Fıkhî Sorulara Cevap
- TAKLİT HÜKÜMLERİ
- TAHARET HÜKÜMLERİ
- NAMAZ HÜKÜMLERİ
- ORUÇ HÜKÜMLERİ
- HUMUS HÜKÜMLERİ
- BAĞIŞ, HEDİYE, BANKA ÖDÜLÜ, MEHİR VE MİRAS
BAĞIŞ, HEDİYE, BANKA ÖDÜLÜ, MEHİR VE MİRAS
Soru 851: Bağış ve bayram hediyesinde humus var mıdır?
Cevap: Her ne kadar yıllık ihtiyacından fazla kaldığında humusunu vermesi müstehap ihtiyata uygun olsa da bağış ve hediyenin humusunu vermek farz değildir.
Soru 852: Bankaların ve (faizsiz borç verme alanında çalışan) karz-ı hasen (güzel borç) kurumlarının [kendi müşterilerine] verdiği ödüllerde humus var mıdır?
Cevap: Ödül ve hediyelerde humus farz değildir.
Soru 853: Şehitler Vakfı’nın şehit ailelerine verdiği paranın yıllık ihtiyaçlarından fazla kalan miktarında humus var mıdır?
Cevap: Şehitler Vakfı’nın, aziz şehit ailelerine verdiği hediyelerde humus yoktur.
Soru 854: Kişinin geçinmek için baba, kardeş veya akrabalardan birinden aldığı nafaka hediye sayılır mı? Nafakayı veren şahıs malının humusunu vermezse, alan şahsın, aldığı miktarın humusunu vermesi farz mıdır?
Cevap: Bağış ve hediyenin unvanının gerçekleşmesi, onları veren şahsın kastına bağlıdır. Sorudaki durumda nafakayı alana humus vermek farz değildir.
Soru 855: Kızıma çeyiz olarak verdiğim daireye humus düşer mi?
Cevap: Kızınıza daire bağışlamanız sizin sosyal konumunuza uygunsa ve humus yılı içerisinde vermişseniz onun humusunu vermek farz değildir.
Soru 856: İnsanın, malını üzerinden bir yıl geçmeden, eşinin onu ileride ev satın almak veya başka zaruri ihtiyaçlarda kullanmak için biriktireceğini bildiği halde ona hediye etmesi caiz midir?
Cevap: Bu işi yapmak caizdir. Eşinize bağışta bulunduğunuz mal, sizin ve sizin gibilerin sosyal konumuna uygun miktarda olur ve humus vermekten kaçmak kastıyla göstermelik bir bağış olmazsa onda humus yoktur.
Soru 857: Bir karı ve koca mallarına humus gelmemesi için, humus yılları gelmeden önce yıllık kazançlarının fazlasını birbirlerine hediye ediyorlar. Bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Humustan kaçmak için bu şekilde göstermelik bağış yapmakla üzerlerine farz olan humus kalkmaz.
Soru 858: Müstehap hacca gitmek için bir miktar parayı hac kurumuna yatıran bir şahıs, Beytullah'ı ziyarete muvaffak olamadan vefat ediyor. Bu paranın hükmü nedir? Bu paranın ölen şahsın yerine naip tutularak müstehap haccın yerine getirilmesinde harcanması farz mıdır ve bu paraya humus düşer mi?
Cevap: Yatırdığı para karşılığında hac kurumundan aldığı belge [kazandığı hak] o anki değeri ile onun mirasından sayılır. Eğer ölen şahsın boynunda hac yoksa ve hacca gidilmesini de vasiyet etmemişse bu parayı ölen kişiden taraf hacca naip göndermek için kullanmak farz değildir. Eğer humusu ödenmemişse, sorudaki varsayıma göre onun humusunun ödenmesi farzdır.
Soru 859: Babadan oğluna bağış veya miras yolu ile bir bağ kalıyor. Bağ, hediye ya da miras olarak ona devredildiğinde fazla bir değere sahip değildi ama hali hazırdaki satış fiyatı geçmişteki değeri ile çok fark ediyor. Acaba fiyat artışı sonucu meydana gelen fazlalığa humus düşer mi?
Cevap: Değerleri sonradan yükselse bile hediye, miras ve bunların satış bedelinde humus yoktur. Elbette o yeri ticaret ve değerinin yükselmesi kastıyla bekletmişse, sattıktan sonra farz ihtiyat gereği fiyattaki artışın humusu ödenmelidir.
Soru 860: Sigorta şirketinin bana tedavi masrafları için borcu var ve bu günlerde bana ödemesi gerekiyor. Acaba bu parada humus var mıdır?
Cevap: Tedavi ve benzeri şeyler için sigorta şirketine gelirden ödenen ve daha sonra sigorta şirketi tarafından geri verilen para, yeni bir gelir değildir; şahsın geri dönen aynı parasıdır. Bu yüzden eğer humus yılının başına kadar yıllık ihtiyaçları için harcanmaz ise üzerine humus gelir; ama humus yılı geçtikten sonra geri verilirse humusunun hemen ödenmesi gerekir.
Soru 861: Evlilik için ileride gerekecek eşyaları almak için kendi maaşımdan biriktirdiğim nakit paraya humus düşer mi?
Cevap: Eğer maaş olarak aldığınız paranın kendisini biriktiriyorsanız, yılın başında humusunu vermeniz gerekir. Ancak birkaç gün içinde zaruri evlilik eşyalarınızı satın almak için kullanacaksanız humusunu vermeniz gerekmez.
Soru 862: İmam Humeyni'nin Tahrir'ul-Vesile adlı fıkıh kitabında "Kadının mehirinde humus yoktur." denilmekte. Fakat bu hükmün vadeli mehir için mi yoksa peşin mehir için mi olduğu açıklanmamıştır. Bu konuyu açıklar mısınız?
Cevap: Mehirin humusunun farz olmamasında; vadeli ile peşin ve mehirin nakit para veya mal olması arasında fark yoktur.
Soru 863: Devlet, bayram günlerinde çalışanlarına bayramlık olarak bir şeyler veriyor. Bunlardan bir kısmı yılbaşına kadar elimizde kalıyor. Çalışanlara verilen bayramlıkta humus yoktur. Fakat biz, verilen bu mallar karşılığında bir miktar para veriyoruz. Dolayısıyla bize verilen eşyalar tam anlamıyla hediye değil de normal fiyatından daha aşağısına ücret karşılığı verilen eşyalardır. Acaba bu mallar için verilen para miktarı mı, yoksa onun pazardaki güncel fiyatı mı hesap edilerek humus ödenmelidir? Ya da bayramlık olduğu için hiçbir şekilde humus yok mudur?
Cevap: Söz konusu durumda malın bir kısmı gerçekte devlet tarafından ücretsiz veriliyor, bir kısmının karşılığında da para alınıyor. Dolayısıyla eğer kalan mal devletin parasız verdiği miktarda olursa humus yoktur; ama eğer kalan mal ücretsiz verilen mal miktarından fazlaysa, onun o anki güncel değeri üzerinden humusu vardır.
Soru 864: Hayattayken humus borcunu defterine yazan ve onu ödemeye kararlı olduğu halde ödemeden vefat eden birinin, bir kız çocuğu dışında ailesinin bütün fertleri bu humusu vermek istemiyorlar. Aynı zamanda bu mirastan ölü, kendileri ve diğer giderler için harcama yapıyorlar. Bunu dikkate alarak şu hususları cevaplandırmanızı rica ederiz.
1- Ölünün menkul veya gayrimenkul mallarını damadının ya da varislerinden birinin kullanmasının hükmü nedir?
2- Damat veya varislerinden birinin onun evinde yemek yemelerinin hükmü nedir?
