksa başka bir niyetle mi?
Cevap: Bu durumda, ihtiyat gereği, eda ve kaza niyeti etmeksizin onu [gurbet] Allah'a yakınlaşmak kastıyla yerine getirmek gerekir.
Soru 721: Gece namazının nasıl kılındığını genişçe anlatır mısınız?
Cevap: Gece namazı toplam on bir rekâttır. İkişer ikişer kılınan sekiz rekâtı gece namazı olarak adlandırılır. Sabah namazı gibi kılınan iki rekâtı da şef'i namazıdır. Kunutunda, dua kitaplarında yer aldığı şekilde müminlere dua edilen, istiğfar ve Allah'tan hacetleri istemenin müstehap olduğu son bir rekatına da vitir namazı denir.
Soru 722: Gece namazı nasıl kılınmalıdır? Yani sure, istiğfar ve dua etme ne şekilde olmalıdır?
Cevap: Gece namazında sure, istiğfar ve dua, namazın bir cüzi olarak şart değildir; her rekâtta niyet ve tekbiretu’l-ihramdan sonra Fatiha Suresi’nin okunması yeterlidir. Eğer isterse Fatiha Suresi’ni okuduktan sonra Kur’an’ın surelerinden bir sure de okuyup, rükû, secde ve zikirlerini söyleyip, teşehhüt ve selâm verebilir.
- Namazla İlgili Diğer Hükümler
Namazla İlgili Diğer Hükümler
Soru 723: Aile fertlerini sabah namazına nasıl uyandırmak gerekir?
Cevap: Aile fertlerine yönelik özel bir şekil ve yöntem yoktur.
Soru 724: Birbirinden nefret eden, kıskanan ve hatta sebepsiz yere birbirlerine düşman olan çeşitli grup ve akımlara mensup kişilerin namaz ve oruçlarının hükmü nedir?
Cevap: Mükellefin başkalarına karşı kin, haset ve düşmanlık göstermesi caiz değildir; ancak bu, namaz ve orucu batıl etmez.
Soru 725: Cephede savaşın şiddeti nedeniyle Fatiha, secde veya rükûu yerine getiremeyen bir mücahit orada namazı nasıl kılmalıdır?
Cevap: Namazını her ne şekilde mümkünse öyle kılmalıdır; eğer rükû ve secdeleri yapmaya gücü ve imkânı yoksa onları işaretle yerine getirmesi yeterlidir.
Soru 726: Anne ve baba, şer'î hükümleri ve ibadetleri çocuklarına hangi yaşta öğretmelidir?
Cevap: Çocukların velilerinin, onlara iyi ve kötüyü ayırt edecek yaşa yetiştiklerinde şer'î hükümleri ve ibadetleri öğretmeleri müstehaptır.
Soru 727: Şehirler arası yolcu taşıyan bazı otobüs şoförleri yolcuların namazlarına ve namazlarını kılmak için otobüsü durdurma isteklerine önem vermiyorlar. Dolayısıyla, bazen yolcuların namazları kazaya kalıyor; bu hususta otobüs şoförlerinin ve yolcuların vazifeleri nedir?
Cevap: Yolculara, namaz vaktinin geçmesinden korkarlarsa, şoförden otobüsü uygun bir yerde durdurmasını istemeleri farzdır ve şoförün de onların bu isteklerini kabul etmesi farzdır. Eğer geçerli bir mazeretle veya gerekçe göstermeksizin otobüsü durdurmaktan sakınırsa, [yolcular da] vaktin geçmesinden korkarlarsa, o zaman yolcuların vazifesi, kıbleyi, kıyamı, rükû ve secdeleri imkân dahilinde yerine getirerek hareket halindeki otobüste namazı kılmaktır.
Soru 728: "Şarap içen birin namaz ve orucu, kırk gün namaz ve oruç değildir." sözünden maksat, bu müddet içinde namaz kılmanın ona farz olmadığı ve sonra bu namazların kazasını kılmasının gerektiği mi, yoksa namazları hem eda ve hem de kaza olarak kılması mı veya kaza farz değil ve yalnız edayla yetinmesi, ancak, bunun sevabının diğer namazların sevabından az olması mıdır?
Cevap: Maksat şarap içmenin namaz ve orucun kabul olmasını engellediğidir. Yoksa şarap içmekle namaz ve orucu eda etme farzının insanın üzerinden kalkması ve kazasının farz olması veya eda ile kaza arasında cem etmenin farz oluşu [anlamında] değildir.
Soru 729: Bir adamın namazın bazı amellerini yanlış yaptığını görürsem şer’i vazifem nedir?
Cevap: Eğer cahilliği, hükmü bilmeden yapıldığında namazın sıhhatine zarar vermeyen cüz ve şartlar hakkındaysa onu bilgilendirmeniz farz değildir. Ama abdest, gusül, vakit, rükû ve secdeler gibi hükümleri bilmeden dahi yapıldığında namazın batıl veya iade olmasına sebep olan cüz ve şartlardan biri hakkında ise bu durumda doğru olan hükmü ona söylemeniz gerekir.
Soru 730: Namazdan sonra insanların birbirleriyle musafaha etmeleri hususunda görüşünüz nedir? Bazı büyük âlimler, "Bu hususta Masum İmamlardan (a.s) bir hadis nakledilmemiştir.” diyorlar. Dolayısıyla, musafaha etmek için bir gerekçe yoktur; ancak musafahanın namaz kılanlar arasında dostluk bağlarını ve muhabbeti güçlendirdiğini görüyoruz.
Cevap: Selâm verip namazı bitirdikten sonra halkın birbiriyle musafaha yapmasının sakıncası yoktur. Genel olarak, müminlerin birbirleriyle musafaha yapması müstehaptır.
-
- ORUÇ HÜKÜMLERİ
- HUMUS HÜKÜMLERİ
- CİHAD
CİHAD
Soru 1048: Masum İmam’ın (selam ona olsun) gaybeti zamanında cihad-ı ibtidaî'nin hükmü nedir? Acaba bütün şartları taşıyan fakihin (Veliyy-i Emr-i Müslimin), bu konuda hüküm vermesi caiz midir?
Cevap: Bütün şartları taşıyan veliyy-i fakihin, maslahat gerektirdiğinde cihad-ı ibtidaî hükmünü vermesinin caiz olduğunu söylemek uzak bir görüş değildir ve hatta güçlü olan görüş budur.
Soru 1049: İslam'ın tehlikeye maruz kaldığını teşhis ettikten sonra anne ve babanın rızası olmadan, İslam'ı savunmanın hükmü nedir?
Cevap: İslam ve Müslümanları savunmak farzdır ve anne-babanın iznine bağlı değildir. Ama bununla birlikte mümkün olduğu kadar onların rızasını elde etmeye çalışmak iyidir.
Soru 1050: İslam ülkelerinde yaşayan Ehl-i Kitap, zımmî hükmünde midir?
Cevap: Himayesinde yaşadıkları İslam hükümetinin kanun ve kurallarına uydukları müddetçe ve onlara verilen âmânla-güvenceyle çelişen bir iş yapmazlarsa, kendileriyle antlaşma yapılan kimseler hükmündedirler.
Soru 1051: Müslüman birinin, kâfirlerin veya Müslümanların beldelerinde yaşayan ve Ehl-i Kitaptan olan veya olmayan kâfir bir erkek veya kadını, istimlak etmesi caiz midir?
Cevap: Bu iş câiz değildir. Eğer kâfirler İslam topraklarına saldırırsa ve bir kısmı Müslümanlar tarafından esir edilirse, savaş esirlerinin kaderi İslam hâkiminin elindedir ve Müslümanların esirlerin kaderini belirleme hakkı yoktur.
Soru 1052: Eğer Muhammedî öz İslâm’ı korumanın, canı muhterem olan bir kişinin kanının dökülmesine bağlı olduğunu varsayarsak, bu işi yapmak caiz midir?
Cevap: Canı muhterem olan birinin kanını haksız yere dökmek şer'an haram olup Muhammedî öz İslâm'la çelişmektedir. Bu yüzden, Muhammedî öz İslâm'ı korumanın suçsuz bir kişiyi öldürmeye bağlı olduğu sözü anlamsızdır. Ancak eğer maksadınız mükellefin Allah Azze ve Celle'nin yolunda cihat etmede ve Muhammedî öz İslâm'ı savunmada öldürülmeye maruz kalabileceği durumlarsa, bu varsayımın farklı durumları vardır. Eğer mükellef kendi teşhisine göre İslâm'ın tehlikede olduğu anlarsa, öldürülmeye maruz kalsa bile İslâm'ı savunmak için kıyam etmesi farzdır.
- MARUFU EMRETMEK VE MÜNKERDEN SAKINDIRMAK
- HARAM KAZANÇLAR
- SATRANÇ VE KUMAR ALETLERİ
- MÜZİK VE TEGANNİ
MÜZİK VE TEGANNİ
Soru 1128: Helâl müziği haram müzikten ayıran şey nedir? Acaba klasik müzik helâl midir? Bu konuda bize bir ölçü verebilir misiniz?
Cevap: Örfe göre eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı olan her müzik haram sayılır. [Bu konuda] klasik müzikle diğer müzikler arasında hiçbir fark yoktur. Mevzunun belirlenmesi de mükellefin örfî görüşüne bırakılmıştır. Belirtilen özelliklerde olmayan müziğin bir sakıncası yoktur.
Soru 1129: Dinî kurum ve müesseselerce sakıncasız olduğu söylenen kasetleri dinlemenin hükmü nedir? Keman, viyola ve ney gibi müzik aletlerini kullanmanın hükmü nedir?
Cevap: Söz konusu kasetleri dinlemenin caiz olması, mükellefin kendi teşhisine bağlıdır; eğer mükellef, insanı eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı olmadığına ve batıl sözler de içermediği sonucuna varırsa, onu dinlemesinin sakıncası yoktur. Dolayısıyla, sırf dinî bir kurum ve müessese tarafından sakıncasız olduğunun söylenmesi, onun mubah olması için şer'î bir delil teşkil etmez. Müzik aletlerini, eğlendirici haram müziklerde kullanmak caiz değildir; ama bu aletlerden makul amaçlar için helâl olarak yararlanmanın sakıncası yoktur. Konunun örneklerinin teşhisinde de ölçü, mükellefin kendi görüşüdür.
Soru 1130: Eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzikten maksat nedir? Eğlendirici ve saptırıcı müziklerle diğer müzikleri ayırt etmenin yolu nedir?
Cevap: Eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzik, sahip olduğu özellikleri nedeniyle insanı Allah Teâlâ’dan ve ahlâkî erdemlerden uzaklaştıran, laubaliliğe ve günaha sürükleyen müziktir. Konunun teşhisi için başvurulması gereken merci örftür.
Soru 1131: Müzik hakkında hüküm verirken çalgıcın kişiliğinin, çalgı yerinin ve amacının etkisi var mıdır?
Cevap: Haram müzik, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı olan müziktir; bazen müzisyenin kişiliği veya çalgıyla birlikte söylenen söz, çalgı yeri ve diğer şartlar, müziğin, haram olan eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müziğin veya bir başka haramın kapsamına girmesinde etkili olabilir; örneğin bu özellikler sonucunda fesada yol açabilir.
Soru 1132: Müziğin haram oluşundaki ölçü, onun sadece coşturucu ve eğlendirici oluşu mudur, yoksa bunun yanında tahrik edici ve heyecanlandırıcı oluşunun da etkisi var mıdır? Eğer müzik, dinleyenleri kederlendirir veya ağlatırsa hüküm nedir? Müzik ve çalgı aletlerinin eşliğinde gazel okumanın ve dinlemenin hükmü nedir?
Cevap: Bunda ölçü, müziğin çalınmasının niteliği ile birlikte onun bütün özelliklerinin dikkate alınması; eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müziklerden olup olmadığıdır. Bu durumda, tabiatı gereğince eğlendirici, neşelendirici ve saptırıcı türden müzik, ister heyecanlandırıcı olsun, ister olmasın, ister dinleyiciyi kederlendirsin ve isterse ağlatsın böyle bir müzik haramdır. Müzik aletleri eşliğinde okunan gazeller, teganni, eğlendirici ve saptırıcı müzik hâlini alırlarsa, onları söylemek ve dinlemek haramdır.
Soru 1133: İslâm fıkhına göre haram olan teganni nedir? Acaba sadece insan sesiyle sınırlı mıdır, yoksa müzik aletlerinden çıkan sesleri de içerir mi?
Cevap: Teganni, insanın, dalgalandırarak gırtlaktan çıkardığı, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı sese denir. Sesi bu şekilde gırtlakta dalgalandırarak çıkarmak ve onu dinlemek haramdır.
Soru 1134: Düğün törenlerinde kadınların müzik aletlerinden olmayan kaplara ve diğer araçlara ritimle vurmaları caiz midir? Ses, meclisten dışarı çıkar ve erkekler de duyarsa hüküm nedir?
Cevap: Bunların caiz olması nasıl kullanıldıklarına bağlıdır. Eğer geleneksel düğün törenlerinde yaygın olduğu şekilde kullanılır, eğlendirici ve saptırıcı olmaz ve herhangi bir fesada ve günaha da yol açmazsa sakıncası yoktur.
Soru 1135: Kadınların, düğün törenlerinde tef çalmasının hükmü nedir?
Cevap: Müzik aletlerini, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzikleri çalmak amacıyla kullanmak caiz değildir.
Soru 1136: Eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı nitelikte olan ve teganni ile okunan müziği evde dinlemek caiz midir? Eğer insan bundan etkilenmezse hüküm nedir?
Cevap: İster evde yalnız başına olsun, ister başkalarının yanında olsun ve ister etkilensin, ister etkilenmesin, bu tür müzikleri dinlemek her hâlükârda [mutlak olarak] haramdır.
Soru 1137: Mükellefiyet yaşına yeni erişen bazı gençler, İran İslâm Cumhuriyeti'nin resmî radyo ve televizyon kanallarından yayınlansa bile, mutlak suretle müziğin haram olduğuna fetva veren müçtehitlerden taklit etmektedirler; bu konuda hüküm nedir? Acaba veliyy-i fakih, dinlenilmesi helâl olan bir müziğin dinlenmesine müsaade etmiş olursa, hükümet hükümlerine istinaden verilen bu müsaade, o müziklerin caiz olması için yeterli midir, yoksa onların kendi müçtehitlerinin fetvalarına uygun olarak hareket etmeleri mi gerekir?
Cevap: Müzik dinlemenin caiz oluşu veya olmayışına fetva vermek hükümete ait verilen bir hüküm değildir; bu, fıkhî bir hükümdür. Bu konuda her mükellefin kendi taklit merciinin fetvasına uyması farzdır. Fakat müzik eğer eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı türden değilse ve herhangi bir günaha da yol açmıyorsa, haram olması için bir neden yoktur.
Soru 1138: İlmihâl kitaplarında kullanılan "müzik ve teganni"den maksat nedir?
Cevap: Teganni, sesi eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı olacak şekilde boğazda titretmektir. Bu, hem söyleyene, hem de dinleyene haram olan bir günahtır. Müzik ise, müzik aletlerini günah meclislerinde yaygın olduğu gibi coşturucu ve saptırıcı şekilde çalmaktır; eğer böyle olursa, hem çalana ve hem de dinleyene haramdır. Ama bu şekilde değilse, özü itibariyle caizdir ve hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 1139: Sahibinin sürekli müzik dinlediği bir yerde çalışıyorum ve dolayısıyla istemeden bunları dinlemek zorunda kalıyorum; acaba bu, benim için caiz midir?
Cevap: Eğer eğlence ve günah meclislerine uygun olan eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı teganni ve müzik içeren parçaları dinliyorsa, onları dinlemek caiz değildir. Fakat o iş yerinde bulunmak zorundaysanız, oraya gidip çalışmanızın sakıncası yoktur. Bununla beraber istemeyerek duymak zorunda olsanız bile, bu tür müzikleri dinlemekten sakınmanız farzdır.
Soru 1140: İran İslâm Cumhuriyeti radyo ve televizyon kanallarından yayınlanan müziklerin hükmü nedir? İmam Humeyni'nin (r.a) mutlak surette müziğin helâl olduğunu açıkladığı sözü, acaba doğru mudur?
Cevap: İmam Humeyni'nin (r.a) müziği mutlak surette helâl bildiği söylentisi, yalan ve iftiradır. Çünkü İmam Humeyni (r.a) eğlence ve günah meclislerine uygun olan müzikleri haram bilmekteydi. Fakat görüş farklılıkları, mevzunun teşhisinden kaynaklanmaktadır; çünkü mevzunun teşhisi mükellefin kendisine bırakılmıştır. [Dolayısıyla] bazen müzisyen ile dinleyicinin teşhisi farklı olabilir. Bu durumda bir müzik, eğer mükellefe eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcıysa, onu dinlemesi ona haramdır. Fakat şüpheli müzikler helâl hükmündedir. Ayrıca bir müziğin sırf radyo ve televizyondan yayınlanması, onun helâl ve mubah oluşuna dair şer'î delil teşkil etmez.
Soru 1141: Bazen radyo ve televizyondan, şahsi görüşüme göre eğlence ve günah meclislerine uygun olduğunu düşündüğüm müzikler yayınlanmaktadır; acaba bunları dinlemekten kaçınmak ve diğerlerini de engellemek bana farz mıdır?
Cevap: Eğer bunları eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı bir müzik çeşidi olarak görüyorsanız, onları dinlemeniz caiz değildir. Fakat münkerden nehiy etme babından diğerlerini sakındırmanız, onların da söz konusu müziğin, haram müzik türünden olduğu hususunda sizinle aynı görüşü paylaştıklarını bilmenize bağlıdır.
Soru 1142: Batı ülkelerinin mahsulü olan eğlendirici müzikleri ve tegannileri dinlemenin ve dağıtmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzik ve teganninin dinlenmesine cevaz verilmemesinde, diller ve üretilen ülkeler arasında hiçbir fark yoktur; dolayısıyla teganni veya haram müzikleri içeren kaset, [cd, vb. her şeyin] dağıtımı, alım satımı ve dinlenmesi caiz değildir.
Soru 1143: Kadın ve erkeğin ister enstrüman eşliğinde olsun, ister olmasın radyo veya kasetten teganni şeklinde şarkı-türkü söylemelerinin hükmü nedir?
Cevap: Eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzik ve teganni haramdır. [Dolayısıyla] ister erkek söylesin, ister kadın, ister canlı olsun, ister kasetten, ister müzik aletleri eşliğinde olsun, ister olmasın, teganni şeklinde söylemek ve dinlemek caiz değildir.
Soru 1144: Cami gibi mukaddes mekânlarda makul ve helâl hedef ve amaçlarla müzik çalmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzik çalmak, caminin dışında bile olsa ve yine makul helâl amaçlar taşısa da mutlak olarak caiz değildir. Fakat mukaddes yerlerde bazı münasebetler gereği müzik nağmeleri eşliğinde inkılap marşları vb. şeyleri okumanın ve söylemenin, o yerin saygınlığıyla çelişmemesi ve cami gibi yerlerde namaz kılanları rahatsız etmemesi şartıyla sakıncası yoktur.
Soru 1145: Enstrüman ve özellikle "santur" (kanuna benzer bir müzik aleti) çalmayı öğrenmenin bir sakıncası var mıdır? Diğerlerini buna teşvik etmenin hükmü nedir?
Cevap: Fesat ve günaha yol açmadığı takdirde müzik aletlerini makul ve mubah amaçla inkılap marşlarında, dinî marşlarda, yararlı kültürel vb. programları uygulamada kullanmanın sakıncası yoktur. Bu amaçla bir enstrümanı çalmayı öğrenmenin ve öğretmenin özü itibariyle bir sakıncası yoktur; ancak müziği yaymak, kutsal İslam sisteminin asil hedefleri ile uyumlu değildir.
Soru 1146: Kadının, teganni [güzel, hoşa gidecek sesle] ile okuduğu şiiri veya başka sözleri dinlemenin hükmü nedir? Bu konuda dinleyenin genç veya yaşlı, erkek veya kadın olması hükmü değiştirir mi? Dinleyen kişi kadının mahremi olursa hüküm nedir?
Cevap: Eğer kadının sesi, [eğlence meclislerinde olduğu gibi] eğlendirici ve saptırıcı teganni şeklinde olursa, lezzet alma kastıyla dinlenir veya herhangi bir fesada yol açarsa onu dinlemek caiz değildir ve yukarıdaki durumlar arasında da hiçbir fark yoktur.
Soru 1147: Ülkelerin millî mirası olan geleneksel ve yerel müzikler haram mıdır?
Cevap: Örfün nazarında eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müziklerden sayılan her şey mutlak suretle haramdır; bu hususta ülkeler arasında ve geleneksel müziklerle diğerleri arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 1148: Bazen Arapça yayın yapan radyolardan bazı müzikler yayınlanmaktadır; Arapçayı dinleme şevkiyle bunlara kulak vermek caiz midir?
Cevap: Eğlendirici ve saptırıcı müzikleri dinlemek mutlak suretle haramdır; sırf Arapça dinleme şevki, bunları dinlemeyi şer'an helâl kılmaz.
Soru 1149: Müzik aletleri olmaksızın nağmeli şiir okumak ve okununca eşlik etmek caiz midir?
Cevap: Müzik aletleri eşliğinde olmasa bile teganni haramdır. Teganniden kasıt, sesi, eğlence ve Allah yolundan saptırıcı meclislere uygun olacak şekilde çıkarmaktır. Fakat şiir okumanın ve tekrarlamanın özü itibariyle hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 1150: Müzik aletlerinin alım satımının hükmü nedir? Bunları kullanmanın sınırı nedir?
Cevap: Eğlendirici ve saptırıcı olmayan müzikler çalmak amacıyla ortak amaçlı (hem helâl hem de haram müzikler için) kullanılan müzik aletlerinin alım satımının sakıncası yoktur.
Soru 1151: Duayı, Kur’an’ı ve ezanı müzik parçası gibi teganniyle okumak caiz midir?
Cevap: Sesi, günah ve eğlence meclislerine uygun şekilde teganniyle çıkarmak, mutlak olarak hatta dua, Kur'ân, ezan, mersiye vb. şeyler okurken bile haramdır.
Soru 1152: Günümüzde müzik, depresyon, ıstırap, cinsel sorunlar ve kadınların soğuk mizaçları gibi bazı psikolojik hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır; bunun hükmü nedir?
Cevap: Güvenilir ve uzman bir doktorun, hastanın tedavisinin müzikten yararlanmaya bağlı olduğuna dair kesin görüş belirtmesi durumunda hastanın tedavisinin gerektirdiği miktarda müzikten yararlanmasının sakıncası yoktur.
Soru 1153: Haram müziği dinlemek eğer insanın eşine daha çok ilgi duymasına sebep olursa, hüküm nedir?
Cevap: Sırf eşe daha çok ilgi duymaya sebep olması, haram müziği dinlemek için şer'î bir ruhsat olamaz.
Soru 1154: Çalgıcıların da kadınlardan oluşan bir grup olduğunu bilerek, bir kadının, kadınlar için konser vermesinin hükmü nedir?
Cevap: Eğer konser, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı bir şekilde icra edilirse veya çalınan müzik, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı türden ise haramdır.
Soru 1155: Eğer müziğin haram oluşunda ölçü, eğlendirici olması, eğlence ve günah meclislerine uygun olması ise, bu durumda bazı insanları ve hatta mümeyyiz olmayan çocukları coşturan marş ve şarkıların hükmü nedir? Acaba kadınların teganni ile okudukları ama coşturucu olmayan müptezel kasetler haram mıdır? Ayrıca sürücülerinin genellikle bu gibi kasetler kullandığı umumî taşıtlara binen yolcuların görevi nedir?
Cevap: Teganniyle çıkarılan neşelendirici ses ve okunan müzik, nitelik veya içerik ya da çalgıcının çalgı aletlerini kullanırken veya şarkıcının okurken sergilediği özel durum itibariyle eğlendirici ve saptırıcı müzik türünden olursa, onu dinlemek, dinlediğinde etkilenmeyen kimse için bile haramdır. Eğer otobüs ve diğer umumî taşıtlarda haram olan eğlendirici müzik çalınırsa, yolcuların onu dinlemekten sakınmaları ve [müziği çalanları] kötülükten sakındırmaları gerekir.
Soru 1156: Erkeğin kendi helâlinden lezzet almak amacıyla yabancı bir kadının teganniyle söylediği haram müziği dinlemesi caiz midir? Acaba eşlerin birbirleri için teganniyle haram şarkılar söylemeleri caiz midir? Allah Teâlâ’nın müziği, günah ve eğlence meclisleriyle iç içe olduğu ve bu ikisinin birbirinden ayrı tutulamayacağından dolayı haram kıldığı, müziğin haram oluşunun da, günah ve eğlence meclislerinin haram olmasından kaynaklandığı söylenmektedir; bu görüş doğru mudur?
Cevap: Eğlendirici ve saptırıcı bir şekilde şarkı söylemekten ibaret olan haram müzikleri dinlemek kesinlikle haramdır. Hatta karı koca olsalar ve haram şarkı söylemeyi birbirinden lezzet alma kastıyla isteseler bile bu, haram şarkı ve müzik dinlemeyi caiz yapmaz. Teganni [haram şarkı]ve ona benzer şeylerin haram oluşu, şeriata itaat üzere sabit olmuştur ve Şii fıkhının sabit hükümlerinden biri olarak kabul edilmiştir. Farazi kriterlere, psikolojik ve sosyal etkilere tabi değildir; ancak bu haram unvanı onun için geçerli olduğu sürece onun hükmü, haram ve mutlak olarak ondan kaçınılmasının farz oluşudur.
Soru 1157: Eğitim Bilimleri Fakültesi öğrencileri, ihtisası dersler aşamasında devrim marşları ve türküleri dersine katılmak zorundadırlar; zira orada müzik parçalarını öğrenirler ve yüzeysel olarak onları tanırlar. Bu dersi öğrenmenin temel aracı orgdur. Zorunlu olan bu dersi almanın hükmü nedir? Bahsedilen cihazı alıp kullanmamızın hükmü nedir? Özellikle, erkeklerin önünde alıştırma yapmakla ilgili olarak kız öğrencilerin görevi nedir?
Cevap: Müzik aletlerini; inkılap marşları, faydalı dini ve kültürel faaliyetlerde kullanmanın sakıncası yoktur. Bahsi geçen işlerde kullanmak için müzik aletlerinin alım satımının, öğrenmenin ve öğretmenin sakıncası yoktur. Bayan öğrenciler de farz olan İslami örtü ve ölçülere uyarak bu derslere katılabilirler.
Soru 1158: Görünüşte devrim marşları niteliğinde olan ve örfte de devrim marşları olarak bilinen bazı şarkılar var; fakat bunları söyleyen kişinin marş kastıyla mı, yoksa eğlendirici ve coşturucu müzik kastıyla mı söylediğini bilmiyoruz. Bunları söyleyen kişinin Müslüman olmadığı, fakat söylediği sözlerin vatan sevgisini aşıladığını ve insanı vatanın işgali karşısında direnmeye sevk ettiği dikkate alındığında bunları dinlemenin hükmünü açıklar mısınız?
Cevap: Dinleyiciye göre örf açısından eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı bir nitelik taşımazsa, bunları dinlemenin sakıncası yoktur; söyleyenin niyetinin ve söylediği sözlerin içeriğinin bu konuda hiçbir etkisi yoktur.
Soru 1159: Bazı spor dallarında antrenör ve uluslararası hakem vasfını taşıyan bir genç, mesleği gereği haram müzik çalınan kulüplere girmek zorunda kalıyor; geçiminin bir bölümünü bu yolla temin ettiği ve bulunduğu bölgede iş sahalarının az olduğu göz önünde bulundurulursa acaba onun bu işte çalışması caiz midir?
Cevap: Her ne kadar eğlendirici ve teganni şeklinde olan müziği dinlemesi haram olsa da bu meslekte çalışmasının sakıncası yoktur. Ama zorunlu durumlarda dinlemekten sakınmak kaydıyla, haram müzik meclislerine girmesi caizdir; bu durumda elinde olmaksızın duyduğu şeylerin [haram müzik] sakıncası yoktur.
Soru 1160: Acaba müziği sadece dinlemek mi haramdır, yoksa duymak da mı haramdır?
Cevap: Örfe göre duymanın da dinlemek sayıldığı bazı durumlar dışında, eğlendirici ve haram müziği duymak, dinlemek hükmünde değildir.
Soru 1161: Kur'an-ı Kerim'in okunması ile birlikte, günah ve eğlence meclislerinde yaygın olarak kullanılan çalgılar dışındaki çalgılarla müzik çalınması caiz midir?
Cevap: Kur'ân-ı Kerim'i güzel bir sesle ve makamla, Kur’an’ın şanına uygun bir şekilde okumanın sakıncası yoktur; hatta haram olan teganni haddine ulaşmaması kaydıyla tercih edilir bir şeydir; fakat müzik eşliğinde Kur'ân okumanın şer’i bir dayanağı ve veçhi yoktur.
Soru 1162: Doğum günleri ve diğer törenlerde davul çalmanın hükmü nedir?
Cevap: Müzik ve çalgı aletlerini eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı bir şekilde kullanmak mutlak suretle haramdır.
Soru 1163: Öğrencilerin, Eğitim Bakanlığı'nın marş ekipleri ve bando takımlarında kullandıkları müzik aletlerinin hükmü nedir?
Cevap: Örf açısından hem helâl, hem de haramda kullanılabilecek müzik aletlerini eğlendirici ve saptırıcı olmamak kaydıyla helâl amaçlarla kullanmak caizdir; fakat örfen eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müziklere has olan çalgı aletlerinden sayılan müzik aletlerini kullanmak caiz değildir.
Soru 1164: Müzik aletlerinden sayılan "santur" aleti imal etmek ve bir meslek olarak ondan kazanç elde etmek caiz midir? Acaba bu sanayiyi geliştirmek ve çalgıcıları bu aleti çalmaya teşvik etmek için yatırım yapmak ve yardım etmek caiz midir? Geleneksel müziği yaymak ve ihya etmek amacıyla ülkenin geleneksel müziklerini öğretmek caiz midir?
Cevap: Millî marşlar, devrim marşları veya helâl ve faydalı herhangi bir şeyi icra etmek için musiki aletlerinin kullanılmasında, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı [haram müzik] seviyesine ulaşmadığı sürece bir sakınca yoktur. Aynı şekilde bahsi geçen amaçlar için çalgı aletlerinin yapımı, öğretim ve öğreniminin kendi başına bir sakıncası yoktur.
Soru 1165: Hangi aletler eğlendirici sayılır ve kullanılması hiçbir durumda caiz değildir?
Cevap: Fikirsel ve inançsal sapmalara veya günaha düşmeye neden olan, genellikle helâl menfaati olmayan, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzik yapımında kullanılan aletlerdir.
Soru 1166: Haram içeriğe sahip ses kaset ve CD’lerini çoğaltmak için ücret almak caiz midir?
Cevap: Dinlenmesi haram olan bütün ses CD ve kasetlerin kopyalanması ve bunun karşılığında ücret alınması caiz değildir.
- DANS
DANS
Soru 1167: Düğün törenlerinde yapılan yerel danslar caiz midir? Bu törenlere katılmanın hükmü nedir?
Cevap: Farz ihtiyat gereği erkeğin dans etmesi haramdır. Kadının kadınlar için dans etmesi de eğer eğlendirici unvanı taşırsa, örneğin kadınlar toplantısı dans partisine dönüşürse sakıncalıdır ve farz ihtiyat gereği terk edilmelidir. Yine eğer şehvet uyandıracak veya fesada neden olacak şekilde veya haram fiil (haram müzik ve şarkı söylemek gibi) eşliğinde olursa ya da söz konusu mekânda namahrem bir erkek varsa, haramdır. Bu hükümde düğün meclisleri ile diğerleri arasında bir fark yoktur. Dans toplantılarına katılmak da eğer diğerlerinin yaptığı haram işi onaylamak sayılırsa veya haram bir işi yapmayı gerektirirse, caiz değildir. Bunun dışındaki durumlarda sakıncası yoktur.
Soru 1168: Kadınlar toplantısında müzik çalınmaksızın dans etmek haram mıdır, yoksa helal mi? Eğer haramsa iştirak edenlerin toplantıyı terk etmeleri farz mıdır?
Cevap: Kadının kadın için dans etmesi eğer eğlendirici unvanı taşırsa, örneğin kadınlar toplantısı dans partisine dönüşürse, sakıncalıdır ve farz ihtiyat gereği terk edilmelidir. Yine eğer şehvet uyandıracak veya haram iş yapmayı gerektirecek ya da bir fesada yol açacak olursa, haramdır. Yapılan haram işe itiraz unvanıyla söz konusu toplantıyı terk etmek, kötülükten sakındırmanın bir örneği sayılırsa, [orayı terk etmek] farzdır.
Soru 1169: Erkeğin erkek için, kadının kadın için veya erkeğin kadınlar arasında veya kadının erkekler arasında yaptığı yerel dansların hükmü nedir?
Cevap: Farz ihtiyat gereği erkeğin dans etmesi haramdır. Kadının başka kadınlar için dans etmesi de eğer eğlendirici unvanı taşırsa, örneğin kadınlar toplantısı dans partisine dönüşürse sakıncalıdır ve farz ihtiyat gereği terk edilmelidir. Bunun aksi bir durumda da eğer şehvet uyandıracak veya fesada neden olacak şekilde veya haram fiil (haram müzik ve şarkı söylemek gibi) ile birlikte olursa veya namahrem bir erkek varsa, haramdır.
Soru 1170: Erkeklerin ve küçük kızların toplu olarak danslarını televizyondan veya diğer yerlerde seyretmenin hükmü nedir?
Cevap: Onu seyretmek, eğer şehvetin uyanmasına neden olursa veya günah işleyeni ve davranışını onaylamak anlamına gelirse ya da fesada yol açarsa, caiz değildir.
Soru 1171: Eğer düğüne gitmek toplumsal adetlere saygıdan dolayı olursa, acaba dans olması ihtimalinden dolayı [yine de] şer'an bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Dans edileceği muhtemel olan düğün törenlerine katılmak, haram işleyen kimseyi onaylamak anlamına gelmedikçe ve harama düşmeye de sebep olmazsa sakıncası yoktur.
Soru 1172: Kadının kocası için ve erkeğin de karısı için dans etmesi haram mıdır?
Cevap: Herhangi bir haram işlemekle birlikte olmadıkça kadının kocası için ve erkeğin de karısı için dans etmesinin sakıncası yoktur.
Soru 1173: Anne ve babaların, çocuklarının düğün törenlerinde dans etmeleri caiz midir?
Cevap: Haram dans türünden olursa, babaların veya annelerin evlâtlarının düğün töreninde de olsa dans etmeleri haramdır.
Soru 1174: Evli bir kadın, kocasının haberi ve izni olmadan düğün törenlerinde yabancı erkeklerin karşısında dans ediyor. Bu hareketi defalarca tekrarlamış ve kocasının bu hususta marufu emretmesi ve münkerden sakındırması onu etkilememiştir. Bu konuda ne yapmak gerekir?
Cevap: Bir kadının yabancı erkeklerin karşısında dans etmesi mutlak olarak haramdır. Kadının, kocasının izni olmadan evden dışarı çıkması da yine özü itibariyle haram olup kocasına karşı serkeşlik etmesine (naşize) ve sonuç olarak onun nafaka hakkından mahrum bırakılmasına neden olur.
Soru 1175: Kadınların, çalgı aletlerinin kullanıldığı köy düğünlerinde erkeklerin önünde oynamalarının, dans etmelerinin hükmü nedir? Bu olay karşısında bizim görevimiz nedir?
Cevap: Kadınların yabancı erkeklerin önünde dans etmeleri ve aynı şekilde fesada ve şehvetin uyanmasına sebep olan her türlü dans haramdır. Müzik aletlerinin kullanılması ve onları dinlemek de eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı nitelikte olursa haramdır. Bu durumlarda mükelleflerin vazifesi münkerden sakındırmaktır.
Soru 1176: Mümeyyiz (iyiyle kötüyü ayırt edebilen) erkek veya kız çocuğunun kadınların veya erkeklerin toplantısında dans etmesinin hükmü nedir?
Cevap: Bulûğ çağına ermemiş çocuk, ister erkek olsun, ister kız olsun mükellef değildir; fakat yetişkinlerin onları dans etmeye teşvik etmeleri uygun değildir.
Soru 1177: Dans öğretim merkezleri açmanın hükmü nedir?
Cevap: Dans eğitim merkezleri kurmak ve dansı yaymak, İslami sistemin amaçlarına aykırıdır.
Soru 1178: Erkeklerin, kendilerine mahrem olan kadınların ve kadınların da kendilerine mahrem olan erkeklerin önünde dans etmelerinin hükmü nedir? Bu mahremliğin, nesebi veya evlenme yoluyla olması bir şeyi değiştirir mi?
Cevap: Haram olan dansı yapanın, erkek veya kadın olması arasında fark yoktur. Aynı şekilde mahremlerin karşısında yapılmasıyla namahremlerin karşısında yapılması arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 1179: Düğünlerde bastonla dövüş gösterisi yapmak caiz midir? Eğer bu gösteriyle birlikte müzik aletleri kullanılırsa hükmü nedir?
Cevap: Eğlence amaçlı bir spor oyunu niteliğinde olursa ve insan hayatı için bir tehlike korkusu da yoksa özü itibariyle bunda bir sakınca yoktur.
Soru 1180: Halay çekmenin hükmü nedir?
Cevap: Örfün nazarında dans sayılırsa, dans hükmündedir. [Dolayısıyla eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı şekilde müzik aletlerinin eşliğinde yapılması ya da bir fesada yol açması durumunda haramdır.]
- ALKIŞ
ALKIŞ
Soru 1181: Doğum günü ve düğün törenleri gibi kutlamalarda kadınların kendi aralarında alkış tutmaları caiz midir? Caiz olduğunu varsayarsak, eğ-er alkış sesleri meclisin dışına çıkıp yabancı erkeklerin kulağına ulaşırsa, hükmü nedir?
Cevap: Normal şekilde alkışlamanın, yabancı erkekler duysalar bile herhangi bir fesada yol açmadığı takdirde sakıncası yoktur.
Soru 1182: Ehlibeyt İmamlarının doğum günleri, vahdet haftası ve biset günü münasebetiyle düzenlenen kutlamalarda Hz. Peygamber ve Ehlibeyt’ine salavatlar eşliğinde, sevinçle alkış tutmanın hükmü nedir? Bu kutlamaların cami, devlet daireleri ve kurumlarındaki mescitlerde ve hüseyniye gibi ibadet yerlerinde düzenlenmesinin hükmü nedir?
Cevap: Genel olarak, doğum günü kutlamalarında veya birini teşvik etmek ve onaylamak için normal bir şekilde alkışlamanın kendi özünde bir sakıncası yoktur. Fakat dinî merasimlerin, özellikle cami, hüseyniye ve mescitlerde düzenlenen kutlamaların salavat ve tekbirlerle süslenmesi ve böylece salavat ve tekbirlerin sevabına ulaşılması daha uygundur.
- FOTOĞRAF VE FİLMLER
FOTOĞRAF VE FİLMLER
Soru 1183: Tesettürsüz namahrem kadının resmine bakmanın hükmü nedir? Televizyonda bir kadının yüzüne bakmanın hükmü nedir? Acaba bu konuda Müslüman kadınla Müslüman olmayan ve yine canlı yayınla paket program arasında bir fark var mıdır?
Cevap: Namahrem bir kadının fotoğrafına bakmak, namahrem kadının kendisine bakmak hükmünde değildir; dolayısıyla eğer şehvetle [zevk almak için] bakılmaz ve günaha düşme korkusu olmazsa ve resim de bakan kişinin tanıdığı Müslüman bir kadına ait değilse sakıncası yoktur. Farz ihtiyat gereği televizyondan canlı yayınlanan programlarda namahrem kadının görüntüsüne bakmamak gerekir. Fakat televizyondan yayınlanan paket programlarda, şehvet kastı ve günaha düşme korkusu olmamak kaydıyla namahrem kadının tasvirine bakmanın sakıncası yoktur.
Soru 1184: Uydudan yayın yapan televizyon programlarını seyretmenin hükmü nedir? Fars Körfezi sahilinde yer alan ülkelere yakın olan vilayetlerde yaşayanların bu ülkelerin televizyonlarını izlemelerinin hükmü nedir?
Cevap: Batılı ülkelerin uyduları tarafından yayınlanan programlar ve komşu ülkelerin çoğunun televizyon programları, insanı doğru yoldan saptıran fikir öğretilerini içerdiğinden, gerçekleri çarpıtıp, eğlendirici ve saptırıcı olduklarından bunların izlenmesi çoğu zaman dalalet, fesat ve haram işleri işlemeye sebep olduğundan bu tür yayınları izlemek caiz değildir.
Soru 1185: Radyo ve televizyondan yayınlanan komedi şovlarını ve hiciv programlarını dinlemenin veya seyretmenin sakıncası var mıdır?
Cevap: Bir mümine hakaret içermedikçe hiciv[1] programlarını ve komedi şovlarını dinlemekte ve izlemekte bir sakınca yoktur.
Soru 1186: Düğünümde tesettürümün tam olmadığı anlarda birkaç fotoğrafım çekildi. Bu fotoğraflar hâlihazırda arkadaşlarımın ve akrabalarımın elinde bulunuyor. O fotoğrafları geri almam bana farz mıdır?
Cevap: Fotoğrafınızın başkalarının yanında bulunması bir fesada yol açmıyorsa veya fotoğrafları diğerlerinden geri almak sizin için çok meşakkatli olursa, bu konuda herhangi bir yükümlülüğünüz yoktur.
Soru 1187: Kadınların namahrem olan dinî liderlerin ve şehitlerin fotoğraflarını öpmesinin bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Genel olarak bir şahsın fotoğrafı, onun kendisi gibi değildir; dolayısıyla, şehvet kastı ve günaha düşme korkusu yoksa saygı, teberrük veya sevgiyi belirtmek için bir fotoğrafı öpmenin sakıncası yoktur.
Soru 1188: Sinema filmlerinde ve diğer yerlerde tanımadığımız kadınların çıplak veya yarı çıplak görüntülerine bakmak caiz midir?
Cevap: Fotoğraf ve filmlere bakmak, namahremin kendisine bakmak hükmünde değildir. Dolayısıyla şehvetle olmaz ve bir günaha veya fesada yol açma durumu da söz konusu değilse şer'an sakıncası yoktur. Fakat şehvet uyandırıcı çıplak fotoğraflara, genellikle şehvet kastıyla bakıldığından [bu amel] günah işlemenin ön aşamasıdır. Bu yüzden de bu tür resim ve filmlere bakmak haramdır.