3- Bu şahısların, ölünün malında geçmişte yapmış oldukları tasarrufların ve merhumun evinde yemek yemelerinin hükmü nedir?Cevap: Eğer ölü, malından bir miktarının humus olarak verilmesini vasiyet etmişse ya da varisleri ölünün bir miktar humus borcu olduğuna kesin olarak kanaat getirirlerse, vasiyetini yerine getirmedikçe ya da humus borcunu mirastan ayırıp vermedikçe o malda tasarruf edemezler. Ancak humusu ödemede ciddi ve vasiyeti ihmalkârlık göstermeden yerine getirmede kararlı olurlarsa başka. Vasiyeti yerine getirmeden ve borcunu ödemeden önce, vasiyet ve borca karşılık gelen miktarda yapılan tasarrufları gasp hükmündedir. Geçmişte yapmış oldukları harcamalar için de sorumludurlar.
- BORÇ, MAAŞ, SİGORTA VE EMEKLİLİK
BORÇ, MAAŞ, SİGORTA VE EMEKLİLİK
Soru 865: Çalışanların, nakit veya taksitle ödemesi gereken borçları olduğu halde, yıllık giderlerinden ellerinde kalan fazla mallarına humus gelir mi?
Cevap: Eğer alınan borç, yıl boyunca aynı yılın giderlerini karşılamak veya o yılki bazı zaruri ihtiyaçları satın almak için alınmışsa, borç alınan para veya mal harcandığı esnada eğer o ölçüde geliri de varsa, borç miktarı o yılki gelirden artan paradan istisna edilebilir. Ancak gelir ondan [humus yılı geçtikten] sonra elde edilirse farz ihtiyat gereği [borç miktarı] o paradan düşülemez.
Soru 866: Temettü haccı için alınan borcun humusunun verilmesi ve humusu ödendikten sonra geriye kalan kısmı mı hac masrafları için harcanmalıdır?
Cevap: Borç olarak alınan malda humus yoktur.
Soru 867: Beş yıldır bir konut kooperatifine, ev yeri temin etmek ümidiyle para ödemekteyim; ancak, şu ana kadar arsayı bana teslim etmediler. Ben de ödediğim bu paraları geri almaya karar verdim. Bir kısmı borç olarak, bir kısmı evin halısını satarak ve diğer bir kısmı da eşimin öğretmenlik maaşından artırılarak elde edilmiş olan bu parayla ilgili olarak aşağıdaki iki soruya cevap vermenizi rica ediyorum:
1- Eğer, o parayı geriye alabilir de sadece ev ya da arsa alımında kullanırsam ona humus lazım gelir mi?
2- Ne kadar humus vermeliyim?Cevap: Hediye, borç olarak alınan mal ve kullanılan ihtiyaç mallarının satışından elde edilen paranın humusu farz değildir.
Soru 868: Birkaç yıl önce bankadan kredi aldım ve onu bir yıllığına kendi hesabıma yatırdım. Ancak, o parayı hiç kullanmadım ve her ay onun taksitlerini ödüyorum. Aldığım bu borca humus düşer mi?
Cevap: Humus yılı başından beri kazancınızdan [gelirinizden] elde ettiğiniz parayla ödenen taksitlerin humusunu vermek farzdır.
Soru 869: Ev yapımı için bir miktar borcum var. Bu borcun ödenmesi on iki yıl sürecek. Bu borçlarımı [her yıl ödediğim miktarını] yıllık giderimden düşebilir miyim?
Cevap: Ev yapımı ve benzeri işler için alınan borçların yıllık taksitlerinin yıl içindeki kazançtan ödenmesi caizdir; ancak yıl içinde ödenmediği takdirde o yılın kazancından çıkarılamaz; hatta geriye kalan gelirin artan miktarına yılsonunda humus düşer.
Soru 870: Geliri olmayan bir üniversite öğrencisinin babasının parasıyla veya üniversitenin vermiş olduğu kredilerle aldığı kitaplarda humus var mıdır? Eğer kitapların parasının humusunu babasının vermediğini bilirse, o miktarın humusunu vermesi farz mıdır?
Cevap: Borç ve babanın bağışladığı para ile alınan kitaplarda humus yoktur.
Soru 871: Bir miktar borç para alan biri, senesi dolmadan önce onu ödeyemezse, humusunu borç veren mi vermelidir yoksa borç alan mı?
Cevap: Borç alana, yıllık gelirinden ödediği ve hali hazırda elinde bulunan veya sermayesine kattığı taksitlerin miktarı dışında aldığı borcun humusu farz değildir. Ancak borç verenin, eğer borç verdiği malı yıllık gelirinden ve humusunu vermeden borç vermişse, yılsonuna kadar borcunu alabilirse humus yılı girdiğinde o paranın humusunu vermesi farzdır. Ama yılsonuna kadar alacaklı olduğu parayı borçludan alamazsa o zaman parayı alacağı zamana kadar humusunu vermesi farz değildir. Ancak borcunu ne zaman alsa, o anda humusunu hemen vermesi gerekir.
Soru 872: Emeklilerin yıl boyunca aldıkları maaşların humusunu vermesi gerekir mi?
Cevap: Yıllık giderlerinden fazla kalırsa humusunu, humus yılının başında vermesi farzdır.
Soru 873: İslâm Cumhuriyeti tarafından esirlerin baba ve annelerine esir olduğu müddet boyunca ödenen ve bankada biriktirilen aylık maaşlara humus düşer mi?
Cevap: Söz konusu parada humus yoktur.
Soru 874: Bir miktar borcum var. Elimde bulunan yıllık kazancımdan ödeme imkânım olmasına rağmen eğer alacaklı borcunu istemezse, bu borç miktarını yıllık kazancımdan düşebilir miyim?
Cevap: Borç, ister borç para alma yoluyla olsun isterse ev ihtiyaçlarını veresiye alma şeklinde olsun, ister bu yıl içinde, isterse daha önceki yıllara ait olsun, eğer yılsonuna kadar ödenmezse yıllık gelirden düşülemez. Elbette veresiye alınan malı harcarken o ölçüde bir geliri varsa istisna edilebilir.
Soru 875: Hesabında yıllık gelirinden artmış fazla parası bulunan, ama humus vermesi gereken güne de borçlu olarak giren birisine, borcunu ödemek için birkaç yıl vakti olmasına rağmen (hesabındaki fazla paraya) humus gelir mi?
Cevap: Ödenmeyen borcun, süresi olsun veya olmasın yıllık gelirden düşülemez. Evet, eğer alınan borç yıllık zaruri ihtiyaçlarda harcandığı esnada o miktarda geliri de vardıysa bu durumda (alınan borçtan) o kadarını düşebilir.
Soru 876: Yapılan sözleşmeler gereği, sigorta yapılan malın gördüğü hasarı karşılamak amacıyla sigorta şirketlerinin verdiği paraya humus düşer mi?
Cevap: Sigorta şirketlerinin, mal sahibine araç, yangın ve tarım ürünleri gibi sigorta yaptırılan malların gördüğü zararı karşılamak için ödediği para, yıllık gelirin bir parçasıdır. Dolayısıyla humus yılı başına kadar ihtiyaçlar için harcanmazsa humusunu ödemek farzdır.
Soru 877: Geçen yıl bir miktar borç alarak bir arsa satın aldım; gayem değeri yükselince bu arsayı ve şimdiki evimi satarak yeni bir ev satın almak ve bu yolla ev sorunumu çözmekti. Şimdi humus yılım geldi. Acaba o borcu üzerine humus gelen geçen yılın kazancından düşebilir miyim?
Cevap: Gelecekte satmak amacıyla arsa satın almak için alınan borcu, borç aldığınız yılın kazancından düşemezsiniz. Borç aldığınız yılın giderlerinden elinizde fazla kalan [para ve] malın humusunu vermeniz farzdır.
Soru 878: Bankadan bir miktar kredi çektim ve kredinin geri ödeme tarihi humus yılımdan sonradır. Ancak eğer bu yıl o borcumu kapatmazsam, gelecek yıl onu ödeme gücümün olmamasından korkuyorum. Bu durumda, humus yılım girdiğinde humus konusunda ne yapmalıyım?