Soru 1189: Düğün törenlerinde kadınların kocalarının izni olmadan fotoğraf çektirmeleri caiz midir? Eğer caiz ise fotoğraf çektirirken hicaplarını tamamen korumaları farz mıdır?
Cevap: Fotoğraf çektirmenin kendisi kocanın iznine bağlı değildir. Fakat eğer fotoğrafı yabancı bir erkeğin göreceğine ve tam olarak örtünmemesinin bir fesada sebep olabileceğine ihtimal verirse, bu durumda örtüsünü tamamen koruması farzdır.
Soru 1190: Kadınların erkek güreşini seyretmeleri caiz midir?
Cevap: Eğer seyretmek, bizzat güreş meydanında hazır bulunarak veya lezzet ve zevk almak için olursa ya da fesattan ve günaha düşülmekten korkulursa caiz değildir. Eğer televizyon ve benzeri şeylerden canlı olarak seyredilirse, farz ihtiyat gereği caiz değildir. Belirtilen durumlar dışında sakıncası yoktur.
Soru 1191: Gelin, düğün gecesi ince tül bir duvak giyerse, yabancı bir erkeğin onun resmini çekmesi caiz midir?
Cevap: Yabancı bir kadına haram bir şekilde bakmayı gerektiriyorsa caiz değildir, yoksa sakıncası yoktur.
Soru 1192: Tesettürsüz bir kadının mahremleri arasında fotoğrafını çekmenin hükmü nedir? Resimleri, baskı esnasında yabancı bir erkeğin görme ihtimali varsa hüküm nedir?
Cevap: Eğer kadına bakıp fotoğrafını çeken fotoğrafçı, onun mahremlerindense, fotoğrafını çekmesinde herhangi bir sakınca yoktur ve yine onu tanımayan bir fotoğrafçı tarafından resimlerin baskısının yapılmasının da sakıncası yoktur.
Soru 1193: Bazı gençler, geçersiz mazeret ve gerekçelerle müstehcen resimlere bakıyorlar; bunun hükmü nedir? Eğer bu gibi resimlere bakmak, insanın şehvetinin az da olsa yatışmasına ve harama düşmesine engel olursa, hükmü nedir?
Cevap: Eğer bu görüntülere lezzet alma niyetiyle bakıyorsa veya kişi bunun şehvetini tahrik edeceğini biliyorsa veya günah işleme ve fesada düşme korkusu varsa, bu durumda bakmak haramdır. İnsanın başka bir harama düşmediği gerekçesi de şer’an haram olan bir işi yapmaya ruhsat olamaz.
Soru 1194: Müziğin çaldığı ve insanların dans ettiği filim festivallerinde, çekimler için bulunmanın hükmü nedir? Erkeğin erkekler ve kadının da kadınlar arası eğlencelerde çekim yapmasının hükmü nedir? Düğün törenlerinde çekilen video ve resimlerin o aileyi tanısın veya tanımasın, bir erkek tarafından montaj ve baskısının hükmü nedir? Yine bunların bir kadın tarafından yapılmasının hükmü nedir? Acaba videolarda müzik kullanılması caiz midir?
Cevap: Teganni veya haram müziği dinlemeyi ya da haram olan diğer her hangi bir işi yapmayı gerektirmedikçe, kutlama törenlerinde bulunmanın, erkeğin erkekler toplantısında ve kadının da kadınlar toplantısında çekim yapmasının sakıncası yoktur. Fakat erkeğin kadınlar toplantısında veya kadının erkekler toplantısında çekim yapması, onlara lezzet alma kastıyla bakmayı veya diğer fesatlara yol açarsa, caiz değildir. Yine videolarda, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzikleri kullanmak da haramdır.
Soru 1195: İran İslam Cumhuriyeti televizyonlarında yayınlanan filmlerin (yabancı veya yerli) ve müziklerin niteliğini dikkate aldığımızda izlemenin ve dinlemenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer dinleyiciler ve seyirciler, radyo ve televizyonda yayınlanan müziğin, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzik türünden olduğunu veya televizyonda yayınlanan bir filmi izlemenin fesada yol açtığını teşhis ederlerse, onları izlemeleri ve dinlemeleri caiz değildir. Sırf [İslam Cumhuriyeti] radyo ve televizyonlarından yayınlanması, caiz olduklarına dair şer’i delil sayılmaz.
Soru 1196: Resulullah’a (s.a.a), Emirü’l-Müminin Ali'ye (a.s) ve İmam Hüseyin'e (a.s) nispet edilen resimleri hazırlamanın, satmanın ve bunların resmî dairelere asılmasının hükmü nedir?
Cevap: Bu işin özü itibariyle şer'an bir sakıncası yoktur; fakat örfen onlara hakaret ve saygısızlık olarak sayılabilecek nitelikleri içermemeleri ve o büyük şahsiyetlerin konumlarıyla çelişmemelidir.
Soru 1197: Şehveti tahrik eden müptezel, bayağı kitap ve şiirler okumanın hükmü nedir?
Cevap: Bunlardan sakınmak gerekir.
Soru 1198: Televizyonlar veya canlı yayın yapan uydu kanalları, Batı toplumlarındaki sosyal konuları anlatan bir dizi toplumsal programlar yayınlıyorlar. Bu programlar kadın erkek ilişkilerini yaygınlaştırmak ve gayrimeşru ilişkileri teşvik etmek gibi yozlaşmış sapık düşünceleri ele almaktadır. Öyle ki bazı müminleri bile etkisi altına almıştır. Bunlardan etkilenme ihtimali olan kimselerin bu tür programları izlemesinin hükmü nedir? Acaba o programları tenkit etmek, olumsuz noktalarını dile getirmek ve izlememelerini tavsiye etmek maksadıyla izleyen biri için bu hüküm farklı mıdır?
Cevap: Bu programlar eğer lezzet alma kastıyla seyredilirse veya etkilenme ve fesada düşme korkusu olursa, caiz değildir. Fakat bunlardan etkilenmeyeceğinden ve fesada düşmeyeceğinden emin olan ehil birinin, bunları tenkit etmek, tehlikelerini ve olumsuzluklarını insanlara anlatmak için seyretmesinin sakıncası yoktur.
Soru 1199: Makyajlı, başı ve boynu açık olan bir televizyon sunucusunun saçlarına bakmak caiz midir?
Cevap: Sadece bakmanın, günaha ve fesada düşme korkusu ve lezzet alma kastı olmadıkça ve canlı yayın da değilse, sakıncası yoktur.
Soru 1200: Evli birinin erotik [tahrik edici] film izlemesi caiz midir?
Cevap: Eğer filmlere bakmak, şehveti tahrik etme kastıyla olursa veya şehvetin tahrik olmasına sebep olsa caiz değildir.
Soru 1201: Harama düşürmeyeceği göz önünde bulundurularak, evli erkeklerin hamile eşleriyle doğru ilişkide bulunmalarının yollarını öğreten filmleri seyretmelerinin hükmü nedir?
Cevap: Her zaman şehvetli bir bakışın eşlik ettiği [genellikle şehveti tahrik eden] bu filmleri izlemek caiz değildir.
Soru 1202: Kültür bakanlığı yetkililerinin; film, dergi, gazete ve kasetlerin muhtevasının meşru olup olmadığını kontrol edebilmeleri için, onları izlemelerinin ve dinlemelerinin hükmü nedir?
Cevap: Vazifeleri gereği görevlilerin zaruret miktarında izlemelerinin ve dinlemelerinin sakınca yoktur. Ancak onlara lezzet kastıyla bakmamalıdırlar. Ayrıca denetim ve inceleme için görevlendirilenlerin, fikrî ve manevî yönden yetkililerin gözetimi ve rehberliği altında olmaları farzdır.
Soru 1203: Bazen saptırıcı görüntülere sahip olabilen filmleri, denetlemek ve uygunsuz sahnelerini sansür edip diğerlerine [sağlıklı bir şekilde] sunmak amacıyla seyretmenin hükmü nedir?
Cevap: Bu filmlere bakmak, eğer kötü ve saptırıcı sahnelerini san-sür etmek kastıyla olursa, bu işi yapan kimsenin harama düşmeyeceğinden emin olunması şartıyla sakıncası yoktur.
Soru 1204: Eşlerin evde seks filmleri seyretmeleri caiz midir? Omuriliği kopmuş birinin eşiyle cinsel ilişkide bulunabilmek için şehvetini tahrik etmek amacıyla bu filmleri izlemesi caiz midir?
Cevap: Seks filmlerini izleyerek şehveti uyandırmak caiz değildir.
Soru 1205: Tıpkı İslam devleti kanunlarınca yasaklanmış olan film ve resimlerin eğer saptırıcı ve fesada düşürücü yönü olmazsa, onlara gizlice bakmanın hükmü nedir? Genç çiftler için meselenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer yasaksa sakıncalıdır.
Soru 1206: İslam Cumhuriyeti’nin mukaddesatına ve İnkılap rehberine hakaret edici sahneleri olan filmlere bakmanın hükmü nedir?
Cevap: Onlardan sakınmak farzdır.
Soru 1207: Devrimden sonra çekilen ve kadınların tam tesettürlü olmadan yer aldıkları ve bazen kötü öğretici yanları da bulunan İran filmlerini izlemenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer şehvet ve lezzet alma kastı olmaz ve ahlâkî fesada düşmeye de sebep olmazsa esasen bu filmleri izlemenin kendi özünde bir sakıncası yoktur. Fakat film yapımcılarının İslâm'ın yüce öğretileriyle çelişen filmleri üretmek ve hazırlamaktan kaçınmaları gerekir.
Soru 1208: Kültür bakanlığının onayladığı filmleri dağıtmanın ve başkalarına sunmanın hükmü nedir? Yine bu bakanlık tarafından onaylanan müzik [cd ve] kasetlerini üniversitelerde dağıtmanın hükmü nedir?
Cevap: Mükellefin kanaatine göre eğer bu film ve kasetler örfen eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzikler içeriyorsa, bunları dağıtmak, diğerlerine sunmak ve yine seyretmek ve dinlemek caiz değildir. Bunların sırf bazı ilgili dairelerce onaylanmış olması, mükellefin konunun teşhisindeki görüşü, onları onaylayanların görüşüyle çeliştiği sürece caiz olduğuna dair bir hüccet teşkil etmez.
Soru 1209: Elbise modeli seçiminde kullanılan ve yabancı kadınların resimlerinin bulunduğu kadın elbise dergilerini alıp-satmanın ve yanında bulundurmanın hükmü nedir?
Cevap: Bu dergilerde sırf yabancı kadınların resimlerinin bulunması, resimler ahlâkî bir fesada yol açmadıkça onların alımını, satımını ve elbise modeli seçiminde kullanımını engellemez.
Soru 1210: Filim çekimlerinde kullanılan kameraları alıp satmak caiz midir?
Cevap: Haram işlerde kullanmak amacı ve niyeti taşımadığı takdirde film kameralarının alım satımının sakıncası yoktur.
Soru 1211: Müptezel filmleri ve videoları alıp-satmanın ve kiralamanın hükmü nedir?
Cevap: Eğer filimler şehveti tahrik edecek, sapıklık ve ahlâkî fesada sebep olacak müstehcen görüntülere veya eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı teganni ya da müzikleri içerirse bunların üretimi, alım satımı, kiralanması ve bu amaçla yararlanmak için video [oynatma cihazlarının] kiralanması caiz değildir.
Soru 1212: Yabancı radyoların yayınladığı haberleri, ilmî ve kültürel programları dinlemek caiz midir?
Cevap: Ahlâkî fesat ve fikrî sapmalara sebep olmazsa, sakıncası yoktur.
[1]- Hiciv: Bir kimseyi, bir nesneyi ya da yeri, bir inancı ya da düşünüş biçimini yermek, toplumun ya da düzenin aksayan, kusurlu yanlarını iğneleyici, alaycı bir dille eleştirmek amacını taşıyan manzum ve mensur ürünlerin adıdır.
- UYDU ANTENLERİ
UYDU ANTENLERİ
Soru 1213: Uydudan yayınlanan televizyon programlarını izlemek için uydu cihazlarını satın almak, bulundurmak ve kullanmak caiz midir? Eğer bu cihaz ücretsiz olarak insanın eline ulaşırsa hüküm nedir?
Cevap: Uydu alıcı cihazların, sadece, televizyon programlarını izlemek için kullanılan bir alet olduğunu, bunların da hem helal hem de haram olabileceklerini dikkate alırsak, müşterek aletler hükmünde olur. Dolayısıyla, haram amaçlarda kullanılacak olursa alım satımı ve bulundurulması da haramdır; ancak helâl amaçlarda kullanılacak olursa caizdir. Fakat bu alet kullanıcılarına haram programları çok kolay bir şekilde izlemeleri için zemine hazırladığından ve bazen onu bulundurmak başka fesatlara yol açtığından alım satımı ve evde bulundurulması haramdır. Ancak biri, onu haramda kullanmayacağından emin olursa, onu temin etmesinin ve evde bulundurmasının fesat ve olumsuz yönleri de yoksa bu durumda sakıncası yoktur; ama bu konuda bir kanun varsa ona uyulmalıdır.
Soru 1214: Yurt dışında yaşayan birinin İslâm Cumhuriyeti’nin uydu kanallarını izleyebilmek için uydu cihazı satın alması ve satması caiz midir?
Cevap: Bu cihaz her ne kadar helâl amaçlarda kullanılma özelliğine sahip olan müşterek aletlerden olsa da, çoğunlukla haram amaçlarda kullanıldığından ve ayrıca evde kullanılmasının diğer fesat ve olumsuz yönleri olduğundan dolayı, bundan haram bir şekilde faydalanmayacağından ve evde kullanmasının hiçbir fesat çıkarmayacağından emin olan kimse dışında, satın alınması ve evde kullanılması caiz değildir.
Soru 1215: Eğer uydu cihazı İran İslâm Cumhuriyeti'nin kanallarıyla birlikte Körfez ve Arap ülkelerinin haber ve bazı yararlı programlarını ve Batılı ülkelerin yozlaşmış bütün kanallarını çekerse hükmü nedir?
Cevap: Televizyon kanallarının programlarını izlemek için bu gibi cihazları kullanmanın caiz olmasının ölçüsü, Batılı ülkelerin kanallarıyla diğer kanallar arasında hiçbir fark olmaksızın önceki meselede açıkladığımız gibidir.
Soru 1216: Batılı ülkeler veya Fars körfezindeki komşu ya da diğer ülkeler tarafından uydu aracılığıyla yayınlanan ilmî, Kur'ani veya benzeri programlardan haberdar olmak için uydu cihazı kullanmanın hükmü nedir?
Cevap: İlmî, Kur‘ani veya benzeri programları izlemek veya dinlemek için bu cihazı kullanmanın her ne kadar kendiliğinden sakıncası yoksa da Batılı ülkelerin ve komşu ülkelerin çoğunun uydu kanalıyla yayınladıkları programların içeriği genellikle insanları yanıltan ve yanlış yönlendiren düşünceleri aşıladığından, hakikatleri tahrif ettiğinden, ayrıca yozlaşmış ve saptırıcı programları içerdiğinden hatta ilmî ve Kur'ani programları bile onlardan izlemek çoğu zaman insanın fesada ve harama düşmesine sebep olmaktadır. Bundan dolayı bu programları izlemek için uydu cihazı kullanmak şer'an haramdır. Ancak izlenmesi veya dinlenmesi insanı hiçbir fesada ve harama düşürmeyen sadece ve sadece yararlı ilmî ve Kur’ani programlar olursa bunun sakıncası yoktur; elbette bu konuda mevcut bir kanun varsa uyulmalıdır.
Soru 1217: Mesleğimiz radyo, televizyon ve uydu cihazları tamirciliğidir. Son zamanlarda çanak anteni ve uydu cihazları kurulumu ve tamiri için birçok müracaatlar oluyor; bu husustaki vazifemiz nedir? Bu cihazların parçalarının alım satımının hükmü nedir?
Cevap: Eğer bu cihazı haram şeylerde kullanıyorlarsa -ki genellikle böyledir- veya bunu elde etmek isteyen kişinin onu haramda kullanacağını biliyorsanız, bu durumda onu alıp satmak, parçalarını montaj etmek, kurulumunu yapmak, tamir etmek ve parçalarını satmak caiz değildir.
- TİYATRO VE SİNEMA
TİYATRO VE SİNEMA
Soru 1218: Gerektiğinde din âlimlerinin ve hâkimlerin resmi kıyafetlerinin filmlerde kullanılması caiz midir? Geçmiş ve çağdaş âlimler hakkında, onların saygınlığını ve İslam’ın kutsallığını koruyarak, onlara hakaret ve saygısızlık etmeden, dini ve irfani üslupla sinema filmleri yazmak ve çekmek, hele ki amacın, Hanif İslam dininin resmettiği yüksek ve derin değerleri ortaya koymak ve İslam ümmetimizin ayrıcalığı olarak kabul edilen irfan ve otantik kültür kavramını ifade etmek ve aynı zamanda düşmanın müptezel kültürüne karşı mücadele etmek olduğu ve onları sinema diliyle ifade etmenin, özellikle genç nesil üzerinde çok fazla çekiciliği ve etkisi olduğu düşünüldüğünde caiz midir?
Cevap: Sinema bir aydınlatma ve tebliğ aracıdır; bu nedenle, gençlerin ve diğerlerinin entelektüel gelişimleri ve bilinç düzeylerini yükseltmek ve İslam kültürünü yaymak için kullanılabilecek, her şeyi tasvir etmenin ve sunmanın sakıncası yoktur. Bu yollardan biri, din âlimlerini ve aynı şekilde diğer bilim insanlarını, manevî makam sahiplerini ve onların özel hayatlarını tanıtmaktır. Ancak onların özel konumlarının ve hayatlarının sınırlarını gözetmek ve saygınlıklarını korumak farzdır ve bunlardan, İslâm'la çelişen mefhumları yaymak için yararlanmamak gerekir.
Soru 1219: Ölümsüz Kerbela faciasını canlandıracak ve İmam Hüseyin'in (a.s), uğruna şehit olduğu büyük hedefleri ortaya koyacak destansı bir kurgu filmi yapmak istiyoruz. Bu filmde İmam Hüseyin (a.s) sıradan bir insan olarak gözle görülecek şekilde gösterilmemiştir, aksine filmin bütün yapım, çekim ve ışıklandırma aşamalarında, İmam (a.s) nurani bir kişi olarak gösterilmiştir. Acaba böyle bir filmin yapımı ve İmam Hüseyin aleyhi's-selâm'ın şahsiyetini bu nitelikte ortaya koymak caiz midir?
Cevap: Eğer film, güvenilir kaynaklara dayanarak, konunun kutsallığı korunarak ve İmam Hüseyin (a.s) ile değerli ashabının ve ailesinin (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) yüksek mevki ve haysiyetine saygı gösterilerek yapılırsa sorun yoktur. Fakat mevzunun kutsallığını, Seyyidü’ş-Şüheda’nın (a.s) ve ashabının (hepsine selâm olsun) saygınlığını onlara yakışır bir şekilde korumak oldukça zordur; dolayısıyla bu konuda ihtiyat edilmesi gerekir.
Soru 1220: Sinema ve tiyatroda rol icabı erkeğin kadın elbisesi ve kadının da erkek elbisesi giymesinin hükmü nedir? Ve yine kadının erkek sesini ve erkeğin de kadın sesini taklit etmesinin hükmü nedir?
Cevap: Fesada yol açmadığı takdirde, rol icabı ve özel kişilerin özelliklerini anlatabilmek için karşı cinsin elbisesini giymenin ve sesini taklit etmenin caiz olması, uzak ihtimal değildir.
Soru 1221: Erkeklerin de seyrettikleri tiyatro ve gösterilerde kadınların krem ve makyaj malzemeleri kullanmalarının hükmü nedir?
Cevap: Eğer makyaj, mükellefin kendisi veya bir kadın ya da mahremlerinden biri tarafından yapılırsa ve herhangi bir fesada da yol açmazsa sakıncası yoktur; aksi durumda caiz olmaz. Ancak makyaj yapılan yüzün mahrem olmayan erkekler karşısında örtülmesi gerekir.
- RESSAMLIK VE HEYKELTIRAŞLIK
RESSAMLIK VE HEYKELTIRAŞLIK
Soru 1222: Bitkiler, hayvanlar ve insanlar da dâhil olmak üzere canlıların yüzlerinin portresini çizmenin ve boyamanın [ressamlık yapmanın], oyuncak bebek ve heykel yapmanın hükmü nedir? Bunları alıp satmanın, muhafaza edip fuarlarda sergilemenin hükmü nedir?
Cevap: Canlı olsalar bile varlıkların yüzlerinin resmini çizmenin, portresini ve heykelini yapmanın sakıncası yoktur. Yine resim, portre ve heykellerin alım satımının, muhafazasının ve fuarda sergilenmesinin de sakıncası yoktur.
Soru 1223: Yeni eğitim yönteminde, öz güven adında bir ders var. Bu dersin bir bölümü heykeltıraşlıktır. Bazı hocalar, el sanatları adı altında öğrencilere bez parçaları veya başka şeylerle bebek veya köpek, tavşan ve benzerlerinin heykelini yaptırıyorlar. Bu eşyaları yapmanın hükmü nedir? Hocaların öğrencilere bu işi yapmayı emretmelerinin hükmü nedir? Acaba bu heykellerin uzuvlarının tam olarak yapılıp yapılmamasının hükümde bir etkisi var mıdır?
Cevap: Heykel yapmanın ve yapımını emretmenin bir sakıncası yoktur.
Soru 1224: Çocukların ve gençlerin Kur’an’daki kıssaları resimle çizmelerinin ve boyamalarının hükmü nedir? Örneğin çocuklardan Ashab-ı Fil veya Hz. Musa (a.s) için denizin yarılması vb. kıssaları resimle anlatmalarını istemenin hükmü nedir?
Cevap: Bu işin kendiliğinden bir sakıncası yoktur; ancak gerçeklerin ve olayların metnine dayandırılmalı ve gerçeklere aykırı veya saygısızlığa neden olan şeyler ifade etmekten kaçınılmalıdır.
Soru 1225: Özel makinelerle insan veya diğer canlıların oyuncak bebeklerini veya heykellerini yapmak caiz midir?
Cevap: Sakıncası yoktur.
Soru 1226: Ziynet eşyalarını heykel şeklinde yapmanın hükmü nedir? Heykelin yapımında kullanılan maddenin, hükmün haram oluşunda etkisi var mı?
Cevap: Heykel yapmanın sakıncası yoktur ve heykelin yapıldığı malzemeler arasında da hiçbir fark yoktur.
Soru 1227: Oyuncak bebeklerin el, ayak ve baş gibi uzuvlarının yenilenmesi haram olan heykel yapımı kapsamına girer mi? Bu işe heykel yapmak denir mi?
Cevap: Sadece oyuncak bebeklerin uzuvlarını yapmak veya yenilemek heykel yapmak sayılmaz ve her halükarda heykel yapılmasında bir sakınca yoktur.
Soru 1228: Bazılarına göre sıradanlaşan, vücutta sabit kalacak ve kaybolmayacak şekilde resimler çizdirerek kalıcı dövme yaptırmanın hükmü nedir? Acaba bu dövme gusül ve abdestin sıhhatine engel sayılır mı?
Cevap: Dövme yaptırmak haram değildir ve derinin altında ondan geriye kalan izler suyun deriye ulaşmasını engellemez. Dolayısıyla dövmeyle alınan gusül ve abdest sahihtir.
Soru 1229: Meşhur ressamlardan olan bir karı-kocanın mesleği sanat eseri tablolarını onarmak ve restore etmektir. Bu tablolardan birçoğu Hıristiyan topluluğunu göstermekte, bazısında haç resmi, Hz. Meryem (aleyha selâm) ve Hz. İsa'nın (aleyhi's-selâm) resimleri var. Çeşitli kurumlar, şirketler ve bazı kişiler kilise tarafından, eskime veya başka sebeple bir bölümü yok olan bu tabloları onarmaları ve restore etmeleri için bu ressamlara başvuruyorlar. Acaba bu karı-kocanın bu tabloları onarıp restore etmeleri ve bunun karşılığında ücret almaları caiz midir? Çoğu tabloların bu türden olduğunu, bu çiftin İslâm öğretilerine bağlı olduklarını ve bu tabloları onarmanın ve restore etmenin de tek geçim kaynakları olduğunu göz önünde bulundurarak hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Hıristiyan topluluğunu tavsif etse veya Hz. İsa (aleyhi's-selâm) ve Hz. Meryem'in (aleyha selâm) timsallerini içerse bile sanat eseri olan tabloları onarmanın ve restore etmenin bir sakıncası yoktur. Yine batılı ve sapıklığı yaymadıkça ve veya peşi sıra başka fesatları gerektirmedikçe bu iş karşısında ücret almanın ve bu işi geçim kaynağı edinmenin de sakıncası yoktur.
- SİHİRBAZLIK, BÜYÜCÜLÜK, MEDYUMLUK VE CİNCİLİK
SİHİRBAZLIK, BÜYÜCÜLÜK, MEDYUMLUK VE CİNCİLİK
Soru 1230: Büyü öğrenmenin, öğretmenin, izlemenin ve el çabukluğuna dayanan oyunlar oynamanın hükmü nedir?
Cevap: Bir büyü türü olan illüzyonistliğin öğretilmesi ve öğrenilmesi haramdır; ancak hareket hızı ve el becerisinin eşlik ettiği ve bir büyü türü sayılmayan oyunlarda sakınca yoktur.
Soru 1231: Gayıptan haber veren cifir, remil, horoskop vb. ilimleri öğrenmek caiz midir?
Cevap: Bu ilimlerin günümüzde halk arasındaki kalıntıları genellikle gaybı bilmek ve gayıptan haber vermek konusunda itminan ve güvence verecek nitelikte değillerdir. Ancak bir fesada yol açmazsa cifir ve remil ilimlerini doğru bir şekilde öğrenmenin sakıncası yoktur.
Soru 1232: Büyücülüğü öğrenmek ve büyü yapmak caiz midir? Acaba ruhları, melekleri ve cinleri çağırmanın hükmü nedir?
Cevap: Sihir ilmi ve onu öğrenmek şer'an haramdır; ancak meşru ve makul amaçla olursa sakıncası yoktur. Ama ruhları, melekleri ve cinleri çağırmanın, farklı durumlara, araçlara ve amaçlara göre farklı hükümleri vardır.
Soru 1233: Müminlerin, ruh ve cinleri teshir edip emrine almak suretiyle hastaları tedavi eden bazı kişilere müracaat etmelerinin, onların yaptıkların sadece hayır olduğuna kesin olarak inandıkları takdirde hükmü nedir?
Cevap: Şer'an helâl olan yollarla yapılması durumunda bunun özünde bir sakıncası yoktur.
Soru 1234: Küçük taşlarla fala bakmak ve bu yolla para kazanmak caiz midir?
Cevap: Yalan haber vermek caiz değildir.
- HİPNOTİZMA
HİPNOTİZMA
Soru 1235: Hipnotizma yapmak caiz midir?
Cevap: Makul bir amaçla ve hipnotize olan kimsenin rızasıyla olursa ve yine haram bir işle birlikte yapılmadıkça sakıncası yoktur.
Soru 1236: Bazıları tedavi amacıyla değil, sadece insanın ruhsal gücünü göstermek amacıyla hipnotizmaya başvuruyorlar; acaba bunu yapmaları caiz midir? Yine bu alanda tecrübeli, ama uzman olmayan kişilerin bu işi yapmaları caiz olur mu?
Cevap: Genel olarak hipnotizmayı öğrenmenin, insanlarca makul görülen helâl ve kayda değer bir amaçla ondan yararlanmanın, yapay uykuya dalacak kişinin rızasıyla ve ona kayda değer bir zararı olmaması şartıyla sakıncası yoktur.
- TALİH OYUNLARI
TALİH OYUNLARI
Soru 1237: Piyango biletlerinin alım satımının ve mükellefin bu yolla kazandığı ikramiyenin hükmü nedir?
Cevap: Piyango biletlerinin alım satımı farz ihtiyat gereği haramdır. Bu yolla ikramiye kazanan kişi, kazandığı ikramiyenin şer'an sahibi olamaz ve onu almaya hakkı yoktur.
Soru 1238: "Armağan-ı behzistî" adıyla halk arasında yayınlanan biletleri almanın, onlar için para ödemenin ve onların çekilişlerine katılmanın hükmü nedir?
Cevap: Halktan bağış toplayarak hayır işlerde harcamak amacıyla bilet dağıtmanın ve bağışta bulunanları kura çekilişiyle teşvik etmenin ve bu işe yönlendirmenin şer'î bir engeli yoktur ve yine hayır işlere iştirak etmek amacıyla bu biletleri temin etmek için para ödemenin de bir sakıncası yoktur.
Soru 1239: Birisi arabasını çekiliş-piyango ödülü yoluyla insanlara sunuyor. Şöyle ki, çekilişe katılan kişi, belli bir tarihte, belli bir fiyat üzerinden çekiliş yapılacak olan bileti satın alıyor. Halktan bir grubun katılması ve katılma süresinin dolmasıyla çekiliş yapılıyor. Çekilişte adı çıkan ödülü kazanarak oldukça pahalı olan arabayı teslim alıyor. Acaba çekiliş yoluyla bu şekilde araba satmak şer'an caiz midir?
Cevap: Bu biletlerin alınması ve satılması ihtiyat gereği haramdır ve ödülü kazanan kişi ödülün (arabanın) sahibi olmaz. Mülkiyet için ödül sahibinin bunu satış, bağış veya sulh gibi şeriat sözleşmelerinden biri yoluyla kazanana devretmesi gerekir.
Soru 1240: Daha sonra çekiliş yoluyla toplanan paranın bir kısmı talihlilere hediye edilip, geri kalanı halkın genel menfaatine yönelik hayır işlerinde kullanılacak şekilde, halka bağış bileti satmak caiz midir?
Cevap: Bu işi "satış" olarak adlandırmak doğru değildir. Evet, bu biletleri dağıtmanın ve halkı hayır işlere teşvik etmek için ismi kuradan çıkanlara hediye vermeyi vadetmenin sakıncası yoktur; ancak insanların bu senetleri hayır işlere katkıda bulunma niyetiyle almaları gerekir.
Soru 1241: Belli bir şirkete ait olduğu ve kârının sadece %20'sinin kadın hayır kurumlarına ödendiği düşünülürse, piyango bileti (loto) alınması caiz midir?
Cevap: [Bu biletlerin] alım satımı farz ihtiyat gereği haramdır ve piyango talihlileri [ödül olarak] kazandıkları miktara sahip değildirler.
- RÜŞVET
- TIBBÎ KONULAR
- EĞİTİM, ÖĞRETİM VE ADABI
EĞİTİM, ÖĞRETİM VE ADABI
Soru 1319: İnsan karşısına çıkacak konulara dair şer'î hükümleri öğrenmemekle günahkâr sayılır mı?
Cevap: Hükümleri öğrenmemesi farzları terk etmeye veya haramları işlemeye sebep olursa günahkârdır.
Soru 1320: Dinî ilimler öğrencisi, satıh [yüzeysel olarak dini ilimleri öğrenme] merhalesini bitirdikten sonra eğer kendisinde içtihat derecesine ulaşabilecek kadar dersleri okuyup tamamlama gücünü görürse, acaba tahsilini içtihat derecesine kadar sürdürmesi ona farz-ı ayn olur mu?
Cevap: Hiç şüphe yok ki, dini ilimleri öğrenmek ve içtihat derecesine kadar devam etmek kendi başına büyük bir fazilet sayılıyor; ancak sırf içtihat derecesine ulaşma yeteneğine sahip olmak onu insana farzı ayn yapmaz.
Soru 1321: Dinin esaslarını [ûsulü’d-din] kesin olarak öğrenmenin yolları nelerdir?
Cevap: Yakîn [doğruluğunda şüphe bulunmayan, vakıaya uygun bilgi] genellikle aklî delil ve burhanlarla elde edilir. Ancak burhan ve deliller mükelleflerin idrak güçlerine göre değişir. Her halükârda, insan başka bir yolla da yakîne ulaşırsa, o da yeterlidir.
Soru 1322: İlim tahsilinde gevşek davranmanın, tembellik etmenin ve yine zamanı boşa harcamanın hükmü nedir? Acaba haram mıdır?
Cevap: [Eğitim esnasında] aylaklık ve işsizlikle vakit kaybetmenin sakıncaları vardır ve öğrenci, özel öğrenci ödeneğinden yararlandığı sürece öğrenciler için belirlenmiş özel müfredata uymak zorundadır. Aksi durumda eğitim için verilen burs, maddi yardım vb. olanaklardan yararlanması caiz değildir.
Soru 1323: İktisat fakültesinde verilen dersler arasında faizli borç, sanayi ve ticaret alanlarında faiz alma yöntemleri üzerinde karşılaştırmalı dersler verilmektedir. Bu dersi vermenin ve bunun karşılığında ücret almanın hükmü nedir?
Cevap: Sırf faizli borç hakkında ders vermek ve açıklamalarda bulunmak haram değildir.
Soru 1324: İslam Cumhuriyeti'nde kendini adamış uzmanların başkalarını eğitmek için izlemesi gereken doğru yöntem nedir? İdarelerdeki hassas teknik ve fenni bilgilere erişme liyakatine kimler sahiptir?
Cevap: İslâm hükûmetinin eğitim ve öğretimi ile ilgili özel kural ve yönetmelikler koymuş olduğu ilimler ve bilgiler dışında, herhangi bir bilimi herhangi bir kişi için öğrenmek, eğer meşru akılcı bir amaç içinse ve onda fesada düşme ve düşürme korkusu yoksa sakıncası yoktur.
Soru 1325: Dinî medreselerde felsefe dersi almak ve vermek caiz midir?
Cevap: Dini inançlarında bir sapmaya neden olmayacağından emin olan bir kişinin felsefe öğrenmesinde ve öğretmesinde bir sakınca yoktur; hatta bazı durumlarda vaciptir.
Soru 1326: "Şeytan Ayetleri" kitabı gibi saptırıcı kitapların alım satımının hükmü nedir?
Cevap: Saptırıcı kitapların alım satımı ve bulundurulması, muhteviyatına cevap vermek ve bunları çürütmek için buna ilmî gücü yeten kimsenin dışında hiç kimseye caiz değildir.
Soru 1327: İnsan ve hayvanlar hakkında faydalı, ancak hayalî olan hikâyeleri öğretmenin ve anlatmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğer hikâyenin kurgu olduğu karinelerden anlaşılırsa, sakıncası yoktur.
Soru 1328: Üniversite veya fakültelere gitmek, derse gelen tesettürsüz kadınlarla karışık olarak bir arada bulunmayı gerektiriyorsa, hüküm nedir?
Cevap: Eğitim ve öğretim için eğitim merkezlerine gitmenin sakıncası yoktur. Fakat kadınların ve kızların örtülerini korumaları farzdır. Yine erkeklerin de kendilerini haram bakışlardan, fitne ve fesada düşme endişesini barındıran görüşmelerden kaçınmaları farzdır.
Soru 1329: Bir kadının dinî örtü ve iffetine riayet ettiğini bilerek, sürücü kursu için özel olan bir yerde, yabancı bir erkeğin yardımıyla araba kullanmayı öğrenmesi caiz midir?
Cevap: Kadının, tesettüre ve iffete dikkat etmek ve fesada düşmeyeceğinden emin olması şartıyla, yabancı birinin yardım ve rehberliği ile araba kullanmayı öğrenmesinde bir sakınca yoktur. Fakat buna rağmen mahremlerinden birinin de kendisine eşlik etmesi daha uygun olur; hatta öncelik, sürücü eğitiminin mutlaka bir kadın eğitmen veya mahremlerinden biri yardımı ile yapılmasıdır.
Soru 1330: Okullarda ve üniversitelerde okuyan gençler, kızlarla da tanışıp, görüşüyorlar ve sınıf ve ders arkadaşı olduklarından onlarla dersler ve diğer konular hakkında konuşuyorlar. Bazen bazı sohbetler, şehvet veya lezzet alma kastı olmaksızın gülmeler ve şakalarla birlikte olmaktadır; acaba bu caiz midir?
Cevap: Bayanların örtülerini korumaları, [sohbet esnasında] lezzet alma kastının olmaması ve fesada [ve harama] düşmemekten emin olunması şartıyla sakıncası yoktur; aksi durumda caiz değildir.
Soru 1331: Günümüzde İslam ve Müslümanlar için hangi ilmî ihtisas dalları daha faydalıdır?
Cevap: Üniversitelerin âlim, hoca ve öğrencilerinin, yabancılara, özellikle İslâm ve Müslümanların düşmanlarına muhtaç olmamak için, Müslümanların ihtiyaç duyduğu bütün faydalı ilmî ihtisas dallarını ve yararlı bilimleri önemsemeleri gerekir. Bunların en faydalı olanları mevcut koşullar dikkate alınarak ilgili yetkililerle tespit edilir.
Soru 1332: Başka dinleri ve inançları tanımak ve bu hususta bilgi edinmek için saptırıcı kitapları ve diğer dinlerin temel kitaplarını okumanın hükmü nedir?
Cevap: Sırf bu inançları tanımak ve onlar hakkında daha fazla bilgi edinmek için bu tür kitapları okumanın caiz olduğuna hükmetmek zordur. Ama bunlardaki dalaleti tanıma ve teşhis etme gücüne sahip olan ve kendisinin haktan sapmayacağına emin olan ehil kişilerin bunları çürütmek ve reddetmek amacıyla okumaları caizdir.
Soru 1333: Çocukları, bazı sapık inançların da öğretildiği okullara, onların bu derslerden etkilenmeyecekleri varsayımıyla göndermenin hükmü nedir?
Cevap: Onların dinî inançlarını kaybedeceklerine dair bir korku duyulmaz, batılı yaygınlaştırmak da söz konusu değilse ve çocuklar saptırıcı, bozuk ve batıl konuları öğrenmekten kaçınabilirlerse, sakıncası yoktur.
Soru 1334: Dört yıldan beri tıp fakültesinde okumakta olan bir üniversite öğrencisi, dinî ilimlere çok fazla ilgi duymaktadır. Bu konumdaki birisinin tıp dalında eğitimini sürdürmesi farz mıdır, yoksa tıbbı bırakıp dinî ilimlere yönelebilir mi?
Cevap: Öğrenci eğitim almak istediği branşı seçmekte özgürdür; ama burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var, o da şu ki, eğer dini ilimleri öğrenmek, İslam toplumuna hizmet etme gücüne sahip olmak açısından önemliyse, tıp okumak da, İslam ümmetine tıbbi hizmetlerin sunulması ve hastalıkların tedavi edilmesi ve hayatlarının kurtarılması kastıyla hazırlanmak için büyük bir önem arz etmektedir.
Soru 1335: Bir öğretmen, sınıfta diğer öğrencilerin karşısında bir öğrenciyi şiddetle cezalandırmıştır; acaba öğrencinin de öğretmenine misilleme yapması caiz midir?
Cevap: Öğrencinin, öğretmen ve hocanın makamına lâyık olmayan bir şekilde karşılık vermeye hakkı yoktur ve öğretmenin saygınlığını ve sınıfın düzenini koruması farzdır; ancak kanunî yollara başvurabilir. Nitekim öğretmenin de arkadaşlarının karşısında öğrencinin saygınlığını gözetmesi ve İslâmî eğitim adabını gözetmesi farzdır.
- BASIM, TELİF VE SANAT ESERLERİ HAKLARI
BASIM, TELİF VE SANAT ESERLERİ HAKLARI
Soru 1336: Yurt dışından getirilen veya İslam Cumhuriyeti içinde basılan kitap ve makalelerin, yayıncılarının izni olmadan yeniden basılmasının hükmü nedir?
Cevap: İslam Cumhuriyeti dışında yayınlanan kitapların yeniden basılması veya ofset yoluyla fotoğraflanması konusu, İran İslam Cumhuriyeti ile bu hükümetler arasında akdedilen anlaşmalara tabidir. Yurtiçinde basılan kitaplarda ise yayıncının hakkı, kitapları yeniden basmak için ondan izin alınarak gözetilmelidir.
Soru 1337: Müelliflerin, mütercimlerin ve eser sahiplerinin, o işi yapmak için harcadıkları emek, zaman ve paranın karşılığı olarak veya telif hakkı olarak bir meblağ talep etmeleri caiz midir?
Cevap: Onlar, bilimsel ve sanatsal çalışmalarının ilk nüshasını veya aslını yayımcıya teslim etmeleri karşılığında yayımcıdan istedikleri miktarı alma hakkına sahiptirler.
Soru 1338: Eğer yazar veya çevirmen veya sanatçı, eserinin ilk baskısı için belli bir miktar ücret alır ve bununla birlikte sonraki baskılarda da kendisinin hakkı olmasını şart koşarsa, acaba sonraki baskılarda yayıncıdan bir şey talep edebilir mi? Bu miktarı almanın hükmü nedir?
Cevap: İlk baskının teslimine ilişkin sözleşme esnasında ek olarak sonraki baskılardan dolayı da bir miktar ücret alınmasını şart koşmuşsa veya kanun bunu gerektiriyorsa, bu miktarın alınmasında bir sakınca yoktur ve yayıncının bu şarta uyması farzdır.
Soru 1339: Eğer yazar ve müellif birinci baskıya izin verirken sonraki baskılar için hiçbir şey söylememişse, acaba yayıncı yazardan yeniden izin almadan ve ona herhangi bir meblağ ödemeden eseri tekrar basabilir mi?
Cevap: Eğer baskı için aralarında yaptıkları anlaşma sadece birinci baskı hakkında olursa, bu durumda farz ihtiyat gereği sonraki baskılar için de onun hakkı gözetilmeli ve izin alınmalıdır.
Soru 1340: Yazara, yolculuk veya vefat gibi bir nedenden dolayı ulaşılamadığı durumlarda, eserin yeniden baskısı için kimden izin alınmalı ve para kime teslim edilmelidir?
Cevap: Yolculuktaysa yazarın vekiline veya şer'î velisine (mallarını korumakla yetkili olan kişiye), öldüğü takdirde mirasçısına müracaat edilmelidir.
Soru 1341: Üzerlerinde "Yayın hakları müellife aittir." ibaresi olmasına rağmen kitapları sahiplerinden izin almaksızın basmak caiz midir?
Cevap: Farz ihtiyat gereği [bu tür kitapları] basmak için müellif ve yayıncıdan izin alınarak onların haklarının gözetilmesi gerekir. Tabii ki [bu konuyla ilgili] kanunun olduğu durumlarda buna uyulmalı ve bundan sonraki konularda da buna dikkat edilmelidir.
Soru 1342: Bazı Kur'ân ve ilâhî kasetlerinin üzerinde, "Çoğaltma hakları saklıdır." yazılmıştır; bu durumda, bu kasetleri çoğaltarak başkalarının kullanımına sunmak caiz midir?
Cevap: Farz ihtiyat gereği kasetin kopyalanması ve çoğaltımı için asıl yayıncıdan izin alınmalıdır.
Soru 1343: Bilgisayar CD’lerini kopyalamak caiz midir? Eğer haram ise, bu hüküm sadece İran'da hazırlanan CD’ler için mi geçerlidir yoksa yabancı ülkelerde hazırlanan CD’leri de kapsar mı? Bazı CD’lerin içeriklerinin önemine binaen çok pahalı olduğu dikkate alındığında hüküm nedir?
Cevap: Yurtiçinde üretilen bilgisayar CD’lerinin kopyalanması ve çoğaltımında farz ihtiyat gereği sahiplerinden izin alınarak haklarının gözetilmesi gerekir. Yurtdışında üretilen CD’ler ise, [o ülkeler ile yapılan] anlaşmaya bağlıdır.
Soru 1344: İş yerlerinin ve şirketlerin ticarî isimleri sadece onların sahiplerine mi aittir ve başkaları, iş yerleri ve şirketlerine o isimleri koyamazlar mı? Örneğin birisi iş yerine soyadını koyarsa, o aileden başka birisi de kendi iş yerine aynı ismi koyabilir mi? Veya başka bir aileden olan birisi iş yeri için aynı ismi kullanabilir mi?
Cevap: Eğer mağazaların ve şirketlerin marka adları, devlete diğerlerinden daha önce resmi talepte bulunan bir kişiye, ülkenin yürürlükteki kanunlarına göre devlet tarafından verilmiş ve bu isim resmî belge ve kayıtlarda da onun adına kayıtlıysa, bu durumda dükkânı veya şirketi adına kayıtlı olan kimsenin izni olmaksızın bu ismin başkaları tarafından kullanılması caiz değildir. Bu hükümde, bu kişilerin, o ismin veya markanın sahibiyle aynı aileden olup olmaması fark etmez. Eğer bu şekilde değilse, o zaman o isim ve unvanları diğerlerinin kullanmasının sakıncası yoktur.
Soru 1345: Bazı kimseler kitap veya belgelerin fotokopisini çeken kırtasiye vb. yerlere giderek onlardan fotokopi çekmelerini istemektedirler. Müminlerden olan dükkân sahibinin o kitap, belge veya derginin bütün müminlere yararlı olduğuna inanarak sahibinden izin almadan onların fotokopisini çekip çoğaltması caiz midir? Eğer kitap sahibinin buna razı olmadığını bilirse hüküm değişir mi?
Cevap: Farz ihtiyat gereği şahıs, kitap veya belgelerin sahibinden izin alınmaksızın fotokopilerini çekmemelidir.
Soru 1346: Bazı müminler filim CD veya kaseti kiralayan yerlerden videokasetleri veya CD’leri kiralıyor ve beğendikleri takdirde ulemadan birçoğunun [bu tür CD ve videokasetlerinin] kayıt ve yayın hakkının saklı olmadığı görüşüne dayanarak izinsiz bir şekilde onları kaydedip çoğaltıyorlar; acaba bu iş caiz midir? Eğer caiz değilse, birisi kaydeder ve çoğaltırsa, bunu kiraladığı yere bildirmesi gerekir mi, yoksa kaydedip çoğaltmış olduğu CD ve videokasetleri silmesi yeterli midir?
Cevap: Farz ihtiyat gereği sahibinin izni olmadan CD veya videokasetler çoğaltılmamalıdır; ama eğer izinsiz böyle bir şey yapılmışsa, içeriklerin silinmesi yeterlidir.
- GAYRİMÜSLİMLERLE MUAMELE
GAYRİMÜSLİMLERLE MUAMELE
Soru 1347: İsrail mallarını ithal etmek ve dağıtmak caiz midir? Eğer zaruret gereği ithal edilmiş olursa, bu malları satmak caiz olur mu?
Cevap: İslâm ve Müslümanların düşmanı olan gasıp İsrail rejiminin yararına olan muamelelerden sakınmak gerekir. İsrail'in, yapım ve satımından kâr sağladığı malları ithal etmek ve dağıtmak hiç kimseye caiz değildir. İslâm ve Müslümanlara zarar vermesi ve birçok olumsuz yönleri bulunması nedeniyle Müslümanların da İsrail mallarını satın almaları caiz değildir.
Soru 1348: İsrail'e yönelik ekonomik ambargoyu kaldıran bir ülkede tüccarların İsrail mallarını ithal etmesi ve bu malları dağıtmaları caiz midir?
Cevap: Aşağılık İsrail rejiminin yapım ve satımından kâr sağladığı malları ithal etmek ve dağıtmaktan sakınmak farzdır.
Soru 1349: Müslümanların, İslâm ülkesinde satılan İsrail mallarını satın almaları caiz midir?
Cevap: Bütün Müslümanlara, üretim ve satış kârı, İslâm ve Müslümanlarla savaş hâlinde olan Siyonistlere dönen malları satın almaktan ve kullanmaktan sakınmaları farzdır.
Soru 1350: İslâm ülkelerinde İsrail'e tur düzenleyen seyahat acenteleri açmak caiz midir? Müslümanlar bu acentelerden bilet satın alabilirler mi?
Cevap: İslâm ve Müslümanlara zararlı olduğu için bu iş caiz değildir. Aynı şekilde Müslümanlarla savaş hâlinde olan düşman İsrail'e karşı Müslümanlarca uygulanan ambargoyu ihlal sayılan teşebbüslerde bulunmak hiç kimseye caiz değildir.
Soru 1351: Yahudi, Amerikalı veya Kanadalı şirketlerin ürünlerini, alçak İsrail hükümetini destekledikleri ihtimaline rağmen satın almak caiz midir?
Cevap: Bu ürünlerin alım ve satımları gasıp ve alçak İsrail rejiminin güçlenmesine neden olur veya İslâm ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarında kullanılırsa, kimsenin onları satın alması ve satması caiz değildir; aksi durumda sakıncası yoktur.
Soru 1352: İsrail malları İslâm ülkelerine girdikten sonra tacirlerin onların bir bölümünü satın alarak halka satmaları ve dağıtmaları caiz midir?
Cevap: Bu işte bulunan fesatlar [Müslümanların çıkarına ters düşen ve onlara zarar veren durumlar] nedeniyle onların bunu yapmaları caiz değildir.
Soru 1353: Eğer İsrail malları, İslâmî bir ülkenin umumî ticaret merkezlerinde halka sunulursa, Müslümanların, ihtiyaç duyulan ürünleri İsrail'e ait olmayan ve başka ülkelerden ithal edilen mallardan temin etme imkânları olmasına rağmen onları satın almaları caiz midir?
Cevap: Bütün Müslümanların, üretim ve satış kârları İslâm ve Müslümanlarla savaş hâlinde olan Siyonistlere dönen malları satın almaktan ve kullanmaktan sakınması farzdır.
Soru 1354: Eğer, Müslüman müşterilerin İsrail'de üretildiğini bilirlerse satın almayacakları İsrail mallarının, Kıbrıs ve Türkiye gibi ülkelerde, o malların İsrail'de üretildiği belli olmasın diye Menşe Şahadetnamesi[1] değiştirildikten sonra yeniden ihraç edildiğini bilirsek, böyle bir durum karşısında Müslüman olarak vazifemiz nedir?
Cevap: Müslümanlar, bu gibi malları satın almaktan, dağıtmaktan ve kullanmaktan kaçınmalıdırlar.
Soru 1355: Amerikan mallarını alıp satmanın hükmü nedir ve bu hüküm Fransa, İngiltere gibi bütün batılı ülkeleri kapsıyor mu? Acaba bu hüküm İran'a özel midir yoksa tüm ülkeler için geçerli midir?
Cevap: Eğer gayri İslâmî ülkelerden ithal edilen malları satın almak ve kullanmak, İslâm ve Müslümanlara düşman olan sömürgeci kâfir rejimleri güçlendirirse veya onların İslâm ülkesine veya dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlara yönelik saldırıları için gereken maddî güçlerini artırırsa, Müslümanların şer'an onları satın almak ve kullanmaktan sakınmaları farzdır. Bu konuda satın alınan mallar arasında ve yine İslâm ve Müslümanlara düşman olan kâfir devletlerarasında hiçbir fark yoktur ve bu hüküm sadece İranlı Müslümanlara has değildir.
Soru 1356: Kazançları kâfir hükümetlere ulaşan ve onları güçlendiren fabrikalarda ve kurumlarda çalışanların görevi nedir?
Cevap: Kazançları Müslüman olmayan ülkelere gitse bile, meşru işlerle kazanç sağlamak özü itibariyle sakıncasızdır. Ancak bu rejim İslâm ve Müslümanlarla savaş hâlinde olursa ve Müslümanların çalışmalarının ürünleri bu savaşta kullanılırsa, bu kurumlarda çalışmak caiz olmaz.
[1]-Ya da ürün kimliği, (ing. Cerfificate of Origin, CoO,) uluslararası ticarete konu olan ürünlerin menşeini belirten belgelerdir.
- ZALİM DEVLETTE ÇALIŞMAK
ZALİM DEVLETTE ÇALIŞMAK
Soru 1357: İslâmî olmayan bir devlette görev alıp çalışmak caiz midir?
Cevap: Bunun caiz olması, alınan görevin özü itibariyle caiz olmasına bağlıdır.
Soru 1358: Arap ülkelerinden birinde emniyet genel müdürlüğü trafik başkanlığında çalışan birisi, trafik kurallarını ihlal edenlerin dosyalarını imzalayarak onları cezaevine sevk etmekle sorumludur. Dosyasını imzaladığı suçlular cezaevine giriyor; acaba bu görevde bulunması caiz midir? Bu işi karşılığında devletten aldığı maaşın hükmü nedir?
Cevap: Kamu düzenini sağlamak için konulan yasalar gayri İslâmî bir devlet tarafından koyulmuş olsa bile her durum ve yerde onlara uymak farzdır ve helâl bir iş karşılığında maaş almanın da sakıncası yoktur.
Soru 1359: Müslüman birinin Amerika veya Kanada vatandaşlığını aldıktan sonra orduya katılması veya polis olması caiz midir? Yine belediye gibi devlet dairelerinde ve devlete bağlı diğer kurumlarda çalışması caiz midir?
Cevap: Bu iş fesada, bozgunculuğa yol açmaz, haram bir işi yapmayı ve farz bir ameli terk etmeyi de gerektirmezse sakıncası yoktur.
Soru 1360: Zalim bir hükümdar tarafından atanan hâkimin yargılaması ve hüküm vermesinin meşruiyeti var mıdır ve buna binaen ona itaat farz mıdır?
Cevap: Bütün şartlara haiz olan müçtehitten başkasının -atama hakkı olan bir kimse tarafından atanmamışsa- hâkimlik ve yargı makamını üstlenip insanların arasındaki davaları halletmeye kalkışması caiz değildir. Halkın da ona müracaat etmesi caiz değildir ve onun vereceği hüküm de zarurî haller dışında geçerli değildir.
- ŞÖHRET ELBİSESİ VE GİYİMLE İLGİLİ HÜKÜMLER
ŞÖHRET ELBİSESİ VE GİYİMLE İLGİLİ HÜKÜMLER
Soru 1361: Şöhret elbisesinin ölçüsü nedir?
Cevap: Şöhret elbisesi, renginden veya dikiliş özelliğinden dolayı veya eski olmasından ve başka nedenlerden dolayı kişinin giymesi uygun olmayan ve eğer insanların karşısında giyecek olursa dikkat çekmesine ve parmakla gösterilmesine sebep olan elbisedir.
Soru 1362: Kadınların, yürürken ayakkabılarının yere değmesi sonucu ortaya çıkan sesin hükmü nedir?
Cevap: Dikkatleri çekmediği sürece ve bir fesada düşmeyi gerektirmedikçe özü itibariyle hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 1363: Kızlar, koyu mavi renkte elbiseleri giyebilirler mi?
Cevap: Başkalarının dikkatini çekmemesi ve bir fesada yol açmaması şartıyla haddizatında bir sakıncası yoktur.
Soru 1364: Kadınların vücut hatlarını ortaya koyan dar elbiseleri veya düğün vb. törenlerde, bedenin içini gösteren (transparan) açık elbiseler giymesi caiz midir?
Cevap: Eğer yabancı erkeklerin bakışından ve fesada yol açmaktan veya düşmekten güvende ve korunmuş olurlarsa sakıncası yoktur; aksi durumda caiz değildir.
Soru 1365: Mümin bir kadının parlak siyah ayakkabı giymesi caiz midir?
Cevap: Rengi ve şekli namahremlerin dikkatini çekecek veya parmakla gösterilmesine sebep olacak nitelikte olmadıkça sakıncası yoktur.
Soru 1366: Kadınların başörtüsü, pantolon ve gömlek gibi [dışarıda veya namahrem erkekler karşısında giydikleri] elbiselerinde sadece siyah rengi seçmeleri farz mıdır?
Cevap: Kadın elbisesinin hükmü, renk, model ve dikim özelliği bakımından ayakkabı hakkında yöneltilen bir önceki sorudaki gibi, eğer rengi ve şekli namahremlerin dikkatini çekecek veya parmakla gösterilmesine sebep olacak nitelikte değilse sakıncası yoktur.
Soru 1367: Kadının örtü ve elbisesinin başkalarının dikkatini çekecek veya şehveti uyandıracak nitelikte olması; örneğin dikkatleri çekecek bir şekilde çarşaf kullanması veya şehveti uyandıracak bir renkte çorap veya kumaş bir elbise giymesi caiz midir?
Cevap: Rengi, şekli veya giyiliş şekli ile yabancı erkeklerin dikkatini çekecek, fesada sebep olacak ve günah işlemeye yol açacak bir şeyi giymek caiz değildir.
Soru 1368: Erkeklerin, kadınlara özel ve kadınların da erkeklere özel bir şeyi karşı cinse benzemek kastı olmaksızın evde giymesi caiz midir?
Cevap: Onu kendileri için [her yerde giyebilecekleri] bir elbise unvanıyla seçmedikleri sürece sakıncası yoktur.
Soru 1369: Erkeklerin, kadınların iç çamaşırlarını satmalarının hükmü nedir?
Cevap: Ahlâkî ve toplumsal fesatlara sebep olmadığı sürece sakıncası yoktur.
Soru 1370: İnce çorap üretmek ve alım satımı şer'i açıdan caiz midir?
Cevap: Kadınlar tarafından yabancı erkeklerin yanında giyilmesi maksadıyla olmadıkça, üretiminin ve alınıp satılmasının, sakıncası yoktur.
Soru 1371: Evli olmayan kişilerin, şer'î ölçüleri ve ahlâkî kuralları gözeterek kadın elbiseleri ve makyaj malzemeleri satan yerlerde çalışmaları caiz midir?
Cevap: Çalışmanın ve helâl kazanç elde etmenin caiz oluşu şer'i açıdan insanların belli bir grubuna has değildir; İslâmî adap ve ölçüleri koruyan herkes bu hakka sahiptir. Fakat toplumun maslahatı dolayısıyla ticarî çalışma ruhsatı veya bazı meslek grupları için dairelerden veya sorumlu yerlerden çalışma izni almanın özel birtakım şartları varsa, bu şartları gözetmek gerekir.
Soru 1372: Erkeklerin zincir takmalarının hükmü nedir?
Cevap: Eğer altından veya kullanılması kadınlara has olan şeylerden olursa, erkeğin takması caiz değildir.
- BATI KÜLTÜRÜNÜ TAKLİT ETMEK
- TECESSÜS, HABER AKTARMA VE SIRLARI İFŞA ETMEK
TECESSÜS, HABER AKTARMA VE SIRLARI İFŞA ETMEK
Soru 1388: Çalışanlardan birinin devlet mallarını zimmete geçirdiğine dair çok sayıda yazılı rapor tarafımıza ulaşmış ve bu suçlamayla ilgili soruşturmalar yapıldıktan sonra bu raporların bir kısmının doğruluğu bizim için netlik kazanmıştır. Ama sanık soruşturulurken tüm suçlamaları reddediyor, kişinin itibarının zedelenmesine neden olacağı düşünüldüğünde, bu raporların mahkemeye gönderilmesi caiz midir? Caiz olmadığını varsayarsak, bu meseleden haberdar olanların görevi nedir?
Cevap: Kamu mal ve mülkünün korunması ve muhafazasından sorumlu olan kişi, o malın bir çalışanı veya başkası tarafından zimmete geçirildiğinin öğrenilmesi halinde, şer’i ve hukuki açıdan bu konudaki bilgilerini ilgili kurumlara vermekle yükümlüdür. Sanığın itibarını kaybetme korkusu, malın korunması hakkını ileri sürmemek için resmi olarak bir ruhsat sayılmaz ve diğer kişilerin raporlarını belgeli olarak ilgili görevlilere sunması gerekir ki, gerçekleri araştırıp doğruladıktan sonra harekete geçebilsinler.
Soru 1389: Bazı basın yayın organlarının hırsızların, sahtekârların, resmî dairelerde rüşvet alanların, iffete aykırı işler yapanların, fesat çıkaranların ve gece kulüplerinde eğlence partileri düzenleyenlerin tutuklanmalarıyla ilgili haberler yayınlandığını görmekteyiz; acaba bu gibi haberlerin basılması ve yayınlanması bir nevi kötülüğü yaymak sayılmaz mı?
Cevap: Olay ve hadiselerin sırf basında yayınlanması, kötülükleri yaymak sayılmaz.
Soru 1390: Eğitim merkezlerinden birinin öğrencilerinin gördükleri ahlâka aykırı hareketlerin engellenmesi için durumu kültürel yetkililere raporlamaları caiz midir?
Cevap: Eğer raporlar açıkça yapılan şeylerle ilgiliyse ve tecessüs ve gıybet denilmeyecek nitelikteyse sakıncası yoktur; hatta bu, kötülükten sakındırmanın gereklerinden ise, farzdır.
Soru 1391: Dairelerdeki bazı sorumluların yaptıkları ihanet ve zulümleri halkın arasında açıklamak caiz midir?
Cevap: Bunu, araştırıp emin olduktan sonra kanunî takibe alınması için sorumlu merkez ve mercilere bildirmenin sakıncası yoktur. Hatta bazen kötülükten alıkoymanın bir gereği sayılırsa, bunu bildirmek farzdır. Ancak bunu halka söylemenin bir gerekçesi yoktur; hatta fitne ve fesada yol açar ve İslâm devletini zayıflatmaya neden olursa bunu halka anlatmak haramdır.
Soru 1392: Müminlerin mallarını araştırmak ve onu zalim devlet ve yöneticiye bildirmek caiz midir? Özellikle eğer bu iş müminlere eziyet ve zarar verilmesine sebep olursa hüküm nedir?
Cevap: Bu tür eylemler şeriat açısından haramdır ve mümine ulaşan zarar, zalim yöneticinin yanında müminlerin casusluğunu yapmaktan dolayı ise onlara ulaşan zarardan da sorumlu olmayı gerektirir.
Soru 1393: Haram işledikleri veya marufu terk ettikleri görülürse, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak için müminlerin, şahsi ve gayrişahsi işlerini araştırmak caiz midir? Vazifeleri olmadığı halde insanların yaptıkları hataları ortaya çıkarmak için araştırma yapanların hükmü nedir?
Cevap: Devlet memurlarının ve başkalarının idari işlerinin yasal kurallar ve düzenlemeler çerçevesinde resmi soruşturma görevlileri tarafından araştırılmasında ve soruşturulmasında bir sakınca yoktur; ancak başkalarının işlerinin gözetlenmesinde veya memurların eylem ve davranışlarının kanuni sınırlar dışında ortaya çıkarılması için soruşturulması resmi görevliler için bile caiz değildir.
Soru 1394: Halk arasında kişisel sırlardan, özel ve gizli işlerden bahsetmek caiz midir?
Cevap: Özel ve kişisel konuları ortaya çıkarıp başkaları yanında ifşa etmek, eğer herhangi bir şekilde başkalarıyla da ilgili olsa veya bir fesada sebep olacaksa caiz değildir.
Soru 1395: Psikiyatristler, hastalığın nedenlerini ve tedavi yollarını öğrenmek için genellikle hastanın şahsi ve ailevi meseleleri hakkında sorular sorarlar; hastanın bu sorulara cevap vermesi caiz midir?
Cevap: Eğer bir fesada yol açmaz ve başka bir kişinin gıybetini veya aşağılanmasını da gerektirmezse bunun sakıncası yoktur.
Soru 1396: Bazen bazı güvenlik güçleri, tıpkı casusluk ve soruşturma yöntemlerinin de bunu gerektirdiği gibi, fuhuş merkezlerini ve terör gruplarını ortaya çıkarmak için bazı merkezlere girip gruplara sızmayı gerekli görüyor, bu işin şer’i açıdan hükmü nedir?
Cevap: Eğer ilgili yetkili memurun izni ile ve kanuni kaide ve nizamlara uymak ve günaha bulaşmaktan ve haram işlemekten sakınmak şartıyla olursa, sakıncası yoktur. Tabi yetkililerin de tüm dikkatlerini vererek onların çalışmalarını takip etmeleri farzdır.
Soru 1397: Bazıları, başkalarının yanında İran İslâm Cumhuriyeti’ndeki bazı eksikliklerden ve zaaflardan bahsediyor; bu gibi konuşmaları dinlemenin hükmü nedir?
Cevap: Dünyanın küfür ve müstekbir güçleri karşısında dimdik duran İslam Cumhuriyeti'ni itibarsızlaştıracak her türlü hareketin İslam'ın ve Müslümanların çıkarına olmadığı açıktır. Dolayısıyla bu sözler, eğer İslam Cumhuriyeti sisteminin zayıf düşmesine neden olursa, caiz değildir.
- SİGARA VE UYUŞTURUCU KULLANMAK
SİGARA VE UYUŞTURUCU KULLANMAK
Soru 1398: Devlet dairelerinde ve halka açık yerlerde sigara içmenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer devlet dairelerinin ve halka açık yerlerin kendi iç kurallarına aykırı olursa veya başkalarının rahatsız ve eziyet olmasına ya da onlara bir zarar ulaşmasına sebep olursa caiz değildir.
Soru 1399: Kardeşim uyuşturucu bağımlısı ve aynı zamanda uyuşturucu kaçakçısı, acaba onu durdurabilmeleri için ilgili resmî makamlara haber vermem bana farz mıdır?
Cevap: Kötülükten sakındırmak size farzdır; onun uyuşturucu kullanmayı terk etmesi için ona yardım etmeniz, onun uyuşturucu kaçakçılığı yapmasını, satmasını ve dağıtmasını engellemeniz gerekir. Eğer onun durumunu ilgili makamlara bildirmek, bu konuda ona yardımcı olacaksa veya bu iş onu kötülükten sakındırmanın bir gereği sayılırsa bildirmeniz farzdır.
Soru 1400: Enfiye kullanmak caiz midir? Ona bağımlı olmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğer kullanan kişiye önemli sayılacak bir zararı olursa, onu kullanmak ve bağımlı olmak caiz değildir.
Soru 1401: Tömbeki tütünü alıp satmanın ve içmenin hükmü nedir?
Cevap: Tömbeki tütünü alıp satmanın ve içmenin özü itibariyle bir sakıncası yoktur; fakat eğer birisine kayda değer bir zararı dokunursa, bu durumda kullanımı ve alış verişi caiz değildir.
Soru 1402: Esrar pak mıdır ve acaba onu kullanmak haram mıdır?
Cevap: Esrar paktır; fakat onu kullanmak haramdır.
Soru 1403: Esrar, afyon, eroin, morfin, kenevir vb. uyuşturucu maddelerinin yemek, içmek, çekmek, damardan veya fitil şeklinde kullanılmasının hükmü nedir? Bu malları alıp satmanın ve nakletmek, saklamak ve kaçakçılık gibi bundan diğer para kazanma yollarının hükmü nedir?
Cevap: Uyuşturucu maddelerinin kullanılması ve onlardan fayda sağlanması, bunların kullanılmasından kaynaklanan kayda değer bireysel ve toplumsal zararlarından ve olumsuz etkilerinden dolayı haramdır; bu nedenle taşımak, depolamak, alıp satmak vb. yollarla bunlardan kazanç sağlamak da haramdır.
Soru 1404: Bir hastalığı, uyuşturucu madde kullanarak tedavi etmek caiz midir? Eğer caiz ise, acaba mutlak olarak mı caizdir, yoksa tedavi yönteminin sadece uyuşturucuyla sınırlı olduğu durumda mı caizdir?
Cevap: Eğer hastalığın tedavisi, güvenilir bir doktorun teşhis ve izniyle herhangi bir şekilde uyuşturucu madde kullanmaya bağlı ise sakıncası yoktur.
Soru 1405: Afyon, eroin, morfin, esrar ve kokain yapımında kullanılan haşhaş, Hint keneviri gibi bitkileri ekip yetiştirmenin hükmü nedir?
Cevap: İslâm Cumhuriyeti kanunlarına göre yasak olan bu bitkileri ekmek ve yetiştirmek caiz değildir.
Soru 1406: Morfin, eroin, esrar, marihuana ve haşhaş gibi tabiî maddelerden veya "L.S.D" gibi sun'î maddelerden uyuşturucu madde yapmanın ve hazırlamanın hükmü nedir?
Cevap: Caiz değildir.
Soru 1407: Üzerine bazı içki çeşitlerinden serpilen tömbeki tütününü kullanmak ve dumanını içine çekmek caiz midir?
Cevap: Eğer örfe göre bu çeşit bir tömbekiyi kullanmak içki kullanmak sayılmazsa ve insanı sarhoş etmezse, yine insana kayda değer ciddi bir zarar vermezse, her ne kadar müstehap ihtiyat gereği terk etmek daha iyi olsa da sakıncası yoktur.
Soru 1408: Sigara kullanmaya başlamak haram mıdır? Bağımlı olan biri sigarayı birkaç hafta veya daha uzun süre bıraksa, tekrar kullanmaya başlaması haram mıdır?
Cevap: Hüküm, sigara kullanımının verdiği zararın derecesine göre değişmekte olup, genel olarak, eğer vücuda önemli ölçüde zarar verecek miktarda olursa sigara kullanımı caiz değildir. Eğer insan sigaraya başlamakla bu aşamaya ulaşacağını bilirse, yine caiz değildir.
Soru 1409: Uyuşturucu ticaretinden elde edilen mallar gibi bizzat haram olduğu bilinen malların hükmü nedir? Eğer bunların sahibini tanımazsak sahibi meçhul olan mal hükmünde midirler? Eğer böyleyse, şer'î hâkimin veya onun tam yetkili vekilinin izniyle bu malları kullanmak caiz midir?
Cevap: Bir kimse, edindiği malın haram olduğunu biliyorsa, onun şer'î sahibini tanıdığı takdirde [şahsını tanımaz, fakat sayılı kişilerden biri olduğunu bilse bile] onu sahibine vermesi farzdır. Aksi durumda o malı şer'î sahibi adına sadaka olarak fakirlere vermelidir. Eğer haram mal onun helâl malına karışmış ise ve haram malın miktarını bilmiyor ve şer'î sahibini de tanımıyorsa, bu karışık malın humusunu (beşte birini) çıkararak humus verilmesi gereken makama vermesi farzdır.
- SAKAL TIRAŞI
SAKAL TIRAŞI
Soru 1410: Sakal bırakmanın farz olduğu [tıraş edilmesi haram olan] alt çeneden maksat nedir? Yanaklar da bunun içine girer mi?
Cevap: Ölçü, [sakal bırakmada] örfte bu adam sakal bırakıyor denilmesidir.
Soru: 1411: Uzunluk ve kısalık bakımından sakalın sınırı nedir?
Cevap: Bunun belli bir sınırı yoktur; bunda ölçü, örfte sakal denilmesidir. Bir el tutumundan fazla olması ise mekruhtur.
Soru 1412: Sakalı kısaltıp bıyığı uzatmanın hükmü nedir?
Cevap: Bunun haddizatında bir sakıncası yoktur.
Soru 1413: Bazı erkekler sadece çenelerinde sakal bırakarak geri kalanı tıraş etmekteler, bunun hükmü nedir?
Cevap: Sakalın bir bölümünü tıraş etmek, sakalın tamamını tıraş etmek hükmündedir.
Soru 1414: Acaba sakalı tıraş etmek fısk[1] sayılır mı?
Cevap: Farz ihtiyat gereği sakalı kesmek haramdır ve sakal kesmek, farz ihtiyat gereği fıskın sonuç ve hükümlerini doğurur.
Soru 1415: Bıyığı tıraş etmenin hükmü nedir? Acaba bıyık çok uzun bırakılabilir mi?
Cevap: Bıyığı tıraş etmenin, bıyık bırakmanın veya uzatmanın özü itibariyle bir sakıncası yoktur. Ancak bıyığı, yemek yerken ve su içerken yemeğe ve suya değecek miktarda uzatmak mekruhtur.
Soru 1416: Mesleği gereği tıraş olması gereken bir sanatçının jiletle veya tıraş makinesiyle tıraş olmasının hükmü nedir?
Cevap: Eğer "Sakalını tıraş etti." denecek nitelikte olursa farz ihtiyat gereği haramdır. Fakat sergileyeceği sanat, İslâm toplumunun ihtiyaç duyduğu zarurî işlerden sayılırsa, sakalını zaruret miktarınca tıraş etmesinin sakıncası yoktur.
Soru 1417: Şirketlerden birinin halkla ilişkiler sorumlusu olduğum için misafirlere sakallarını tıraş etmeleri için tıraş malzemeleri alıp temin etmek zorundayım, bu konuda benim görevim nedir?
Cevap: Farz ihtiyat gereği tıraş malzemelerinin alınması ve başkalarına verilmesi zaruret dışında caiz değildir.
Soru 1418: Sakal bırakmak insanın aşağılanmasına sebep olursa, sakalı tıraş etmenin hükmü nedir?
Cevap: Sakal bırakmak, dinine önem veren Müslüman bir kişinin aşağılanma sebebi olamaz ve farz ihtiyat gereği sakal bırakmak insanı zarar ve sıkıntıya sokmadıkça, tıraş edilmesi caiz değildir.
Soru 1419: Sakal bırakmak insanın meşru amaçlarına ulaşmasına engel olursa, tıraş etmek caiz olur mu?
Cevap: Mükellefin ciddî bir zarar ve meşakkat dışında Allah Teâlâ’nın emrini uygulaması farzdır.
Soru 1420: Daha çok tıraş sonrası için kullanılan, ancak bazen başka amaçlar için de [nemlendirici olarak mesela] kullanılan tıraş kreminin alınması, satılması ve üretilmesi caiz midir?
Cevap: Eğer bahsi geçen kremin, sakal tıraşı dışında başka helâl menfaatleri de varsa, onu bu amaçla üretmenin ve alıp satmanın sakıncası yoktur.
Soru 1421: Sakalı tıraş etmenin haram oluşundan maksat, yüzdeki tüylerin tam olarak çıktıktan sonra tıraş edilmesi midir, yoksa yüzde çıkan az miktardaki tüyleri tıraş etmeyi de kapsar mı?
Cevap: Genel olarak, yüzdeki tüyleri sakal tıraşı denilecek miktarda tıraş etmek ihtiyat gereği haramdır. Ancak sakal tıraşı denilmeyecek miktarda yüzdeki tüyleri kesmenin sakıncası yoktur.
Soru 1422: Berberlerin sakal tıraşı karşılığında aldığı ücret haram mıdır? Eğer haramsa, bu para helâl mala karışırsa humus vermek istediğinde iki defa mı humus vermesi gerekir?
Cevap: Sakal tıraşı karşılığında ücret almak farz ihtiyat gereği haramdır. Harama karışmış helâl mala gelince, eğer haram malın miktarını bilir ve sahibini de tanırsa onu sahibine geri vermesi veya onun rızasını alması farzdır. Ama sayısı sınırlı kişilerden birisi olarak bile sahibini tanımazsa, bu durumda onu sahibinin hayrına fakirlere sadaka vermelidir ve eğer sahibini tanır da miktarını bilmezse, uygun bir yolla onun rızasını elde etmesi farzdır. Eğer ne miktarını bilir ve ne de sahibini tanırsa, bu durumda malının haramdan temizlenmesi için humusunu vermelidir. Humusu verdikten sonra geriye kalan mal eğer yıllık giderinden fazlaysa, bu durumda kazancının humusu olarak onun da humusunu vermelidir.
Soru 1423: Bazı müşteriler tıraş makinelerini tamir etmem için bana müracaat ediyorlar; sakalı tıraş etmenin şer'an haram olduğu dikkate alındığında, onların makinelerini tamir etmem caiz midir?
Cevap: Mezkûr alet, sakal tıraşından başka yerlerde de kullanıldığından, sakal tıraşında kullanmamak amacıyla onu tamir etmenin ve karşılığında ücret almanın sakıncası yoktur.
Soru 1424: Yanaktaki kılları iple veya cımbızla almak haram mıdır?
Cevap: Yanaktaki kılları tıraş ederek bile olsa almak haram değildir.
[1]- Dinin emir ve yasaklarına aykırı davranma anlamında fıkıh ve hadis terimi. (TDV İslam Ansiklopedisi)
- GÜNAH TOPLANTILARINDA BULUNMAK
GÜNAH TOPLANTILARINDA BULUNMAK
Soru 1425: Bazen yabancı ülkelerin üniversite hocaları veya üniversiteleri tarafından toplu kutlamalar düzenlenir ve bu toplantılarda alkollü içeceklerin olduğu öncesinde zaten bilinir. Bu durumda bu gibi toplantılara katılmak isteyen öğrencilerin şer'î vazifeleri nelerdir?
Cevap: İçki içilen toplantılara katılmak, hiç kimse için caiz değildir. Bu toplantılara katılmayın ve bırakın onlar sizin Müslüman olduğunuz için içki içmediğinizi ve içki içilen toplantılara katılmadığınızı anlasınlar.
Soru 1426: Düğün törenlerinde bulunmanın hükmü nedir? İnsanların dans edeceklerinin kesin olarak bilindiği düğün törenlerinde bulunmanın, "Bir kavmin haram işine giren onlardandır." rivayetinin kapsamına girdiği ve dolayısıyla orayı terk etmenin farz olduğu söylenebilir mi, yoksa dans etmemek ve diğer [haram olan] programlara katılmamak kaydıyla orada bulunmak caiz midir?
Cevap: Söz konusu merasim, eğer haram toplantı ve günah meclisi denilmeyecek nitelikte olursa ve orada bulunmak bir fesada yol açmayacaksa, ayrıca orada bulunmak ve oturmak örfen caiz olmayan bir işi onaylamak sayılmadıkça sakıncası yoktur.
Soru 1427:
a) Erkeklerin ve kadınların ayrı ayrı müzik çalıp dans ettikleri kutlama [ve partilere] katılmanın hükmü nedir?
b) Müzik çalınan ve dans edilen düğün törenlerine katılmak caiz midir?
c) Dans edilen toplantılarda, marufu emretmek ve münkerden sakındırmak katılanlarda etkili olmazsa yine de kötülükten sakındırmak farz mıdır?
d) Kadın erkek karışık oynamanın hükmü nedir?Cevap: Genel olarak dans etmek, şehveti tahrik edecek nitelikte veya haram olan bir işle birlikte olursa ya da haram olan bir işi gerektirirse caiz değildir. Yine yabancı veya namahrem erkeklerle kadınlar karışık olarak oynar veya dans ederse caiz değildir. Bu konuda düğün törenleriyle diğer törenler arasında hiçbir fark yoktur. Günah toplantısına katılmak da, günah toplantılarına uygun olan tahrik edici müziği dinlemek gibi bir haramı işlemeyi gerektirirse veya günahı onaylama niteliğinde olursa caiz değildir. İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak vazifesine gelince, etkili olma ihtimali yoksa insanın üzerinden kalkar.
Soru 1428: Eğer namahrem bir erkek, örtülü olmayan kadınların bulunduğu bir düğüne katılsa ve onları bu münkerden sakındırmanın etkili olmayacağını bilse, orayı terk etmesi farz mıdır?
Cevap: Eğer [onların yaptıklarına] itiraz olarak günah toplantısını terk etmek, kötülükten sakındırmanın bir göstergesi olursa, orayı terk etmek farzdır.
Soru 1429: Müstehcen müziklerin dinlendiği toplantı ve ortamlarda bulunmak caiz midir? Müziğin günah nitelikli olup olmadığında şüphe edilirse, onların bunu çalmasına engel olunamayacağı da dikkate alındığında hüküm nedir?
Cevap: Allah yolundan saptırıcı müzik, şarkı ve türkü söylenen ortamlarda bulunmak, onları dinlemeye veya onaylamaya sebep olursa caiz değildir. Fakat mevzuda şüphe edilirse orada bulunmanın ve onları dinlemenin haddizatında bir sakıncası yoktur.
Soru 1430: İnsanın bazen dinî makamlara veya diğer müminlere iftira atmak gibi uygunsuz sözler işitilen toplantılara ve çevrelere katılmasının hükmü nedir?
Cevap: Gıybeti dinlemek gibi haramları işlemeği ve kötülüğün tasdik ve teşvikine sebep olmadığı müddetçe, sadece bu toplantılarda bulunmanın bir sakınca yoktur. Fakat şartları oluştuğu takdirde münkerden sakındırmak, farzdır.
Soru 1431: Bazı gayri İslâmî ülkelerde yapılan toplantılarda örf ve âdete göre, katılanları ağırlamak için alkollü içkiler kullanılır; bu toplantılara katılmak caiz midir?
Cevap: İçki içilen toplantılarda bulunmak caiz değildir; zaruret hâlinde de zaruret miktarıyla yetinilmesi farzdır.
- DUA YAZMAK VE İSTİHARE
DUA YAZMAK VE İSTİHARE
Soru 1432: Dua yazmak için para almak ve vermek caiz midir?
Cevap: Masumlardan nakledilen duaları yazmak karşılığında ücret almak ve vermek caizdir.
Soru 1433: Dua yazanların eski dua kitaplarında rivayet edildiğini iddia ederek yazdıkları duaların hükmü nedir? Şer'î bakımdan bu dualar muteber midir? Bunlara müracaat etmenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer dualar Ehlibeyt İmamlarından nakledilmişse veya içerikleri hak ve doğruysa, onlara teberrük edinmenin sakıncası yoktur; nitekim Ehlibeyt İmamlarından olduğu şüpheli olan duaları da Ehlibeyt İmamlarına ait olduğu ümidiyle okumanın sakıncası yoktur.
Soru 1434: İstihareye uymak farz mıdır?
Cevap: İstihareye uymanın şer'î bir zorunluluğu yoktur; fakat istiharenin aksine davranmamak daha iyidir.
Soru 1435: “Hayır işlerde istihareye gerek yoktur.” denildiğine göre, acaba bu işlerin keyfiyeti ya da bunların uygulanması sırasında ortaya çıkabilecek öngörülemeyen sorunlar hakkında istihare caiz midir? Acaba istihare gaybı bilmenin bir yolu sayılır mı, yoksa onu sadece Allah mı biliyor?
Cevap: İstihare, mubah işleri yapmada tereddüt ve şaşkınlığı gidermek içindir; bu tereddüt ister işin kendisi hakkında olsun, ister keyfiyetinde fark etmez. Dolayısıyla tereddüt edilmeyen hayır işlerde istihareye gerek yoktur. Aynı şekilde istihare bir kişinin veya işin geleceğini bilmeye yönelik yapılan bir iş de değildir.
Soru 1436: Boşanmak ve boşanmamak gibi konularda Kur'ân ile istihare etmek sahih midir? İnsan istihare ettikten sonra istihareye uygun davranmazsa hükmü nedir?
Cevap: Kur'ân veya tespihle istiharenin caiz oluşu belli bir konuyla sınırlı değildir. Herhangi bir mubah işte insan tereddüt içerisinde kalır da bir karara varamazsa istihare yapabilir. İstihareye uygun davranmak şer'an farz değildir; fakat istihareye aykırı davranmamak daha iyidir.
Soru 1437: Evlilik gibi hayati önem taşıyan işlerde tespih veya Kur'ân ile istihare yapmak sahih midir?
Cevap: İnsanın, hakkında karar vermek istediği işler hususunda ilk önce iyice düşünmesi, incelemesi veya güvenilir ve tecrübeli kişilerle istişare etmesi uygundur; eğer bütün bunlara rağmen tereddüt veya şaşkınlığı devam ederse istihare yapabilir.
Soru 1438: Bir konu hakkında kaç kez istihare yapılabilir?
Cevap: İstihare tereddüdü gidermek için olduğundan ilk defada tereddüt giderildikten sonra konu değişmediği sürece istihareyi tekrarlamanın bir anlamı yoktur.
Soru 1439: Bazı ziyaret yerleri ve mescitlerde, dua ve ziyaret name kitaplarının arasına yerleştirilmiş olan İmam Rıza'nın (a.s) kerametlerini içeren yazıların insanlara dağıtıldığını görüyoruz. Bu yazıları yayınlayanlar yazının altına, "Bu yazıyı okuyan, bunun üzerinden şu kadar yazıp çoğaltmalıdır, eğer bunu yaparsa, hacetlerine kavuşur." yazıyorlar; acaba bu dedikleri doğru mudur? Acaba bunları okuyan kişinin, yayınlayan kimsenin isteğini yerine getirmesi farz mıdır?
Cevap: Bu gibi şeylerin muteber olduklarına dair hiçbir şer'î delil yoktur. Bunları okuyan kimselerin, yayınlayan kişinin isteğine uyarak onun üzerinden yazması gerekli değildir.
- DİNÎ PROGRAMLAR DÜZENLEMEK
- VURGUNCULUK VE İSRAF
VURGUNCULUK VE İSRAF
Soru 1468: Şer’i açıdan hangi malları stoklamak haramdır? Stokçuları malî cezalara çarptırmak sizce caiz midir?
Cevap: Stok edilmesi haram olan mallar, rivayetlerde belirtildiğine ve meşhur görüşe göre sadece halkın çeşitli tabakalarının genellikle ihtiyaç duyduğu dört tahıldan (buğday, arpa, üzüm ve hurma) ve hayvan yağı ile bitkisel yağdan ibarettir. Fakat İslâm hükümeti genel maslahat gereğince halkın diğer ihtiyaçlarının stoklanmasını da engelleyebilir. Hâkimin uygun görmesi durumunda stokçulara malî ceza vermenin sakıncası yoktur.
Soru 1469: Elektrik enerjisini aydınlanmak için ihtiyaçtan fazla kullanmanın israf olmadığı söylenmektedir; acaba bu doğru mudur?
Cevap: Hiç şüphe yok ki, elektrik enerjisini ve lamba ışığı dâhil her şeyin gereğinden fazla kullanılması ve tüketilmesi israftır. Bu konuda doğru olan, Resulullah'ın (ona ve Ehlibeyti'ne selâm olsun), "Hayırda israf olmaz." buyruğudur.