Cevap: Eğer yıllık gelirinizle humus yılınız gelmeden önce borcunuzu öderseniz ve aldığınız borç da sermaye artırmak için veya yıllık kazancınızı biriktirmek kastıyla alınmamışsa onun humusunu vermek size farz değildir.
Soru 879: Ev kiralarken bir miktar para depozit olarak veriliyor. Eğer bu para yıllık gelirden olursa ve birkaç yıl ev sahibinin yanında kalırsa, para geri alındığında onun humusunun hemen verilmesi gerekir mi? Eğer aynı parayla başka bir yerde tekrar ev kiralanmak istenirse hükmü nedir?
Cevap: O paraya humus gelir. Ancak eğer ev kiralamak için o paraya ihtiyaç varsa, ihtiyacını giderinceye kadar humusunu ödemeyi erteleyebilir.
- EV, ARABA VE ARSA SATIŞI
EV, ARABA VE ARSA SATIŞI
Soru 880: Humusu verilmeyen mal ile yapılan eve humus gelir mi? Eğer humus geldiğini varsayarsak şu anki değeri üzerinden mi hesaplanıyor? Yoksa inşa edildiği dönemdeki değeri üzerinden mi?
Cevap: Eğer söz konusu ev kendisinin oturması için yıl içindeki gelirlerden yapılmış olursa humusu yoktur. Ancak eğer üzerinden humus yılı geçmiş gelirden elde edilen parayla yapılmışsa, ilk humus yılının başında humusu verilmelidir. Paranın değerinin düşmesi durumunda enflasyon oranı da hesaplanarak humusu verilmelidir. Paranın ne kadar değer kaybettiği bilinmiyorsa, şer’i hâkimle uzlaşılmalıdır.
Soru 881: Bir süre önce içinde oturduğum daireyi sattım. Bu da tam humus yılımın başına rastladı. Kendimi şer'î hakları yerine getirmekle görevli biliyorum; ancak şu günlerde yaşadığım bir zorluktan dolayı bu konuda sıkıntı yaşıyorum. Bu durumda görevim nedir?
Cevap: Satılan evi, eğer üzerine humus gelmeyen veya yıl içindeki gelirlerinizden olan para ile almışsanız onun satış parasında her durumda humus yoktur.
Soru 882: Şehirlerden birinde inşaatı yarım kalan bir evim var. Devlet lojmanlarında kaldığımdan o eve ihtiyacım yok; bu yüzden onu satarak parasıyla kendime şahsi bir araba almak istiyorum. Acaba evin satış bedeline humus gelir mi?
Cevap: Söz konusu evi aynı yılın kazancıyla, onda oturmak kastıyla almış veya inşa etmiş ve yine aynı yıl satmışsanız, parasını o yılki zaruri ihtiyaçlar için harcarsanız humusu yoktur. Aynı şekilde, eğer evi bir sonraki yıl satmış olsanız o parada yine humus yoktur.
Soru 883: Evime birkaç demir kapı satın aldım; ancak iki yıl sonra onları kullanmak istemediğim için sattım ve parasını bana aynı fiyata alüminyum kapı yapması için bir şirkete verdim. Acaba bu paraya humus gelir mi?
Cevap: Sorudaki takdirde o kapılar kullanılmadığı [ve onlara ihtiyaç duyulmadığı] için satış bedelinin humusu vardır.
Soru 884: Bir şirkete, ileride bana bir ev yeri vermeleri için, bir milyon riyal verdim. Şu anda bir yıl aradan geçti. O paranın bir kısmı kendimin bir kısmı ise borçtu ve şimdiye kadar borcumun bir miktarını da ödedim. Acaba o paraya humus gelir mi ve (eğer gelirse) ne kadar gelir?
Cevap: Eğer kendinize kalmak için ihtiyaç olan evi yapmak için gereken arsayı almanız, önceden bir miktar ödeme yapmaya bağlı ise ödenen parada [daha önceki] yıllık kazancınızdan bile olsa humus yoktur.
Soru 885: Evini satıp ondan aldığı parayı kâr ortaklığı için bankaya yatıran birinin humus yılı girdiğinde [bu paranın] hükmü nedir? Eğer bu parayı ev almak için biriktirirse hükmü nedir?
Cevap: Evi yıl içindeki geliriyle, oturmak ve yıllık harcamalar için yaptırmış veya satın almışsa ve humus yılı geçtikten sonra onu satarsa, satış bedelinde hiçbir şekilde humus yoktur.
Soru 886: Ev veya diğer zaruri ihtiyaçlarını almak için tedricen biriktirilen paraya humus gelir mi?
Cevap: Eğer zaruri ihtiyaçları almak kişinin maddi durumuna bağlı olarak gelirinin bir kısmını biriktirmeğe bağlıysa ve birikimleri yakın bir gelecekte (birkaç gün içinde) zaruri ihtiyaçlara harcayacaksa o parada humus yoktur.
Soru 887: Birkaç yıl önce humusu verilmemiş para ile bir araba satın aldım. Şu an onu aldığım fiyatın birkaç katına satabilirim. Eğer onu şimdiki değerine satıp parasını alabilirsem onunla kendime oturmak için şahsi bir ev almak istiyorum. Acaba para elime gelir gelmez onun hepsine mi humus gelir? Yoksa sadece satın aldığımda ödediğim paraya mı humus gelir ve arabanın değer artışından geriye kalan miktar da arabanın satıldığı yılın kazancı olarak hesaplanır ve satış yılının sonuna kadar ihtiyaçlarda kullanılmadığı takdirde mi ona humus düşer?
Cevap: Eğer araba sizin zaruri ihtiyaçlarınızdan olsa ve onu yıl içindeki kazancınızla şahsi kullanımınız için almış olsanız, onun satış parasında humus yoktur. Ama eğer arabayı ticari amaçla almışsanız ilk humus yılının başında aldığınız ilk fiyatın enflasyon karşısındaki değer kaybını da hesaplayıp yeni fiyatından düştükten sonra humusunu vermeniz gerekir. Arabanın fiyat artışından dolayı geriye kalan para da enflasyon miktarının düşülmesinden sonra satış yılının geliri olarak hesaplanır.
Soru 888: Sade bir evim vardı. Bazı sebeplerden dolayı başka bir ev almaya karar verdim; ancak borçlarımı ödeyebilmek ve ev için eksik kalan parayı tamamlamak için şahsi olarak kullandığım arabamı satmak ve bankayla şehrimizin karz-ı hasen kurumundan da kredi almak zorunda kaldım. Arabamı humus yılım girmeden önce sattım ve parası ile borçlarımın bir kısmını kapattım. Acaba arabanın satış bedeline humus gelir mi?
Cevap: Arabayı yıl içindeki gelirle almış ve humus yılından sonra satmışsanız, satış bedelinde humus yoktur.
Soru 889: İnsan, yıllık kazancı ile kendisi veya ailesi için satın aldığı ev, otomobil veya ihtiyaç olan diğer eşyaları, zaruret ya da daha iyilerini almak amacıyla satacak olursa, humus yönünden hükmü ne olur?
Cevap: Zaruri ihtiyaç olan şeylerin satışından elde edilen parada humus yoktur.
Soru 890: Humusu verilmiş maldan ticaret kastı olmaksızın sadece yararlanmak amacıyla ev, araba veya diğer ihtiyaçlar alınır, sonra bir sebepten dolayı onlar satılırsa o malların fiyatının yükselmesi sonucu elde edilen fazla paraya humus gelir mi?
Cevap: Sorudaki takdirde malların değerinin yükselmesinden meydana gelen kârda humus yoktur.
- DEFİNE, MADEN VE HARAMLA KARIŞMIŞ HELÂL MAL
DEFİNE, MADEN VE HARAMLA KARIŞMIŞ HELÂL MAL
Soru 891: Kişilerin kendi sahip oldukları arazilerinde buldukları definenin hükmü nedir?
Cevap: Bu tip meselelerde ölçü, İslam Cumhuriyeti’nin kanunlarıdır.