- ALIŞ VERİŞ HÜKÜMLERİ
- FAİZ HÜKÜMLERİ
FAİZ HÜKÜMLERİ
Soru 1619: Kamyon satın almak isteyen bir şoför, bu iş için gerekli parayı, kamyonu başkasının vekili olarak onun adına satın almak ve daha sonra da paranın sahibinin kamyonu kendisine taksitle satması için başka birinden alırsa, bu muamelenin hükmü nedir?
Cevap: Şoför eğer muameleyi mal sahibinin vekili olarak yapmış ve daha sonra mal sahibi de onu taksitle vekilin kendisine satmışsa, her iki muamelede tarafların ciddî olarak alış veriş niyetleri olur ve bununla faizden kaçmak amacıyla hile yapmayı amaçlamazlarsa, sakıncası yoktur.
Soru 1620: Faizli borç nedir? Acaba mevduat sahiplerinin kâr payı olarak bankadan aldıkları yüzdelik, faiz sayılır mı?
Cevap: Faiz, borçlunun alacaklıya aldığı borçtan dolayı, borç olarak aldığı mala ilâve olarak verdiği fazlalıktır. Ama kâr payı olarak bankadan alınan paraya gelince; [İran'daki bankalarda] banka mevduat sahibinin vekili olarak kendisine tevdi edilen (verilen) parayı, şer'î açıdan sahih sözleşmelerden biri çerçevesinde çalıştırmak zorundadır ve bu muameleden elde edilen kâr faiz değildir ve bu kârı almanın sakıncası yoktur.
Soru 1621: Faizli muamelenin ölçüsü nedir? "Faiz sadece borçta olur, başka durumlarda değil." sözü doğru mudur?
Cevap: Faiz borçta olduğu gibi bazen alış verişte de olabilir. Alış verişte faiz, tartı veya ölçekle satılan bir malı kendisiyle aynı cinsten olan başka bir maldan daha fazla bir miktar karşılığında satmakla olur.
Soru 1622: Açlıktan ölmek üzere olan ve kendisini ölümden kurtarmak için murdardan başka bir şey bulamayan kimsenin zaruret durumunda murdar yemesi şer'an caiz olduğu gibi, acaba çalışma gücü olmayan ve az bir sermayesi bulunan bir kimse, kârla geçinmek için parasını faizli muamelede kullanmak zorunda kalırsa, zaruret hâline binaen faiz alması caiz midir?
Cevap: Faiz haramdır ve bunu zaruret hâlinde murdar yiyen kişiyle kıyaslamak doğru değildir. Çünkü murdar yemeye mecbur kalan kişinin o anda hayatını kurtaracak başka bir şeyi yoktur; ancak çalışamayacak durumda olan kimse, sermayesini mudarebe [kâr ortaklığı] gibi İslami akitlerden biri adı altında kullanabilir.
Soru 1623: Posta pulları bazen ticarî muamelelerde değerlerinden daha yüksek bir fiyata satılmaktadır. Örneğin yirmi riyallik bir pul yirmi beş riyale satılmaktadır; acaba bu muamele sahih midir?
Cevap: Bunun sakıncası yoktur ve bu fazlalık faiz sayılmaz. Çünkü faizli muamele, ölçü ve tartıyla satılan ve aynı cinsten olan iki şeyin alış verişinde alınan veya satılan şeyin miktarının ötekisine oranla fazla olmasıdır ve bu tür muamele batıldır.
Soru 1624: Faiz, bütün özel ve tüzel kişilere eşit şekilde haram mıdır, yoksa bazı özel durumlarda istisna var mıdır?
Cevap: Baba-oğul, karı-koca arasındaki faiz ve yine Müslüman'ın gayrimüslimden aldığı faizin dışında, genel olarak faiz haramdır.
Soru 1625: Eğer bir muamelede belirli bir tutar üzerinden alım satım yapılsa ve işlem bedelinin tarihli çek şeklinde ödenmesi halinde alıcının satıcıya belirlenen fiyata ek olarak bir miktar daha ödeyeceği konusunda her iki taraf da anlaşırsa, bunu yapmaları caiz midir?
Cevap: Eğer alış veriş belli bir fiyat üzerinden gerçekleşir ve fazlalık, anaparanın ödemesinin gecikmesinden dolayı olursa, bu şer'an haram olan faizdir ve sırf tarafların bu fazlalığın ödenmesi üzerine anlaşmalarıyla o para helâl olmaz.
Soru 1626: Eğer birinin bir miktar paraya ihtiyacı olur ve kendisine borç verecek birini bulamazsa, o parayı temin etmek için bir malı veresiye olarak fiyatından fazlasına satın alıp sonra onu aynı mecliste satıcıya daha az bir fiyata nakit olarak satabilir mi? Örneğin: Bir kilo safranı belli bir ücretten parasını bir sene sonra vermek üzere veresiye olarak satın aldıktan sonra, aynı mecliste satıcının kendisine nakit olarak aldığı fiyatın üçte ikisine satması caiz midir?
Cevap: Gerçekte faizli borçtan kaçmak için bir tür hile olan böyle bir muamele şer'an haram ve geçersizdir.
Soru 1627: Ben kâr elde etmek ve faizden kaçmak için değeri çok daha fazla olan bir evi, beş milyon riyale satın aldım. Sözleşme esnasında, satıcının beş ay içerisinde muameleyi feshedebileceğini ve bu durumda benden aldığı parayı geri vererek evi alabileceğini şart koştuk. Muamele bittikten sonra aynı evi satıcının kendisine aylık 150 bin riyale kiraya verdim. Şimdi muamelenin üzerinden dört ay geçtikten sonra, İmam Humeyni'nin (r.a) fetvasına göre bu işin faizden kaçmak için olduğu takdirde caiz olmadığını öğrendim. Sizin fetvanıza göre bunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer bu muamele, ciddî bir iradeyle gerçekleşmemiş ve sadece satıcının borç para elde etmek ve müşterinin ise bir kazanç sağlamak amacıyla göstermelik yaptığı bir iş ise, faizli borçtan kaçmak için bir hile olan böyle bir muamele şer'an haram ve geçersizdir. Bu tür muamelelerde müşterinin sadece evin fiyatı olarak satıcıya vermiş olduğu parayı geri alma hakkı vardır.
Soru 1628: Faizden kaçmak için mala başka bir şey eklemenin hükmü nedir?
Cevap: Faizli borcun caiz olması için yapılan bu işin hiçbir etkisi yoktur ve mala bir şey eklemekle helâl olmaz.
Soru 1629: İşçi ve memurlar, yaşlandıklarında kullanmak için çalıştıkları yıllarda aylık maaşlarının bir bölümünü emeklilik sandığına ödüyorlar; acaba emekliliğe ayrıldıktan sonra ödedikleri bu paranın üzerine bir miktar da devlet tarafından eklenerek onlara aylık emeklilik maaşı adı altında verilen bu meblağı almalarının bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Emekli maaşı almanın sakıncası yoktur. Devletin emekliye aylık maaşından kestiği miktara ek olarak verdiği para, onun maaşlarından kesilen paranın kârı değildir ve faiz sayılmaz.
Soru 1630: Bazı bankalar resmi tapusu olan evlerin onarımı için cüâle sözleşmesi çerçevesinde, kredi alan kişinin borcunu %1-2 fazlalıkla birlikte belli bir zamana kadar taksitle ödemesi şartıyla ev sahiplerine kredi veriyorlar. Acaba bu şekilde kredi almak şer'an caiz midir ve bu konuda cüâle sözleşmesi nasıl tasavvur edilebilir?
Cevap: Eğer söz konusu meblağ evini onarması için borç olarak ev sahibine verilirse, bu durumda onun cüâle olması anlamsızdır ve borç parada, fazlasının ödenmesi şartı da caiz değildir. Verilen borç her halükarda doğru olmakla birlikte, ev sahibinin tamir için evi bankaya ipotek ettirmesinin sakıncası yoktur. Bu durumda ipotek ettirilen ev, bankanın evi onarmak için kullandığı tutar değil, bankanın evin onarımı için taksitler halinde talep ettiği tutarın toplamıdır.
Soru 1631: Eşyaları nakit değerinden fazlasına veresiye olarak satın almak caiz midir? Bu faiz sayılır mı?
Cevap: Eşyaları nakit fiyatından fazlasına veresiye olarak satmanın ve satın almanın sakıncası yoktur; nakit ve veresiye arasındaki fiyat farkı faiz sayılmaz.
Soru 1632: Bir kimse evini muhayyerlik satışıyla satar. Fakat satışı feshetmek için belirlenen zamana kadar parayı müşteriye geri veremez. Bu yüzden üçüncü bir kişi satıcının muameleyi feshetmesi için bu parayı müşteriye öder; ancak verdiği paraya ek olarak kendisi için de zahmet hakkı olarak bir miktar para verilmesini şart koşar; şer'an bu meselenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer üçüncü kişi parayı müşteriye geri vermek ve muameleyi feshetmek için satıcı tarafından vekil olarak görevlendirilmişse, yani, önce satıcıya bir miktar borç verir ve sonra satıcı tarafından vekil olarak onu müşteriye vererek satışı feshederse, onun bu işi ve bu vekâletinden dolayı ücret almasının sakıncası yoktur. Ama müşteriye ödediği parayı satıcıya borç olarak vermişse, bu durumda satıcıdan taraf müşteriye mal değeri olarak vermiş olduğu paradan fazlasını isteyemez.
- ŞUFA (ÖN ALIM) HAKKI
ŞUFA (ÖN ALIM) HAKKI
Soru 1633: Acaba bir vakıfta iki kişinin de şufa hakkı olursa ve ikisinden birisinin satma hakkı olduğu düşünülürse ve buna dayanarak üçüncü bir kişiye satarsa diğerine şufa hakkı doğar mı? Yine eğer iki kişi bir mülkü veya bir vakfı ortak olarak kiraladıktan sonra, bunlardan birisi kendi hissesini sulh veya kira yoluyla üçüncü bir kişiye devrederse, kiralanan şey hakkında diğerine şufa hakkı doğar mı?
Cevap: Şufa hakkı, malın kendisinin malikiyetine ortak olunduğu ve iki ortaktan birinin, kendi hissesini üçüncü bir kişiye satması durumunda söz konusudur. Dolayısıyla iki kişiye ait olan bir vakıfta, [vakfın] satılmasının caiz olduğunu varsaysak bile ortaklardan biri kendi hissesini üçüncü bir kişiye satarsa, şufa hakkı yoktur. Yine kiralanan belli bir mülk konusunda da eğer ortaklardan birisi kendi hakkını üçüncü bir şahsa devrederse, şufa hakkı doğmaz.
Soru 1634: Şufa yoluyla alma konusunda mevcut fıkhî kaynaklardan ve medenî kanunda kullanılan ifadelerden anlaşıldığı üzere, ortak olan iki kişiden biri, kendi hissesini üçüncü bir kişiye satarsa, diğerine şufa hakkı doğar. Bu durumda, ortaklardan birisi müşteriyi ortağının hissesini satın almaya teşvik eder veya müşteriye ortağının hissesini satın alacak olursa onu şufa hakkıyla kendisinden almayacağı vaadinde bulunursa, acaba onun bu davranışı şufa hakkının düşmesi olarak görülebilir mi?
Cevap: İki ortaktan birinin, sırf üçüncü bir kişiyi ortağının hissesini satın almaya teşvik etmesi, ona şufa hakkı doğmasına engel oluşturmaz. Hatta ortağıyla muamele yapacak olursa kendisinin şufa hakkıyla onu almayacağını vaat etse, bu bile muamele gerçekleştikten sonra onun şufa yoluyla alma hakkının düşmesine sebep olmaz.
Soru 1635: Ortağı kendi hissesini üçüncü bir kişiye satmadan diğer ortağın kendi şufa hakkını düşürmesi sahih midir? Bu, daha meydana gelmemiş bir haktan vazgeçmek olduğuna göre hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Şufa hakkı gerçekleşmedikçe ve iki ortaktan birinin kendi hissesini üçüncü bir kişiye satmasıyla bu hak fiiliyet kazanmadıkça şufa hakkını düşürmek sahih değildir. Fakat iki ortaktan birinin, bağlayıcı bir sözleşmede yan koşul olarak, diğer ortağı kendi hissesini başka bir kişiye satacak olursa şufa hakkını kullanmayacağını taahhüt etmesinin sakıncası yoktur.
Soru 1636: Bir şahıs, kendisine borçlu olan iki kardeşe ait iki katlı evin bir katını kiralamış ve bu iki kardeş, şeran o şahsa takas hakkının doğmasına sebep olacak şekilde, iki yıldır şiddetli taleplere rağmen borcu ödemeyi reddetmişlerdir. Evin değeri ise alacağı meblağdan fazladır; bu durumda, alacaklı eğer takas olarak alacağı meblağ miktarınca o binaya sahiplenir ve onlarla ortak olursa, acaba binanın geri kalan kısmında şufa hakkına sahip olur mu?
Cevap: Sorudaki durumda şufa hakkının yeri yoktur; çünkü şufa hakkı, ortaklardan birinin hissesini satın alarak veya takasla sahiplenerek diğeriyle ortak olması durumunda değil, satıştan önce ortak oldukları malda, ortaklardan birinin kendi hissesini üçüncü bir kişiye satması durumunda söz konusudur. Ayrıca şufa hakkı, bir mülkte ortaklar sadece iki kişi olursa ve ortaklardan birinin kendi hissesini satması durumunda gerçekleşir; ikiden fazla ortak olursa şufa hakkı oluşmaz.
Soru 1637: Bir mülke iki kişi eşit oranda ortaktırlar ve mülkün tapusu da her ikisinin adınadır. Kendi el yazılarıyla düzenlenmiş resmi olmayan bir belge gereğince mülk bu ikisi arasında belirlenmiş sınırlarla bölünmüş ve dağıtılmıştır. Bu durumda, eğer taksim ve ifrazdan sonra bunlardan birisi kendi hissesini üçüncü bir kişiye satmak isterse, sırf mülkün tapusunun ikisinin adına olması nedeniyle öteki ortağa şufa hakkı doğar mı?
Cevap: Satılmış hisse, satış anında ortağın hissesinden ifraz edilmiş ve belli sınırlarla ayrılmış ise, sırf mülkün tapu belgesindeki ortaklıkla şufa hakkı gerçekleşmez.
- KİRA
- MALÎ KEFALET
MALÎ KEFALET
Soru 1682: Banka hesabında bakiyesi olmayan birisi, başka birisi için teminat olarak çek yazabilir mi?
Cevap: Bu gibi meselelerde ölçü, İslâm Cumhuriyeti [ya da bulunulan ülke] kanunlarıdır.
Soru 1683: Bir miktar alacaklı olduğum şahıs, borcunu ödemekte kusur edince, akrabalarından biri borçluya bir süre zaman tanımam şartıyla bana borç miktarı kadar vadeli bir çek verdi ve böylece çekin ödeme süresi doluncaya kadar borçlu borcunu ödemezse, onun borcunu ödeyeceğine dair kefil oldu. Daha sonra borçlu kaçarak gizlendi ve hali hazırda ona ulaşamıyorum. Acaba bütün borcu kefilden almam caiz midir?
Cevap: Eğer borcu ödeyeceğine dair şer'an sahih bir şekilde kefil olmuşsa, vakti geldiğinde alacağınızı istemeniz ve hepsini kefilden almanız caizdir.
- REHİN (İPOTEK)
REHİN (İPOTEK)
Soru 1684: Birisi bankadan aldığı borç karşılığında evini ipotek etmiş ve borcunu ödeyemeden vefat etmiştir. Küçük yaştaki mirasçıları da borcun tamamını ödeyemeyince banka, değeri borç miktarının kaç katı olan eve el koymuş ve zapt etmiştir; bu fazla olan fark miktarının hükmü nedir? Küçük çocuklar ve onların haklarıyla ilgili hüküm nedir?
Cevap: Alacaklının alacağına ulaşmak için ipotekli malı satmasının caiz olduğu yerlerde, onu mümkün olan en yüksek fiyata satması farzdır. Alacaklının talebinden daha yüksek bir fiyata satarsa, kendi hakkını aldıktan sonra geri kalanını şer'î sahibine geri vermesi gerekir. Dolayısıyla söz konusu sorudaki fazlalık miktar mirasçılara aittir.
Soru 1685: Mükellefin belli bir süre için birinden belli bir miktar borç alması ve evini borç karşılığında ona ipotek etmesi ve sonra da aynı evi alacaklı kişiden belli bir meblağ karşılığında belli bir zamana kadar kiralaması caiz midir?
Cevap: Mülk sahibinin kendi malını kiralamasındaki sakıncaya ek olarak, bu tür muameleler, faizli borç elde etmek için yapılan bir hile olup şer'an haram ve batıldır.
Soru 1686: Birisi bir miktar borç karşılığında arsasını bir başkasına ipotek etmiştir. Bunun üzerinden kırk yıldan fazla bir zaman geçmiş, ipotek eden ve alacaklının her ikisi de ölmüşlerdir. İpotek edenin mirasçıları onun ölümünden sonra defalarca alacaklının mirasçılarından arsayı geri istemelerine rağmen onlar bu talebi reddederek arsanın kendilerine babalarından miras kaldığını iddia etmektedirler. Acaba ipotek edenin mirasçılarının, arsalarını onlardan geri almaları caiz midir?
Cevap: Eğer alacaklının borcunu almak için, arsayı sahiplenme hakkı olduğu ve arsanın değerinin de borç miktarı kadar veya ondan daha az olduğu tespit edilirse, arsa, ölünceye kadar da onun tasarrufunda kalmışsa, bu durumda görünüşe göre arsa onun mülküdür. Dolayısıyla da ölümüyle onun bıraktığı maldan ve mirasçılara ulaşan mirastan sayılır. Aksi durumda arsa ipotek edenin mirasçılarına miras olarak ulaşır ve onlar bu mirası onlardan isteyebilirler ve mirasçılar da ipotek edenin borcunu geri bıraktığı maldan düşerek alacaklının mirasçılarına ödemelidirler.
Soru 1687: Bir evi kiralayanın, onu borcu için bir başkasına ipotek etmesi caiz midir, yoksa ipoteğin geçerli olması için ipotekli malın ipotek ettirenin mülkü olması şart mıdır?
Cevap: Ev sahibinin izniyle olursa, sakıncası yoktur.
Soru 1688: Birisine olan borcum karşılığında evimi bir yıllığına ona ipotek ettim ve bununla ilgili olarak bir sözleşme yaptık. Fakat ben sözleşme dışında evin üç yıl onun elinde kalacağı vaadinde bulundum. Acaba ipotek süresi konusunda, sözleşmede yazılmış olan mı geçerlidir, yoksa formalite icabı söz verdiğim süre mi? İpoteğin batıl olduğu farz edilse, ipotek edenle alacaklının ne yapmaları gerekir?
Cevap: İpoteğin süresi konusunda, sözleşme, verilen söz veya buna benzer şeyler ölçü değildir; bu konuda ölçü, borç sözleşmesidir. Dolayısıyla eğer belli bir süre şart koşulmuşsa, o süre dolunca ipotek bozulur; aksi takdirde borç ödeninceye veya alacaklı borçlunun zimmetini berî edinceye kadar ipotek geçerlidir. Ev ipotek olmaktan çıkar veya ipotek sözleşmesinin temelden batıl olduğu anlaşılırsa, ipotek eden alacaklıdan ipotek ettiği malı isteyebilir. Alacaklı da sahibine onu geri vermekten kaçınamaz ve o mala sahih [geçerli olan] ipoteğin sonuçlarını uygulayamaz.
Soru 1689: Yaklaşık iki yıl veya daha fazla bir süre önce, babam kendisine olan bir borcu karşılığında birisine bir miktar altın sikkeyi ipotek olarak vermiş ve vefatından birkaç gün önce de ipotek alan kişinin bunları satmasına izin verdi; ancak bu konuda kendisini bilgilendirmedi. Daha sonra ben babamın ölümünden sonra borçlu olduğu meblağı birinden borç alarak babamın borcunu ödeyip zimmetini berî etmek kastı olmaksızın, sırf ipotek edilen malı ondan alarak başkasına ipotek etmek amacıyla ona verdim. Fakat alacaklı malı teslim etmeyi, mirasçıların hepsinin muvafakat etmesine bağlı kıldığından onların bazıları buna izin vermedi ve sonuç olarak onu geri almak için alacaklıya müracaat ettim; ama o, alacağı karşısında onları aldığını iddia ederek bana geri vermekten kaçındı. Bu konuda şer'an hüküm nedir? Acaba alacaklının, alacağını aldıktan sonra ipotekli malı geri vermekten kaçınması caiz midir? Babamın borcunu ödemekle sorumlu olmadığım ve ona parayı babamın borcunu ödemek için vermediğim göz önünde bulundurulursa, acaba alacaklının o parayı alacağı karşılığında alarak geri vermeme hakkı var mıdır? Yine ipotekli malı bana vermeği diğer mirasçıların muvafakatine bağlı kılabilir mi?
Cevap: Eğer para alacaklıya meyyitin borcunu ödemek kastıyla verilmişse, bu durumda meyyitin üzerindeki borç kalkar, zimmeti berî olur ve ipotekli mal serbest olarak alacaklının yanında emanete dönüşür. Ancak ipotekli mal bütün mirasçılara ait olduğu için onu mirasçıların tümünün muvafakati olmaksızın mirasçıların bazılarına veremez. Eğer paranın ölen kişinin borcu karşılığında ödendiği kesinlik kazanmaz ve alacaklı da bunu itiraf ederse, alacaklı o parayı alacağı karşısında kendisi için alamaz ve kendisine veren kişinin istemesi durumunda geri vermesi farzdır. Böylece meyyitin mirasçıları babalarının borcunu verip ipotekli malı kurtarıncaya veya alacaklıya, hakkını alması için onu satmasına izin verinceye kadar altınlar ipotek olarak onun yanında kalır.
Soru 1690: Malını birine ipotek eden kimsenin, aynı malı ipotekten kurtarmadan önce borcundan dolayı üçüncü bir kişiye ipotek etmesi caiz midir?
Cevap: Önceki ipotekten kurtulmadan, rehin verenin aynı malı, birinci alacaklının izni olmaksızın ikinci kez ipotek etmesi fuzulî olup, sıhhati birinci alacaklının iznine bağlıdır.
Soru 1691: Birisi, kendisine borç olarak belli bir meblağ vermesi için tarlasını başka birine ipotek eder; fakat ipotek alan, belirlenen meblağa sahip olmadığını mazeret göstererek onun yerine tarla sahibine on tane koyun vermiştir. Şimdi her iki taraf da ipoteği çözerek kendi malını almak istiyor; ancak alacaklı kendisine on tane koyunun geri verilmesinde ısrar ediyor. Acaba şer'an böyle bir hakkı var mıdır?
Cevap: İpotek kesin ve sabit bir borç karşılığında olur; sonradan gerçekleşecek borç karşılığında değil. Sorudaki durumda tarla ve koyunların her biri, sahiplerine geri verilmelidir.
- ORTAKLIK
ORTAKLIK
Soru 1692: Bir şirket sahibiyle, sermayenin kullanılmasında benim adıma vekillik yapacak ve her ay hisseme düşen kârdan bana beş bin tümen verecek şekilde sermayesine ortak oldum. Bir yıl sonra bu mal ve kârı karşılığında ondan bir arsa aldım; bu arsanın hükmü nedir?
Cevap: Yatırımda ortaklık ve sermayenin şirket sahibi tarafından kullanılmasının söz konusu olduğu varsayımdaki soruda, elde edilen kazanç eğer şer’an helâl olan bir şekilde elde edilmiş ise, arsayı almanın sakıncası yoktur.
Soru 1693: Kaç kişi kendi aralarında kura çekmek ve adı kurada çıkan kişinin kendisine ait olması şartıyla ortaklaşa bir şey satın alırsa, bunun hükmü nedir?
Cevap: Kura çekmekten maksat, herkesin ortak maldaki hissesini kura çekiminden sonra adına çıkan kimseye kendi rızalarıyla hibe etmekse, bunun sakıncası yoktur. Fakat maksat, ortak malın kura çekimiyle adı kurada çıkan kişinin malı olması ise, bu şer'an sahih değildir. Bunun gibi asıl maksat kaybetme-kazanma (kumar) olursa da sahih değildir.
Soru 1694: İki kişi bir tarla satın almış ve yirmi yıldır ortak olarak orayı ekip biçiyorlar. Şimdi, ortaklardan biri kendi hissesini başkalarına satmak istiyor; acaba böyle bir hakkı var mı, yoksa orayı sadece ortağının mı satın alma hakkı vardır? Eğer hissesini ortağına satmaktan kaçınırsa, acaba ortağının buna itiraz etme hakkı var mıdır?
Cevap: Bir ortağın, diğer ortağı kendi payını kendisine satması için zorlama hakkı olmadığı gibi, başkasına satarsa itiraz hakkı da yoktur; ancak satış işleminden sonra eğer şufa hakkının gerçekleşmesi için bütün şartlar mevcutsa, onu şufa (ortağından satın almada öncelikli olma) hakkına dayanarak alabilir.
Soru 1695: Sanayi ve ticarî şirketlerin veya bazı bankaların satışa sundukları hisse senetlerinin alım satımının hükmü nedir? Şöyle ki, bir hisse senedi satın alındıktan sonra borsada pazarlanmakta, alınıp satılmakta ve böylece fiyatı alış fiyatından yukarı çıkmakta veya aşağı inmekte; alım satımın sermaye üzerinde değil de hisse üzerinde yapıldığı kesindir. Yine eğer bu şirketlerin faize dayalı faaliyetleri olduğu bilinirse veya bu konuda şüphe edilirse hüküm nedir?
Cevap: İşyeri, fabrika, şirket veya banka hisselerinin malî değeri, eğer hisselerin kendisinden kaynaklanır ve malî değeri belirleme yetkisine sahip olan kimsenin hisselere malî değer vermesi sonucu ortaya çıkarsa, bu durumda onun alım satımının sakıncası yoktur. Yine eğer fabrika, şirket, iş yeri ve bankanın değeri ve sermayesi ölçü alınarak hisselerine malî değer verilirse, yani her bir hisse senedi o değer ve sermayenin bir bölümünü temsil ettiği için bir değer belirlenirse, söz konusu şirket, iş yeri ve fabrikanın iş ve faaliyetinin şer'an helâl olması şartıyla alım satımının sakıncası yoktur.
Soru 1696: Biz üç kişi, bir tavuk mezbahasına ve oraya ait mülke ortağız. Koordinasyon eksikliğinden dolayı ortaklığı sonlandırıp ayrılma kararı aldık. Sonuç olarak söz konusu mezbahayı ve mülkü ortaklar arasında açık artırmaya çıkardık ve açık artırmayı bizden biri kazandı. Fakat bu güne kadar bize hiçbir ödemede bulunmamıştır. Acaba bu muamele geçersiz sayılır mı?
Cevap: Bir malın sırf açık artırmaya çıkarılması ve ortaklardan biri veya başka biri tarafından en yüksek fiyatın teklif edilmesi, satışın gerçekleşmesi ve mülkiyetin intikali için yeterli değildir. Hisselerin satışı şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmedikçe ortaklık aynen devam eder. Fakat satış sahih bir şekilde gerçekleşirse, müşterinin parayı ödemeyi geciktirmesi satışın batıl olmasına sebep olmaz.
Soru 1697: Şirket kurup resmî işlemlerini tamamladıktan sonra diğer ortakların muvafakatiyle şirketteki hissemi başka birine sattım. Müşteri de onun parasını bana birkaç tane çek ile ödedi; ancak çeklerin karşılığı olmadığından alıcıya gittim, çekleri benden aldı ve şirketteki payımı bana iade etti. Fakat hissem resmi olarak onun adında kaldı. Daha sonra müşterinin bu hisseyi başka birine satmış olduğunu anladım; acaba onun bu satışı sahih midir, yoksa hisselerimi talep etme hakkına sahip miyim?
Cevap: Sizinle muameleyi feshettikten sonra hisseleri satmışsa, bu durumda onun bu satışı fuzulî olup geçerliliği sizin izninize bağlıdır. Ama satışı feshetmeden önce o hisseyi üçüncü bir kişiye satmış ise, bu durumda bu satışın sıhhatine hükmedilir.
Soru 1698: İki erkek kardeşe babalarından bir ev miras kalmıştır ve kardeşlerden biri evi bölerek veya satarak diğerinden ayrılmak istiyor. Ancak diğeri ne evi bölmeyi, ne de kardeşinin hissesini satın almayı veya hissesini ona satmayı kabul ediyor; böylece onun tüm çözüm yollarını reddediyor. Bu nedenle birinci kardeş mahkemeye başvurdu ve mahkeme de davanın sonuçlanması için evin adlî uzman (bilirkişi) tarafından incelenmesine karar verdi. Araştırma sonucu, bilirkişi, evin bölünemeyeceğini ve ortaklığın sona ermesi için ya birisinin hissesini diğerine satması gerektiğini veya evin üçüncü bir kişiye satıldıktan sonra parasının ortaklara teslim edilmesi gerektiğini bildirdi; mahkeme de onun görüşünü kabul ederek onadı. Böylece ev açık artırmayla satıldıktan sonra parası ortaklara teslim edildi. Acaba bu satış geçerli midir ve kardeşlerin her birinin o paradan kendi hissesini alması caiz midir?
Cevap: Bunun sakıncası yoktur.
Soru 1699: Ortaklardan biri şirketin parasıyla bir mülk satın alarak onu eşinin adına geçirdi. Acaba bu muamele ortakların hepsine mi aittir ve mal ortakların hepsinin mi sayılır? O şahsın eşi, kocası izin vermese bile şer'an söz konusu mülkü ortakların hepsinin adına geçirmekle yükümlü müdür?
Cevap: Eğer o kişi, söz konusu malı kendisi veya eşi için sorumlu olduğu toplam bedel üzerinden satın almış ve daha sonra şirket malından ödemişse, bu mülk kendisine veya eşine aittir ve onlara yalnızca diğer ortakların mallarının oranı kadar borçludur. Fakat onu bizzat şirketin kendi malıyla satın almış ise, bu durumda muamele ortakların hissesi oranında fuzulî olup geçerliliği ortakların iznine bağlıdır.
Soru 1700: Acaba mirasçılardan bazılarının veya vekillerinin diğer mirasçıların onayı olmaksızın muşa (ifraz edilmemiş ortak) malı kullanmaları veya muamele yoluyla onda tasarrufta bulunmaları caiz midir?
Cevap: Ortaklardan hiçbirinin, diğerlerinin izni veya rızası olmaksızın ortak malı kullanmaları caiz değildir. Yine ortaklardan birinin diğer ortakların izni veya rızası olmaksızın ortak mallarla muamele yapması doğru [sahih] değildir.
Soru 1701: Ortaklardan bazıları muşa mülkü (ifraz edilmemiş ortak mülkü) satarsa veya başka birisi satar da bazı ortaklar buna izin verirlerse, acaba bu satış, diğer ortakların rızası olmadan hepsinden taraf bütün ortaklar için geçerli ve sahih midir? Yoksa bu satışın onlar için geçerliliği hepsinin rıza ve kabulüne mi bağlıdır? Eğer bütün ortakların rızası şartsa, acaba malda ortaklığın, ticarî bir şirket içinde olmasıyla normal bir şirket içinde olması arasında fark var mıdır? Şöyle ki, normal şirkette ortakların tümünün rızası şart olduğu halde ticari şirkette şart olmasın?
Cevap: Satış, sadece onu satan veya satışına izin veren kişinin kendi hissesinde sahih ve geçerlidir; diğer ortakların hissesinde ise her birinin kendi iznine bağlıdır. Bu konuda ortaklık veya şirket türleri arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 1702: Bir kişi bankayla ortaklaşa konut yapmak için bankadan bir miktar borç para alır. Evi yaptıktan sonra doğal afetlere karşı onu bankada sigortalatır. Şu anda evin bir bölümü yağmur veya kuyu suyunun sızmasıyla zarar görmüş olup, onarımı için bir miktar paraya ihtiyaç vardır. Fakat banka bu konuda sorumluluk kabul etmiyor ve sigorta şirketi de bu hasarın karşılanmasının sözleşmeye aykırı olduğunu söylüyor. Bu durumda tazminat sorumlusu kimdir?
Cevap: Sigorta şirketi, sigorta sözleşmesi kuralları dışındaki hasarlardan sorumlu değildir. Evin tamir masrafları ve başka birinin tazminatıyla yükümlü olmadığı zararlar ev sahibine aittir. Banka da eğer sivil ortaklık sözleşmesi çerçevesinde binaya ortaksa, bu durumda hissesi oranında zararı ödemelidir; hasarın özel bir şahsa isnat edilmesi durumu müstesna.
Soru 1703: Üç kişi, birlikte iş yapmak için ortaklaşa bazı iş yerleri satın aldı, ancak ortaklardan biri diğerleriyle bu dükkânları kullanma, kiralama veya satma konusunda anlaşmayı reddediyor. Bu konuda soru şudur:
a) Ortaklardan birinin diğer iki ortağın izni olmaksızın kendi hissesini satması veya kiraya vermesi caiz midir?
b) Diğer iki ortaktan izin almaksızın o yerlerde işe başlaması caiz midir?
c) Bu yerlerden birini kendisine alıp ötekileri diğer iki ortağa vermesi caiz midir?Cevap:
a) Ortaklardan her birinin kendi ortak hissesini diğer ortakların izni olmaksızın satması caizdir.
b) Ortaklardan herhangi birinin, diğerlerinin rızası olmaksızın ortak mallarda tasarruf etmesi caiz değildir.
c) Ortaklardan hiçbiri diğer ortakların onayı olmadan kendi başına ortak maldan kendi hissesini ayıramaz.Soru 1704: Bir bölgenin ahalisi, ağaçlık bir alanda bir hüseyniye yapmak istiyorlar. Fakat söz konusu yerde hissesi olan bazıları buna rıza göstermiyorlar; bu durumda orada hüseyniye yapmanın hükmü nedir? Eğer bahsi geçen arsanın enfalden veya şehrin umuma ait yerlerinden olma ihtimali varsa hüküm nedir?
Cevap: Eğer arsa ahalinin ortak mülkü olursa, bu durumda orada tasarruf etmek bütün ortakların iznine bağlıdır; fakat enfalden ise bu durumda kullanma yetkisi İslâm Devleti'nin elindedir ve devletin izni olmaksızın orada tasarruf etmek caiz değildir. Eğer şehrin umuma ait yerlerinden olursa, yine hüküm aynıdır.
Soru 1705: Eğer mirasçılardan biri, ortak oldukları bağdan kendi hissesinin satılmasına razı olmazsa, acaba diğer mirasçıların veya devlet kurumlarından birinin onu buna zorlaması caiz midir?
Cevap: Bölünmesi ve payların ayrılması mümkün ise, ortaklardan hiç birinin ve diğer kişilerin, ortaklardan birini payını satmaya zorlama hakkı yoktur ve bu tür durumlarda her ortağın yalnızca diğerlerine payını ayırmasını isteme hakkı vardır. Ancak İslam hükümeti tarafından ağaçların bulunduğu bir bahçenin bölünmesi ve ayrılmasına ilişkin özel yasal düzenlemeler yapılmış ise, bu durumda bu düzenlemelere uyulması farzdır. Ama eğer ortak mülkiyet ayrılamaz ve bölünemezse, ortaklardan her biri diğer ortağı kendi payını satmaya veya almaya mecbur bırakmak için şer'î hâkime başvurabilir.
Soru 1706: Dört erkek kardeş, sahip oldukları ortak mülkte birlikte yaşarlar, birkaç yıl sonra ikisi evlenir ve her biri küçük erkek kardeşlerinden birine bakmayı ve onun evlilik hazırlıklarını yapmayı taahhüt eder, ancak taahhütlerini yerine getirmezler. Sonuç olarak iki küçük kardeş kendilerinden ayrılmaya ve ortak mallarını bölmeye karar verdiler. Şer’i açıdan ortak malın onların arasında nasıl bölünmesi gerekir?
Cevap: Eğer birisi, ortak malı kendisi için kullanıyorsa, ortak malı kişisel kullanımı için kullanmayan diğer ortaklara da hisseleri oranında yaptığı harcamaya karşılık borçludur. Sonuç olarak, kendi mülkünden yaptığı harcamanın karşılığını vermesini isteyebilir ve geriye kalan ortak malı da aralarında eşit olarak bölebilirler. Ya da ilk önce ortak maldan hiç harcamayanlara veya diğerlerinin aldığından daha az alanlara her biri eşit oranda almış olacak şekilde verirler, sonra geri kalan malı aralarında eşit olarak bölüştürürler.
Soru 1707: ÇAYKUR [Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü] şehirlerdeki çay satıcılarını kuruma üye ve ortak olmaya zorluyor; acaba söz konusu kurumun satıcıları ortaklığa zorlaması caiz midir? Ve acaba zorlamayla olan bu ortaklık sahih [geçerli] midir?
Cevap: Eğer ÇAYKUR, çay satıcılarına şehirlerde birtakım imkânlar sağladığında ve dağıtmaları için onlara çay verip benzeri hizmetler sunduğunda, onlara ÇAYKUR’a ortak olmayı ve kendilerinden başkalarıyla alış veriş yapmamayı şart koşarsa, bu şartın mahzuru yoktur ve bahsi geçen ortaklık sakıncasızdır.
Soru 1708: Şirket müdürlerinin veya sorumlularının, elde edilen kârları hisse sahiplerinden izin almaksızın hayır işlerde harcamaları caiz midir?
Cevap: Ortaklardan her birinin ortak maldan elde edilen kâr payı ve onu harcama yetkisi o payın sahibine aittir. Dolayısıyla başka bir kişi onun vekâletini almaksızın veya ondan izin almaksızın o maldan harcama yaparsa, hayır işlerde harcamış olsa bile bunu tazmin etmekle yükümlüdür.
Soru 1709: Bir işyerinde üç kişi ortak olup, birinci ortak sermayesinin yarısını, diğer iki ortak da her biri sermayesinin dörtte birini ödemiş ve kârın aralarında eşit olarak paylaştırılacağı konusunda anlaşmışlardır. Ancak ikinci ve üçüncü ortak işyerinde aktif ve sürekli olarak çalışıyorken, birinci ortak orada çok az çalışmaktadır; acaba bu ortaklık söz konusu şartla sahih midir?
Cevap: Şirket sözleşmesinde, ortaklardan her birinin sermaye olarak ödedikleri sermayede eşitlik şart olmayıp, yatırım miktarı farklı olsa bile ortaklar arasında kârın eşit olarak dağıtılması şartında bir sakınca yoktur. İş yerinde çalışmaya gelince; eğer şirket sözleşmesinde bu konuda hiçbir şey belirtilmemişse, ortaklardan her biri çalıştığı miktarda yaptığı işin emsalinin ücretini alma hakkına sahiptir.
Soru 1710: Devlet ve özel sektör tarafından ortaklaşa kurulan bir şirketin idari işleri, şirkette hisse sahibi olanların temsilcileri tarafından denetlenmektedir. Yöneticilerin ve diğer çalışanların şirketin nakliye araçlarını kişisel işleri için normal denecek ölçüde kullanmaları caiz midir?
Cevap: Şirkete ait nakliye araçlarının ve diğer malların, şirketin işleriyle ilişkisi olmayan yerlerde kullanımı hisse sahiplerinin veya onların temsilcilerinin iznine bağlıdır.
Soru 1711: Kanuna ve şirket esas sözleşmesine göre uyuşmazlıkların çözümü için bir tahkim kurulunun oluşturulması zorunludur; ancak söz konusu kurul üyeler tarafından oluşturulmadıkça görevlerini yerine getiremez. Hâlihazırda hissedarlardan %51'i kendi haklarından vazgeçtikleri için böyle bir kurulun kurulmasını talep etmiyorlar. Haklarından feragat edenlerin, haklarından feragat etmeyen diğer pay sahiplerinin haklarını korumak için bu kurulun oluşumuna katılmaları farz mıdır?
Cevap: Eğer şirket üyeleri, kanun ve şirket iç düzenlemelerine dayanarak gerekli hallerde hakem heyeti oluşturma taahhüdünde bulunmuşlarsa, taahhütlerini yerine getirilmeleri farzdır.
Üyelerin bazı haklarından feragat etmeleri, hakem heyetinin oluşturulmasına ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmemelerini caiz kılmaz.Soru 1712: Ortak sermayeyle ticaret yapan iki kişi, hava parası da ortak olan bir yerde iş ortağıdırlar ve yılsonunda, kâr ve zararları belirleyip bölüşüyorlar. Son zamanlarda, ortaklardan birisi günlük işini bırakıp sermayesini çekerken, diğer ortak o yerde ticarete devam ediyor. Şu anda ayrılan ortak diğer ortağın kendisi için yapmış olduğu özel muamelelerde de ortak olduğunu iddia etmektedir; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Sırf ticarethanenin mülkünde veya hava parasında ortak olmak, ticarette ve ondan elde edilen kârda ortak olmak için yeterli değildir; bunun için ticaret sermayesine de ortak olmak gerekir. Dolayısıyla ortak malda ortakların hissesi sahih bir şekilde taksim edilip her biri sermayesini aldıktan sonra ortaklardan birisi ticarethanede ticaretini sürdürürse, sermayesini alan kişinin diğer kişinin ticaretinde hiçbir hakkı yoktur; sadece hissesi oranında ticarethaneden kira veya emsalinin ücretini isteyebilir. Ancak ortak sermaye taksiminden önce ticareti sürdürmüş olursa, öteki ortağın sermayedeki ortaklığı oranında birinci ortağın ticaretinde hakkı vardır.
Soru 1713: Eline geçecek olan malını İslâm ve hak mektebe aykırı düşünceleri yaymakta harcama ihtimalini göz önünde bulundurarak kız kardeşimin kendi mallarını elde etmesini engellemem ve şirketteki hissesini ayırıp hakkını ona vermekten kaçınmam uygun mudur?
Cevap: Ortaklardan hiçbirinin, diğer bir ortağın ayrılmasını engellemeye hakkı yoktur. Yine, ortaklardan birisi eğer mal varlığını alırsa, malını kötülük ve günah yolunda veya harcama yapılması caiz olmayan işlerde kullanacağı endişesiyle onun mallarına ulaşmasına engel olamaz. Bilakis her ne kadar mallarını haram işlerde kullanması onun kendisine haram olsa da bu konuda onun isteğini yerine getirmeleri farzdır. Nitekim diğerlerinin de onu, eğer mallarını harcanması caiz olmayan yerlerde harcarsa, kötü işlerden alıkoyması farzdır.