Soru 892: Eğer birinin sahibi olduğu apartmanın toprağının altında yaklaşık yüz yıl öncesine ait bir miktar gümüş para bulunsa, bu define, acaba o apartmanın kanuni varisi veya satın alan şimdiki sahibine mi aittir?
Cevap: Bu da önceden açıklanan define hükmündedir.
Soru 893: Lütfen aşağıdaki kafamıza takılan şüpheyi cevaplar mısınız: Çıkarılan madenlerin humusunu vermek zamanımızda da farzdır; zira madenlerin humusunun farz oluşu büyük fakihler yanında da tartışılmaz hükümlerden biridir. Bu konuyu dikkate alarak, devlet tarafından işletilen madenlerde devletin, sırf madenleri İslam beldelerindeki Müslümanlara infakta bulunması humusun farz oluşuna engel değildir; [peki öyleyse humusun verilmemesi için gerekçe] nedir? Çünkü madenlerin çıkarılması bizzat ya hükümet vasıtasıyla gerçekleşiyor ve daha sonra milletin kullanımına sunuluyor ki durumda devlet, o madenleri çıkarıp daha sonra onları başkalarına bağışlayan, hediye eden veya sadaka veren şahıs gibidir. Her halükarda humus hükümlerinin uygulanması gerektiğini bildiren deliller bu varsayımı da içine almaktadır; çünkü bu durumu istisna edecek bir delil yoktur. Veya hükümet, milletin vekili olarak madenleri işletiyor. Bu durumda gerçekte madenleri işleten milletin kendisidir. Bu varsayıma göre de humusun verilmesi müvekkile farzdır. Ya da hükümet halkın velisi olarak madenleri işletiyordur; bu durumda madenleri işleten ya velinin kendisidir ya da vekâlet meselesinde olduğu gibi gerçekte madenleri işleten (muvelli aleyh yani) hükümetin velisi olduğu halkın kendisidir. Her halükârda madenleri, humusla ilgili delillerin genel ifadesinin kapsamından çıkarmak için bir delil yoktur. Nitekim madenin kendisi nisap miktarına ulaşırsa humusu vardır ve diğer mesleklerden elde edilen kazançlar gibi de değil ki zaruri ihtiyaçlara harcamakla veya hediye etmekle yıllık giderlerden sayılsın ve humusun farz oluşu üzerinden kalksın. Bu önemli konuda sizin görüşünüz nedir?
Cevap: Madenlerde, bir veya birkaç kişinin birlikte ortaklaşa onu çıkarması [veya işletmesi] ve ortaklardan her birinin kendi payına düşen malın kendisinin olması ve nisap miktarına ulaşması, humusun farz olma şartlarından biridir. Fakat hükümetin işlettiği madenler, şahıs veya şahısların özel mülkü olmadığı için onlarda humusun farz olma şartı yoktur. Bu durumda, hükümetin üzerine humusun farz olması söz konusu değildir ve bu konu, madenlerde humusun farz olmamasına bir istisna değildir. Evet, özel madenleri işleten şahıs ve ortakların her birinin payı, işletme ve tasfiye masrafları çıkarıldıktan sonra nisap miktarına ulaşırsa humusu farz olur. Nisap miktarı, yirmi dinar altındır.
Soru 894: Eğer insanın malına haram mal karışırsa, bu malın hükmü nedir ve nasıl temizlenir [helal olur]? İnsanın malına haram karıştığını bilmesi ya da bilmemesi durumunda görevi nedir?
Cevap: Eğer malında haram malın olduğunu kesin olarak bilir ama onun miktarını tam olarak bilmezse ve sahibini de tanımazsa onu [haramdan] temizlemenin yolu humusunu vermektir. Ama malına haramın karışıp karışmadığında şüphe ederse bir şey vermesi gerekmez.
Soru 895: Humus yılım girmeden önce birisine bir miktar borç verdim. Borç alan şahıs onu çalıştırmak ve kârını da yarı yarıya aramızda bölüşmek istiyordu. Şimdi o mal benim elimde değil ve humusunu da vermemişim. Bu hususta görüşünüz nedir?
Cevap: Eğer o malı borç olarak vermişseniz ve humus yılının başında da elinize ulaşmayacaksa şimdilik onun humusu size farz olmaz, teslim aldığınız vakit farz olur. Ama bu durumda borç alanın çalıştırdığı paranızdan elde edilen kârda hiçbir hakkınız yoktur ve eğer ondan bir şey talep ederseniz bu, faiz ve haramdır. Ancak eğer onu, mudârebe [kâr ve zarar ortaklığı] kastıyla sermaye olarak vermişseniz anlaşmaya göre kazancına ortaksınız ve bu varsayımla sermaye sayıldığından paranın tamamının humusunu vermeniz farz olur. Ancak humus ödediğinizde kalan parayla masraflarınızı sosyal konumunuza uygun bir şekilde karşılayamayacaksanız, humus vermeniz gerekmez.
Soru 896 Ben bankada çalışıyorum. İşe başlamam için zorunlu olarak bankaya beş yüz bin tümen yatırdım. Bu para kendi adıma ve uzun vadeli bir hesaptadır ve kâr payı her ay bana ödeniyor. Dört yıllığına bankaya yatırılan bu paranın humusunu ödemek farz mıdır?
Cevap: Eğer bu parayı hali hazırda çekme imkânız yoksa geri çekene kadar onun humusunu vermeniz farz değildir. Ama paranın kâr payından yıllık giderlerden arta kalanında humus vardır.
Soru 897: Bankalarda para yatırılan bir hesap şekli var. Buna göre para hiçbir zaman onu kullananın eline geçmiyor. Ama hesabına düzenli olarak belirli bir miktar para yatırılıyor. Acaba bu paraya humus düşer mi?
Cevap: Eğer bankaya yatırılan para, kazancından olursa ve humus yılına ulaştığında o meblağı bankadan çekme imkânı varsa humus yılı başında onun humusunun verilmesi farzdır.
Soru 898: Kiracının, mülk sahibine teminat adıyla borç olarak verdiği paranın humusu kiracıya mı farzdır, mülk sahibine mi?
Cevap: Eğer verilen para kiracının kazancından olursa, söz konusu parayı ev sahibinden geri aldıktan sonra humusunu vermesi farzdır. Mülk sahibi bu parayı borç olarak almışsa üzerine humus farz olmaz.
Soru 899: Memurların aylık maaşları bir kaç yıldır devlet tarafından ertelendi; acaba bu parayı aldıklarında aynı yılın gelirlerinden mi sayılır ve o yılın giderleri düşüldükten sonra geri kalanına humus farz mıdır? Yoksa bu paranın humusu yok mudur?
Cevap: Teslim alınan bu para o senenin kazancından sayılır. O senenin giderlerinden fazla kalan miktarında humus farzdır.
- YILLIK GİDER (İHTİYAÇ)
YILLIK GİDER (İHTİYAÇ)
Soru 900: Bir süre kitaplarından faydalandığı özel kütüphanesi olan biri, birkaç yıldır ondan faydalanmıyor; ancak ileride o kitaplardan faydalanacağını düşünüyor. Acaba kitaplardan faydalanmadığı zamanlarda onlara humus gelir mi? Yine bu kitapları kendisinin almasıyla babasının alması arasında humusun farz olması açısından fark var mıdır?
Cevap: Eğer kitapları aldığı zamanda, okumak ve gerektiğinde başvurmak için onlara ihtiyacı vardıysa ve miktarı da örf açısından onun konumuna uygunsa, eğer ilk yıldan sonra onları kullanmasa bile humusu yoktur. Aynı şekilde eğer kitaplar ona miras kalır ya da anne, baba veya başkası tarafından hediye edilirse onlarda humus yoktur.
Soru 901: Kişinin, hanımı için aldığı altına humus gelir mi?
Cevap: Eğer kabul edilebilir ve onun sosyal konumuna uygun miktarda olursa, yıllık giderlerden sayılır ve humus yoktur.