Soru 1714: Köyümüzde, çiftçilere geçmiş ata ve ecdatlarından kalan ve alanı on hektarı bulan bir gölet vardır ve her yıl kışın su burada toplanıyor ve zamanı gelince tarla ve bahçelerin sulanmasında kullanılıyor. Şu anda devlet, ortasına geniş bir yol yaptı ve sadece beş hektarı kaldı. Acaba geriye kalan miktar, belediyenin malı mı sayılır yoksa çiftçilerin malı mıdır?
Cevap: Eğer gölet, çiftçilerin atalarının mülküyse ve onlara miras yoluyla geçmişse, geri kalanı onların mülkü olarak kabul edilir ve hükümetin bu konuda özel yasaları olmadıkça belediyenin o gölet üzerinde hakkı yoktur.
- HİBE
HİBE
Soru 1715: Baliğ olmayan yetimin ettiği hediyeyi kullanmak şer'an caiz midir?
Cevap: Şer'î velisinin iznine bağlıdır.
Soru 1716: Bir arsaya ortak olan iki kardeşten biri, kendi hissesini karşılıklı hibe yöntemiyle büyük kardeşinin oğluna bağışlamış ve ona teslim etmiştir. Acaba hibe eden kişinin evlâtlarının, babalarının ölümünden sonra bu hissede miras iddia etme hakları var mıdır?
Cevap: Ölen kardeşin hayattayken o arsadaki hissesini kardeşinin oğluna bağışlayarak teslim ettiği ve onun yetkisine bıraktığı ispatlanırsa, ölümünden sonra mirasçılarının o arsada hiçbir hakkı yoktur.
Soru 1717: Birisi babasının arsasında onun için bir ev yapmış ve babası hayattayken aynı bina üzerinde babasının izniyle kendisi için de bir kat çıkmıştır. O kişinin babasının vefatından birkaç yıl sonra öldüğü ve oranın hediye olduğuna veya nasıl kullanılacağına dair herhangi bir vasiyetname veya belgenin bulunmadığı dikkate alındığında, acaba ikinci kat onun malı mıdır ve ölümünden sonra mirasçılarına intikal eder mi?
Cevap: Eğer oğul, kendi mülkiyetinde olan ikinci katın inşaat masraflarını ödemişse ve orası babasının yaşamı boyunca herhangi bir ihtilaf olmaksızın kendi mülkiyetinde kalmışsa, o evin şer'an ona ait olduğuna hükmedilir ve ölümünden sonra onun mal varlığından sayılır ve mirasçılarının olur.
Soru 1718: Ben on bir yaşındayken babam sahip olduğu evlerden birinin tapusunu resmi olarak benim adıma, bir arsayla başka bir evin yarısını da kardeşimin adına ve bu evin diğer yarısını ise annemin adına geçirmiştir. Babamın ölümünden sonra diğer mirasçılar babamın benim adıma geçirdiği evin şer'an bana ait olmadığını ve babamın bu eve el konulmaması için onu benim adıma geçirdiğini iddia ediyorlar. Oysa babamın kardeşim ve annemin adına geçirdiği mülklerin onlara ait olduğunu itiraf etmekteler. Babamın bu konuda herhangi bir vasiyetinin olmadığı ve bu olaya şahit olan biri de olmadığı göz önünde bulundurulursa, hüküm nedir?
Cevap: Babanın hayattayken malından bazı mirasçılara bağışladığı ve ona devrettiği ve bunu ispat için tapusunu da resmi olarak onun adına geçirdiği mallar, şer'an onun malıdır. Diğer mirasçıların, babalarının o malı ona vermediğini ve onun adına düzenlenen resmi belgenin sahte olduğunu sahih bir şekilde ispat etmedikçe, onu rahatsız etmeye hakları yoktur.
Soru 1719: Kocam ev yapmakla meşgulken ben de ona yardım ediyordum ve bu da maliyetlerin düşmesine ve evin inşaatının bitmesine sebep oldu. Onun kendisi de defalarca bana, eve ortak olduğumu ve ev yapımı bittikten sonra üçte birini benim adıma geçireceğini söylemişti. Fakat o bunu yapamadan önce öldü ve şimdi de elimde benim iddiamı ispatlayacak herhangi bir belge veya vasiyet yoktur; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Sırf ev yapımında yardım etmek veya sırf sizi eve ortak edeceğini vadetmesi sizin evin mülküne ortak olmanıza sebep olamaz. Dolayısıyla muteber bir yolla kocanızın hayattayken evin bir bölümünü size bağışladığı ispatlanmazsa, sizin o evde kendi miras payınızdan başka hakkınız yoktur.
Soru 1720: Eşim aklî dengesi yerindeyken banka görevlisini çağırarak hesabındaki parasını bana hibe etti ve bankadan para çekme hakkının bana ait olması için gerekli belgeleri imzaladı. Bu olaya hastane müdürüyle banka görevlisi de tanık oldu. Böylece banka bana çek defteri verdi ve ben bir ay boyunca o hesaptan belli bir meblağ çektim. Bir buçuk ay geçtikten sonra oğlu kocamı bankaya götürdü; aklî dengesi ve şuuru yerinde olmadığı halde, "Bankadaki para eşinize mi ait?" diye sordular. O da başıyla işaret ederek olumlu cevap verdi. Tekrar ona, "Bu para evlâtlarınıza mı ait?" diye olduğunu sordular; o yine aynı şekilde olumlu cevap verdi. Acaba bu mal bana mı aittir, yoksa eşimin evlâtlarına mı?
Cevap: Hibede mülkiyetin oluşması için bağışlanan malı teslim almak şart olduğundan ve bankadaki parayı almak için sırf belge imzalanması ve çek defteri verilmesi yeterli olmadığından bu hibe şer'an geçerli ve sahih değildir. Kocanızın aklî dengesinin yerinde olduğu dönemde onun izniyle kendiniz için bankadan çektiğiniz para size aittir. Ancak eşinizin bankadaki geri kalan parası, ölümünden sonra onun mirasından sayılır ve mirasçılarına aittir ve kocanızın aklî dengesini kaybettiği dönemdeki ikrarının da bir geçerliliği yoktur. Bu konuda herhangi bir kanun varsa ona uyulması gerekir.
Soru 1721: Acaba çocukların, anneleri hayattayken onun kullanması için satın aldıkları eşyalar ölümünden sonra onun mirasından sayılacak şekilde ona ait mallardan mı sayılır?
Cevap: Eğer çocuklar söz konusu eşyaları ona hediye etmiş ve onun yetkisine bırakmışlarsa, annelerinin şahsi mallarından olup ölümünden sonra onun mirasından sayılır.
Soru 1722: Kocanın hanımı için satın aldığı altın takılar, acaba eşine mi aittir, yoksa kocanın malından olup ölümünden sonra mirasçıları arasında bölüştürüleceği ve eşinin de kendi payına düşeni alacağı mirasından mı sayılır?
Cevap: Eğer bu takılar, karısının elinde ve yetkisindeyse ve karısı, kendi mülkünde tasarruf ettiği gibi onlarda tasarruf ediyorduysa, aksi ispat edilmediği takdirde onun mülkü olduğuna hükmedilir.
Soru 1723: Karı kocaya evlilik hayatları boyunca verilen hediyeler, kadının mı, kocanın mı yoksa her ikisinin mi malıdır?
Cevap: Durum, hediyelerin erkeklere veya kadınlara has ya da birinin veya her ikisinin kullanabileceği şeylerden olmasına göre değişir. Dolayısıyla eğer görünürde eşlerden sadece birine hediye edilmişse, o mal onundur; ama eşlerin ikisine de ortaklaşa hediye edilmişse, ikisinin ortak malıdır.
Soru 1724: Bir kimsenin karısını boşaması durumunda, kadın düğün sırasında kendisine ailesi tarafından verilen yatak, halı ve elbise gibi eşyaları kocasından isteyebilir mi?
Cevap: Bu eşyalar eğer kadının kendi ailesinden aldığı veya kendisi için satın aldığı ya da bizzat kendisine bağışlanan eşyalardan ise, kadının malıdır; aynen mevcut olurlarsa onları kocasından isteyebilir. Eğer kadının ailesi ve akrabaları tarafından damatlarına hediye edilmişse, bu durumda kadın kocasından onları isteyemez; aksine bunların yetkisi kadının kocasına hibe edenlerin elindedir. Dolayısıyla eğer bu mallar aynen mevcutsa ve kocası hediye edenlerin akrabası değilse, bu durumda hediye edenin hibeyi feshedip malı geri alması caizdir.
Soru 1725: Eşimden boşandıktan sonra evliliğimiz boyunca kendi paramla alıp ona verdiğim altınları, ziynet eşyalarını ve diğer şeyleri geri aldım; acaba şimdi bu eşyalarda tasarruf etmem caiz midir?
Cevap: Eğer onları eşinize kullanması için ariyet (ödünç) olarak vermişseniz veya ona hibe etmişseniz ve bu eşyalar eşinizin yanında hâlâ mevcut olur ve eşiniz de akrabalarınızdan olmazsa, hibeyi feshedip hediye ettiğiniz malları geri alabilirsiniz ve ondan bu şekilde aldığınız malları kullanmanız caizdir; aksi durumda caiz olmaz.
Soru 1726: Babam bana bir arsa bağışladı ve tapusunu da resmi olarak adıma geçirdi; fakat bir yıl sonra yaptığına pişman oldu. Acaba [bu durumda] şer'an o arazide tasarruf etmem caiz midir?
Cevap: Eğer babanız, siz araziyi ondan teslim alıp, tamamen ona hâkim olduktan sonra pişman olup bağışlamaktan vazgeçtiyse, babanızın vazgeçmesi geçerli değildir ve o arsa şer'an sizin mülkünüzdür. Ancak araziyi teslim almadan önce pişman olur ve vazgeçerse, bağışından cayma hakkına sahiptir ve o andan itibaren sizin artık söz konusu arazi üzerinde herhangi bir hakkınız olmaz ve yalnızca tapunun sizin adınıza tescil edilmesi, bağışın gerçekleşmesi için geçerli olan araziyi teslim alma şartı için yeterli değildir.
Soru 1727: Ben birisine bir arsa bağışladım, o da o arsanın bir bölümüne ev yaptı. Acaba ona hediye ettiğim arsayı veya arsanın fiyatını ondan istemem caiz midir? Ya da arsanın ev yapmadığı boş kalan bölümünü geri vermesini istemem caiz midir?
Cevap: Sizin izninizle arsayı teslim alıp üzerinde ev yaparak tasarrufta bulunduktan sonra hediyeyi feshetmeye ve ona hediye ettiğiniz arsayı veya arsanın fiyatını geri istemeye hakkınız yoktur. Eğer hediye edilen arsanın bir bölümünde ev yapmak bölge halkının örfüne göre arsanın tamamında tasarruf etmek sayılırsa, bu durumda onun hiçbir bölümünü geri alamazsınız.
Soru 1728: İnsanın bütün mal varlığını çocuklarının birine bağışlayıp diğerlerini ondan mahrum bırakması caiz midir?
Cevap: Eğer bu amel çocuklar arasında fitne ve ihtilâf çıkmasına yol açarsa caiz değildir.
Soru 1729: Birisi evini, arsası üzerinde hüseyniye inşa edilmesi için ivazlı (karşılıklı) hibe yöntemiyle ve resmî belgeyle beş kişiye hibe eder ve hüseyniye yapıldıktan sonra on yıl boyunca onu hapsetmelerini (uhdelerinde tutmalarını) ve bu süreden sonra isterlerse vakfedebileceklerini şart koşar. Bunun üzerine o beş kişi halkın yardımıyla hüseyniyeyi inşa ederler. Ardından hapsedilen bu mülkün gözetimi, yönetimi ve vakıf akdinin şartlarıyla ilgili işleri, vakfa yönetici ve denetleyici tayin etme yetkisini üzerlerine alırlar ve bu doğrultuda resmî bir belge de düzenlerler. Acaba bu durumda hapsedilmiş hüseyniyeyi vakfetmek istediklerinde vakfa yönetici ve denetleyici seçmede onların görüşüne uymak farz mıdır? Ve acaba bu şartlara uymamanın şer'an bir sakıncası var mıdır? Yine eğer bu beş kişiden biri hüseyniyenin vakfedilmesi hususunda muhalefet ederse hüküm nedir?
Cevap: Onların, hibe eden kişinin ivazlı (karşılıklı) hibe akdinde koştuğu şartlara uygun hareket etmeleri farzdır. Dolayısıyla eğer vakfın veya hapsetmenin (uhdede tutmanın) niteliğinde arsa sahibinin şartlarına aykırı davranırlarsa, arsa sahibi veya mirasçıları ivazlı hibeyi feshetme hakkına sahip olurlar. O beş kişinin, uhdede tutulan yeri idare ve denetleme yetkisi, vakfedilen malla onun yönetimi için kararlaştırıp kaydettikleri şartlara gelince; eğer arsa sahibinin hibe akdinde onayladığı üzere olursa, yani, hibe eden kişi bu işlerin tüm yetkisini kendilerine devretmişse, onların bu kararlarına bağlı kalmak farzdır. Eğer onlardan bazıları hüseyniyeyi vakfetmekten kaçınırlarsa, arsa sahibinin görüşü hepsinin bu konuda birlikte karar almaları yönünde olmuş olursa, diğerleri onu vakfedemezler.
Soru 1730: Çocuğu olmayan bir adam şahsî evinin üçte birini karısına bağışlamış ve bir yıl sonra evin tamamını 15 yıllığına kiraya verdikten sonra vefat etmiştir. Evin hibe edildikten sonra kiraya verildiği dikkate alındığında acaba bu hibe geçerli midir? Eğer ölen kişinin borcu varsa, acaba borcunu evin tamamından mı ödemek gerekir, yoksa üçte ikisinden ödeyip geri kalanını miras kanununa göre bölüşmek mi gerekir? Acaba borçluların kira süresi bitinceye kadar beklemeleri farz mıdır?
Cevap: Eğer ev sahibi karısına hibe ettiği bölümü, tamamını kiraya vermeden önce, evin tamamını teslim alma zımnında olsa bile karısına teslim etmişse ve karısı da akrabalarından ise veya o miktarı ivazlı (karşılıklı) hibeyle hediye etmişse, hediye edilen miktarda hibe sahih ve geçerlidir; kira da sadece hibe edilen miktarın dışında sahihtir. Aksi durumda eğer kiraya vermek, hibeden vazgeçmek kastıyla olursa, evin tamamı hibe edildikten sonra kiraya verildiğinden, hibe batıl olur ve sadece yapılan kiralama hibeden sonra olduğu için sahihtir. Ölen kişinin borcuna gelince, bu borç o adamın ölünceye kadar sahip olduğu mal varlığından çıkarılıp borçlulara ödenir. Onun hayattayken belli bir süreye kadar kiraya verdiği şeyin menfaati o süre içerisinde kiracıya aittir; kiraya verdiği şeyin kendisi ise onun mirasından sayılır. Dolayısıyla bu mirasından borçları çıkarıldıktan sonra geriye kalanı mirasçılarının malıdır; ancak mirasçılar kira süresi bitinceye kadar evin kendisinden yararlanamazlar.
Soru 1731: Birisi vasiyetinde, yaşadığı sürece her yıl kendisine ve ailesine belli bir miktar pirinç vermek şartıyla, bütün gayrimenkul mallarının çocuklarından birine ait olmasını vasiyet etmiştir. Bu olaydan bir yıl geçtikten sonra bütün bu mallarını o evlâdına bağışladı. Acaba bu mallar konusundaki vasiyeti, önceden yapıldığından hâlâ geçerli olup sonuç olarak vasiyeti malının üçte birinde sahih olup geri kalan malları ölümünden sonra bütün mirasçılarına mı aittir, yoksa daha sonra malını bağışlamasıyla vasiyetinin batıl olduğuna mı hükmedilir? Söz konusu malların, hibe edilen kişinin yetkisinde ve tasarrufunda olduğu dikkate alındığında hüküm nedir?
Cevap: Vasiyetten sonra yapılan hibe, eğer bağışlayan kişinin hayatında ve onun izniyle teslim edilip hibe edilen şahsın yetkisine bırakılarak gerçekleştirmişse, hibeden önceki vasiyet batıl olur; çünkü hibe, önceki vasiyetten vazgeçildiğini gösterir. Dolayısıyla bağışlanan mal, o evlâdın mülkü sayılır ve diğer mirasçıların onda hiçbir hakkı yoktur; aksi durumda, vasiyet eden kişinin vasiyetten vazgeçtiği kesin olarak ispatlanmadığı sürece vasiyet geçerlidir.
Soru 1732: Acaba babasının mirasından kendi payına düşen malları iki kardeşine bağışlayan kişinin birkaç yıl sonra kardeşlerinden o malları geri istemesi caiz midir? Ve eğer kardeşleri o malları iade etmekten kaçınırlarsa hüküm nedir?
Cevap: Hediyenin, teslim etme ve yetkisine teslim alma yoluyla gerçekleşmesinden sonra hibe etmekten caymak isterse, böyle bir hakkı yoktur, fakat teslim etme ve teslim almadan önce hediye etmekten vazgeçerse, geçerlidir ve geri almasının sakıncası yoktur.
Soru 1733: Kardeşlerimden birisi mirastan kendi payına düşen hakkını kendi rızasıyla bana bağışladı; fakat bir süre sonra mülk mirasçılar arasında bölüştürülmeden önce hibeden vazgeçti, bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Eğer mirastan kendi payına düşen malı size teslim etmeden önce hibe etmekten vazgeçerse, sahihtir ve onun size hibe etmiş olduğu malda hakkınız yoktur. Fakat eğer onu teslim aldıktan sonra hibeden vazgeçerse, etkisi [geçerliliği] yoktur ve onun size hediye etmiş olduğu şeyde bir hakkı olmaz.
Soru 1734: Bir kadın, üzerine hac farz olduğu düşüncesiyle akrabalarının muvafakat etmemelerine rağmen ölümünden sonra kendisi tarafından niyabeten hac yapması şartıyla ekili tarlasını bir kimseye hibe etmiştir. Sonra aynı tarlayı ikinci kez torunlarından birine hibe etti ve ikinci hibesinden bir hafta sonra öldü. Acaba birinci hibe mi sahihtir, yoksa ikinci hibe mi? Tarla kendisine bağışlanan birinci kişinin, ondan niyabeten hac farizasını yerine getirme hususunda ne yapması gerekir?
Cevap: Tarla kendisine bağışlanan birinci kişi eğer bağışlayan kadının akrabalarından ise ve kendisine bağışlanan malı onun izniyle teslim almışsa, birinci hibe sahih ve gereklidir ve o kadın adına hac yapması farzdır. İkinci hibe ise fuzulî olup geçerli olması hibe edilen birinci kişinin iznine bağlıdır. Fakat birinci kişi hibe eden kadının akrabalarından değilse veya hibe edilen malı ondan teslim almamışsa, ikinci hibe doğrudur ve bu, birinci hibeden vazgeçmek sayılır ki bunun sonucunda birinci hibe batıl olur. Bu durumda kendisine hibe edilen birinci kişinin tarlada hiçbir hakkı yoktur ve hibe edenden taraf hac yapması da ona farz değildir.
Soru 1735: Henüz meydana gelmemiş ve ileride oluşacak haklar, önceden hibe edilebilir mi? Eğer kadın nikâh akdi esnasında ileride sahip olacağı malî hakları kocasına bağışlarsa, acaba bu hibe geçerli olur mu?
Cevap: Bu tür hediyelerin geçerliliğinde sorunlar ve hatta yasaklar vardır. Dolayısıyla eğer kadının hibesi, gelecekte oluşacak hakları, sulh sözleşmesine veya gerçekleştikten sonra düşürülmesi şartına dönüştürülürse, sakıncası yoktur; aksi durumda bunun hiçbir yararı ve hukukî etkisi olmaz.
Soru 1736: Kâfirlere hediye vermenin veya onlardan hediye almanın hükmü nedir?
Cevap: Bunun kendi özünde sakıncası yoktur.
Soru 1737: Birisi, hayattayken bütün malını torununa bağışlamış; bu hibe, hatta onun vefatından sonra kefen, defin ve harcama yapılması gereken diğer hususlar da dâhil bütün mal varlığı için geçerli midir?
Cevap: Eğer bağışlanan mal, bağıştan sonra ve bağışlayan kişi hayattayken onun izniyle teslim alınmışsa, teslim alınan bütün mallarda hibe geçerlidir.
Soru 1738 Savaş gazilerine ve yaralılarına ödenen mallar hediye sayılır mı?
Cevap: Bazılarına çalışmaları karşılığında, yani yaptıkları iş karşılığı ödenen ücretler müstesna, evet, hediye sayılır.
Soru 1739: Eğer şehit ailesine bir hediye verilirse, bu mal, mirasçılarına mı, kefiline mi, yoksa onların velisine mi aittir?
Cevap: Hibe edenin niyetine bağlıdır.
Soru 1740: Bazı şirketler veya yerli ve yabancı bazı özel ve tüzel kişiler mal alım satımında veya sanayi sözleşmeleri yapılırken, vekil ve aracı olan kişilere bazı hediyeler veriyorlar. Kendisine hediye verilen kişinin, hediye veren kişinin yararına bir iş yapması veya bir karar vermesi muhtemel olduğundan, acaba onun bu hediyeyi kabul etmesi ve alması şer'an caiz midir?
Cevap: Alım-satım ve sözleşme akdinde vekil veya aracının, karşı tarafla muamele yapmak karşılığında ondan hediye almaması gerekir.
Soru 741: Şirketler veya kişiler tarafından verilen hediyeler, onlara beytülmalden verilen hediyeler karşılığında olursa, bunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer beytülmalden verilen hediyenin karşılığında olursa, onun beytülmale verilmesi gerekir.
Soru 742: Eğer hediye, onu alan kişi üzerinde etkili olur ve uygun olmayan bağlantılara veya şüpheli güvenlik ilişkilerine neden oluyorsa, o hediyeyi alıp kullanmak caiz midir?
Cevap: Bu tür hediyeleri almak caiz değildir; hatta bunları kabul etmekten kaçınmak farzdır.
Soru 743: Eğer hediyenin, onu alan kişiyi, hediye veren kişinin çıkarları yönünde reklam yapmaya teşvik etmek amacıyla olduğu ihtimali verilirse, acaba onu almak caiz midir?
Cevap: Eğer amaçlanan reklamlar şer'an ve kanunen caiz ise, sakıncası yoktur ve onun karşılığında hediye kabul etmenin de sakıncası yoktur. Elbette idari ortamlarda bu, ilgili yasa ve yönetmeliklere tabidir.
Soru 1744: Eğer hediye, sorumlu olan birine [kanuna aykırı] bir davranışa göz yumması, karşı çıkmaması veya onaylaması için verilirse, onu kabul etmenin hükmü nedir?
Cevap: Bu tür hediyeleri kabul etmek sakıncalıdır; hatta yasaktır. Genel olarak eğer hediye şer'an veya kanunen yasak olan bir şeye ulaşmak veya sorumlu kimseyi onaylamaya hakkı olmadığı bir şeyi onaylamaya yöneltmek için olursa, o hediyeyi almak caiz değildir; hatta onu kabul etmekten sakınmak farzdır. Sorumluların da bunu engellemeleri farzdır.
Soru 1745: Büyük babanın, hayatta iken mallarının tamamını veya bir bölümünü ölen oğlunun karısına ve çocuklarına bağışlaması caiz midir? Kızlarının buna itiraz etme hakları var mıdır?
Cevap: Hayatta iken mallarından istediği kadarını torunlarına veya oğlunun karısına bağışlayabilir ve kızlarının buna itiraz etme hakları yoktur.
Soru 1746: Çocuğu, kız ve erkek kardeşi, anne ve babası olmayan biri, mallarını karısına veya karısının akrabalarına hibe etmek istiyor; şer’i açıdan böyle yapması caiz midir? Acaba bu işin belli bir miktarı ve sınırı var mıdır, yoksa tüm malını bağışlayabilir mi?
Cevap: Sakıncası yoktur; mal sahibi hayatta olduğu sürece mallarının hepsini veya bir bölümünü mirasçılarından olsun veya olmasın istediği herkese bağışlayabilir.
Soru 1747: Şehitler Kurumu, şehit oğluma Fatiha ve anma merasimi düzenlemem için bana bir miktar para ve gıda maddesi vermiştir; bu malı almamın ahirette bir sorumluluğu var mıdır? Acaba bununla şehidin sevap ve mükâfatı azalır mı?
Cevap: Aziz şehit ailelerinin bu gibi yardımları kabul etmelerinin sakıncası yoktur ve bunun şehidin ve şehit ailesinin sevap ve mükâfatında bir etkisi yoktur.
Soru 1748: Güvenlik ve otel personeli tarafından kendilerine bahşiş olarak hediye verilen eşyaların toplanması ve eşit olarak paylaştırılması için ortak bir kasa oluşturulmuştur. Ancak müdür veya müdür yardımcısı pozisyonundakilerden bazıları daha fazla pay talep ediyorlar ve bu da üyeler arasında ihtilaf ve tefrika çıkmasına sebep oluyor; bunun hükmü nedir?
Cevap: Bu konu, bahşişi veren kimsenin niyetine bağlıdır; sonuç olarak belli bir kişiye verilen şeyler, o kişinin kendisine aittir; hepsi için verdiği şeyler ise aralarında eşit olarak bölüştürülmelidir.
Soru 1749: Bayram harçlığı gibi küçük çocuklara verilen hediyeler o çocuğun ebeveynine mi aittir, yoksa çocuğun kendi malı mıdır?
Cevap: Eğer babası o hediyeyi çocuğun velisi unvanıyla [onun adına] almışsa, o mal küçük çocuğun malıdır.
Soru 1750: İki kızı olan bir anne tüm mal varlığı olan bir tarlayı torununa (kızlarından birinin oğluna) hibe etmek istiyor ve bunun sonucunda ikinci kızı mirastan mahrum kalıyor. Acaba onun bu hibesi sahih [geçerli] midir, yoksa ikinci kızı annesinin ölümünden sonra tarladan kendi payına düşeni isteyebilir mi?
Cevap: Eğer anne hayattayken mülkünü torununa bağışlamış ve ona teslim etmişse, mülk hibe edilen kişiye aittir ve kimse buna itiraz edemez. Ama eğer ölümünden sonra o mülkü torununa vermelerini vasiyet etmişse, vasiyeti mirasının sadece üçte birinde geçerlidir ve geriye kalan miktarda geçerli olması mirasçıların iznine bağlıdır.
Soru 1751: Birisi tarlasının bir bölümünü, iki üvey kızını oğullarıyla evlendirmesi şartıyla kardeşinin oğluna bağışlar. Yeğeni ise üvey kızlarından birini hibe eden amcasının oğullarından biriyle evlendirir; ancak ikinci üvey kızını evlendirmekten kaçınır. Acaba bu hibe söz konusu şartla geçerli ve gerekli [lazım] midir?
Cevap: Bu hibe sahih ve lâzımdır; fakat konulan şart batıldır; çünkü üvey babanın üvey kızları üzerinde velâyeti yoktur. Onların evliliği babaları veya babalarının babası olmadığı durumlarda kendi rızalarına bağlıdır. Evet, eğer söz konusu şarttan maksat yeğenin, üvey kızlarla konuşarak onları araziyi hediye eden amcasının oğullarıyla evlenmeye razı etmesi ise, bu durumda şart sahihtir ve ona uyulması farzdır. Eğer şarta uymazsa, hibe eden kişinin feshetme hakkı olacaktır.
Soru 752: Ben apartman dairemi küçük kızımın adına geçirdim; ancak annesinden boşanınca, bu hibeden vazgeçtim ve kızım on sekiz yaşına ulaşmadan önce daireyi ikinci karımdan olan oğlumun adına geçirdim, bunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer mülkünüzü gerçekten kızınıza hibe etmişseniz ve mülkü kızınızın velisi olarak ondan taraf teslim almış iseniz, hibe gerçekleşmiştir ve feshedilemez. Fakat eğer hibe şartlarına uygun olarak gerçekleşmemişse ve sadece tapuyu kızınızın adına geçirmişseniz, hibenin gerçekleşmesi ve mülkün onun olması için bu yeterli değildir. Bu durumda mülk sizindir ve onun yetkisi de sizin elinizdedir.
Soru 753: Ben ağır bir hastalığa yakalandıktan sonra bütün mal varlığımı evlâtlarım arasında bölüştürdüm ve bu konuda bir belge de düzenledim. Ancak sağlığıma kavuşunca onlardan, mallarımdan bir bölümünü bana iade etmelerini istedim; fakat onlar bundan imtina ettiler; bunun hükmü nedir?
Cevap: Mallarınızın mülkiyetinin evlâtlarınıza geçmesi için sadece bir belge düzenlemeniz yeterli değildir; eğer mal varlığınızı onlara hibe edip, onların tasarrufuna ve yetkisine mülkleri olacak şekilde bırakıp teslim etmişseniz, bundan vazgeçme hakkınız yoktur. Fakat esasen eğer hibe gerçekleşmemişse veya hibeden sonra teslim etme ve teslim alma işlemi gerçekleşmemişse, o mallar hâlâ sizin mülkiyetiniz altındadır ve onları kullanma yetkisi size aittir.
Soru 1754: Birisi, vasiyetinde evinde bulunan her şeyi karısına bağışlamıştır. Evde vasiyet edenin el yazısıyla yazılmış bir kitap da bulunmaktadır. Eşi bu kitaba sahip olmanın yanı sıra kitabın basım ve yayın hakkı gibi haklarına da sahip olur mu, yoksa öteki mirasçılar da buna ortak mıdır?
Cevap: Yazılan kitabın basım ve yayın hakkı, kitabın mülkiyetine tâbidir. Dolayısıyla müellif hayattayken kitabını kime hibe ve teslim etmişse veya ona ait olduğunu vasiyet etmişse, yazarın ölümünden sonra kitap o kişiye ait olur ve tüm imtiyaz ve haklar ona geçer.
Soru 1755: Bazı idare ve kurumlar çeşitli münasebetlerle kendi memurlarına ne amaçla verildiği bilinmeyen hediyeler vermekteler; acaba memurların bu hediyeleri almaları ve kullanmaları caiz midir?
Cevap: Hediye veren kişinin devlet kanunlarına göre böyle bir salâhiyeti ve yetkisi varsa, devlet mallarından hediye vermenin sakıncası yoktur; hediyeyi alan kişi hediye veren kişinin böyle bir yetkisi olduğuna dikkate değer şekilde ihtimal verirse, o hediyeleri almasının sakıncası yoktur.
Soru 1756: Hibe edilen şeyi, hibe edenden teslim alma konusunda, ondan sadece hibe edileni teslim almanın kendisi yeterli midir, yoksa özellikle arazi, ev, araba vb. mallarda ayrıca hediye edilen kişinin adına geçirilmesi de gerekir mi?
Cevap: Hibede teslim almanın şart olmasından maksat, sözleşme yapmak ve onu imzalamak değildir; maksat o malın dışarıda hibe edilen kişinin tasarrufuna ve yetkisine bırakılmasıdır. Dolayısıyla hibenin gerçekleşmesinde ve mülkiyetin hâsıl olmasında bu yeterlidir. Bu konuda hediye edilen mallar arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 1757: Birisi, bir başkasına evlilik, doğum günü veya başka bir vesileyle bir mal hediye etmiş ve üzerinden 3 veya 4 yıl geçtikten sonra onları geri almak istiyor. Acaba hibe edilen kişiye onları iade etmesi farz mıdır? Eğer birisi, Ehlibeyt İmamları (üzerlerine selâm olsun) için matem veya velâdet merasimleri düzenlenmesi amacıyla bir mal verirse, daha sonra söz konusu malı geri almaya hakkı var mıdır?
Cevap: Hibe edilen mal, o kişinin yanında olduğu gibi duruyorsa, o kişinin hibe edenin akrabalarından olmaması ve hibenin de ivazlı hibe olmaması şartıyla, hibe eden kişinin mallarını istemesi ve geri alması caizdir. Fakat hediyenin telef olması veya hediye verildiği andaki halinin değişime uğraması durumunda, hediyeyi veya karşılığını geri isteme hakkı yoktur. Yine insanın kurbet kastıyla ve Allah rızası için verdiği malı geri alma hakkı yoktur.
- BORÇ
BORÇ
Soru 1758: Bir fabrika sahibi ham madde satın almak için benden bir miktar borç para aldı. Bir süre sonra bu parayı bir miktar fazlasıyla bana geri ödedi. O bu fazlalığı tamamen kendi gönül rızasıyla, önceden böyle bir şart ve benim bir beklentim olmaksızın bana verdi; acaba bu fazla parayı almam caiz midir?
Cevap: Sorudaki varsayıma göre borç akdinde fazla para vermek şart koşulmadığı ve fazla miktarı borç alan kişi kendi rızasıyla borçluya verdiği için onu almanın ve kullanmanın sakıncası yoktur.
Soru 1759: Eğer borçlu borcunu ödemekten kaçınırsa ve sonuç olarak alacaklı çek bedelini almak için mahkemeye şikâyette bulunur ve bunun neticesinde anaparaya ek olarak devlete icra vergisi de ödemek zorunda kalırsa, acaba borç veren şer’an bundan sorumlu mudur?
Cevap: Eğer borçlu borcunu ödemekte kusur işler ve bundan dolayı devlete icra vergisi ödemek zorunda kalırsa, bundan alacaklı sorumlu olmaz.
Soru 1760: Kardeşimin bana bir miktar borcu var. Ev satın aldığımda bana hediye olduğunu düşündüğüm bir halı getirdi. Fakat daha sonra alacağımı istediğimde, o halıyı bana borcu karşılığında verdiğini iddia etti. Bu konuda bana herhangi bir şey demediği dikkate alındığında, vermiş olduğu halıyı borcuna sayması sahih midir? Eğer halıyı borcunun karşılığı olarak kabul etmezsem, onu kardeşime iade etmem gerekir mi? Borç verdiğim günde paranın alım gücünün günümüzdekinden fazla olduğu dikkate alındığında, acaba kardeşimden borç miktarına ek olarak fazla bir meblağ da isteyebilir miyim?
Cevap: Alınan borcun cinsinden olmayan halı ve diğer şeyler alacaklı kabul etmedikçe borç yerine verilemez. Eğer siz halının alacağınız yerine verilmesine razı değilseniz onu kardeşinize iade etmelisiniz; çünkü o halı hâlâ onun mülkiyetindedir. Paranın alım gücünü kaybetme durumunda, alacağınıza ek olarak paranın değer kaybı miktarını da talep edebilirsiniz.
Soru 1761: Borcu ödemek için haram mal vermenin hükmü nedir?
Cevap: Başkasının malını vermekle borç ödenmez ve bununla borçlunun sorumluluğu kalkmaz.
Soru 762: Bir kadın satın almak istediği evin değerinin üçte biri kadar birinden borç alır ve alacaklıyla maddî durumu iyileştiğinde onu kendisine ödeyeceğine dair anlaşır. Aynı zamanda oğlu, teminat olarak borç tutarında ona bir çek verir. Şimdi tarafların ölümünden dört yıl geçtikten sonra, mirasçıları bu meseleyi halletmek istiyorlar. Acaba kadının mirasçıları, alacaklının mirasçılarına borç parayla satın alınan evin mi üçte birini vermelidir, yoksa sadece çek tutarını vermeleri yeterli midir?
Cevap: Borç verenin mirasçılarının evden herhangi bir şey talep etme hakları yoktur; onlar evi satın almak için kendilerine miras bırakan kişiden borç alan kadından, geriye borcunu ödeyebilecek miktarda bir mal bırakması şartıyla, sadece aldığı borç miktarını (paranın değer kaybını da hesaplayarak) isteyebilirler.
Soru 1763: Bir kişiden bir miktar borç aldık. Bir süre sonra bu adam ortadan kayboldu ve ondan bir haber alamadık; bu durumda bu adamın alacağıyla ilgili olarak ne yapmamız gerekiyor?
Cevap: Borcunuzu ona veya mirasçılarına vermek için beklemeniz ve onu aramanız farzdır; onu bulmaktan ümidinizi kestiğinizde, bu konuda şer'î hâkime müracaat edebilir ya da onun adına sadaka verebilirsiniz.
Soru 1764: Borç veren borcunu ispatlayıp almak için harcadığı mahkeme masraflarını borçludan isteyebilir mi?
Cevap: Borçlu şer'an alacaklının harcadığı mahkeme masraflarından sorumlu değildir.
Soru 1765: Borçlu borcunu ödemez ve borcunu ödemede kusur işlerse, acaba alacaklının onun malından takas etmesi caiz midir; örneğin hakkını gizlice veya başka bir yolla alabilir mi?
Cevap: Eğer borçlu borcunu inkâr eder veya bir mazereti olmaksızın borcunu ödemezse, alacaklı hakkını onun malından takas edebilir. Ancak söz konusu kişi kendini borçlu görmüyorsa veya alacaklısının kendisine karşı gerçekten bir hakkı olup olmadığını bilmiyorsa, bu durumda alacaklının kendisine karşı takas yapması sakıncalıdır; hatta caiz değildir.
Soru 1766: Ölenin borcu, mirasçılarına mirasından ödemeleri farz olan kul hakkından mıdır?
Cevap: Borç, ister gerçek ve ister tüzel kişilere olsun kul haklarındandır ve borçlunun mirasçılarına, onun borcunu bıraktığı maldan alacaklıya veya mirasçısına ödemeleri farzdır ve borçlunun mirasçıları onun borcunu ödemedikçe bıraktığı malı kullanamazlar.
Soru 1767: Üzerinde başka birine ait bir bina bulunan arsanın sahibi, iki kişiye borçludur; acaba alacaklıların borçlarını almak için arsayla birlikte binaya da haciz koydurmaları caiz midir, yoksa sadece arsa konusunda mı böyle bir hakları vardır?
Cevap: Borç sahipleri borçlunun mülkü olmayan bir şeye haciz koydurma talebinde bulunamazlar.
Soru 1768: Borçlunun kendisinin ve ailesinin oturmak için ihtiyaç duydukları ev, borç tahsili için konulan haciz mallarından müstesna mıdır?
Cevap: Borçlunun hayatını devam ettirebilmek için ihtiyaç duyduğu ev, ev eşyası, araba ve telefon gibi toplumsal konumuna uygun yaşam ihtiyaçlarından sayılan şeyler, borcunu ödemek için satmaya mecbur edildiği mallarından müstesnadır.
Soru 1769: Eğer borçları yüzünden aciz kalan bir tacir iflas eder, elinde bir binadan başka bir şeyi kalmaz ve onu da satışa çıkarır, ancak buradan aldığı para borcunun sadece yarısını karşılar ve kalan borcunu ödeyemezse, acaba alacaklılar onu bu binayı satmaya zorlayabilirler mi? Yoksa tedricen borçlarını ödeyebilmesi için ona zaman mı tanımaları gerekir?
Cevap: Eğer söz konusu bina, onun ve ailesinin içinde oturduğu ev değilse, tamamını ödemek için yeterli olmasa da borçlarını ödemek için onu binayı satmaya zorlamanın sakıncası yoktur ve bunun için borç sahiplerinin ona mühlet tanımaları farz değildir. Sadece geri kalan borçlarını ödeyebilmesi için beklemelidirler.
Soru 1770: Bir devlet kurumunun, başka bir devlet kurumundan almış olduğu borç parayı ödemesi farz mıdır?
Cevap: Bu borç da, ödenmesi farz olan diğer borçlar hükmündedir.
Soru 1771: Eğer birisi, borçlunun talebi olmaksızın onun borcunu öderse, acaba borçlunun bunun karşılığını o kişiye ödemesi farz mıdır?
Cevap: Borçlu bir talepte bulunmadığı hâlde onun borcunu ödeyen kişi, ödediği şeyin karşılığını isteyemez ve borçluya da onun verdiği şeyin karşılığını ödemesi farz değildir.
Soru 1772: Eğer borçlu borcunu zamanında ödemeyip geciktirirse, alacaklının ondan borç miktarından fazlasını ödemesini istemesi caiz midir?
Cevap: Alacaklı borç miktarına ek olarak sadece paranın değer kaybının farkını alabilir.
Soru 1773: Babam formalite icabı yapılan bir muamelede bir miktar para birine vermişti; fakat gerçekte o para borçtu ve borçlu da paranın kârı olarak her ay bir meblağ para ödüyordu. Alacaklının (babamın) ölümünden sonra da borçlu kendisi ölünceye kadar bu kârı ödemeye devam etti. Acaba kâr adıyla ödenen bu paralar, faiz sayılır mı ve alacaklının mirasçılarına bu parayı borçlunun mirasçılarına geri vermeleri farz mıdır?
Cevap: Kendisine yapılan ödemenin aslında bir borç olduğunu varsayarsak, eğer ödenen miktar paranın değer kaybına eşit miktarda olursa bir sakıncası yoktur; aksi takdirde paranın değer kaybından fazla olan ve kâr payı olarak ödenen miktar faiz sayılır ve şer’an haramdır. Fazla ödenen paranın değer kaybının da hesaplanarak, alacaklının mirasçıları tarafından borçlunun kendisine veya mirasçılarına ödenmesi gerekir.
Soru 1774: Kişilerin, mallarını başkalarının yanında emanet olarak bırakıp ondan her ay kâr payı almaları caiz midir?
Cevap: Mülkün işletilmesi için başkasına emanet edilmesi doğru akitlerden birinin adı altında olursa, sakıncası yoktur ve kullanımından elde edilen kâr da sakıncasızdır. Fakat mallar borç olarak verilmiş ise, her ne kadar borç sözleşmesi sahih olsa da kâr şartı koşmak şer'an batıldır ve alınan kârlar faiz ve haramdır.
Soru 1775: İktisadî bir iş yapmak için bir miktar borç alan biri, eğer bu işten kâr sağlarsa, kârından bir miktarını alacaklıya vermesi veya alacaklının bunu istemesi caiz midir?
Cevap: Alacaklının, borçlunun borç parayla yaptığı ticaretten elde ettiği kârda hiçbir hakkı yoktur ve elde edilen bu kârdan hiçbir şey isteyemez. Fakat borçlu asıl paraya ek olarak bir şey vermeye dair aralarında bir anlaşma olmaksızın alacaklıya alacağından fazla bir meblağ vermek isterse, sakıncası yoktur ve hatta müstehaptır.
Soru 1776: Birisi üç aylığına veresiye olarak bir eşya satın alır ve üç ay dolduktan sonra satıcıdan asıl paraya ilave olarak fazla bir meblağ vermesi karşılığında süreyi üç ay daha uzatmasını ister; acaba onların böyle bir şey yapması caiz midir?
Cevap: Bu fazlalık faiz ve haramdır.
Soru 1777: Eğer birisi, başka birinden faizli borç alırsa ve üçüncü bir kişi onların borç sözleşmesi ve şartlarını yazarsa ve muhasebeci denilen ve işi sözleşme belgelerini muhasebe defterine kaydetmek olan dördüncü bir kişi de varsa, acaba bu muhasebeci faizli borcun günahında onlarla ortak mıdır? Onun yaptığı bu iş ve bunun karşılığında aldığı ücret de haram mıdır? Bu arada muhasebecinin hesaplarını inceleyen beşinci bir kişi daha var; beşinci kişi ne bir şey yazar ve ne de bir şeyi bir yere işler, sadece faizli muamelenin hesaplarında fazlalık veya noksanlık olup olmadığını kontrol ederek bunu muhasebeciye bildiriyor. Acaba onun işi de haram mıdır?
Cevap: Faizli borç sözleşmesine veya faizli borcun gerçekleşmesine ve tamamlanmasına veya borçludan faizi tahsil etmeye dâhil olan her iş şer'an haramdır ve o işi yapan kişi, ücret alma hakkına sahip değildir.
Soru 1778: Çoğu Müslümanlar gerekli sermayeye sahip olmadıklarından, kâfirlerden faizle sermaye almak zorunda kalıyorlar. Kâfirlerden veya gayri İslâmî devletlere bağlı bankalardan faizli borç almanın hükmü nedir?
Cevap: Faizli borç almak gayrimüslimlerden bile olsa mutlak olarak haramdır; fakat buna rağmen borç alınırsa borcun kendisi sahihtir.
Soru 1779: Birisi alacaklının, hac yolculuğu gibi yolculuk masraflarını üstlenmek şartıyla ondan bir süreliğine bir miktar borç para almış; acaba onların yaptığı bu iş caiz midir?
Cevap: Borç sözleşmesinde, alacaklının yolculuk gibi masraflarını ödeme şartı koşulması, borçtan kâr alınması olduğu için şer'an haram ve batıldır; ancak borcun kendisi sahihtir.
Soru 1780: Karz-ı hasen kurumları [faizsiz çalışan, verdiği kredi karşılığında hiçbir kâr ve faiz almayan finans kurumları] borç verirken, eğer borçlu iki veya daha fazla taksitini zamanında ödemeyip geciktirirse, kurumun bütün borcu birden geri alma hakkı olacağını şart koşuyorlar; acaba bu şartla borç vermek caiz midir?
Cevap: Sakıncası yoktur.
Soru 1781: Bir kooperatif şirketinin üyeleri, kooperatife sermaye olarak bir miktar para veriyorlar ve şirket de kendi üyelerine karşılığında hiçbir kâr ve ücret almadan sırf yardım amacıyla borç para veriyor. Gaye sadece yardım etmektir. Acaba üyelerin sıla-ı rahim ve yardım amacıyla yaptığı bu işin hükmü nedir?
Cevap: Soruda açıklandığı şekilde de olsa, müminlere borç temin etmeye katkıda bulunma ve bu amaçla yardımlaşmanın caiz ve iyi olduğunda şüphe yoktur; fakat şirkete borç olarak verilen para, parayı veren kişiye gelecekte kredi verme şartına bağlı olursa, borcun kendisi sahih olsa bile bu amel şer'an caiz değildir.
Soru 1782: Bazı karz-ı hasen kurumları halkın kendilerine emanet bıraktığı paralarla emlâk ve başka şeyler satın alıyorlar; bu muamelelerin hükmü nedir? Bazı mal sahiplerinin bu işe razı olmadıkları göz önünde bulundurulursa, kurum yetkilisinin meselâ alım ve satım şeklinde bu mallar üzerinde tasarruf hakkı var mıdır ve acaba bu iş şer'an caiz midir?
Cevap: Eğer insanların mallarını emanet olarak karz-ı hasen kurumlarına bırakmaları bu kurumların istedikleri kişiye borç vermeleri içinse, bu durumda bu malları gayrimenkul vb. satın almada kullanmak fuzulî olup geçerliliği mal sahiplerinin iznine bağlıdır. Fakat mevduatlar bu kuruma borç olarak verilmişse, bu durumda o kurumların yetkililerinin kendilerine verilen yetki çerçevesinde o malları emlâk vb. şeyleri satın almada kullanmalarının sakıncası yoktur.
Soru 1783: Bazıları başkalarından aldıkları belli meblağlar karşılığında hiçbir şer'î sözleşme ve akit kapsamında olmaksızın sadece tarafların anlaşmasına dayanarak her ay mal sahiplerine kâr olarak bir miktar para veriyorlar; bunun hükmü nedir?
Cevap: Bu gibi muameleler, faizli borç sayılır ve onda koşulan kâr şartı batıldır; fazlalık da faiz olup şer'an haramdır ve bunu almak caiz değildir.
Soru 1784: Eğer karz-ı hasen kurumundan borç alan kişi, borcunu öderken şart koşulmamasına rağmen kendi rızasıyla borç tutarından bir miktar fazla öderse, acaba bu fazla meblağın ondan alınması ve bayındırlık işlerinde harcanması caiz midir?
Cevap: Eğer borçlu, borcunu öderken müstehap bir amel olarak kendi rızasıyla fazladan bir ödeme yaparsa, ondan bu parayı almanın sakıncası yoktur. Ancak kurum yetkililerinin onu bayındırlık işleri ve diğer şeylerde kullanabilmesi, bu konudaki yetkilerinin sınırına tabidir.
Soru 1785: Bir karz-ı hasen kurumunun yönetim kurulu, bir kişiden alınan borç parayla bir bina satın aldı ve bir ay sonra halkın kurumda biriken parasıyla onların rızası olmadan o adamın borcunu ödedi. Acaba bu muamele şer'an sahih midir ve o binanın mülkiyeti kime aittir?
Cevap: Kuruma borç verilen malla kurum için satın alınan bina, eğer yönetim kurulunun yetkisi dâhilinde satın alınmışsa, bunun sakıncası yoktur; satın alınan bina kurumun ve o kurumun mal varlığının sahiplerinin mülküdür. Aksi takdirde muamele fuzulî olup geçerliliği para sahiplerinin iznine bağlıdır.
Soru 1786: Bankadan kredi alırken işlem ücreti ödemenin hükmü nedir?
Cevap: Söz konusu ücret, defter ve belge kaydı gibi kredi verme işleminin ve kurumun su, elektrik vb. giderleri için olursa ve verilen kredinin faizi olarak sayılmazsa, onu vermenin, almanın ve aynı şekilde krediyi de almanın sakıncası yoktur.
Soru 1787: Kendi üyelerine borç para veren bir sandık (fon) var; fakat bu sandık üyelere borç para vermek için üyenin üç veya altı ay boyunca sandıkta belli bir miktar para bulundurmasını şart koşuyor ve belirtilen süre bittikten sonra üyenin sandığa bıraktığı paranın iki katı miktarında ona borç veriyor. Daha sonra üye borcunu ödeyip bitirdikten sonra, onun sandığa bırakmış olduğu parayı kendisine iade ediyor; bunun hükmü nedir?
Cevap: Para, belli bir süre sandıkta borç olarak kalması şartıyla sandığa verilmiş ve bu doğrultuda belli bir süreden sonra sandığın kendisine borç vermesi şart koşulmuşsa veya sandığın ona belli bir miktar borç vermesi için daha önce sandığa belli bir miktar para yatırmış olması şart koşulmuşsa, bu durumda bu şart faiz hükmünde olup şer'an haram ve batıldır; ancak borcun kendisi her iki taraf için de sahihtir.
Soru 1788: Karz-ı hasen kurumları borç para verirken, üye olmak, kurumda belli bir miktar para bulundurmak ve kurumun bulunduğu mahallede oturmak gibi birtakım şartlar koşmaktadırlar; acaba bu şartlar faiz hükmünde midirler?
Cevap: Kişiye borç vermek için kuruma üye olması ve kurumun bulunduğu mahallede oturması gibi borç vermede sınırlayıcı şartların koşulmasının sakıncası yoktur. Kurumda hesap açtırmak da borcun sadece bu gibi kişilere ait olduğuyla ilgiliyse, bunun da sakıncası yoktur; fakat gelecekte kurumdan borç almak, eğer kredi başvurusunda bulunanın bankaya bir miktar para yatırmış olmasına bağlı olursa, bu şart borçta hükmen kâr şartından sayıldığı için batıldır.
Soru 1789: Banka muamelelerinde faizden kurtulmanın bir yolu var mıdır?
Cevap: Kurtuluş yolu, bankayla ilişkilerde şer'î akitlerin kullanılması ve sözleşmelerin şartlarına tamamen uyulmasıdır.
Soru 1790: Bankanın kişiye belli bir yerde kullanması için vermiş olduğu borç parayı başka bir yerde kullanmak caiz midir?
Cevap: Eğer bankanın kişilere verdiği para gerçekten borç olur ve onu belli bir yerde kullanmasını şart koşarsa, o şarta aykırı hareket etmek caiz değildir. Aynı şekilde bankadan mudarebe (emek-sermaye ortaklığı) veya kâr ortaklığı vb. sözleşmenin sermayesi olarak alınan parayı banka tarafından belirlenen hedef dışında kullanmak caiz değildir.
Soru 1791: Savaş gazilerinden biri, savaşta yaralanıp sakat kalmış ve bedenindeki sakatlık oranında gazilere tahsis edilen çeşitli sosyal kolaylık ve kredilerden yararlanmak için Gaziler Kurumu tarafından verilen sakatlık tasdik belgesiyle kredi almak için bankaya müracaat etmiştir. Bu arada savaşta vücudunda oluşan sakatlığın belgede yazılandan daha az olduğuna kanaat getirmiştir. Bu konuyla ilgili olarak doktor ve uzmanların teşhisinin hatalı olduğunu düşünüyor. Bu adamın kendine sağlanan o özel imkânlardan yararlanması için bu tasdik belgesinden yararlanması caiz olur mu?
Cevap: Eğer gazilik oranı, bunu belirlemek için tıbbî incelemeler yapan doktor ve uzmanların bağımsız görüş ve teşhislerine dayanıyorsa ve bankada gazilere kolaylık tanımada kanunen ölçü de buysa, bu durumda kendi görüşüne göre özür oranı daha az olsa da doktorların tasdik ettiği özürlük oranının avantajlarından yararlanmasının sakıncası yoktur.
- SULH
SULH
Soru 1792: Bir kimse evi, arabası, halısı ve evinin bütün eşyaları konusunda karısıyla sulh etmiş ve aynı zamanda onu küçük çocuklarının vasisi ve kayyımı yapmıştır; acaba bu adamın ölümünden sonra anne-babası onun bıraktığı mirastan bir şey isteyebilir mi?
Cevap: Eğer meyyitin hayattayken bütün mallarını karısı veya başka biriyle sulh ettiği ve mallarından ölünceye kadar kendisine hiçbir şey bırakmadığı anlaşılırsa, bu durumda anne-babanın veya diğer mirasçıların miras almaları söz konusu olamaz; dolayısıyla kocası hayattayken eşinin mülkiyetine geçirmiş olduğu mallardan hiçbirini isteme hakları yoktur.
Soru 1793: Birisi mallarının bir bölümünü oğluyla sulh etmiş ve aradan birkaç yıl geçtikten sonra sulh ettiği o malları aynı oğluna satmıştır. Oysa mirasçıları şimdi tıbbî rapora dayanarak babalarının satıştan öncesinden, satış anına kadar aklî dengesinin bozuk olduğunu iddia ediyorlar. Acaba sulh edilen malı sulh edilen kişinin kendisine satmak, sulhtan vazgeçmek sayılarak satışın doğruluğuna hükmedilir mi? Yapılan sulhun sahih olarak aynen kaldığını varsaysak, acaba sulh, sulh edilen malın üçte birinde mi yoksa tamamında mı geçerlidir?
Cevap: Önceki sulhun doğruluğuna ve geçerliliğine hükmedilir. Sulh eden kişinin feshetme hakkı bulunduğu ispatlanmadığı sürece, o sulhun gerekliliğine de hükmedilir. Sonuçta, sulh yapan kişinin satış anında aklî dengesi yerinde olsa bile, sulh yapılan malı daha sonra satması doğru [geçerli] değildir. Sahih ve gerekli olduğuna hükmedilerek gerçekleşen bu sulh, uzlaşma konusu olan tüm mallar hakkında geçerlidir.
Soru 1794: Birisi bütün mallarını, hatta sağlık kuruluşundaki alacaklarını ve haklarını karısıyla sulh ediyor. Fakat sağlık kuruluşu, onun kuruluştaki hakları konusunda kanunen karısıyla sulh edemeyeceğini bildirerek onun bu talebini kabul etmiyor. Nitekim sulh eden kişi de bunu itiraf ederek başkalarına olan borçlarını ödemekten kaçmak için bu işe giriştiğini söylüyor. Bu sulhun hükmü nedir?
Cevap: Başkasının malında veya başkasının malı olan hakta sulh etmek fuzulî olup mal veya hak sahibinin iznine bağlıdır. Eğer tamamen kendisine ait olan mülkü başkalarına olan borcunu ödemekten kaçmak amacıyla sulh yaparsa, böyle bir sulhun sıhhat ve geçerliliği sakıncalıdır; özellikle borcunu ödemek için başka bir malî kaynağı bulma ümidi yoksa.
Soru 1795: Bir sulh sözleşmesinde babanın bazı mallarını oğluyla sulh ettiği ve bu malları oğluna teslim ettiği kaydedilmiştir; acaba bu belge şer'an ve kanunen geçerli midir?
Cevap: İçeriğinin doğruluğuna güven oluşmadığı sürece sadece sulh sözleşmesi, tek başına sulh akdinin niteliğine ve okunduğuna dair şer’i delil oluşturmaz. Evet, eğer sulhun mal sahibi tarafından yapıldığı kesinleştikten sonra onun şer'an sahih bir şekilde gerçekleştiğinden şüphe edilirse, sulh sözleşmesinin şer'an sahih olduğuna hükmedilir ve o mal, lehine sulh yapılan kişiye ait olur.
Soru 1796: Kocamın babası, oğluyla evlendiğimde bir miktar para karşılığında bir arsayı benimle musalaha ederek onu bana teslim etti ve bununla ilgili olarak birkaç şahidin huzurunda bir sözleşme düzenledi; fakat şimdi o muamelenin formalite icabı olduğunu ileri sürüyor; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Söz konusu sulh, şer’an sahih hükmündedir ve kişinin muamelenin formalite icabı olduğu doğrultusundaki iddiası ispatlanmadıkça, herhangi bir hukukî sonuç doğurmaz.
Soru 1797: Babam hayattayken vefatından sonra kız kardeşlerimin her birine belli bir miktar para vermem üzere, bütün menkul ve gayrimenkul mallarını benimle sulh etti; onlar da buna razı oldular ve vasiyet belgesini imzaladılar. Babamın vefatından sonra kız kardeşlerimin haklarını vererek geri kalan malları aldım; acaba bu mallarda tasarruf etmem caiz midir? Eğer onlar buna razı olmazlarsa hüküm nedir?
Cevap: Bu sulhun sakıncası yoktur ve sorudaki varsayımda sulh edilen mal size aittir; diğer mirasçıların buna razı olmamaları hukukî bir sonuç doğurmaz.
Soru 1798: Eğer birisi bazı evlâtlarının gıyabında ve hazır bulunan evlâtlarının muvafakati olmadan, bütün mallarını oğullarından biriyle sulh ederse, bu sulh sahih olur mu?
Cevap: Mal sahibinin hayattayken mallarını mirasçılarından biriyle sulh etmesi, diğer mirasçıların kabul etmesine bağlı değildir ve onların buna itiraz etmeye hakkı yoktur. Elbette bu iş kardeşler arasında fitne ve ihtilafa sebep olacaksa caiz değildir.
Soru 1799: Eğer bir kimse, uzlaşma yaptığı kişinin kendisinin yararlanması şartıyla bir malı onunla sulh ederse, acaba o adamın bu malı sulh eden kişinin rızası olmadan aynı şekilde yararlanması için üçüncü bir kişiye vermesi veya onun rızası olmadan ondan yararlanması için bir diğerini kendisine ortak etmesi caiz midir? Bunun sahih olduğu kabul edilirse, acaba sulh eden kişinin sulhtan vazgeçmesi caiz midir?
Cevap: Kendisiyle sulh edilen kişinin sulh sözleşmesinde uymayı kabul ettiği şartlara aykırı hareket etmesi caiz değildir; aksi durumda sulh eden kişinin sulh sözleşmesini feshetmesi caizdir.
Soru 1800: Sulh eden kişinin, sulh sözleşmesi gerçekleştikten sonra sulhtan vazgeçmesi ve kendisiyle sulh edilen birinci kişiye bildirmeden malı başka biriyle sulh etmesi caiz midir?
Cevap: Sulh sahih bir şekilde gerçekleştikten sonra sulh eden kişinin ona uyması gerekir ve kendisi için feshetme hakkı şart koşmamışsa sulhtan vazgeçemez. Dolayısıyla eğer aynı malı başka biriyle sulh ederse, bu sulhu fuzulî olup, sulh sözleşmesinin sıhhati kendisiyle uzlaşma yapılan birinci kişinin iznine bağlıdır.
Soru 1801: Bir annenin mirası, kanunî aşamalar tamamlanıp oğulları ve kızları arasında taksim edildikten ve mirasçılardan her birinin mirastan kendi payını almalarından uzun bir zaman geçtikten sonra, kızlarından biri, annesinin hayattayken bütün mallarını kendisiyle sulh ettiğini iddia ediyor. Bu konuda sadece kendisi ve kocası tarafından imzalanmış ve annesine ait parmak izi taşıyan normal bir sulh belgesi de mevcuttur. Bu kız, şimdi mirasın hepsini istiyor; bu konuda ne yapmak gerekiyor?
Cevap: Annenin hayattayken malını o kızıyla sulh ettiği ispatlanmadıkça, onun iddia ettiği şey hususunda hiçbir hakkı yoktur ve sulh sözleşmesinin de gerçek olduğu anlaşılmadıkça geçerli değildir.
Soru 1802: Bir baba bütün mal varlığını, hayatta olduğu müddetçe tasarruf yetkisinin kendisinde olması şartıyla evlâtlarıyla sulh ediyor; bu konuda aşağıdaki durumlarda hüküm nedir?
a) Böyle bir şarta bağlı olarak yapılan bu sulh sözleşmesi sahih ve geçerli midir?
b) Eğer sulh sahih ve geçerliyse, sulh eden kişi yaptığı bu sulhtan vazgeçebilir mi? Caiz olduğu takdirde, eğer sulh ettikten sonra malların bir bölümünü satarsa, onun bu girişimi sulhtan vazgeçmesi sayılır mı? Sulhtan vazgeçmek olduğunu varsayalım, acaba sulhun tamamından mı yoksa sadece satılan maldan mı vazgeçmek sayılır?
c) Sulh sözleşmesinde, "hayatta olduğu sürece tasarruf yetkisi" tabiri geçiyor; acaba bu tabir feshetme hakkına mı, sulh edilen malı başka birine aktarma hakkına mı, yoksa hayatta olduğu müddetçe sulh edilen maldan yararlanarak pratikte tasarruf etme hakkına sahip olduğu anlamına mı gelir?Cevap:
a) Söz konusu sulh, tüm şartıyla sahih ve geçerli hükmündedir.
b) Sulh sözleşmesi uyulması gerekli sözleşmelerden olup, sulh eden kişinin feshetme hakkı olmadıkça onu feshetmesi sahih değildir. Dolayısıyla eğer söz konusu malları sulh ettikten sonra, bir bölümünü sulhu feshetme hakkına sahip olmaksızın sulh edilen kişilerden birine satarsa, muamele alıcının payı miktarında batıldır ve sulh edilen diğer kişilerin paylarında fuzulî olup sıhhati onların iznine bağlıdır.
c) "Hayatta olduğu müddetçe tasarruf yetkisi", cümlesinin zahiri, feshetme hakkını veya malı başkasına vermeyi değil, pratikte tasarruf etme hakkını ifade eder. - VEKÂLET
VEKÂLET
Soru 1803: Ben bir şirketin vekiliyim. Şirketin bana maaş olarak verdiği para karşılığında reklam, satış sonrası müşteri hizmetleri ve uluslararası fuarlara katılma işlerini yürütmekteyim. Bu durumda şirketten aldığım paranın hükmü nedir?
Cevap: Mubah işlerde vekâletle ilgili işleri yürütmek karşılığında ücret almanın sakıncası yoktur.
Soru 1804: Birisi, bir arsayı sahibinin vekilinden taksitle satın almış ve taksitleri ödedikten sonra müvekkil (mülkün sahibi) satışı feshettiğini ve arsayı yeniden kendi mülkiyetine aldığını ileri sürüyor; onun bu iddiası sahih midir, yoksa müşteri, malı kendisine teslim etmesini isteyebilir mi?
Cevap: Vekilin arsayı sahibi adına satması, sahih ve gerekli hükmündedir; mal müşteriye aittir ve müvekkil onu müşteriye teslim etmelidir. Müvekkilin, muhayyerlik hakkına sahip olduğunu ispatlamadığı sürece, sözleşmeyi feshetme ve arsayı kendi mülkiyetine geçirme hakkı yoktur.
Soru 1805: Birisi, sahibine vekâleten resmi olmayan normal senetle birkaç arsayı satmış; sahibi de müşterilerin hiçbirisine resmi tapu verilmemesi konusunda vekille anlaşmış. Arsaların sahibi öldükten sonra mirasçıları arsaların mülkiyetinin müşterilere ait olduğunu kabul etmekle birlikte müşterilere tapu verme sorumluluğunun vekile ait olduğunu iddia ediyorlar. Hâlihazırda vekil daha önce arsaların parasını alarak mülkün sahibine teslim etmesine rağmen resmi tapuları ve şimdiki değerini ondan istiyorlar. Bu konular dikkate alındığında, tapuları müşterilerin adına geçirmek mirasçıların mı vazifesidir, yoksa vekilin mi? Acaba mirasçılar, vekilden arsanın şimdiki fiyatıyla o zamanki fiyatı arasındaki farkı isteyebilirler mi?
Cevap: Vekilin, tapuları müşterilerin adına geçirme masraflarını üstlenme veya benzeri hiç bir sorumluluğu yoktur. Arsaların parası konusunda ise eğer vekilin parayı müşterilerden alıp mülk sahibi olan müvekkiline teslim ettiği ispatlanırsa, mirasçılar da, müşteriler de vekilden herhangi bir talepte bulunamazlar. Aynı şekilde mirasçıların, satış fiyatı ile arsaların şimdiki değeri arasındaki farkı talep etme hakları yoktur.
Soru 1806: Müçtehit tarafından izinli vekillerin, müçtehit hayatta iken (imam malı gibi) şer'an müçtehide verilmesi gereken malları başka bir müçtehide vermeleri caiz midir?
Cevap: Vekilin vekâleten aldığı şeyleri, onları başkasına vermeye izinli olmadıkça, özellikle kendisini şer’i vucuhatı almaya vekil eden kişiye vermesi farzdır.
Soru 1807: Bana sabit bir telefon hattı satın alması için kardeşimi vekil ettim ve birinci taksiti ödemesi için ona bir miktar para verdim; o da bu parayı ilgili daireye yatırdı. Telefonun geri kalan taksitlerini ise kendim ödedim. Daha sonra kardeşim vefat etti ve şimdi ilgili idarede telefon kardeşimin adına kayıtlı gözüküyor; bu durumda acaba kardeşimin mirasçılarının telefon hattını talep etme hakları var mıdır?
Cevap: Eğer kardeşiniz, ona vermiş olduğunuz parayla birinci taksiti ödeyerek telefonu vekâleten sizin için satın almışsa, telefon sizindir ve kardeşinizin mirasçılarının onda hakları yoktur. Ama eğer idare, telefon hattını sadece başvuru yapan ve telefonu en baştan kendi adına kayıt eden kişiye devrediyorsa, sizin onda bir hakkınız yoktur. Sadece ödediğiniz bedeli talep edebilirsiniz.
Soru 1808: Vekile vekâletinin ücreti olarak bir miktar para verdim ve ondan buna karşılık bana makbuz vermesini istedim; o ise, vekâlet ücreti olarak aldığı para karşılığında hiç kimseye makbuz vermediğini söyledi. Bir süre sonra vekâletini yapamadan vefat etti; acaba bu parayı mirasçılarından isteyebilir miyim?
Cevap: Sorudaki varsayımda vekilden olan alacağınızı onun mirasçılarından istemeniz caizdir ve onların da vekilin mirasından bu borcu size ödemeleri farzdır.
Soru 1809: Vekilin veya müvekkilin ölümüyle vekâlet akdi batıl olur mu?
Cevap: Vekâlet ikisinden birinin ölümüyle batıl olur.
Soru 1810: Asya ülkelerinden birine yaptığı yolculukta geçirdiği trafik kazasında vefat eden bir kişinin mirasçıları (annesi ve karısı) olayı takip etmek amacıyla kazanın gerçekleştiği ülkeye gitmem için beni vekil tayin ettiler. Bu durumda olayın dosyasını takip etmek amacıyla o ülkeye yaptığım yolculuk masraflarını ölenin bıraktığı mirasın kendisinden mi, yoksa bu devletin ölen kişinin mirasçılarına ödeyeceği tazminattan mı almam gerekir?
Cevap: Vekâlet ücretini ve davayla ilgili diğer masrafları, daha önce kendi aranızda farklı bir şekilde anlaşmamışsanız, davayı takip etmek için sizi vekil edenlerin, kendi mallarından ödemeleri farzdır.
Soru 1811: Bir vekâlet sözleşmesinde, günümüzde yaygın olduğu üzere vekilin azlolunamayacağı kaydedilmiştir. Ancak bu, taraflar arasındaki sözleşmede koşul olarak konulmuş bir şart olmayıp başlı başına müstakil bir vekâletnamedir. Acaba sırf bu cümlenin yazılmış olmasıyla vekâlet caiz akit olmaktan çıkıp lâzım akit mi olur ve azletme hakkı düşer mi?
Cevap: Lâzım vekâlet, lazım sözleşmede bir sonuç şartı olarak öngörülen bir vekâletname olup, sadece "vekâletname geri alınamaz" ibaresinin yazılması, onu lazım bir sözleşmeye dönüştürme etkisi yaratmaz ve bununla azletme hakkı ortadan kalkmaz.
Soru 1812: Acaba bir kimsenin, hukuki veya cezai bir davayı mahkemede takip etmek üzere, mahkemede avukatlık yapmak için yasal ehliyeti olmayan birini vekil olarak ataması caiz midir? Adalet Bakanlığı’ndan avukatlık ruhsatı alanların avukatlık ücretini alabilmeleri için belirli şart ve kriterlere sahip olmaları gerektiği düşünülürse, bu ruhsata sahip olmayanların mahkemelerde müvekkillerinin alacaklarını takip etmek için ücret alma hakları var mıdır?
Cevap: Temsil ve tevdi edilebilecek hususlarda şer’i açıdan vekâletin başlı başına bir sakıncası yoktur. Mahkemelerde dava takibi de bunlardan biridir ve ücretin belirlenmesi de tarafların anlaşmasına bağlıdır. Ancak vekilin resmi makamlara ve adli mahkemelere başvurmayı gerektiren yasal veya cezai davaları takip etmek için resmi bir lisansa ihtiyacı varsa, bu ruhsata sahip olmayan bir kimseyi vekil olarak tutmak ve vekâletini kabul etmek caiz değildir. Her halükarda resmî lisansı olmayan bir kimse, bir başkasının isteği üzerine ücret ödenmesi gereken bir işi yaparsa, yaptığı işin mislinin ücreti o şahsa aittir.
Soru 1813: Bir vekilin bir konuyu veya bir davayı takip ederken veya bir işi yaparken, vakit ve çaba harcamasına, git-gel masrafları ödemesine rağmen teşebbüsleri bazen müvekkilin lehine fayda ve sonuç sağlamamaktadır. Bu tür durumlarda müvekkilin bu konuyla alakalı olarak ödeme yapmasının ve vekilin onu vekâlet ücreti olarak almasının hükmü nedir?
Cevap: Vekâletin sıhhati ve yaptığı iş karşılığında vekilin kararlaştırılan ücrete veya işinin emsalinin ücretine hak kazanması, eğer ilk başta vekâlet sözleşmesinde birlikte farklı bir anlaşma yapmamışlarsa, müvekkilin beklediği ve umduğu sonuca varılmasına bağlı değildir.
Soru 1814: Adliyelerde yaygın olan yöntem, vekâlet sınırlarını belirlemektir. Örneğin, "Şu adreste bulunan falan evin satımına vekil kılınmıştır." diye yazılır ve başka hususlar da böylece belirlenir. Fakat bazı el yazma vekâletlerde, "Falan adam vekâlet işleriyle ilgili bütün işleri takip etmeye yetkilidir." tabiri geçmektedir. Bu nedenle bazı işlerin veya tasarrufların vekâlet işleri kapsamına girip girmediği konusunda genellikle vekille müvekkil arasında anlaşmazlık çıkıyor. Bu konuda sorum şudur: Acaba vekâlet konusu ile ilgili olarak vekilin yapacağı iş ve girişimler tayin edilmediği takdirde, vekilin vekâlet konusuyla ilgili her türlü tasarrufta bulunması caiz midir?
Cevap: Vekilin, vekil edildiği işlerde, her ne kadar söz veya durumdan anlaşılan karineler yardımıyla da olsa vekâlet akdinin sarih veya zahirî olarak kapsadığı şeylerle yetinmesi farzdır. Elbette bu karine bazen bir şeye vekil olmanın diğer bazı şeyleri gerektirmesine dair yaygın âdet de olabilir. Özetle vekâlet birkaç biçimde olabilir:
a) Vekâlet, eylem ve taalluk ettiği şey olarak her iki açıdan da özel olsa.
b) Her iki açıdan geneldir.
c) Sadece bir açıdan geneldir.
d) İş ve tasarruf açısından mutlaktır. "Sen evim konusunda ve-kilsin." demesi gibi.
e) Taalluk ettiği şey açısından mutlaktır. "Sen mülkümün satışında vekilsin." demesi gibi.
f) Her iki açıdan mutlaktır. "Sen malımla ilgili tasarruflarda vekilsin." demesi gibi. Bu durumlardan her birinde vekil sözleşmesinin kapsamına giren özel, genel veya mutlak tasarruflarla yetinmeli ve bu sınırı aşmamalıdır.Soru 1815: Bir adam, karısına bir arsayı ve bazı binalarını satıp parasıyla küçük oğluna bir daire satın alıp, onun adına geçirmesi için karısına vekâlet verir. Fakat karısı bu vekâleti kötüye kullanarak daireyi kendi adına geçirir; acaba karısının yaptığı bu işler şer'an sahih midir? Daire, müvekkilin malının satımından elde edilen parayla satın alındığına göre, acaba ölümünden sonra daire onun sadece küçük oğluna mı, yoksa bütün mirasçılarına mı aittir?
Cevap: Kocasının vekili olarak arsayı ve bazı binaları satması gibi yaptığı işler sahih ve geçerlidir. Daireye gelince, kendi adına geçirmesi şer'an onun için bir sonuç doğurmaz. Dolayısıyla eğer vekâlete uygun olarak müvekkili hayattayken, onun parasıyla daireyi küçük oğlu için satın almışsa, bu muamele sahih ve geçerlidir ve daire sadece küçük oğluna aittir. Ancak, eğer daireyi müvekkili hayattayken onun kendi parasıyla kendisi için satın almışsa veya müvekkilinin ölümünden sonra o küçük çocuk için satın alırsa, bu satın alma fuzulî olup sıhhati izne bağlıdır. Tabii birinci durumda, mirasçılar satın alma anında bedelin sahibi olmadıkları için murisleri öldükten sonra mirasçıların verdiği izin geçerli olmaz. Ancak ikinci durumda, mirasçılar izin verirse, işlem onlar için terekeden her birinin payı oranında gerçekleşir.
Soru 1816: Birisi, bazı kişiler tarafından ücretle kaza orucu ve namazı yerine getirebilecek birini tutmak için vekil olarak atanır; yani ecir olanlara vermek üzere bir miktar para alır. Fakat o, emanete hıyanet eder ve bu iş için kimseyi ücretle tutmaz. Pişman olarak bu sorumluluktan kurtulmak isteyen bu şahsın, şimdi bu amelleri yerine getirmesi için bazılarını ücretle tutması mı, yoksa bugünkü değerleriyle bu amellerin ücretini mal sahiplerine geri vermesi mi gerekiyor? Ya da sadece aldığı para kadar borçlu mudur? Namaz ve orucu kaza etmeyi ücretli olarak vekilin kendisi üstlenirse, ameli yerine getirmeden öldüğü takdirde hüküm nedir?
Cevap: Birilerini ücretle tutmak için vekil olan birisi, eğer namaz ve oruçları kaza etmesi için birini ücretle tutmadan vekâlet süresi biterse, bu durumda sadece bu iş için aldığı malı (kaybettiği değer kaybını da hesaplayarak) tazmin etmekle yükümlüdür. Aksi durumda (vekâlet süresi bitmemişse), aldığı parayla namaz ve oruçları kaza etmesi için birini ücretle tutmak veya vekâleti feshedip malı (kaybettiği değer kaybını da hesaplayarak) sahibine teslim etmek arasında muhayyerdir. Namaz ve orucu kaza etmesi için ücretle tutulan kişiye gelince, eğer ameli kendisi şahsen yerine getirmekle yükümlüyse, bu durumda onun ölümüyle sözleşmesi fesholur ve almış olduğu para (kaybettiği değer kaybı da hesaplanarak) bıraktığı mallardan ödenmelidir. Ama eğer ameli kendisi şahsen yerine getirmekle yükümlü değilse, o amelin yerine getirilmesi konusunda sorumludur ve eğer mirası varsa, mirasçılarına ameli yerine getirmesi için birini onun mirasından ücretle tutmaları farzdır ve eğer mirası yoksa bu konuda mirasçıları sorumlu değildir.
Soru 1817: Bazı şirketlerin, mahkemelerde dosya ve davaları takip etmeleri için tuttukları avukatları vardır. Bu avukatların, şirketin hiçbir haklılık temeli olmayan bir davası konusunda şirketi savunmaları caiz midir? Eğer avukat batıl bildiği bir davada şirketi savunsa, hatta eğer mahkeme davalının (karşı tarafın) çıkarına hüküm verse bile, acaba bu savunmasından dolayı yine de avukatın bir sorumluluğu var mıdır? Acaba avukatın kendisine göre batıl olan bir şeyi savunması karşılığında aldığı ücret haram mıdır?
Cevap: Batılı savunmak ve onun hak olduğunu ispatlamaya çalışmak caiz değildir ve mahkeme tarafından davalının lehine hüküm verilmiş olması, işin haram oluşunu değiştirmez. Batıl ve haram bir savunma karşılığında alınan ücret de haram kazançtır.
Soru 1818: Bir kimse, işe başlamadan önce ücretini almak şartıyla birine vekil olur. Eğer vekil hiçbir iş yapmazsa, aldığı ücret şer'an helâl olur mu?
Cevap: Vekil, vekâlet sözleşmesi imzalanır imzalanmaz belirlenen ücrete sahip olur; öyle ki vekil edildiği işi yerine getirmeden önce vekâlet ücretini isteme hakkı vardır. Fakat vakti geçinceye veya vekâlet süresi sona erinceye kadar vekil edildiği işi yerine getirmezse, bunun sonucunda vekâlet fesholur ve vekilin aldığı ücreti müvekkiline iade etmesi farzdır.
- HAVALE
HAVALE
Soru 1819: Bir arsayı belli bir meblağa satın alan kimse, satın aldığı arsanın değeri miktarınca üçüncü bir kişiden alacaklıdır. Dolayısıyla arsanın parasını, kendisine borçlu olan kişiden alması için satıcıyı ona havale eder. Fakat müşteriye borçlu olan ve kendisine havale edilen üçüncü kişi, müşterinin haberi olmaksızın satıcıya arsanın parasını ödeyerek onu kendisi için satın alır. Şimdi satıcının parasının üçüncü kişiye havale edilmesine razı olduğu birinci satış mı sahihtir, yoksa ikinci satış mı?
Cevap: İkinci satış, ilk satışın meşru şekilde feshedilmesinden sonra yapılmadığı sürece, fuzulîdir ve sıhhati birinci müşterinin iznine bağlıdır.
- SADAKA
SADAKA
Soru 1820: Bir hayır ve yardım komitesi tarafından, sadaka ve hediyeleri toplayarak müstahak olan fakirlere ulaştırmak için evlere, yollara, şehir ve köylerdeki umumî yerlere sadaka sandıkları yerleştirilmiştir. Acaba yardım komitesinin, kendi çalışanlarına aylık maaş ve primlere ek olarak bu sandıklarda toplanan paranın belli bir yüzdesini ödül olarak vermesi caiz midir? Yine bu mallardan bir bölümünü fonda çalışmayan, ama bu paraların toplanmasına yardım eden kişilere vermek caiz midir?
Cevap: Söz konusu yardım fonunda çalışanlara aylıklarına ilâveten, sadaka sandıklarındaki malların bir bölümünü ödül olarak vermek sakıncalıdır; hatta mal sahiplerinin buna razı oldukları kesin olarak bilinmezse, caiz değildir. Ancak sadakaları toplayıp müstahaklara ulaştırmak için yardım edenlere, onların yardımına ihtiyaç duyulması ve sadaka sahiplerinin bu işe rızalarının görünürde de olsa olması şartıyla işlerinin emsalinin ücreti olarak bir miktar para vermenin sakıncası yoktur.
Soru 1821: Kapı kapı dolaşan veya caddelerde oturan dilencilere sadaka vermek caiz midir; yoksa yetimlere, miskinlere vermek veya sadaka sandıklarına atarak yardım fonunun yetkisine bırakmak daha mı iyidir?
Cevap: Müstehap sadakaları, iffetli ve dindar fakire vermek daha iyi olmasına rağmen insan istediği herkese verebilir. Nitekim sadaka sandıklarına atmakla da olsa yardım komitesinin yetkisine vermenin de sakıncası yoktur. Fakat farz sadakaları şahsen veya bir vekil aracılığıyla müstahak fakire vermek gerekir. Yardım fonu sorumlularının onları toplayarak müstahak fakirlere ulaştırdıklarını bilen birisinin, onları sadaka sandıklarına atmasının da sakıncası yoktur.
1822: Başkalarına el açan, dilenmekle geçinen ve İslâm toplumunun görünümünü çirkinleştiren dilencilere karşı yükümlülüğümüz nedir? Özellikle devlet bu dilencileri umumî yerlerden toplamaya başladıktan sonra, yine de onlara yardım etmemiz caiz midir?
Cevap: Sadakaları, iffetli ve dindar fakirlere ulaştırmaya çalışın.
Soru 1823: Ben cami müstahdemiyim. Ramazan ayında caminin işleri daha çok olduğundan bazı hayırsever kişiler yardım olarak bana bir miktar para veriyorlar; acaba onları almam caiz midir?
Cevap: Hayırsever kişilerin size verdikleri şeyler, onlar tarafından size yapılan bir ihsandır; dolayısıyla onları almak sizin için helâldir ve kabul etmenin sakıncası yoktur.
- ARİYET VE EMANET
ARİYET VE EMANET
Soru 1824: Bir fabrika bütün araç-gereçleri, ham maddeleri ve bazı kişilerce fabrikaya emanet bırakılan eşyalar ile birlikte yanmıştır. Acaba bu eşyaları tazmin etme sorumluluğu fabrika sahibine mi, yoksa orayı işleten, idare eden kişiye mi aittir?
Cevap: Eğer yangını belli bir kişinin çıkardığına dair kanıt yoksa ve fabrikada emanet bırakılan eşyaları koruma konusunda da kimse kusur etmemişse, hiç kimse eşyaları tazmin etmekle yükümlü değildir.
Soru 1825: Birisi, öldükten sonra büyük oğluna vermesi için yazmış olduğu vasiyetnamesini başka birine emanet bırakır, ancak bu kişi vasiyetnameyi onun büyük oğluna vermekten kaçınıyor; acaba bu yaptığı emanete hıyanet sayılır mı?
Cevap: Emaneti, emanet bırakanın belirttiği kişiye teslim etmekten kaçınmak, bir çeşit hıyanet sayılır.
Soru 1826: Askerlik döneminde, şahsi olarak kullanmak için ordudan bazı malzemeler aldım; ama askerlik görevim bittikten sonra onları geri vermedim. Şu anda bu konuda ne yapmam gerekiyor? Acaba bu eşyaların parasını merkez bankasının umumî hazinesine yatırmam yeterli midir?
Cevap: Ordudan eşyaları ödünç olarak aldıysanız ve hâlâ onlar olduğu gibi mevcutsa, onların aynını hizmet birliğinize geri vermeniz farzdır. Eğer zamanında geri vermeyerek de olsa onları korumada kusur etmenizden dolayı zayi olmuşlarsa, onların emsalini veya kıymetini orduya iade etmeniz gerekir. Aksi durumda herhangi bir sorumluluğunuz yoktur.
Soru 1827: Başka bir şehre götürmesi için emin bir kişiye bir miktar para verilir; ama yolda çalınır. Acaba bu kişi bu parayı tazmin etmekle yükümlü müdür?
Cevap: Emin kimsenin, o parayı korumada ifrat veya tefrit (kusur) ettiği ispatlanmadıkça, sorumlu (zâmin) değildir.
Soru 1828: Caminin tamiri ve demir vb. yapı malzemelerinin alınması için yerel halkın caminin mütevelli heyetine yaptığı bağışlardan bir miktar para aldım; ancak yolda kişisel eşyalarımla birlikte kayboldu. Bu konuda benim yükümlülüğüm nedir?
Cevap: Eğer emaneti korumada ihmalkârlık, ifrat veya tefrit etmediyseniz, zararı tazmin etmekle yükümlü değilsiniz.
- VASİYET
VASİYET
Soru 1829: Bazı şehitler miraslarının üçte birinin İslâm cephelerinin desteklenmesi için harcanmasını vasiyet etmişlerdir; şimdi (savaş bittiği için) vasiyetin öngördüğü şartın ortadan kalktığı dikkate alındığında bu gibi vasiyetlerin hükmü nedir?
Cevap: Vasiyeti yerine getirmeye imkân bulunmadığı durumda vasiyet edilen mal, mirasçılarının mirası olur. Fakat onu mirasçıların izniyle hayır işlerde harcamak ihtiyata daha uygundur.
Soru 1830: Kardeşim malının üçte birini, belli bir şehirdeki savaş muhacirlerine verilmesini vasiyet etmiştir. Fakat şimdi bu şehirde hiçbir savaş muhaciri kalmamıştır; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Vasiyet eden kişinin onu bu şehirde bilfiil bulunan savaş muhacirlerine (göçmenlerine) tahsis ettiği bilinirse, artık savaş göçmeni bulunmadığı için vasiyet ettiği mal mirasçılarına kalır. Aksi durumda vasiyet edilen mal şimdi kendi şehirlerine veya başka bir yere göçmüş olsalar bile eskiden o şehirde bulunan savaş muhacirlerine verilmelidir.