Soru 902: Tahran Uluslararası Kitap Fuarı’ndan, kitap satın almak için daha kitaplar teslim edilmeden önce ödenen paraya henüz kitaplar gönderilmediği halde humus düşer mi?
Cevap: Eğer o kitaplara ihtiyacı varsa ve miktarı da şahsın sosyal konumuna uygun ise humus yoktur.
Soru 903: Eğer birisi ailesinin kalması için ihtiyaç duyduğu ve sosyal konumuna uygun bir apartman yaptırmak kastıyla ikinci bir arsa satın alır; ancak humus yılı boyunca onu yaptırmaya gücü olmazsa veya bir yıl içinde onu bitiremezse acaba onun humusunu vermesi farz mıdır?
Cevap: Humus yükümlülüğünün ev yaptırmak için ihtiyaç duyduğu arsada olmamasında, arsanın veya yaptırmak istediği evlerin bir veya birden fazla olması arasında bir fark yoktur. Ölçü, şahsın sosyal konumu ve saygınlığı gereği onlara "İhtiyacı var." unvanın geçerliliği ve aynı şekilde inşaatı kademeli olarak yaptırmak için onun mali durumudur.
Soru 904: Evde bulunan yemek takımlarından sadece bir kısmının kullanılması bunlara humus düşmemesi için yeterli midir?
Cevap: Evin eşyalarında humusun olmamasında ölçü, sene boyunca onları kullanmasa dahi insanın sosyal konumu gereği ihtiyaç unvanın onlar için geçerli olmasıdır.
Soru 905: Eğer evdeki [bazı] mutfak eşyaları ve halılar [o yıl gerekmediği için] bir yıl boyunca kullanılmasa; ama [her an] misafirler için bu eşyalara ihtiyaç duyulabilir diye onları bulundurmak gerekse, bu eşyalara humus farz olur mu?
Cevap: Sorudaki durumda onlara humus farz değildir.
Soru 906: İmam Humeyni’nin, gelin çeyizi hakkındaki fetvasını göz önünde bulundurarak, eğer bir bölgede, [aynı gelinde olduğu gibi] âdet gereği zamanla ve yavaş yavaş damadın ailesi ev eşyalarını ve araç gereçlerini temin ediyorsa, eğer eşyaların üzerinden yıl geçerse bu eşyaların humus yönünden hükmü nedir?
Cevap: Gelecekte kullanmak için ev eşyalarını temin etmek, örfe göre zaruri ihtiyaçlardan sayılırsa onda humus yoktur.
Soru 907: Bir takım kitabın (Vesailu’ş-Şia gibi) sadece bir cildinden yararlanmak, o takımın hepsinden humusu kaldırır mı? Yoksa [humusun kalkması için] her ciltten bir sayfa okunması mı gerekir?
Cevap: Eğer kitap takımının tümüne ihtiyaç duyulursa veya gerekli olan cildi elde etmek için hepsini almak gerekiyorsa, onda humus yoktur. Aksi takdirde ihtiyaç olmayan ciltlerin humusunun verilmesi farzdır ve humusun kalkması için her ciltten yalnız bir sayfa okumak yeterli değildir.
Soru 908: Yıl ortasındaki gelirle alınan ve sigorta kurumu tarafından bedeli ödenen ilaçlar, eğer humus senesinin başına kadar bozulmadan kalırsa bunlara humus gelir mi?
Cevap: İhtiyaç olduğunda kullanmak için alınan ve ihtiyaç duyulma ihtimali bulunan ilaçlarda humus yoktur.
Soru 909: Oturacak bir evi olmayan ve ev veya ihtiyacı olan zaruri şeyleri satın almak için gelirinden bir kısmını biriktiren birinin bu birikiminde humus var mıdır?
Cevap: Senenin kazancından elde edilen birikimlerde, ilerde ihtiyaç duyacağı bir şeyi temin etmek için bile olsa, humus yılı geldiğinde humus vardır. Elbette biriken parayı humus yılının başından sonra yakın bir gelecekte (birkaç gün sonrasında) zaruri eşyaları veya ihtiyaçları temin etmek için kullanacaksa, o parada humus yoktur.
Soru 910: Eşim, sermayesini borç alarak temin ettiğimiz bize ait olan bir halı dokumakta ve hâlihazırda halının dokumasının bir kısmı bitti. Benim humus yılım geldiğinden acaba, halının dokuması bittikten ve evin zaruri ihtiyaçlarını temin etmek için satıldıktan sonra [humus yılından önce] dokunan miktarına humus farz mıdır? Sermayemizin humus yönünden hükmü nedir?
Cevap: Halının satış bedelinden sermayenin borcunu düştükten sonra geriye kalanı satış yılının kazancından sayılır. Bundan dolayı [geriye kalan para] eğer halının dokumasının tamamlandığı ve satıldığı senenin geçim masrafları ve giderleri için harcanırsa, onda humus yoktur.
Soru 911: Benim bütün mal varlığım, her katında iki oda bulunan üç katlı bir binadır. Bir katında ben, diğer iki katında da çocuklarım oturmakta. Acaba bu binaya ben hayattayken mi humus düşer, yoksa ölümümden sonra mı? Böylece varislerime ödemeleri için vasiyet edeyim.
Cevap: Sorudaki binada humus yoktur. Ancak şimdiye kadar humus yılı belirlemeyen [ve dolayısıyla da hiç humus vermeyen] birinin bir şekilde [taklit merciiyle] uzlaşması gerekir.
Soru 912: Kullanmakta olduğumuz ev eşyalarının humusu nasıl hesaplanır?
Cevap: Halı vb. gibi kullanmakla aslı yok olmayan eşyalarda humus yoktur. Ama pirinç, yağ ve bunun gibi günlük tüketilen ihtiyaç maddeleri humus yılının başına kadar tüketilmemişse, kalan miktarında humus vardır.
Soru 913: Şahsi evi olmayan biri, kendisine ev yapmak için bir arsa satın alıyor. Yeterli parası olmadığından evi yaptıramıyor ve onu satmıyor da. Dolayısıyla üzerinden yıl geçiyor. Acaba onun humusunu vermek farz mıdır? Farz olduğu takdirde, alış fiyatından mı yoksa şimdiki fiyattan mı ödemelidir?
Cevap: Eğer arsayı, ihtiyaç duyduğu evi yapmak için aynı senenin kazancından almışsa onda humus yoktur.
Soru 914: Bir önceki soruda, eğer o şahıs evi yapmaya başlar, ancak bitmeden önce humus yılı gelirse, inşaatta kullandığı şeylerin humusu farz mıdır?
Cevap: Sorudaki varsayıma göre humus yoktur.
Soru 915: Kalmak için kendi evi olan ve ihtiyacı olmadığı halde kaç yıl sonra çocuklarının kalması için oturduğu evin üzerine bir kat daha eklemek isteyen birinin, ikinci kat için harcadığı paranın humusunu vermesi farz mıdır?
Cevap: Eğer çocuklarının geleceği için yapmış olduğu evin ikinci katı, hâlihazırda onun sosyal konumuna uygun harcamalardan sayılırsa, yaptığı masrafların humusu yoktur. Ama bu şekilde değilse onun humusunu vermek farzdır.
Soru 916: Yıllık ihtiyacından olan şeylere humus gelmez diyorsunuz. Öyleyse oturacağı evi olmayan ama kendisine ev yaptırmak için arsa alan ve birkaç yıldır yaptıramadığı için bu arsası da elinde kalan birinin, bu arsası onun [humusun farz olmadığı] yıllık ihtiyaçlarından sayılmaz mı?
Cevap: Eğer arsayı, ihtiyaç duyduğu evi yapmak için yıl içindeki gelirle satın almışsa, mevcut zaruri ihtiyaçlardan sayılır ve humusu farz değildir.