Soru 1831: Bir kimsenin ölümünden sonra malının yarısının kendisine yas meclisleri düzenlemede harcanmasını vasiyet etmesi caiz midir, yoksa İslâm dini bu konuda belli bir sınır belirlediği için bu miktarı belirlemesi caiz değil midir?
Cevap: Vasiyet edenin, malının kendi matem meclislerinde harcanmasını vasiyet etmesinin sakıncası yoktur ve bunun şer'an belli bir sınırı da yoktur; fakat ölen kişinin vasiyeti mirasının tamamının sadece üçte birinde geçerlidir; üçte birden fazlasında ise mirasçıların iznine bağlıdır.
Soru 1832: Vasiyet etmek farz mıdır? Öyle ki insan vasiyet etmezse günah işlemiş olsun?
Cevap: Eğer yanında başkalarından aldığı ödünç eşya ve emanetler bulunuyorsa veya üzerinde kul hakkı veya Allah hakkı varsa ve hayattayken onları yerine getirme imkânı bulamamışsa, bu durumda bunlar hakkında vasiyet etmesi farzdır; aksi durumda vasiyet farz değildir.
Soru 1833: Bir kimse mallarının üçte birinden az bir kısmını karısına vasiyet etmiş ve büyük oğlunu kendisine vasi kılmıştır. Fakat diğer mirasçılar bu vasiyete itiraz ediyorlar; bu durumda vasinin yükümlülüğü nedir?
Cevap: Vasiyet edilen mal, mirasın üçte biri kadar veya bundan daha azsa, mirasçıların itiraz etmeleri yersizdir ve hatta vasiyete uygun davranmaları farzdır.
Soru 1834: Eğer mirasçılar mutlak olarak vasiyeti inkâr ederlerse hüküm nedir?
Cevap: Vasiyetin varlığını iddia eden kişinin onu şer'î yollardan ispatlaması gerekir ve ispatlandığında eğer mirasın üçte biri kadar veya daha az olursa, vasiyete uygun hareket etmek farzdır. Mirasçıların inkâr ve itirazlarının da hiçbir etkisi yoktur.
Soru 1835: Bir kimse, aralarında erkek çocuklarından birinin de bulunduğu birkaç güvenilir kişinin huzurunda, üzerindeki humus, zekât ve kefaret gibi şer'î hakların ve oruç, namaz ve hac gibi bedenî farizaların eda edilmesi yönünde harcanması için mal varlığından bazılarının mirastan istisna tutulmasını vasiyet eder. Fakat bazı mirasçıları bunu kabul etmeyerek mirasın tamamının mirasçılar arasında bölüştürülmesini istiyorlar; bu durumda hüküm nedir?
Cevap: Vasiyetin şer'î delillerle veya mirasçıların ikrarıyla ispatlandığını varsaydıktan sonra, vasiyet edilen mal mirasın tamamının üçte birinden fazla olmadığı takdirde mirasçılar onun bölüştürülmesini isteyemezler. Hatta onların, meyyitin vasiyetine uyarak mirasını vasiyet ettiği malî haklarda ve bedenî farzlarda harcamaları farzdır. Yine eğer şer'î delillerle veya mirasçıların ikrarıyla meyyitin halktan bazılarına borcu olduğu veya humus, zekât ve kefaretler gibi malî borçları yahut hac gibi malî ve bedenî olan hakkullah borcu olduğu ispatlanırsa, ölen kişi vasiyet etmese bile onun bütün borçlarını mirasından çıkarmaları farzdır. Daha sonra geri kalan mal varlığını mirasçılar arasında bölüştürebilirler.
Soru 1836: Bir miktar tarım arazisi olan biri, onu mescidin tamirinde kullanılmak üzere vasiyet etmiş; ancak varisleri onu satmış. Acaba ölenin vasiyeti geçerli midir? Mirasçıların o yeri satma hakları var mıdır?
Cevap: Eğer vasiyetin muhtevası, ziraat arazisinin kendisinin satılıp caminin tamirinde kullanılmasıysa, arazinin bedeli de terekenin üçte birinden fazla değilse vasiyet geçerlidir ve yerin satılmasının sakıncası yoktur. Ama eğer vasiyet eden kişinin maksadı, arazinin gelirlerinin caminin tamirinde harcanması ise, bu durumda mirasçıların onu satmaya hakları yoktu.
Soru 1837: Bir kimse, arsalarından birinin satılarak ondan taraf namaz kılınıp, oruç tutulması ve hayır işlerde harcanması için vasiyet etmiş. Acaba bu arsayı satmak caiz midir, yoksa bu arsa vakıf mı sayılır?
Cevap: Geliri kendisi için kullanılsın diye arazinin olduğu gibi kalmasını kastettiği, karine ve belirtilerden anlaşılmıyorsa ve aksine sadece arsanın kendisi için harcanmasını vasiyet etmişse, bu vasiyet vakıf hükmünde değildir. Dolayısıyla eğer bedeli mirasın üçte birinden fazla değilse, arsayı satıp parasını onun lehine harcamanın sakıncası yoktur.
Soru 1838: Kişinin, ölümünden sonra kendisi için kullanılmak üzere terekenin üçte birini bir kenara ayırması veya bir başkasına emanet etmesi caiz midir?
Cevap: Öldüğü zaman ayırdığı malın iki katı kadarının mirasçılara kalması şartıyla sakıncası yoktur.
Soru 1839: Birisi babasına, ölümünden sonra zimmetinde olan birkaç ay oruç ve namazın kazasını ücret karşılığında yerine getirebilecek birini bulması için vasiyet etmiştir. Bu kişi şimdi kayıp olmuştur; acaba babasının onun kaza namazı ve oruçlarını yerine getirmesi için ecir olarak birini bulması farz mıdır?
Cevap: Şer'î delillerle veya vasinin bilgisiyle vasiyet eden kişinin öldüğü ispatlanmadıkça, onun namaz ve oruçlarını kaza etmesi için birini ücretle tutmak sahih [doğru] değildir.
Soru 1840: Babam arsasının üçte birini cami yapılması için vasiyet etmiştir; ancak bu arsanın yakınında bulunan iki cami ve mahallenin acil okul yapımına duyduğu ihtiyaç dikkate alındığında, acaba cami yerine orada okul yapmamız caiz midir?
Cevap: Cami yerine okul yaparak vasiyeti değiştirmek caiz değildir; fakat ölen kişinin maksadı, bizzat o arsanın üzerinde cami inşa edilmesi değilse, onu satarak parasını cami ihtiyacı olan başka bir yerde cami yapımı için kullanmanın sakıncası yoktur.
Soru 1841: Bir kimsenin, ölümünden sonra cesedinin eğitim ve öğretim amacıyla kadavra olarak kullanılması için tıp fakültesi öğrencilerinin yetkisine bırakılmasını vasiyet etmesi caiz midir? Yoksa bu iş Müslüman ölünün cesedinin müsle edilmesine neden olduğu için haram mıdır?
Cevap: Öyle görünüyor ki müsle ve benzeri işlerin haram olduğunu vurgulayan delillerin, başka konularla ilgili olduğu ve meyyitin cesedinin otopsisinde çok önemli maslahatın bulunduğunu içeren sorudaki konuyu kapsamıyor. Bu gibi meselelerde, kesin bir ilke olarak dikkate alınması gereken, eğer Müslüman meyyitin cesedine saygı gösterilmesi şartı olursa, otopsi yapmanın sakıncası olmayacaktır.
Soru 1842: Öldükten sonra bazı organlarının bir hastaneye veya başka bir şahsa verilmesini vasiyet eden kimsenin, vasiyeti sahih midir ve uygulanması farz mıdır?
Cevap: Cesetten ayrılması o kişiye saygısızlık sayılmayacak organlar hususunda böyle bir vasiyetin sahih ve geçerli olması uzak bir ihtimal değildir; bu durumlarda vasiyeti uygulamanın sakıncası yoktur.
Soru 1843: Vasiyet eden kişi henüz hayattayken, eğer mirasçıları onun mirasının üçte birinden fazlasına vasiyet etmesine izin verseler acaba bu, vasiyetin geçerliliği için yeterli midir? Yeterli olduğunu varsayalım, acaba vasiyet eden kişinin ölümünden sonra mirasçıların bundan vazgeçmeleri caiz midir?
Cevap: Mirasçıların vasiyet eden kişi hayattayken malının üçte birinden fazlasına vasiyet etmesine izin vermeleri vasiyetin sahih ve geçerli olması için yeterlidir. Vasiyet eden kişinin ölümünden sonra bundan vazgeçmeye hakları yoktur; vazgeçseler bile etkisi yoktur.
Soru 1844: Aziz şehitlerden biri, kaza namazları ve oruçları hakkında vasiyet etmiş, ancak terekesi yok veya terekesi sadece bir ev ve o evdeki eşyalardan ibaret ki bunların satışı küçük çocuklarını zorluk ve sıkıntıda koyacaktır. Böyle bir durumda bu vasiyet konusunda mirasçıların üzerine düşen nedir?
Cevap: Eğer o aziz şehidin terekesi yoksa bu durumda vasiyetin yerine getirilmesi farz değildir; fakat büyük oğluna bulûğ çağına erdikten sonra babasının kazaya kalan oruç ve namazlarını kaza etmesi farzdır. Ancak geriye mal bırakmışsa, onun üçte birini şehidin vasiyetinde harcamak farzdır. Sırf mirasçıların ihtiyaç duymaları ve küçük olmaları, vasiyeti ihmal ve terk etmek için şer'î bir mazeret değildir.
Soru 1845: Mal konusunda yapılan vasiyetin sıhhat ve geçerliliğinde, vasiyet anında lehine vasiyet edilen kişinin varlığı şart mıdır?
Cevap: Birine bir malı temlik etmekle ilgili vasiyetin sıhhatinde, vasiyet anında annesinin rahminde bebek ve hatta henüz ruhun üflenmediği cenin bile olsa -canlı olarak dünyaya gelmesi kaydıyla- vasiyet edilen kişinin varlığı şarttır.
Soru 1846: Vasiyet eden kişi, yazılı vasiyetinde vasiyetini yerine getirmesi için vasi atamasına ek olarak başka birini de gözlemci olarak tayin etmiştir. Fakat gözetmenin yetkilerine değinmemiştir; yani vasinin vasiyete aykırı hareket etmemesi amacıyla sadece onun işlerinden haberdar olması için bir gözetici olsun diye mi, yoksa vasiyet edenin işlerinde görüş yürütmesi için mi açıklamamıştır; bu gözetmenin yetkileri nelerdir?
Cevap: Vasiyetin mutlak olduğunu varsayarsak, vasinin kendi işlerinde gözetmene danışması müstehap ihtiyata daha uygun olmakla birlikte farz değildir ve gözetmenin görevi, vasiyet edenin işi hakkında bilgi edinmek için nezaret etmektir.
Soru 1847: Bir kişi büyük oğlunu vasi ve beni de ona gözetmen olarak tayin ettikten sonra vefat etti. Ardından vasisi olan oğlu da öldü ve ben vasiyetinin uygulanması için tek sorumluyum. Fakat şimdi, özel bir durumumdan dolayı vasiyet edilen şeyleri yerine getirmekte zorlanıyorum. Acaba mirasın üçte birinden elde edilen geliri hayır işlerde ve bakıma muhtaç olan yoksullara harcanması için sağlık kurumuna vererek vasiyetin içeriğini değiştirebilir miyim?
Cevap: Gözetmen, vasinin ölümünden sonra bile olsa meyyitin vasiyetlerini uygulamada bağımsız hareket edemez; ancak meyyit, vasinin ölümünden sonra onu vasi kılmışsa başka. Aksi durumda, vasi öldükten sonra yerine başka birini tayin etmesi için şer'î hâkime müracaat etmelidir. Kısacası, meyyitin vasiyetinin sınırını aşmak ve onu değiştirmek caiz değildir.
Soru 1848: Eğer birisi, malının bir kısmının Necef Eşref'te Kur'an-ı Kerim tilavetinde kullanılmasını vasiyet ederse veya bu maksat için vakfederse ve vakfiyenin veya vasisinin birisine parayla Kur'an okutmak için Necef Eşref'e para göndermesi mümkün olmazsa, bu durumda onun görevi nedir?
Cevap: Eğer bu mülkü, ileriki zamanda dahi olsa Necef-i Eşref'te Kur'an-ı Kerim okumak için kullanmak mümkün ise, vasiyete uymak farzdır.
Soru 1849: Annem ölmeden önce, altınlarını perşembe akşamları hayır işlerde harcamam için bana vasiyet etti ve ben de şimdiye kadar öyle yaptım. Fakat şimdi büyük ihtimalle, sakinleri Müslüman olmayan yabancı bir ülkeye gideceğim; bu durumda ne yapmam gerekir?
Cevap: Annenizin, Müslüman ve gayrimüslim bütün insanlara harcanmasını kastettiği anlaşılmadıkça, Müslümanlara harcanması için İslâm beldesinde emin bir kişinin yanında bırakmakla da olsa, o malı sadece Müslümanların hayır işlerinde harcamak farzdır.
Soru 1850: Bir kimse, arsalarından bir bölümünün satılarak parasının [Ehlibeyt İmamları'nın] matem merasimlerinde ve hayır işlerde harcanmasını vasiyet etmiştir. Fakat arsanın mirasçılardan başkasına satılması onlara sıkıntı ve zorluk çıkarıyor; çünkü bu arsayla diğer arsaları birbirinden ayırmak birçok sorunlara yol açmaktadır. Acaba mirasçıların, vasi ve gözetmenin denetiminde vasiyet konusunda harcanması için her yıl belli bir meblağ vermek suretiyle bu arsayı taksitle kendilerine almaları caiz midir?
Cevap: Mirasçıların bu arsayı kendilerine satın almalarının aslında bir sakıncası yoktur. Vasiyet edenin niyetinin, arsayı peşin olarak satıp parayı aynı yıl içinde vasiyet edilen yerde kullanmak olduğu ispatlanmadıkça, vasi ve gözetmenin uygun görmesi ve taksitlerin de vasiyetin ihmal edilmesine ve uygulanmamasına sebep olmaması şartıyla arsanın adilane bir fiyatla taksitle mirasçılara satılmasının da bir sakıncası yoktur.
Soru 1851: Birisi, ölümle sonuçlanan hastalığı sırasında iki kişiye vasi ve vasinin naibi unvanıyla vasiyet eder. Daha sonra görüşünü değiştirerek vasiyeti batıl edip bunu vasiye ve vasinin naibine bildirir. Başka bir vasiyetname yazarak kayıp olan yakınlarından birini vasi tayin eder; acaba bu durumda vazgeçilip değiştirilen birinci vasiyet hâlâ geçerli midir? Eğer ikinci vasiyet sahih ve orada bulunmayan kişi vasi ise, vasilikten alınan birinci vasi ve naibi, vasiyet eden kişinin geçersiz kıldığı vasiyete dayanarak vasiyeti uygulamaya kalkışırlarsa, onların yaptıkları tasarruflar haksız tasarruflar olup, meyyitin malından harcadıkları şeyleri ikinci vasiye iade etmeleri farz mıdır?
Cevap: Ölen kişi, hayattayken birinci vasiyetten vazgeçip birinci vasiyi azletmişse, azledilen vasinin azledildiğini bildiği hâlde birinci vasiyete dayanarak onu yerine getirmeye hakkı yoktur. Onun vasiyet eden kişinin mallarında yaptığı tasarruflar fuzulî olup sıhhati vasinin iznine bağlıdır. Eğer vasi izin vermezse, azledilen vasi harcanan malları karşılamakla yükümlüdür.
Soru 1852: Arazilerinden birini, çocuklarından birine vasiyet eden biri, iki yıl sonra vasiyetini tamamen değiştirmiştir. Acaba önceki vasiyetten vazgeçerek sonraki vasiyetnameye geçmesi şer’an sahih midir? Eğer bu şahıs, hasta, hizmete ve bakıma muhtaç duruma düşerse, bu vazife sadece tayin ettiği vasisine yani büyük oğluna mı düşer, yoksa bundan onun bütün çocukları eşit olarak sorumlu mudur?
Cevap: Vasiyet eden kişi, hayatta ve aklî dengesi yerinde olduğu sürece vasiyetini değiştirmesinin şer'an sakıncası yoktur; şer'i açıdan muteber ve sahih olan vasiyet de son vasiyettir. Hastanın bakımına gelince, eğer malından kendisine bir hasta bakıcısı istihdam edecek güçte değilse, onun bakımı sadece vasinin değil, bakmaya gücü yeten bütün çocuklarının eşit görevidir.
Soru 1853: Bir baba mallarının üçte birinin kendisi için harcanmasını vasiyet ettikten sonra beni de kendisine vasi tayin etti. Miras bölüştürüldükten sonra onun üçte biri ayrıldı. Acaba o kişinin vasiyetlerini yerine getirmek için malının üçte birinden bir bölümünü satmam caiz midir?
Cevap: Eğer malının üçte birinin, vasiyetinin yerine getirilmesi için harcanmasını vasiyet etmişse, mirastan ayırdıktan sonra satıp vasiyetnamede belirtilen yerlerde harcamanın sakıncası yoktur. Fakat eğer mirasının üçte birinin gelirinin vasiyet ettiği yerlerde harcanmasını vasiyet etmişse, vasiyet edilen konularda harcamak için bile olsa mallarının üçte birinin kendisini satmak caiz değildir.
Soru 1854: Vasiyet eden, eğer bir vasi ve gözetmen tayin edip de bunların görev ve yetkilerini belirtmez ve ayrıca malının üçte birini ve kullanılacağı yerlere de değinmezse, bu durumda vasinin sorumluluğu nedir? Acaba vasinin, vasiyet eden kişinin mirasından üçte birini ayırıp hayır işlerde harcaması caiz midir? Acaba miras bırakanın sadece vasiyeti ve vasi tayin etmesi, mirasının üçte birine hak kazanması için yeterli midir ki, sonuç olarak vasiye, vasiyet edenin mirasından üçte birini ayırması ve miras bırakan için kullanması farz olsun?
Cevap: Eğer karine ve şahitlerden veya o bölgenin kendine has örfünden vasiyet eden kişinin, vasiyetten ve vasi tayin etmekten maksadının ne olduğu anlaşılırsa; bu durumda vasinin, vasiyet eden kişinin maksadını ve vasiyetini teşhis etmek için bu yolla anlaşılan şeye uyması farzdır. Aksi durumda müphem olması ve taalluk ettiği şeyin kaydedilmemesinden dolayı vasiyet batıl ve boştur.
Soru 1855: Bir kimse şöyle vasiyet etmiştir: "Dikili olan ve olmayan kumaşların hepsi ve diğerleri eşime aittir." Acaba "diğerleri"nden maksat bütün taşınır malları mıdır, yoksa maksat sadece kumaş ve elbiseden daha az olan ayakkabı gibi şeyler midir?
Cevap: Vasiyetnamede geçen "diğerleri" kelimesinin anlamı bilinmedikçe ve vasiyet edenin niyeti dışarıdan da anlaşılmadıkça, vasiyetnamenin bu cümlesi müphem ve belirsizliği nedeniyle uygulanamaz ve soruda değinilen ihtimallerin birine uyarlanması ise, mirasçıların rıza ve muvafakatine bağlıdır.
Soru 1856: Bir kadın, mirasının üçte biriyle kendisi için sekiz yıl kaza namazı kılınmasını ve geri kalanının ise redd-i mezalim (yapmış olduğu haksızlıkların bedeli), humus ve hayır işlerde kullanılmasını vasiyet etmiştir. Bu vasiyeti yerine getirme zamanının, cephelere yardım etmenin daha zarurî olduğu kutsal savunma (savaş) dönemine rastlaması ve vasinin, onun bir tek kaza namazının bile olmadığını kesin olarak bilmesine rağmen onun için ücretle iki yıl kaza namazı kıldırdığı ve malının üçte birinden bir miktarını cepheye bağışlayıp, geri kalanını ise redd-i mezalim için harcadığı dikkate alınırsa, acaba vasiyeti yerine getirme konusunda vasinin bir sorumluluğu var mıdır?
Cevap: Ölen kişinin vasiyet ettiği şekilde vasiyete uymak farzdır ve bazı konularda olsa bile vasinin vasiyeti terk etmesi caiz değildir. Dolayısıyla vasi malın bir bölümünü bile vasiyetin konusu dışında harcarsa, kendi malından meyyit adına tazmin etmekle yükümlüdür.
Soru 1857: Bir kimse, ölümünden sonra vasiyetnamesinde yazdıklarına uygun hareket etmeleri için iki kişiyi vasi tayin eder. Vasiyetnamenin üçüncü maddesinde bütün menkul, gayrimenkul, nakit para ve halktan alacakları dâhil geriye bıraktığı bütün mal varlığının bir araya toplanmasını, borçları ödendikten sonra bıraktığı malın tümünden üçte birinin çıkarılarak vasiyetnamedeki 4., 5. ve 6. maddelere göre harcanmasını ve on yedi yıl sonra üçte birden fazla kalanının mirasçılarından fakir olanlara harcanmasını belirtir. Ancak vasilerden ikisi, vasiyet eden kişinin ölümünden bu sürenin bitimine kadar üçte biri ayırma işlemini tamamlayamamışlardır ve söz konusu maddeleri yerine getirmek onlar için imkânsız. Mirasçılar da belirtilen süre bittikten sonra vasiyetin batıl olduğunu ve o iki vasinin de vasiyet eden kişinin mallarına karışamayacaklarını iddia etmekteler; bu konuda hüküm nedir? Bu iki vasinin vazifesi nedir?
Cevap: Vasiyet ve vasinin vasiliği, vasiyetin uygulanmasının gecikmesiyle batıl olmaz; süresi uzasa bile o iki vasinin vasiyeti yerine getirmeleri farzdır. Eğer vasilerin vasilikleri geçen belli bir zamanla sınırlı değilse, mirasçılar vasiyetin uygulanmasında onlara engel olamazlar.
Soru 1858: Ölenin terekesini mirasçılar arasında bölüştürüp, onların adına tapu düzenlendikten ve aradan altı yıl geçtikten sonra, mirasçılardan biri, merhumun kendisine sözlü olarak evin bir kısmının oğullarından birine verilmesini vasiyet ettiğini iddia ediyor. Bazı kadınlar da buna şahitlik etmekteler. Acaba söz konusu zaman geçtikten sonra onun bu iddiası kabul edilir mi?
Cevap: Zaman aşımı ve mirasın bölüştürülmesi ve kanunî işlemlerin tamamlanması, şer’i bir delille ispatlanan vasiyetin kabul edilmesine engel teşkil etmez. Dolayısıyla eğer vasiyet iddiasında bulunan kişinin davası şer’i bir yolla ispatlanırsa, herkesin ona uyması farzdır; aksi durumda, onun vasiyet konusundaki iddiasını ikrar eden herkesin o vasiyetin içeriğine bağlı olması ve mirastan payına düşen miktarda ona uygun davranması farzdır.
Soru 1859: Bir kimse, iki kişiye arazisinden bir parça satıp onun adına hacca gitmeyi vasiyet etmiş ve vasiyetinde bunlardan birini vasi, diğerini de gözetmen olarak tayin etmiş. Daha sonra üçüncü bir kişi bulunmuş, vasi ve gözetmenin izni olmadan ölünün adına hac ibadetlerini yerine getirdiğini iddia ediyor. Hâlihazırda ise vasi de vefat etmiş olup sadece gözetmen hayatta kalmıştır. Acaba gözetmen, arsanın parasıyla ölünün adına tekrar hac farizası mı yerine getirmelidir? Yoksa satılan arazinin parasını ücret olarak ölünün adına hac yaptığını iddia eden kişiye vermesi mi farzdır? Ya da bu konuda herhangi bir şey ona farz değil midir?
Cevap: Eğer meyyitin üzerine hac farz olmuşsa ve vekil vasıtasıyla hac yapılmasını vasiyet ederek bu farzın üzerinden kalkmasını istemişse, ölü adına üçüncü bir kişinin hac yapması yeterlidir; fakat o kişinin bunun için hiç kimseden ücret isteme hakkı yoktur. Aksi durumda (eğer üçüncü kişi onun adına hac yapmamışsa) gözlemci ve vasi meyyitin arazisinin parasından onun adına hac yaparak vasiyeti yerine getirmelidirler. Eğer vasi, vasiyeti yerine getirmeden önce ölürse, gözlemcinin, vasiyetin yerine getirilmesi için şer’i hâkime müracaat etmesi farzdır.
Soru 1860: Mirasçılar, meyyitin namaz ve oruçlarının kazasının yerine getirilmesi için vasiyi belli bir meblağ vermesi için zorlayabilirler mi? Bu konuda vasinin vazifesi nedir?
Cevap: Meyyitin vasiyetlerini yerine getirmek vasinin sorumluluklarındandır; dolayısıyla meyyitin vasiyetlerini uygun gördüğü şekilde yerine getirmesi gerekir ve mirasçıların buna müdahale etmeye hakkı yoktur.
Soru 1861: Vasiyet sahibi bir petrol deposunun bombalandığı sırada şehit düşünce yanında bulunan vasiyetname de yanmış veya kaybolmuştur ve kimse içeriğini bilmemektedir. Hâlihazırda vasi sadece kendisinin mi yoksa başka birinin de mi vasi olup olmadığını bilmiyor; bu durumda yapması gereken nedir?
Cevap: Vasinin, vasiyetin aslı ispat olduktan sonra, vasiyette değişiklik yapıldığına emin olmadığı bütün maddelerde, vasiyeti yerine getirmesi farzdır ve başka bir vasinin olabileceği ihtimaline itina etmemelidir.
Soru 1862: Vasiyet edenin, mirasçılarından başkasını kendisine vasi olarak seçmesi caiz midir ve acaba birinin buna itiraz etme hakkı var mıdır?
Cevap: Vasiyet edenin, uygun gördüğü kişiler arasından birini vasi seçmesi ve ataması kendi görüşüne bağlıdır ve mirasçılarından olmayan birisini kendine vasi olarak atamasının bir sakıncası yoktur; mirasçıları buna itiraz edemezler.
Soru 1863: Mirasçılardan bazılarının, diğer mirasçılara danışmadan veya vasinin muvafakatini almadan meyyitin malından onun adına ziyafet olarak infak etmeleri caiz midir?
Cevap: Eğer bu işten maksatları vasiyeti yerine getirmekse, bu, meyyitin vasisinin görevidir ve onların vasinin muvafakati olmadan kendi başlarına bunu yapmaya hakları yoktur. Ancak meyyitin bıraktığı maldan mirasçıların payına düşen bölümünden infak etmek isterlerse, bu da diğer mirasçıların iznine bağlıdır; eğer onlar bu işe razı olmazlarsa bu iş, diğer mirasçıların paylarıyla ilgili bölümde gasp hükmündedir.
Soru 1864: Bir kimse vasiyetnamesinde "birinci, ikinci ve üçüncü vasi" diye üç kişinin adını vasileri olarak belirtmiştir. Acaba bu üç kişi birlikte mi onun vasisidirler, yoksa sadece birinci kişi mi onun vasisidir?
Cevap: Bu konu, vasiyet eden kişinin niyet ve görüşüne bağlıdır. Eğer karine ve belirtilerden bu üçünün birlikte mi, yoksa sırayla art arda mı vasi oldukları anlaşılmadıkça, vasiyeti birlikte yerine getirme konusunda anlaşmaları gerekir.
Soru 1865: Eğer vasiyet eden, üç kişiyi birlikte karar vermeleri şartıyla kendine vasi atasa, ancak bunlar vasiyeti yerine getirme yönteminde anlaşamazlarsa, aralarındaki ihtilâf nasıl giderilmelidir?
Cevap: Birden fazla vasi olduğu durumlarda, vasiyetin nasıl yerine getirilmesi konusunda ihtilâfa düşerlerse, şer’i hâkime müracaat etmeleri farzdır.
Soru 1866: Babamın büyük oğlu olduğumdan, onun kazaya kalan namaz ve oruçlarını benim yerine getirmem gerekiyor. Ancak babamın kazaya kalan namaz ve oruçları birkaç yıl olmasına rağmen, kendisi için sadece bir yıllık namaz ve orucun kaza edilmesini vasiyet etmiştir; bu durumda benim yükümlülüğüm nedir?
Cevap: Eğer meyyit, kaza edilmesini vasiyet ettiği namaz ve oruçların ücretinin, bıraktığı malın üçte birinden ödenmesini vasiyet etmişse, terekenin üçte birinden verilmek üzere birisini onları kaza etmek için ücret karşılığı tutmak caizdir. Eğer üzerindeki namaz ve oruçlar vasiyet ettiği miktardan fazla olursa, kendi malınızdan ücret karşılığı birine yaptırmakla dahi olsa onların kazasını yerine getirmek size farzdır.
Soru 1867: Bir kimse, büyük oğluna arazilerinden belli bir bölümünü satarak parasıyla kendisinin adına hac yapmasını vasiyet etmiş ve oğlu da bunu yapacağına söz vermiştir. Fakat Hac ve Ziyaret Kurumu'ndan zamanında hac ziyareti iznini alamadığından, son zamanlarda hac masraflarının yükselmesi ve arazinin parasının yeterli olmamasından dolayı vasiyeti şahsen yerine getirmesi mümkün olmamıştır. Bu nedenle babasına niyabeten hac yapması için birini naip tutmak zorunda kalmıştır; fakat arazinin parası hac niyabeti ücretine de yetmemektedir. Acaba bu durumda diğer mirasçılara, babanın vasiyetini yerine getirmek için onunla işbirliği yapmaları farz mıdır, yoksa babasına niyabeten hac yapmakla yükümlü olan sadece büyük oğlu mudur?
Cevap: Sorudaki varsayımda, diğer mirasçılara, hac masraflarını ödemek farz değildir. Fakat vasiyet eden kişinin üzerine hac farz olmuşsa ve kendisine niyabeten hac yapılması için belirttiği arazi de mikattan yapılsa bile niyabeten hac masrafları için yeterli değilse, bu durumda mikattan yapılan hac masraflarını meyyitin bırakmış olduğu asıl terekeden tamamlamak farzdır.
Soru 1868: Eğer ölenin (humus, zekât vb.) şer’i hakları ödediğini gösteren bir makbuz varsa veya bazı kimseler onun şer’i haklarını ödediğine şahitlik etse, acaba mirasçılara terekeden onun şer’i haklarını ödemeleri farz mıdır?
Cevap: Merhumun şer’i hakları ödediğine dair bir makbuzun varlığı veya şer’i haklarını ödediğine dair tanıkların tanıklığı, bu hakların üzerinden kalktığına veya mallarında şer’i hakların olmadığına dair şer’i bir delil teşkil etmez. Dolayısıyla eğer hayattayken veya vasiyetnamesinde bir miktar şer’i borcu olduğunu veya bıraktığı terekede şer’i haklar bulunduğunu itiraf ederse veya mirasçıların kendileri buna kesin kanaat getirirlerse, meyyitin ikrar ettiği veya mirasçıların kesin kanaat getirdiği miktarı, bıraktığı asıl terekeden vermeleri farzdır. Aksi durumda (ikrar ve yakin yoksa) bu konuda onlara hiçbir şey farz değildir.
Soru 1869: Bir kimse mallarının üçte birinin kendisi için harcanmasını vasiyet etmiş ve vasiyetnamesinin haşiyesinde bahçedeki evinin, mal varlığının üçte birinde yaptığı vasiyetin masraflarını karşılamak için olduğunu ve vasinin ölümünden yirmi yıl sonra onu satarak parasını kendisi için harcaması gerektiğini kaydetmiştir. Acaba üçte biri, ev ve diğer mallar da dâhil olmak üzere tüm malvarlığından mı hesaplanmalı, öyle ki evin değeri terekenin üçte birinden az ise, ölenin diğer mallarından mı tamamlanmalıdır. Yoksa üçte bir, sadece ev midir ve üçte bir adıyla mirasçılardan başka bir mal alınamaz mı?
Cevap: Eğer vasiyet ve haşiyesinde yazdığı ile kendisi için üçte bir olarak sadece evi belirtmek istemişse ve o ev de borçları ödendikten sonra terekenin tamamının üçte birinden fazla olmazsa, bu durumda üçte bir, sadece evdir ve ölene aittir. Yine eğer maksadı mal varlığının üçte birini kendisi için vasiyet ettikten sonra, evin, terekenin üçte birinin masrafları için harcanmasını belirtmekse ve onun değeri de borçları ödendikten sonra, terekenin tamamının üçte biri kadar olursa, durum aynıdır. Aksi durumda bıraktığı malın üçte biri olacak kadar diğer mallardan evin değerine eklemek gerekir.
Soru 1870: Mirasın bölüşülmesinden yirmi yıl ve meyyitin kızının kendi payına düşeni satmasından dört yıl sonra anne kocasının bütün mallarının kendisine ait olduğunu gösteren bir vasiyetname ortaya çıkarır. Aynı şekilde kocasının ölümünden beri bu vasiyetnamenin kendi yanında bulunduğunu, fakat bunu hiç kimseye söylemediğini itiraf eder. Acaba bu durumda mirasın bölüştürülmesi ve meyyitin kızının kendi payına düşeni satmasının batıl olduğuna hükmedilir mi? Eğer batıl olduğuna hükmedilirse, acaba kızla annesi arasındaki ihtilâftan dolayı üçüncü kişinin kızdan satın aldığı mülkün tapu senedini iptal etmek sahih midir?
Cevap: Söz konusu vasiyetin sahih olduğunu ve muteber bir delille ispatlandığını varsaysak bile anne, kocasının ölümünden mirasın bölüşüldüğü zamana kadar vasiyetten haberdar olmasına ve kıza payı verildiğinde ve onun da payını sattığında vasiyet belgesi onun yanında bulunmasına rağmen vasiyet konusunda sessiz kaldığından ve kıza payı verildiğinde ve kız payını sattığında itiraz etmediğinden, bütün bunlar annenin, kızın mirastan aldığı ve sattığı şeye razı olduğunu gösterir. Dolayısıyla bundan sonra kıza verilen şeyi kızdan veya müşteriden isteyemez ve kızın yaptığı satışın sıhhatine ve malın müşteriye ait olduğuna hükmedilir.
Soru 1871: Bir şehit babasına, eğer kendisine ait olan evini satmaksızın borçlarını ödemeye gücü yetmezse, evini satarak borçlarını ödemesini vasiyet etmiş. Yine evin parasının bir miktarını hayır işlerde harcamasını, arsasının parasının dayısına verilmesini, annesini de hacca göndermesini ve kendisi tarafından birkaç yıl oruç ve namaz kaza edilmesini vasiyet eder. Daha sonra kardeşi onun eşiyle evlenir, o evin bir kısmını şehit eşinin satın aldığını bilerek onun evine yerleşir ve evin tamir ve onarımı için bir miktar para öder ve yine şehidin oğlundan bir sikke altını alarak evin tamirinde harcar. Bu durumda şehit kardeşinin, şehidin evinde ve şehit oğlunun mallarında tasarrufta bulunmasının hükmü nedir? Şehit çocuğunu büyüttüğü ve nafakasını üstlendiği göz önünde bulundurulursa, onun şehit çocuğuna bağlanan aylık maaştan yararlanmasının hükmü nedir?
Cevap: Bu aziz şehidin mallarının tümü hesaplanıp malî borçları ödendikten sonra geri kalan malının üçte birini namaz ve orucunu kaza etmek, annesinin hac masraflarını vermek gibi vasiyetlerini yerine getirmede harcamak farzdır. Daha sonra mirasının üçte ikisi ve üçte birinden arta kalanı şehidin mirasçıları olan babası, annesi, oğlu ve karısı arasında Kitap ve Sünnet'e uygun olarak bölüştürülmelidir. Evde ve şehide ait olan eşyalarda yapılan bütün tasarruflar, mirasçıların ve küçük çocuğunun şer’i velisinin izniyle yapılmalıdır ve şehidin kardeşi, küçük çocuğun şer’i velisinin izni olmaksızın yaptığı ev onarımı masraflarını onun malından alamaz. Aynı şekilde küçük çocuğun altınını ve aylık maaşlarını şer’i velilerinin izni olmaksızın evin onarımında, kendi geçimi için ve hatta küçük çocuğun nafakasında bile harcayamaz; aksi takdirde o malları karşılamakla yükümlü olur ve onları çocuğa iade etmesi gerekir. Nitekim evin satın alımı da mirasçıların ve şehidin küçük çocuğunun şer’i velisinin izniyle olmalıdır.
Soru 1872: Bir kimse vasiyetinde, tüm mal varlığının üç hektar meyve bahçesinden ibaret olduğunu ve ölümünden sonra iki hektarını evlâtlarından bir grubuna ve bir hektarının ise vasiyet ettiği yerlerde kendisi için harcanmasına dair karşılıklı sulh edildiğini yazmıştır. Fakat ölümünden sonra bahçenin tamamının yüz ölçümünün iki hektardan daha az olduğu ortaya çıkar. Buna göre: 1) Acaba onun vasiyet belgesinde yazdığı, belirttiği şekilde malları konusunda sulh mu sayılır, yoksa vefatından sonra malları hakkında vasiyet mi sayılır? 2) Bahçenin yüz ölçümünün iki hektardan az olduğu anlaşıldıktan sonra, acaba onun tamamı evlâtlarının olup kendisine ayırdığı bir hektar konusu iptal mi olur, yoksa başka bir şekilde mi yapılması gerekiyor?
Cevap: Sulh eden kişi hayattayken, lehine sulh yapılan kişinin onu kabul etmesiyle sulhun şer'an sahih bir şekilde gerçekleştiği kesin olarak anlaşılmadıkça, onun kaydettiklerinin vasiyet olduğuna hükmedilir. Dolayısıyla meyve bahçesi hakkındaki vasiyeti evlâtları ve kendisi için bıraktığı malın üçte biri oranında geçerlidir; üçte birden fazlasında ise, mirasçıların iznine bağlıdır; eğer izin vermezlerse, üçte birden fazlası onların mirası olur.
Soru 1873: Birisi ölümünden sonra, kızlarının her birine mirastan paylarına düşen mal yerine belli bir miktar nakit para vermesi şartıyla bütün mallarını oğlunun adına geçirir. Ancak babası öldüğünde kızlardan biri orada bulunmadığı için o zaman hakkını alamaz ve bir süre sonra şehre döndüğünde erkek kardeşinden hakkını talep eder. Fakat kardeşi o zaman ona bir şey vermez; ama aradan birkaç yıl geçtikten ve vasiyet edilen paranın alım gücü oldukça düştükten sonra şimdi söz konusu meblağı ona verebileceğini bildirdi. Ancak kız kardeşi o parayı o zamanki sahip olduğu alım gücüyle talep ediyor, kardeşi ise talep edilen parayı ödemeyerek onu faiz istemekle suçluyor; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Mirasın erkek çocuğa teslim edilişi ve kızlara belli bir meblağın ödenmesi doğrultusunda yapılan vasiyet şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmişse, kızlardan her birinin sadece vasiyet edilen meblağı almaya hakkı vardır. Ancak ödeme anındaki satın alma gücü, vasiyet edenin öldüğü zamanki satın alma gücünden az ise, paranın değer düşüklüğünün de hesaplanması gerekir ve bu, faiz hükmünde değildir.
Soru 1874: Annemle babam hayattayken, çocuklarının hepsinin huzurunda bir tarlayı mallarının üçte biri olarak, ölümlerinden sonra kendilerinin kefen, defin, namaz ve oruç gibi masraflarında harcanması için ayırarak ailenin tek erkek çocuğu olan bana vasiyet ettiler. Onların ölümünden sonra nakit paraları olmadığı için söz konusu masrafların tümünü kendi malımdan karşıladım; acaba şimdi yaptığım bütün bu masrafları bahsi geçen üçte bir maldan alabilir miyim?
Cevap: Eğer meyyit için harcadıklarınızı, vasiyet adına ve mirasın üçte birinden almak kastıyla ödemişseniz, onları ölünün malının üçte birinden almanız caizdir; aksi durumda caiz değildir.
Soru 1875: Bir erkek, ölümünden sonra evlenmediği takdirde içinde oturduğu evin üçte birinin karısına verilmesini vasiyet etmiştir. İddeti bittikten sonra evlenmediği ve gelecekte de evleneceğine dair hiçbir belirti olmadığı dikkate alındığında, bu adamın vasiyetini uygulama konusunda vasinin ve diğer mirasçıların yükümlülüğü nedir?
Cevap: Vasiyet edilen malı şimdilik kadına vermeleri farzdır; ancak evin kadına devredilmesi, onun evlenmemesi şartıyladır. Dolayısıyla eğer daha sonra evlenirse, mirasçılar feshetme ve mülkü geri alma hakkına sahiptirler.
Soru 1876: Babamın babasından miras olarak aldığı, amcamız ve anneannemizle ortak olduğumuz ve onların da dedemizden miras aldıkları malı bölüştürmek istediğimizde, onlar dedemizin, ninemize ve amcamıza bıraktığı maldan alacakları paya ilâveten her birine belli bir meblağ nakit paranın verilmesini de vasiyet ettiğine dair otuz yıl önceki vasiyeti ortaya koydular. Fakat amcam ve anneannem bu meblağı şimdiki değerine dönüştürerek vasiyet edilen miktarın kaç misli fazlasını ortak maldan kendilerine ayırdılar; acaba onların bu işi şer'an sahih midir?
Cevap: Söz konusu durumda paranın değer kaybının hesaplanması gerekir.
Soru 1877: Aziz şehitlerden biri, kendi evi için satın almış olduğu bir halının, İmam Hüseyin'in (a.s) Kerbela'daki türbesine hediye edilmesini vasiyet etmiştir. Şu anda eğer bu vasiyeti yerine getirme imkânına sahip oluncaya kadar halıyı evde tutmak istesek, halının zayi olmasından korkuyoruz. Acaba zarar ve hasarı önlemek için onu mahallenin camisinde veya hüseyniyesinde kullanmamız caiz midir?
Cevap: Eğer vasiyeti yerine getirme imkânı buluncaya kadar halıyı korumak, onu geçici olarak camide veya hüseyniyede kullanmaya bağlıysa, bunun sakıncası yoktur.
Soru 1878: Bir kimse bazı mülklerinin gelirlerinin bir miktarının cami, hüseyniye, dinî merasimler ve hayır işlere harcanmasını vasiyet etmiştir. Fakat söz konusu mülk ve onun diğer mülkleri gasp edilmiştir ve onları gasp eden kişinin elinden almanın masrafları var, bu masrafları vasiyet edilen mallardan almak caiz midir? Acaba sırf mülkü gasp olmaktan kurtarma imkânına sahip olmak, vasiyetin sıhhati için yeterli midir?