Soru 917: Humus yılım, 23 Ağustos'ta başlıyor. Normalde her yıl üniversitelerin ve okulların sınavları haziran ayında yapılıyor ve bizim fazla mesai ücretlerimiz altı ay geçtikten sonra imtihan günlerinde ödeniyor. Eğer humus senesi girmeden önce hak ettiğim bu fazla mesai ücretini, humus senesi bittikten sonra alırsam ona humus gelir mi?
Cevap: Ertelenmiş maaşlar da [veya fazla mesai ücretleri de] teslim alınan yılın kazancından sayılır; çalıştığınız yılın değil. Dolayısıyla eğer teslim alınan yılın giderleri için harcanırsa humusu yoktur.
Soru 918: Bazen pazar fiyatının altında bize buzdolabı gibi ev eşyaları satılıyor. Gelecekte şimdiki fiyatlarının çok üzerinde onları almak zorunda kalacağımız düşüncesiyle evlilik için lazım olan bu eşyaları şimdiden alıyoruz; acaba, evde kullanılmadan bekletilen bu eşyalara humus gelir mi?
Cevap: Eğer ileride kullanmak üzere bu eşyaları yıllık kazancınızdan almışsanız ve aldığınız yılda ihtiyacınız yoktuysa, humus yılınız geldiğinde onun piyasadaki adil fiyatı üzerinden humusunu vermelisiniz. Fakat eğer ihtiyaç duyduğunuzda onların hepsini birden almak mümkün olmadığı için tedricen alıp ihtiyaç duyduğunuzda kullanmak üzere bekletmek zorundaysanız ve bunun miktarı da sizin sosyal konumunuza uygun olursa, yıllık zaruri ihtiyaçlardan sayılır ve humusu yoktur.
Soru 919: İnsanın medreselere, afetzedelere, Filistin ve Bosna halklarına yaptığı infaklar gibi hayır işler için yapılan harcamalar, acaba humusu farz olmayan yıllık giderlerden sayılır mı?
Cevap: Bu tür infaklar, o senenin infak giderlerinden sayılır ve humusu yoktur.
Soru 920: Halı almak için geçen yıl bir miktar para biriktirdik. Geçen senenin sonlarına doğru birkaç halıcıya müracaat ettik ve içlerinden biriyle isteğimize uygun bir halı temin etmesi için anlaştık. Bu iş yeni yılın ikinci ayına kadar uzadı. Benim humus yılımın Hicri Şemsi yeni yılının başları olduğunu dikkate alırsak acaba bu paraya humus düşer mi?
Cevap: Sorudaki durumda o parada ve onunla alınan halıda humus yoktur.
Soru 921: Birkaç kişi özel okul kurmak için bir araya geldiler ve ortakların elindeki az olan sermayeyi kullandıktan sonra yönetim kurulu diğer harcamaları karşılamak amacıyla bankadan kredi almaya ve sermayeyi artırmak ve taksitleri ödemek için ortaklardan her ay belirli miktarda aidat almaya karar verdi. Bu özel okul henüz kâr aşamasına geçmemiştir. Acaba ortakların aylık olarak ödedikleri paraya ve kurumun değerine eşdeğer olan ana sermayenin tamamına humus düşer mi?
Cevap: Ortaklardan her birinin, şirketin ana sermayesine katkıda bulunmak için verdikleri aidatın ve okul yapımında kullanmak üzere şirkete ilk verdikleri ortaklık hissesinin humusunu vermeleri farzdır. Şirketin ana sermayesini oluşturan ortakların ödediği paraların humusu verildikten sonra, şirketin ana sermayesinin tamamına ikinci kez humus düşmez.
Soru 922: Çalışmakta olduğum iş yeri, birkaç seneden beridir bana bir miktar para borçlu ve şimdiye kadar da bu parayı bana ödemedi. Acaba, bu parayı alır almaz ona humus düşer mi? Yoksa üzerinden bir yıl geçmesi mi gerekir?
Cevap: Alacaklı olduğunuz para eğer yaptığınız iş karşılığı için olursa ve humus yılınız geldiğinde onu alamamışsanız, geri aldığınız yılın gelirinden sayılır ve aynı yılın zaruri ihtiyaçları için harcanırsa humusu yoktur.
Soru 923: Acaba, ihtiyaç duyulan şeylerde humusun farz olmayışında ölçü, yıl içerisine kullanılması mı, yoksa yıl boyunca hiç kullanılmazsa bile ona ihtiyacının olması mıdır?
Cevap: Elbise ve halı gibi kullanmakla aslı yok olmayan eşyalarda humusun farz olmamasındaki ölçü, onlara ihtiyaç duyulmasıdır. Ama pirinç ve yağ gibi günlük tüketilen mallarda ise ölçü, tüketimdir. Bunların yıllık ihtiyaçtan artan miktarında humus vardır.
Soru 924: Bir şahıs, ailesinin rahatlığı ve ihtiyaçlarını gidermek için humusu verilmemiş maldan ve yıl içindeki kazancından araba almıştır; acaba onun humusunu vermesi farz mıdır? Eğer söz konusu arabayı mesleği ile ilgili işlerde veya her iki alanda da kullanırsa hükmü nedir?
Cevap: Aldığı arabayı iş ve ticari amaçla kullanırsa, iş araç ve gereçleri hükmündedir ve humusunu vermek farzdır. Ama sosyal konumuna uygun olma şartıyla ihtiyaçlarını gidermek için almışsa onda humus yoktur. Elbette arabayı aldığı paraya daha önce humus gelmişse onu ödemelidir. Her iki amaç [hem ticari hem de şahsi kullanım] için almışsa da oransal olarak [hangisi için ne kadar kullandığına bakarak] hesabını yapmalıdır.
- Anlaşma, El Değiştirme ve Humusun Başka Mallara Karışması
Anlaşma, El Değiştirme ve Humusun Başka Mallara Karışması
Soru 925: Üzerlerine humus farz olduğu halde şimdiye kadar humus ödemeyen ve şimdi ise ödeme güçleri olmayan veya ödemesi onlar için çok zor olan kimselerin humusla ilgili hükmü nedir?
Cevap: Humusu ödeme gücünün olmaması veya sırf ödenmesinin zor oluşu, humusun insanın boynundan kalkmasına ve bu farzın düşmesine-iptaline sebep olmaz. Belki imkân olduğu miktarda ödenmesi farzdır. Bu durumda olanlar humus yetkilisi veya onun vekilinden mühlet alarak humuslarını, zaman ve miktar yönünden güçleri yettiği ölçüde taksitle ödemelidirler.
Soru 926: Krediyle aldığım bir evim ve sahibi olduğum bir işyerim var. Şer’i vazifemi yerine getirmek için, kendime humus yılı tayin ettim. Lütuf gösterip evin humusunu bağışlamanızı ümit ediyorum. Ayrıca işyerinin humusunu taksitle ödeme imkânım var mı?
Cevap: Evi krediyle almış olduğunuz için humus yoktur. Ama işyerinin humusu farzdır. Elbette iş yerinin humusunu vermeniz, geriye kalan malın gelirinin geçiminize yetmemesine veya o gelirin sizin sosyal konumunuza uygun olmayan bir miktara dönüşmesine sebep olacaksa, iş yerinin de humusunu vermenize gerek yoktur.
Soru 927: Yurt dışında bulunan ve malının humusunu vermeyen birisi, humusu verilmemiş parayla bir ev satın aldı; ancak hâlihazırda onun humusunu verecek kadar parası yok. Ama her yıl üzerine farz olan humusundan bir miktar daha fazlasını geçmiş o humus borcunu ödemek amacıyla veriyor; bu doğru mudur?
Cevap: Bu durumda, önceden farz olan humusunu hesap edip, humus yetkilisinden mühlet alıp tedricen ödemelidir. Şimdiye kadar ödedikleri için de vekillerimizden birine başvursun.
Soru 928: Yıllardır kazancının humusunu ödemeyen ve şimdi de bundan dolayı ne kadar humus borcu olduğunu bilmeyen biri, hâlihazırda üzerindeki humus yükümlülüğünü nasıl yerine getirebilir?
Cevap: Üzerine humus düşen mallarının hepsini hesap ederek humusunu vermesi farzdır. Şüphe ettiği yerlerde ise humus yetkilisi veya vekili ile anlaşmalıdır.
Soru 929: Ben ailesiyle birlikte yaşayan bir gencim. Babam, üzerine farz olan humus ve zekâtı ödemiyor. Hatta evimizi faizli malla yaptırdı. [Dolayısıyla] bu evde yediğim yemeğin haram olduğu açıktır. Lütfen ailemden ayrılamayacağımı da dikkate alarak benim bu konudaki görevimi açıklar mısınız?
Cevap: Babanızın, malının faizle karışmış olduğunu ve farz olan humus ve zekâtını ödemediğini kesin olarak bildiğinizi bile varsaysak bu, sizin ona ait kullandığınız malların veya babanızın harcadığı malların kesin olarak haram olmasını gerektirmez. Bu malların kesin olarak haram olduğunu bilmedikçe onlardan faydalanmanın sizin için sakıncası yoktur. Ama eğer, kullandığınız malın haram olduğunu kesin olarak bilirseniz, onlardan faydalanmanız caiz değildir. Ancak; ailenizden ayrılmanız ve onlarla irtibatınızı kesmeniz sizin için çok zor olursa, bu durumda onların haramla karışmış malından yararlanmanızda sakınca yoktur; ama sizin kullandığınız mallardaki başkalarının malından sorumlusunuz.
Soru 930: Babamın humus ve zekâtını vermediğine eminim. Bu konuyu kendisine hatırlattığımda, "Biz fakiriz ve bu nedenle humus ve zekât bize farz değildir." diye cevap veriyor. Bu meselenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer babanızın zekât ve humus gerektirecek kadar malı yoksa humus ve zekât ona farz değildir ve sizin bu konuyu araştırmanız gerekmez.
Soru 931: Bizler, humus vermeyen bazı insanlarla alış-veriş yapıyor, onları görmeye gidiyor ve onlarla yemek yiyoruz. Bu konudaki hüküm nedir?
Cevap: Onların malında tasarrufta bulunmak sizin için sakıncasızdır.
Soru 932: Eğer birisi humusu verilmemiş bir malı camiye bağışlarsa, ondan bu malı almak caiz midir?
Cevap: Onu almanın sakıncası yoktur.
Soru 933: Başta namaz ve humus olmak üzere dini meselelere bağlı olmayan Müslümanlarla muaşeret etmenin hükmü nedir? Acaba, onların evinde yemek yemenin sakıncası var mı? Eğer sakıncalı ise, birkaç kez onların evinde yemek yiyen kimsenin hükmü nedir?
Cevap: Onlarla muaşeret etmek, dinî görevleri terk etmelerini desteklemeği gerektirmezse sakıncası yoktur. Fakat onlarla irtibatı kesmek, onları dinî vazifelerini yerine getirmeğe yönlendirmek hususunda etkili olursa, “münkerden nehyetmek" babından geçici olarak onlarla muaşereti terk etmek farzdır. Ama yemek ve benzeri mallarından istifade etmenin sakıncası yoktur.
Soru 934: Arkadaşlarımdan biri sık sık beni yemeğe davet ediyor. Yenilerde eşinin humus vermediğini öğrendim. Acaba, humus vermeyen birinin yemeğini yemem caiz midir?
Cevap: Onları yemenizde bir sakınca yoktur.
Soru 935: İlk defa mallarının humusunu hesaplamak isteyen biri, oturmak için aldığı evi hangi parayla aldığını bilmezse hükmü nedir? Eğer birkaç yıl boyunca biriktirilmiş parayla aldığını bilirse hükmü nedir?
Cevap: Eğer evini ve eşyalarını üzerine humus gelmeyen parayla aldığına ihtimal veriyorsa (miras veya bağış gibi), onlardan dolayı humus vermesi gerekmez. Ama eğer kendi kazancıyla aldığını kesin biliyor ama yıl içindeki kazancıyla mı yoksa humus yılı geçtikten sonra mı aldığını ve humusunu verip vermediğini bilmiyorsa, farz ihtiyat gereği evin humusu konusunda vekillerimizden biriyle anlaşmalıdır. Ancak eğer evi birkaç yıl kazancından biriktirdiği ve humusunu ödemediği parayla aldığını kesin olarak bilirse, değer kaybını da hesap ederek gelirinden biriktirmiş olduğu o paranın humusunu ödemelidir.
Soru 936: Şehirlerin birinde, halktan bir miktar humus alan bir âlimin bu paranın kendisini size veya büronuza nakletmesi çok zor. Acaba bankadan teslim alınan para, o şehirde yatırılan paranın aynısı olmasa da bu humus parasını banka ile gönderebilir mi?
Cevap: Humus ve diğer şer’i hakların banka kanalıyla gönderilmesinde sakınca yoktur.
Soru 937: Eğer humusu verilmemiş parayla bir yer alırsam, orada namaz kılmak caiz midir?
Cevap: Orada namaz kılmanın sakıncası yoktur.
Soru 938: Müşteri, satın aldığı mala humus geldiğini ancak satıcının onu ödemediğini bilirse, bu malı kullanması caiz midir?
Cevap: Sakıncası yoktur.
Soru 939: Kendisiyle alış-veriş yapan müşterinin parasının humusunu verip vermediğini bilmeyen bir dükkân sahibinin o paranın humusunu vermesi farz mıdır?
Cevap: Ona bu konuda bir şey gelmez. Bunu araştırması da farz değildir.
Soru 940: Eğer dört kişi ortaklaşa birlikte bir üretim hane açmak için kişi başı örneğin yüz bin tümen yatırım yapsalar ve ortaklardan biri [verdiği paranın] humusunu vermese, onunla ortak olmak sahih midir? Acaba diğer ortaklar, humus vermeyen şahsın parasını borç unvanıyla alıp kullanabilirler mi? Genel olarak soracak olsak, birkaç kişi bir işte ortak olduklarında ortakların her birisi kendi kazancının humusunu kendisi bağımsız olarak mı ödemelidir? Yoksa [şirketin kâr kazancının hepsinin] humus[u], şirketin ortak hesabından mı ödenmelidir?
Cevap: Sermayesinin humusunu vermeyen biriyle ortak olmanın sakıncası yoktur.
Soru 941: Eğer ortaklarım humus vermezlerse benim vazifem nedir?
Cevap: Ortakların her birinin kendi hissesine ait şer-î hakları vermeleri farzdır. Eğer diğer ortaklar bunu ödemiyorlarsa onlarla ortaklığa devam etmeniz caizdir.
- Sermaye
Sermaye
Soru 942: Birkaç yıldır öğretmen kardeşler tarafından "Öğretmenler Kooperatifi Marketleri" adı altında bir şirket kuruldu. Sermayesi ilk etapta birkaç öğretmenin her birisinin verdiği 100 tümenlik hisselerden oluşmaktaydı. Her ne kadar ilk başta ana sermaye çok az olsa da şu anda üyelerin sayısının artmasıyla sermayesi, şirketin arabaları hariç on sekiz milyon tümene ulaşmıştır. Şirketin yıllık kârı, ortakların hissesi oranında aralarında paylaştırılıyor ve onların her birisi eğer isterse çok rahat bir şekilde kendi hissesini alarak şirketten ayrılabilir. Şimdiye kadar sermaye ve elde edilen kârın humusu verilmemiştir. Kurumun idari bölümünün başkanı olarak, eğer şirketin hesabına [sermaye ve kazancına] humus düşüyorsa, onu ödemem caiz midir? Bu hususta hissedarların rızası şart mıdır?
Cevap: Şirketin ana sermayesi ve kazancının humusunu vermek, şirketin ana sermayesindeki hisseleri oranında ortakların kendilerine farzdır. Bu işin şirketin idari bölümünün başkanı tarafından yerine getirilmesi, hissedarların iznine veya vekâlet vermelerine bağlıdır.