Cevap: Gaspçının elinden malı alma masraflarının, vasiyet edilen malın gelirinden aynı oranda alınmasında bir sakınca yoktur. Mülk konusundaki vasiyetin sıhhatinde, para harcamakla ve gasıbın elinden kurtarmakla da olsa vasiyet konusunda harcanabilme kabiliyetine sahip olması yeterlidir.
Soru 1879: Birisi bütün menkul ve gayrimenkul mallarını oğluna vasiyet ederek altı kızını mirastan mahrum etmiştir. Acaba bu vasiyet geçerli midir? Eğer geçerli değilse, bu mallar altı kızla, bir oğul arasında nasıl bölüştürülmelidir?
Cevap: Böyle bir vasiyetin genel olarak bir sakıncası yoktur; fakat bu vasiyet sadece bıraktığı malın tümünün üçte birinde geçerlidir ve üçte birinden fazlasında ise, mirasçıların hepsinin iznine bağlıdır. Dolayısıyla eğer kızlar izin vermezlerse, her biri bırakılan malın üçte ikisinden kendi payına düşeni miras olarak alır. Buna göre babanın mirası yirmi dörde bölünür. Oğul bundan vasiyet edilen malın üçte biri olarak 8/24 ve geriye kalan üçte ikiden de payına düşen 4/24'ü alır. Kızların her birinin payı ise, 2/24 olur. Başka bir tabirle: Mirasın tümünün yarısı oğlun olur, diğer yarısı ise altı kız arasında bölüştürülür.
- GASP
GASP
Soru 1880: Bir kimse, küçük çocuğu adına bir arsa satın alır ve "Satıcı falan kişi ve alıcı da filan oğlu" şeklinde, gayri resmî bir belge düzenler. Çocuk bulûğ çağına erişince, bu arsayı başka birine satar. Fakat babanın mirasçıları, o belgede babalarının ismi olmamasına rağmen o arsanın kendilerine babalarından miras kaldığını iddia ederek arsaya el koyarlar. Acaba bu durumda mirasçıların ikinci müşteriyi rahatsız etmesi caiz midir?
Cevap: Küçük oğlun sırf sözleşmede isminin müşteri olarak geçmesi, onun mülkiyetinin ölçüsü olamaz. Dolayısıyla eğer babanın kendi parasıyla satın aldığı arsayı oğluna hibe ettiği veya onunla sulh ettiği ispatlanırsa, arsa onun olur. Bu durumda eğer çocuk bulûğ çağına eriştikten sonra arsayı şer'an sahih bir şekilde başka bir müşteriye satarsa, hiç kimsenin onu rahatsız etmeye ve arsayı onun elinden çıkarmaya hakkı yoktur.
Soru 1881: Birkaç el değiştiren bir arsayı satın alarak üzerinde bir ev yapmaya başladım. Şimdi ise biri bu arsanın kendi mülkü olduğunu ve tapusunun da resmî olarak İslâm inkılâbından önce kendi adına kaydedilmiş olduğunu iddia ediyor. Bu nedenle de benimle birlikte bazı komşular aleyhine dava açmış bulunuyor. Bu iddia göz önünde bulundurulduğunda, acaba bu arsada yapılan tasarruflar gasp sayılır mı?
Cevap: Arsayı elinde bulunduran önceki kişiden satın almanın zahirde şer'an sıhhatine hükmedilir ve arsa müşteriye aittir. Daha önce bu arsanın sahibi olduğunu iddia eden kişi, şer’i mülkiyetini mahkemede ispatlamadıkça, arsayı şimdi elinde bulunduran ve tasarruf eden kişiyi rahatsız etme hakkına sahip değildir.
Soru 1882: Resmi olmayan bir belgede bir babanın adına kaydedilmiş olan arsanın, resmi tapusu bir süre sonra onun küçük oğlu adına çıkarılıyor; ancak bu arsa hâlâ babanın tasarrufundadır. Şimdi bulûğ çağına eren çocuk, tapusu onun adına olduğundan arsanın kendisine ait olduğunu iddia ediyor. Fakat babası arsayı kendi malıyla kendisi için satın aldığını ve sadece daha az vergi ödemek için onu oğlunun adına geçirdiğini ileri sürüyor. Acaba eğer oğlu babasının rızası olmadan bu arsada tasarruf ederse, gasp etmiş sayılır mı?
Cevap: Eğer baba arsayı kendi parasıyla satın almış ve çocuk reşit oluncaya kadar da onda tasarrufta bulunmuşsa, çocuk arsayı babasının kendisine bağışladığını ve mülkiyetini kendisine devrettiğini ispat etmedikçe, sırf resmi tapunun kendi adına olmasıyla arazinin mülkiyeti, zilyetliği ve kontrolü konusunda babasını engel olmaya hakkı yoktur.
Soru 1883: Birisi elli yıl önce bir arazi satın almış ve bu arazinin sınırı olarak tapuda yüksek bir dağın adının kaydedilmiş olmasına dayanarak satılan yerle o dağın arasında kalan umumî araziden milyonlarca metre kare yerin ve bölgede yapılan onlarca eski evin mülkiyetinin kendisine ait olduğunu ileri sürmektedir. Yine bu arazi ve evlerin gasp edilmiş olduğu iddiasıyla burada kılınan namazların batıl olduğunu söylemektedir. Oysa bu adamın daha önce bu arazide ve oradaki eskiden beri oturulan evlerde hiçbir şekilde tasarrufu yoktu ve ortada arazinin durumunu yüzlerce seneden beri belirtecek bir delil de yoktur; anlatılanlar dikkate alındığında meselenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer satın alınan arazi ile tapuda sınır olarak belirtilen dağ arasında bulunan araziler, daha önce belirli bir kişinin mülkiyetinde olmayan çorak arazilerden veya önceki sahiplerinin mülkiyetinde olup onlardan mevcut sahiplerine intikal etmiş arazilerden ise, bu durumda herkes, yetkisinde bulunan ve malik olduğu her miktardaki arsaların veya evlerin şer’i sahibi kabul edilir. Mal sahibi ise, iddiasını adli makamlar önünde şer’i yollarla ispat etmedikçe onların orada yaptığı tasarruflar mubah ve helâldir.
Soru 1884: Hâkimin müsadere emri verdiği araziye, önceki malikinin rızası olmadan cami yapılması caiz midir? Yine bu tür camilerde namaz kılmak ve diğer ibadetleri yapmak caiz midir?
Cevap: Eğer arsa şer’i hâkimin hükmüyle veya İslâm devletinde geçerli olan kanuna istinaden önceki sahibinden alınmışsa veya iddia eden kişinin geçmişteki şer’i mülkiyeti ispatlanmamışsa, orada yapılan tasarruflar, mülkiyet iddiasında bulunan kişinin veya önceki sahibinin iznine bağlı değildir. Dolayısıyla orada cami inşa etmek, namaz kılmak ve diğer dinî programlar yapmanın sakıncası yoktur.
Soru 1885: Nesilden nesle miras yoluyla mirasçılara ulaşan bir araziyi, birisi gasp edip kendi mülkiyetine geçirmiştir. İslâm inkılâbının zafere ulaşması ve devletin kurulmasından sonra bu araziyi gasp eden kişiden geri alma teşebbüsünde bulunuldu. Acaba bu arazinin mülkiyeti şer'an mirasçılara mı aittir, yoksa sadece bu araziyi devletten satın alma hususunda öncelikleri mi vardır?
Cevap: Sırf miras yoluyla tasarrufta bulunma geçmişinin olması o araziye malik olmada ve onu satın almada öncelik hakkı doğurmaz. Ancak aksi ispatlanmadıkça, geçmişteki bu durum mülkiyet için şer’i bir emaredir. Dolayısıyla eğer mirasçıların o arazinin sahibi olmadıkları veya oranın başkasının mülkü olduğu ispatlanırsa, mirasçıların onu veya bedelini istemeye hakları yoktur. Aksi durumda zilyet olma (malı elinde bulundurma) kuralı gereğince arazinin kendisini veya karşılığını isteyebilirler.
- KISITLILIK VE BALİĞ OLMA ALÂMETLERİ
KISITLILIK VE BALİĞ OLMA ALÂMETLERİ
Soru 1886: Bir babanın velâyetinde, bir kızı ve bir de bulûğ çağına ermiş sefih bir oğlu var. Babanın ölümünden sonra kız kardeşin, velayet unvanıyla sefih kardeşin mallarında tasarruf etmesi caiz midir?
Cevap: Kız ve erkek kardeşin, sefih olan erkek kardeş üzerinde velâyeti yoktur; eğer babasının babası yoksa ve babası da ona veli olması için hiç kimseyi vasiyet etmemişse, bu durumda onun velisi şer’i hâkimdir.
Soru 1887: Kızların ve erkeklerin bulûğ yaşı konusunda ölçü şemsî yılı (365 günlük yıl) mıdır, yoksa kamerî yılı (355 günlük yıl) mıdır?
Cevap: Ölçü kamerî yıldır.
Soru 1888: Birinin bulûğ çağına erip ermediğini anlayabilmek için kamerî yılına göre doğum tarihinin yıl, ay ve günü nasıl elde edilir.
Cevap: Doğum tarihi şemsî yıla göre biliniyorsa, kamerî yılıyla şemsî yılı arasındaki fark hesaplanarak çıkarılır.
Soru 1889: On beş yaşına ulaşmadan önce ihtilâm olan erkek çocuğun bulûğa erdiğine hükmedilebilir mi?
Cevap: İhtilâm olmasıyla bulûğa erdiğine hükmedilir. Çünkü ihtilâm olmak şer'an bulûğ belirtilerinden biridir.
Soru 1890: Diğer iki bulûğ belirtisinin teklif yaşından daha önce ortaya çıktığına dair yüzde on ihtimal verilirse, hüküm nedir?
Cevap: Sırf iki bulûğ belirtisinin daha önce ortaya çıkması ihtimali bulûğa erişildiğine hükmetmek için yeterli değildir.
Soru 1891: Cinsel ilişki bulûğ belirtilerinden sayılır mı ve onu yapmakla şer’i teklifler farz olur mu? Eğer insan bunun hükmünü bilmez ve birkaç yıl sonra öğrenirse, acaba ona cenabet guslü farz olur mu? Acaba gusletmeden yerine getirdiği taharetin şart olduğu namaz ve oruç gibi ameller batıl olup onların kaza edilmesi farz mıdır?
Cevap: Meni çıkmaksızın gerçekleşen cinsel ilişki, bulûğ belirtilerinden değildir; ancak bu amel cenabete sebep olur ve bulûğ çağına erdikten sonra ondan dolayı gusül etmek farzdır. Bulûğ belirtilerinden birini görmeyen kimsenin şer'an baliğ olduğuna hükmedilmez ve böyle birisi şer’i hükümlerle mükellef olmaz. Dolayısıyla küçük yaşında cinsel ilişki sebebiyle cünüp olan bir kişi baliğ olduktan sonra cenabet guslü almaksızın namaz kılar ve oruç tutarsa, namazlarını iade etmesi farzdır; ancak cünüp olduğunu bilmediğinden böyle yapmışsa, oruçlarını iade etmesi farz değildir.
Soru 1892: Kız ve erkek öğrencilerden bazıları doğum tarihlerine göre bulûğ çağına ermiş olup zekâlarında gözlenen geri kalmışlık ve zaaf nedeniyle zekâ ve akıllarını denemek için onların üzerinde tıbbî araştırmalar yapıldıktan sonra aklî açıdan bazılarının bir ve bazılarının ise birkaç yıl geri kaldıkları kurumumuz tarafından tespit edilmiştir. Fakat bunlardan bazıları toplumsal ve dinî konuları idrak edebilecek bir seviyede oldukları için deli sayılamaz; acaba bu kurumun teşhisi, doktorların teşhisi gibi bu öğrenciler için delil ve ölçü sayılır mı?
Cevap: İnsanın şer’i tekliflerle yükümlü olmasının ölçüsü, şer'an bulûğ çağına ermesi ve örfe göre akıllı sayılmasıdır; bu konuda idrak ve zekâ seviyesinin itibar ve etkisi yoktur.
Soru 1893: Bazı hükümlerde mümeyyiz çocuk hakkında "iyiyle kötüyü ayırt edebilen çocuk" tabiri kullanılmıştır; iyi ve kötüden maksat nedir? Bir de iyiyle kötüyü ayırt edebilmenin yaşı kaçtır?
Cevap: İyi ve kötüden maksat, örfte iyi veya kötü sayılan şeylerdir; ancak bu konuda çocuğun yaşadığı hayat şartları, yöresel gelenek ve görenekler de dikkate alınmalıdır. İyiyle kötüyü ayırt etme yaşına gelince; bu, kişilerin kabiliyet, idrak ve zekâ seviyesine göre değişir.
Soru 1894: Kız çocuklarının dokuz yaşını tamamlamadan önce hayız özellikleri taşıyan kan görmeleri onların bulûğ çağına erdiğini gösterir mi?
Cevap: Bu, kızın bulûğ çağına erdiğini gösteren şer’i bir belirti değildir ve bu kan hayız özellikleri taşısa bile hayız hükmünde değildir.
Soru 1895: Herhangi bir nedenle yargı yetkilileri tarafından kendi malları üzerinde tasarruftan men edilen biri, ölmeden önce mallarından bir miktarını hizmetlerine karşılık teşekkür etmek amacıyla kardeşinin oğluna verse ve kardeşinin oğlu da bu malları amcasının ölümünden sonra onun cenaze masrafları ve özel birtakım ihtiyaçlarında harcarsa, acaba bu durumda yargı makamının, onun kardeşinin oğlundan harcadığı meblağı istemesi caiz midir?
Cevap: Eğer yeğenine verdiği mal, hacir veya başka birine ait mallardan ise, ona vermeye hakkı yoktur ve kardeşinin oğlu da onlarda tasarruf edemez. Yargı makamlarının bu malları talep etmeleri caizdir; aksi durumda kimsenin bu malları verilen kişiden geri almaya hakkı yoktur.
- MUDAREBE
MUDAREBE
Soru 1896: Altın ve gümüş dışındaki şeylerle mudarebe yapmak caiz midir?
Cevap: Günümüzde tedavülde olan kâğıt paralarla mudarebe yapmanın sakıncası yoktur; fakat eşya ile mudarebe yapmak sahih değildir.
Soru 1897: Üretim, hizmet, dağıtım ve ticaret alanlarında mudarebe akdinden yararlanmak sahih midir? Acaba günümüzde ticarî alanlar dışında mudarebe adı altında yaygın olarak yapılan akitler şer'an sahih midir?
Cevap: Mudarebe akdi, sermayenin sadece alım satım yoluyla ticaret yapmakta kullanılmasıyla ilgili olup, sermayenin üretim, dağıtım, hizmet vb. alanlarda mudarebe adına kullanılması sahih değildir. Ancak bu gibi faaliyetleri cüâle (mükâfat vaat etmek) ve sulh gibi diğer şer’i akitlerin biriyle yapmanın sakıncası yoktur.
Soru 1898: Arkadaşlarımdan birinden, mudarebe adı altında bir süre sonra aynı miktarı ve fazlasını geri ödemek koşuluyla bir miktar para aldım. Bu paranın bir bölümünü, paraya ihtiyacı olan başka bir arkadaşıma verdim ve o da para sahibine ödeyeceğim kârın üçte birini üstlendi; acaba bu iş sahih midir?
Cevap: Bir süre sonra aynı parayı fazlasıyla birlikte geri ödemek şartıyla bir kimseden para almak, mudarebe akdinin kapsamına girmez; bu iş haram olan faizli borçtur. Mudarebe olarak alınan para da borç değildir ve çalıştıranın mülküne geçmez; tersine sahibinin mülkiyetinde kalır. Çalıştıran kişi ise sadece anlaşmalarına göre kârda ortak olmak kaydıyla parayla ticaret yapabilir. Parayı çalıştırmak için alan kişi, sahibinin izni olmaksızın onun bir bölümünü borç olarak veya mudarebe unvanıyla başkasına veremez.
Soru 1899: Her ay yaklaşık yüzde dört veya beş kâr almak şartıyla mudarebe adı altında borç veren kişilerden, mudarebe adı altında para almanın hükmü nedir?
Cevap: Bahsettiğiniz şekilde borç almak, mudarebe değildir; bilakis, her ne kadar borcun kendisi sahih ve borç alan kişi de borç aldığı malın maliki olsa da yükümlülük bakımından haram olan ve formalite icabı sözleşmenin isminin değiştirilmesiyle helal olmayan faizli borcun aynısıdır.
Soru 1900: Birisi, ticaret yapması ve her ay kâr olarak kendisine belli bir miktar para ödemesi ve zararını da kendisi karşılaması şartıyla birisine bir miktar para verse, acaba bu muamele sahih midir?
Cevap: Eğer onun malı üzerinde şer'an sahih olan bir şekilde mudarebe yapılması için sözleşme yapsa ve parayı çalıştırana sermaye sahibine, hissesine düşen kârdan alelhesap olarak her ay bir miktar para vermesi ve zarar ettiği takdirde zararı kendisinin karşılaması şartını koşarsa, böyle bir muamelenin sakıncası yoktur.
Soru 1901: Birine, elde edilen kârı aramızda eşit olarak bölüştürmek şartıyla birkaç tane nakliye aracını ithal edip satması için bir miktar para verdim. Bir süre sonra bana bir miktar para vererek, "Bu, kârdan senin hissene düşendir." dedi; acaba benim bu parayı almam caiz midir?
Cevap: Eğer sermayeyi mudarebe sözleşmesi çerçevesinde ona vermişseniz, o da o sermaye ile nakliye araçları satın alıp sattıktan sonra kârdan sizin payınıza düşeni vermişse, bu para size helâldir.
Soru 1902: Bir kimse, ticaret yapması için başka birine bir miktar para vermiş ve yılsonunda kâr ve zararı hesaplamak üzere her ay kendisinden alelhesap bir miktar para alıyormuş. Eğer yılsonunda para sahibiyle bu adam kendi rızalarıyla kâr ve zararı birbirlerine bağışlarlarsa, acaba onların bu işi sahih midir?
Cevap: Eğer parayı sahih bir şekilde mudarebe yapması için ona vermişse, para sahibinin her ay paranın kârından o kişiden alelhesap bir miktar almasının sakıncası yoktur. Yine yılsonunda her birinin ötekinden şer’an almayı hak ettiği şey üzerinde sulh etmesinin (uzlaşmasının) sakıncası yoktur. Fakat eğer borç olarak verir ve borçlunun her ay borç verene kâr olarak bir miktar para vermesini şart koşar ve daha sonra yılsonunda her birinin diğerinden almayı hak ettiği şey üzerinde sulh ederlerse, bu iş haram olan faizli borcun ta kendisidir. Bu durumda her ne kadar borcun kendisi sahihse de akit zımnında ileri sürülen şart batıldır ve sırf kâr ve zararı birbirlerine bağışlamaya razı olmalarıyla bu iş helâl olmaz. Dolayısıyla, borç verenin zarar konusunda hiçbir sorumluluğu olmadığı gibi, kâr olarak da hiçbir şey alamaz.
Soru 1903: Bir kimse, kârın üçte ikisinin kendisine, üçte birinin ise sermaye sahibine ait olması şartıyla birisinden mudarebe unvanıyla para almış. Bu parayla mal alıp kendi şehrine göndermiş; ancak mal yolda çalınmış. Bu durumda zarardan kim sorumludur?
Cevap: Sermayenin veya ticaret malının tamamının veya bir bölümünün telef olmasına, parayı çalıştıran kişinin veya başkasının ifrat veya tefriti (ihmali) neden olmamışsa ve sözleşmede parayı çalıştıran kişinin para sahibinin zararını karşılaması şart koşulmamışsa, zarar sermaye sahibine aittir ve kârla telâfi edilir. [Aksi durumda zararı parayı çalıştıran veya ihmalkâr davranan insan karşılar.]
Soru 1904: Faiz olmayacak şekilde, kârını kendi rızalarıyla aralarında bölüşmek şartıyla ticaret yapmak ve kazanç sağlamak için birinden mal almak veya birine mal vermek caiz midir?
Cevap: Eğer ticaret amacıyla alınan veya verilen mal borç unvanıyla olursa, bu malın kârının hepsi borç alana aittir; nitekim zarar ve ziyanı da ona aittir. Mal sahibi ise borçludan sadece o malın bedelini isteyebilir ve kâr olarak bir şey istemesi caiz değildir. Ama eğer mudarebe unvanıyla olursa, mudarebe akdinin sonuçlarının elde edilebilmesi için aralarında usulüne uygun akdedilmiş olması ve ayrıca şer’i açıdan geçerli olması için gerekli olan şartlara uyulması gerekir ki bunlar arasında her birinin kârdan olan payının yüzdelik olarak belirlenmesi vardır. Aksi durumda malın ve ticaret kârının hepsi mal sahibinindir; onu çalıştıran kişi ise sadece işinin emsalinin ücretini alabilir.
Soru 1905: Bankalar yaptıkları muamelelerde zararı hiçbir şekilde kabul etmedikleri için banka muameleleri gerçekten mudarebe sayılmayacağından, acaba para sahiplerinin yatırdıkları paraların kârı olarak her ay bankadan aldıkları miktar helâl sayılır mı?
Cevap: Sırf bankanın zararı üstlenmeyi kabul etmemesi, mudarebenin batıl olmasına sebep olmaz ve bu iş mudarebe akdinin formalite icabı yapılmış bir muamele olduğunu göstermez; çünkü şer'an para sahibi veya vekilinin (burada banka), mudarebe akdinde parayı çalıştıran kişiye, zarar ve ziyanı üstlenmesini şart koşmasının sakıncası yoktur. Dolayısıyla, formalite gereği yapıldığı ve herhangi bir nedenle batıl olduğu anlaşılmadıkça, para sahipleri tarafından vekil olan bankanın yaptığı işlemin mudarebe olduğunu iddia etmesi durumunda onun sahih olduğuna hükmedilir; bankanın kâr olarak para sahiplerine verdiği paralar da onlara helâldir.
Soru 1906: Bir kuyumcuya belli bir miktar parayı alım-satımda kullansın diye verdim. O her zaman kâr ettiği ve zarar görmediği için ondan her ay belli bir miktar elde ettiği kârdan istemem caiz midir? Eğer bir sakıncası varsa onun yerine ziynet eşyası almam caiz midir? Acaba bu meblağ eğer aramızda aracı olan bir kişi tarafından ödenirse, sorun çözülür mü? O para karşılığında eğer bana bir meblağ hediye etse, yine de sakıncası olur mu?
Cevap: Mudarebede sermaye sahibi ve onu çalıştıran kişinin her birinin kâr hissesinin üçte bir, dörtte bir ve yarı gibi kesirlerin biriyle belirtilmesi şarttır. Dolayısıyla, sermaye sahibi için belli bir meblağın aylık kâr olarak belirlenmesi, sahih [doğru] mudarebe değildir. Bu konuda belirtilen aylık kârın nakit para, eşya ve mücevher olması arasında ve yine o kârı şahsen kendisinin almasıyla başka birisinin vasıtasıyla alması arasında fark yoktur. Yine onu payına düşen kâr olarak veya parasıyla ticaret etmesi karşılığında parasını çalıştıran kişiden hediye olarak alması arasında hiçbir fark yoktur. Evet, sermaye sahibinin, kâr gerçekleştikten sonra mudarebe sözleşmesinin süresi sona erdiğinde hesaplaşmak üzere kârdan her ay alelhesap belli bir meblağ almasını şart koşabilirler.
Soru 1907: Bir kimse, ticaret yapmak için mudarebe unvanıyla birkaç kişiden bir miktar parayı, elde edilen kârın onunla mal sahipleri arasında sermayedeki payları oranında taksim edilmesi şartıyla alırsa, bunun hükmü nedir?
Cevap: Ticaret yapmak için paraları birleştirmek, sahiplerinin izni ile yapılırsa sakıncası yoktur.
Soru 1908: Lazım [tarafların, akitten kaynaklanan sorumluluklarını yerine getirmeye mecbur oldukları] akitte, parayı çalıştıran kişinin, her ay para sahibinin kârdan hissesine düşen para karşılığında ona belli bir meblağ ödemesi ve fazlalık ve noksanlık konusunda sulh etmelerinin şart koşulması sahih midir? Başka bir değişle, acaba lazım akitte mudarebe hükümlerine ters düşen bir şartın koşulması sahih midir?
Cevap: Eğer koşulan şart, kâr ortaya çıktıktan sonra sermaye sahibinin yüzdelik olarak belirlenen kâr payını, parayı çalıştıranın aylık olarak ona ödeyeceği meblağ ile sulh etmesi ise, bunun sakıncası yoktur. Fakat koşulan şart, sermaye sahibinin kârdan olan payının, parayı çalıştıranın kendisine aylık olarak ödemek istediği meblağ olarak belirlenmesiyse, bu şart mudarebe akdinin gereklerine aykırıdır ve dolayısıyla geçersizdir.
Soru 1909: Bir tüccar, yapacağı ticaretin kârından belli bir yüzdeliği sermaye sahibine vermek şartıyla birinden mudarebe olarak bir miktar para alır ve onların toplamıyla ticaret yapmak için kendi sermayesiyle birleştirir. Her ikisi de işin başında bu paranın getireceği aylık kârı teşhis etmenin zor olduğunu bildikleri için sulh etmeye karar verirler; acaba bu durumda mudarebe akdi şer'an sahih midir?
Cevap: Sermaye sahibinin aylık kâr oranını teşhis etmesinin imkânsız oluşu, mudarebenin sıhhati için gerekli olan öteki şartlara uyulması şartıyla mudarebe akdinin sıhhatine halel getirmez. Dolayısıyla eğer mudarebe sözleşmesini şer’i şartlarına uygun olarak yaptıktan sonra elde edilen kârın aralarında paylaştırılması konusunda uzlaşmaya karar verirlerse, şöyle ki sermaye sahibi, elde edilen kârdan kendi payına düşeni belli bir meblağ karşılığında uzlaşırsa sakıncası yoktur.
Soru 1910: Bir kimse, üçüncü bir kişinin kefil olması şartıyla mudarebe olarak birine bir miktar para vermiş. Bu durumda eğer adam parayla birlikte kaçarsa, para sahibi onu almak için kefile müracaat edebilir mi?
Cevap: Söz konusu durumda mudarebeye konu olan malın garanti altına alınması şartında herhangi bir sakınca bulunmamaktadır. Dolayısıyla eğer parayı çalıştıran kişi mudarebe sermayesi olarak aldığı parayla birlikte kaçarsa ya da ifrat veya tefritle onu zayi ederse, para sahibi onun karşılığını almak için kefile müracaat edebilir.
Soru 1911: Eğer parayı çalıştıran kişi, ticaret yapmak için birkaç kişiden aldığı mudarebe sermayesinin tümünden veya belli bir kişinin sermayesinden bir miktarını sahibinden izin almaksızın başka birine borç verirse, bu durumda mudarebe için kendisine verilen paralara karşı yed-i damân (kaybı karşılamakla yükümlü) sayılır mı?
Cevap: Sahibinden izin almadan birisine borç verdiği miktarda, onun yed-i emaneti yed-i damâna dönüşür ve sonuç olarak o miktara kefildir; ancak diğer mallar konusunda ifrat ve tefrit etmemişse, onun yed-i, yed-i emanet [güvenilir] olarak kalır.
- BANKA İŞLEMLERİ
- SİGORTA
SİGORTA
Soru 1952: Hayat sigortasının hükmü nedir?
Cevap: Şer'an bir sakıncası yoktur.
Soru 1953: Sigorta kurumu tarafından verilen sağlık karnesinden, sahibinin aile efradından olmayan birinin yararlanması caiz midir? Acaba sağlık karnesi sahibinin, onu kullanması için başkasına vermesi caiz midir?
Cevap: Sağlık karnesinden ancak sigorta şirketinin hizmet sunmayı taahhüt ettiği kişiler yararlanabilirler; başkalarının bu karttan yararlanması zâmin olmalarını (verdikleri zararı ödemelerini) gerektirir.
Soru 1954: Sigorta şirketi, hayat sigortası yaptıran kişiyle yaptığı sözleşme gereği, sigortalının ölümünden sonra onun belirlediği kişilere bir miktar para vermeyi taahhüt etmiştir. Şimdi eğer sigortalı borçluysa ve mal varlığı borcunu ödemek için yeterli değilse, acaba alacaklıların, alacaklarını sigorta şirketinin ödediği paradan almaya hakları var mıdır?
Cevap: Bu iş, tarafların sigorta sözleşmesindeki anlaşma biçimine bağlıdır; dolayısıyla eğer sigorta sözleşmesinde, belirlenen meblağın sigortalının ölümünden sonra onun belirlediği kişi veya kişilere verilmesi kararlaştırılmışsa, bu durumda sigortanın ödediği bu meblağ onun bıraktığı miras hükmünde değildir; sigortanın bu parayı ödemesi için önceden belirlenen kişilere aittir.
- DEVLET KANUNLARI
- VAKIF
- MEZARLIK HÜKÜMLERİ
MEZARLIK HÜKÜMLERİ
Soru 2101: Müslümanların umumî mezarlığının mülkiyetini alıp oraya şahsî binalar inşa etmenin ve onu şahıslar adına mülk olarak kaydettirmenin hükmü nedir? Müslümanların umumî mezarlığı vakıf hükmünde midir? Orada yapılan kişisel tasarruflar gasp mıdır? Acaba orada tasarruf eden kişilerin tasarruflarının emsalinin ücretini ödemeleri gerekir mi? Eğer tasarruf edenler tasarruflarının emsalinin ücretini karşılamakla yükümlü iseler, bu malları nereye harcamak gerekir ve orada yapılan binaların hükmü nedir?
Cevap: Müslümanların umumî mezarlığının tapusunu üzerine almak, başlı başına mülkiyet için şer’i bir delil olamayacağı gibi, oranın gasp edildiği anlamına da gelmez. Nitekim oranın sırf ölüleri defnetmek için umumî mezarlık olması da, oranın vakfedildiğine şer’i bir delil değildir. Dolayısıyla mezarlık eğer örfen halkın ölülerini defnetmek vb. amaçlarla kullanması için şehrin umuma ait yerlerinden sayılsa veya Müslümanların ölülerini defnetmesi için vakfedildiğine dair şer’i bir delil bulunursa, hali hazırda orada tasarruf edenlerin kişisel tasarrufları gasp ve haramdır. Dolayısıyla mezarlık arazisini terk etmeleri, üzerindeki binaları yıkmaları ve orayı eski hâline dönüştürmeleri gerekir; ama yapılan tasarrufların emsalinin ücretini karşılamakla yükümlü olmanın gerekliliği kesin değildir.
Soru 2102: Mezarları neredeyse otuz beş yıllık olan bir türbe var ve belediye burayı bir önceki hükümet döneminde halka açık park haline getirip bir kısmına bina yaptırmış. Acaba ilgili kurum bu arazi üzerinde ihtiyaç duyduğu binaları yeniden inşa edebilir mi?
Cevap: Eğer mezarlık arazisi Müslüman ölülerin defnedilmesi için vakfedilmişse veya orada bina inşa edilmesi mezarların açılmasına veya ulemanın, salih ve mümin kişilerin mezarlarına saygısızlığa sebep olacaksa veya arazi halkın yararlanması için şehrin ihtiyaç duyduğu umuma ait mekânlardansa, orada tesisler yapmak ve özel tasarruflarda bulunmak, orayı değiştirmek ve başka bir şeye dönüştürmek caiz değildir. Aksi durumda özü itibariyle bu işin bir sakıncası yoktur; ancak bu husustaki ilgili kanunlara uyulması gerekir.
Soru 2103: Ölülerin defnedilmesi için vakfedilmiş bir arsanın ortasında, imamzadelerden birinin türbesi de bulunmaktadır. Son zamanlarda bu mezarlığa aziz şehitlerden bir grubun cesetleri de defnedilmiştir. Gençler için uygun bir spor alanı bulunmadığı göz önünde bulundurulduğunda, acaba İslâmî adabı gözeterek mezarlıkta oynamaları caiz midir?
Cevap: Mezarlığı spor alanına çevirmek ve vakfedilen arazide vakıf amacı dışında tasarruf etmek caiz değildir. Yine Müslümanların ve aziz şehitlerin mezarlarının saygınlığını çiğnemek de caiz değildir.
Soru 2104: İmamzadelerden birinin ziyaretçilerinin, arabalarını, üzerinden yaklaşık yüz sene geçen eski mezarlığa park etmeleri caiz midir? Oranın daha önce köy halkının mezarlığı olarak kullanıldığı, ancak hâlihazırda ölülerini başka bir yerde defnettikleri dikkate alındığında hüküm nedir?
Cevap: Örfe göre bu iş Müslümanların ve mezarlarının saygınlığını çiğnemek sayılmadığı ve o imamzâdenin türbesinin ziyaretçilerine engel çıkarmadığı sürece bunun sakıncası yoktur.
Soru 2105: Bazı kişiler umumî mezarlıklarda, ölülerin bazı mezarların yanına defnedilmesini önlemektedirler; ölüleri oraya defnetmeye şer’i bir engel var mıdır? Acaba onların ölüleri oraya defnetmeyi engellemeye hakları var mıdır?
Cevap: Eğer mezarlık mevkuf olursa veya herkesin ölülerini oraya defnetmesi mubahsa, kimsenin umumî mezarlıkta kendi ölüsünün mezarının etrafında bir sınır belirleyip müminlerin cenazelerinin orada defnedilmesine engel olmaya hakkı yoktur.
Soru 2106: Mezar kapasitesi tamamlanan bir türbenin yanında, adli mahkeme tarafından arazi sahibinden el konularak başka bir kişiye devredilen bir arazi bulunmaktadır. Acaba arazinin şimdiki sahibinden izin alınarak ölüleri defnetmek için oradan yararlanmak caiz midir?
Cevap: Eğer arazinin şimdiki sahibi, onun şer'i mülk sahibi sayılıyorsa, onun rızası ve izniyle orada tasarruf etmenin sakıncası yoktur.
Soru 2107: Birisi, bir araziyi ölülerin defnedilmesi için vakfetmiş ve orayı Müslümanların umumî mezarlığı kılmıştır. Acaba mezarlığın mütevelli heyetinin ölülerini defnedenlerden para alması caiz midir?
Cevap: Vakfedilmiş umumî mezarlıkta ölülerin defnedilmesi karşılığında bir şey talep edilemez. Fakat mezarlığa veya ölü sahiplerine ölülerini defnetmeleri için başka hizmetler sunuyorlarsa, bunun karşılığında ücret olarak bir meblağ istemelerinin sakıncası yoktur.
Soru 2108: Köylerden birinde bir telefon santrali kurmak için köy halkından bize bir arsa vermelerini istedik. Köyün ortasında bu iş için uygun bir yer bulunmaması dolayısıyla, acaba santrali, kullanılmayan eski mezarlığın bir bölümünde inşa etmemiz caiz midir?
Cevap: Müslümanların umumî mezarlığı, eğer [sadece] ölülerin defnedilmesi için vakfedilmişse veya orada telefon santrali yapılması mezarların açılmasına ya da Müslümanların mezarlarının saygınlığının çiğnenmesine sebep olacaksa, bu iş caiz değildir; aksi durumda bunun sakıncası yoktur.
Soru 2109: Kasabadaki şehit mezarlarının yanında başka bölgelerde defnedilmiş bizim kasabalı şehitler adına ileride mezarları olması amacıyla anıt taşları dikilmesine karar verdik; acaba bu iş caiz midir?
Cevap: Aziz şehitlerimizin adına sembolik mezarlar yapmanın sakıncası yoktur; fakat o mekân ölüleri defnetmek için vakfedilmişse, başkalarına ölülerini defnetmelerinde sıkıntı çıkarmak caiz değildir.
Soru 2110: Bir mezarlık yanındaki kıraç arazinin bir bölümünde bir sağlık ocağı kurmaya karar verdik; fakat halktan bazıları o yerin mezarlığın bir parçası olduğunu ileri sürdüler. Yetkililer de bu yerin mezarlık olup olmadığını teşhis edemediler. Bölge halkından bazı yaşlılar sağlık ocağı inşa etmek istediğimiz alanda mezar bulunmadığına tanıklık ederken, diğer bazıları da orada mezar olduğunu ileri sürdüler. Fakat her iki grup da sağlık ocağı binası yapmak istediğimiz yerin etrafında mezarlar bulunduğunu söylüyorlar; bu konuda ne yapmamız gerekir?
Cevap: O arazinin, Müslümanların ölülerini defnetmeleri için vakfedildiği ve halkın çeşitli münasebetlerde yararlandıkları umuma ait yerlerden olmadığı ispatlanmadığı sürece ve orada sağlık ocağı yapmak da, mezarları açmayı ve müminlerin mezarlarının saygınlığının çiğnenmesini gerektirmedikçe bahsi geçen arazide o sağlık ocağını inşa etmenin sakıncası yoktur; aksi durumda caiz değildir.
Soru 2111: Nasıl vakfedildiği bilinmeyen geniş bir mezarlığın cenaze defnedilmemiş bölümünde, cami inşa edilmesi ve bölge halkına sağlık ocağı yapılması gibi umumî hizmetler için kiraya verilerek kira gelirinin mezarlık yararına harcanması caiz midir? Bu bölgede hizmet merkezleri inşa etmek için boş alanın olmadığı ve bölgenin bu hizmetlere ihtiyacı olduğunu göz önünde bulundurarak hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Eğer arazi, sadece cenazeleri defnetmek için kullanmak amacıyla vakfedilmişse, bu durumda kiraya vermek veya oraya cami veya sağlık ocağı gibi mekânlar inşa etmek için kullanmak caiz değildir. Ama mevcut belirtilerden oranın ölülerin defnedilmesi için vakfedildiği sonucuna varılmaz, halkın ölülerini defnetmeleri gibi amaçlara yönelik şehrin umuma ait yerlerinden olmazsa, orada mezar da bulunmaz ve belli bir sahibi de olmazsa, bu durumda o araziden bölge halkının umumî menfaatleri için yararlanmanın sakıncası yoktur.
Soru 2112: Enerji Bakanlığı'nın yapmayı tasarladığı, elektrik üretimine yönelik birkaç barajdan biri de Karun Nehri üzerinde yapılması amaçlanan barajdır. Bu projenin plânlanan tesislerinin ilk aşaması tamamlanmış ve gerekli bütçe de temin edilmiş bulunuyor. Fakat proje bölgesinin merkezinde, içinde eski mezarlarla birlikte yeni mezarlar bulunan eski bir mezarlık mevcut olup projeyi uygulamak için bu mezarların yıkılması gerekmektedir; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Cesetleri toprağa dönüşmüş mezarları yıkmanın sakıncası yoktur; fakat izi belli olan eskimemiş mezarları açmak ve henüz toprağa karışmayan cesetleri dışarı çıkarmak caiz değildir. Ancak o elektrik üretimi projesini uygulamak iktisadî ve toplumsal gereklerdense, öyle ki onu yapmaktan başka çare yoksa ve projeyi oradan başka bir yere aktarmak veya yönünü mezarlık bölgesinden başka tarafa çevirmek çok zor ve meşakkatli ise, bu durumda barajın orada yapılmasının sakıncası yoktur. Fakat bu durumda mezarın etrafındaki toprağı kazmakla da olsa cesetleri henüz toprağa dönüşmeyen mezarları açmaktan kaçınarak başka bir yere aktarmak farzdır. Eğer çalışma esnasında ceset dışarı çıkarsa, onu başka bir yere aktararak defnetmek farzdır.
Soru 2113: Mezarlıkların birinin yanında, hiçbir mezar izine rastlanılmayan, ancak eski bir mezarlık olma ihtimalinden söz edilen bir arazi yer almaktadır. Acaba bu yer üzerinde tasarruf etmek ve orada toplumsal etkinlikler için bina yapmak caiz midir?
Cevap: Eğer oranın, ölülerin defnedilmesi için vakfedilen umumî mezarlığın bir parçası veya örfen o mezarlığın sınırları içinde sayıldığı kesinlik kazanırsa, bu durumda orası mezarlık hükmündedir ve orada tasarruf etmek caiz değildir.
Soru 2114: İnsanın hayattayken kendisine mülk edinmek amacıyla mezar satın alması caiz midir?
Cevap: Eğer mezar yeri bir başkasının şer’i mülküyse, onu satın almanın sakıncası yoktur; fakat müminlerin ölülerinin defnedilmesi için vakfedilmiş olan yerin bir parçasıysa, bu durumda onu satın almak ve zapt etmek ister istemez başkalarını, ölülerini oraya defnetme tasarrufundan alıkoyacağı için sahih değildir.
Soru 2115: Eğer bir caddede yaya yolu yapmak, yaklaşık yirmi yıl önce caddenin yanındaki mezarlığa defnedilen birkaç müminin mezarını tahrip etmeyi gerektirirse, acaba bu iş caiz midir?
Cevap: Eğer bu mezarlık vakıf değilse ve bu mekânın yaya yoluna dönüştürülmesi Müslümanların mezarlarını açmayı ve onların saygınlığının çiğnenmesini gerektirmezse, sakıncası yoktur.
Soru 2116: Şehir merkezinde, vakfedildiği belli olmayan terkedilmiş bir mezarlık var; acaba bu mezarlıkta cami yapmak caiz midir?
Cevap: Eğer söz konusu mezarlığın yeri vakfedilmemiş ve birisinin özel mülkü değilse, yine halkın çeşitli münasebetlerde kullanması için ayrılan umuma ait yerlerden değilse ve orada cami yaptırmak da Müslümanların mezarlarını açmayı ve onlara saygısızlık etmeyi gerektirmezse, sakıncası yoktur.
Soru 2117: Yaklaşık yüz seneden beri umumî mezarlık olan bir yerde birkaç yıl önce yapılan kazıda birkaç mezara rastlandı. Kazı ve toprak kaldırma işleminden sonra mezarlardan bazıları ortaya çıktı ve içinde kemikler de göründü. Acaba belediyenin bu yeri satması caiz midir?
Cevap: Eğer bahsi geçen mezarlık vakıfsa, onun alım satımı caiz değildir. Her halükarda eğer kazı işlemleri mezarların açılmasına neden oluyorsa bu da haramdır.
Soru 2118: Milli Eğitim Bakanlığı, eski bir mezarlığın bir bölümünü ahalinin onayını almaksızın okul yaptırmak için zapt ederek orada öğrencilerin namaz kıldıkları bir okul inşa etti. Bu işin hükmü nedir?
Cevap: Okul arsasının, ölülerin defnedilmesi amacıyla vakfedildiğine dair muteber bir delil yoksa ve ölülerin defnedilmesi vb. işler için şehrin umumî alanlarından ya da birisinin özel mülkü değilse, ilgili kanunlara uyarak orayı okul olarak kullanmanın ve orada namaz kılmanın sakıncası yoktur.