Soru 943: Bir grup, kendi aralarında ihtiyaç zamanlarında birbirlerine borç verebilmek için karz-ı hasen kurumu kurmak için karar almışlardır. Her üyenin kurum kurulurken ödediği para dışında, kasadaki mevcut anaparayı artırmak için her ay belirli bir aidat daha vermesi gerekiyor. Lütfen her üyenin humusunu nasıl vermesi gerektiğini açıklar mısınız? Kurumda toplanan ana sermaye, sürekli borç olarak farklı üyelerin elinde bulunacağından, bu paranın humusu nasıl ödenebilir?
Cevap: Eğer üyelerin her birisi kurumdaki kendi payını, üzerinden humus yılı geçen yıllık kazancından ödemişse, onun humusunu vermesi farzdır. Ama eğer hissesini yıl ortasındaki kazancından [üzerine humus gelmeyen paradan] vermişse, humus yılı geldiğinde onu geri alması mümkün olursa, humusunu vermesi farzdır. Ama eğer mümkün olmazsa, kurumdan o parayı geri alana kadar humusunu vermesi farz değildir, ancak geri alma imkânı olduğunda humusunu hemen ödemelidir.
Soru 944: Acaba "karz-ı hasen" kurumu bağımsız bir tüzel kişiliğe sahip midir? Eğer sahipse, elde edilen kazanca humus gelir mi? Eğer bağımsız bir tüzel kişiliğe sahip değilse, elde edilen kazancın humusunun ödenmesi nasıl olur?
Cevap: Eğer kurumun ana sermayesi ortaklık yoluyla üyelerin şahsi malı olursa, elde edilen kazanç üyelerin her birinin hissesi oranında şahsî malı olacaktır. Bu durumda yıllık ihtiyaçlarından artan miktarının humusunu vermeleri [herkesin kendi üzerine] farzdır. Fakat kurumun ana sermayesi, şahıs veya şahısların değil de, umumî vakıf veya benzeri mallardan olursa, [ondan elde edilen kazançta] humus yoktur.
Soru 945: Müminlerden on iki kişi, her biri, her ay örneğin; yirmişer dinar bir hesaba para yatıracaklarına dair kendi aralarında anlaşıyorlar. [Sonra] her ay toplanan parayı bir kişi, kendi şahsî masraflarında kullanmak için çekiyor ve on iki ay sonra sıra son kişiye geliyor. Sonuncu şahıs gerçekte bu müddet içerisinde her ay ödediği miktarın toplamı olan iki yüz kırk dinarını geri alıyor. Acaba [parayı on iki ayın sonunda aldığı için] humus ona farz mıdır? Yoksa [para eline geçtikten sonra] onun yıllık gelirinden mi sayılır. Eğer bu şahsın humus yılının belli bir zamanı olsa ve aldığı paranın bir miktarı humus yılı geçtikten sonra yanında kalsa, acaba kalan miktar için humusundan kurtulmak için farklı bir humus yılı tayin edebilir mi?
Cevap: Şahsın aldığı para üç kısma bölünebilir: Bir: Geçen yılın gelirinden ödenen tutara eşit olan kısım. Bu kısmın humusunu para eline geçtiği an ödemelidir. İki: İçinde bulunduğu yılın gelirinden ödenen tutara eşit olan kısım. Bu miktarı, eğer aynı senenin ihtiyaçları için harcarsa onda humus yoktur. Ama eğer [yıllık ihtiyacından] fazla kalırsa humusunu vermelidir ve bu miktara humustan kaçmak için özel bir humus yılı tayin etme hakkı yoktur. Üç: Gelecek yıl için ödenecek kısım. Bu miktar borç sayıldığı için fiilen humusu yoktur.
Soru 946: Depozito unvanıyla bir miktar para vererek bir ev kiraladım. Acaba verilen paranın üzerinden bir sene geçtikten sonra bu paraya humus gelir mi?
Cevap: Ev sahibine verdiğiniz depozito, eğer yıllık kazancınızdan olursa humusu vardır.
Soru 947: Birtakım bayındırlık işleri için çok fazla paraya ihtiyacımız oluyor ve bu parayı bir defada vermemiz zor olduğundan bu iş için ortaklaşa bir sandık kurduk. Her ay bu sandığa bir miktar para yatırıyoruz ve belli bir miktar toplandıktan sonra o parayı bayındırlık işleri için kullanıyoruz. Acaba biriktirdiğimiz bu parada humus var mıdır?
Cevap: Eğer her şahıs tarafından yatırılan para, onun o yılki kazancından olursa ve bayındırlık işlerinde kullanılıncaya kadar onun mülkiyetinde kalırsa, humusunu vermesi farzdır.
Soru 948: Birkaç yıl önce malımı hesapladım ve kendim için humus yılı belirledim. O zaman benim humusu verilmiş doksan sekiz koyunum, bir miktar nakit param ve bir de motosikletim vardı. Birkaç yıldır koyunlarımdan bir kısmını tedricen sattığım için azaldı; ama nakit param arttı. Şu anda altmış koyunum ve bir miktar da nakit param var. Bu durumda, bu paranın tümüne mi humus gelir, yoksa sadece artan miktarına mı?
Cevap: Şimdiki koyunlarınızın değeriyle nakit paranızın toplamı, paranın değer kaybını [enflasyon] da hesapladıktan sonra o zamanki humusunu verdiğiniz doksan sekiz koyununuzun değeri ve nakit paranızın toplamından fazla olursa, sadece artan miktarında humus vardır.
Soru 949: Humusunu vermesi gereken malı (arsası veya evi) olan biri, o malın humusunu yıllık gelirinden verebilir mi? Yoksa o malının humusunu gelirinden vermek için önce yıllık gelirinin humusunu vermesi ve daha sonra humusu verilmiş paradan o malın humusunu vermesi mi gerekiyor?
Cevap: O malın humusunu yıllık gelirinden vermek isterse, önce humus olarak vermek istediği miktarın humusunu da vermesi farzdır.
Soru 950: Şehit Kurumu’nun şehitlerin küçük çocukları için verdiği aylıklar veya bazı şehitlerin malik oldukları tarım arazisi ya da işyerlerinden elde edilen gelirlerini biriktiriyoruz. Bazen bunların bir bölümü, onların zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için harcanıyor. Bu biriktirilmiş paralarda ve aylıklarda humus var mıdır, yoksa onlar büyüyünceye kadar humus yok mudur?
Cevap: Aziz şehit evlâtlarına babalarından miras olarak geçen veya şehit kurumundan verilen mallarda humus yoktur. Ama miras aldıkları veya Şehit Kurumu’nun hediye olarak verdiği malın kârı, eğer şer’i bulûğ çağına erişinceye kadar kalırsa mükellefiyete ulaştıklarında kârının humusunu vermesi onların her birine ihtiyaten farzdır.
Soru 951: Gelir elde etmek ve ticaret yapmak amacıyla kullanılan mallarda humus var mıdır?
Cevap: Ticaret yoluyla kâr elde etmek için yıllık gelirden ambar, nakliye, kantar, aracı vb. gibi şeyler için harcanan para, ticaretin o yılki kârından istisna edilir ve onlarda humus yoktur.
Soru 952: Sermaye ve ondan elde edilen kârda humus var mıdır?
Cevap: Eğer sermayenin miktarı, humusu verildiği takdirde geriye kalan kısmının geliriyle geçimini sağlamak için yeterli olmayacak kadar az olursa veya geriye kalanıyla ticaret yapmak onun sosyal konumuna uygun olmazsa, humus yoktur.
Soru 953: Nisap haddine ulaşmış altın sikkesi olan birine, zekâta ilave olarak onun humusunu da vermesi farz mıdır?
Cevap: Eğer kâr sağlayan kazançtan sayılırsa humusun farz olmasında diğer kazançlardan sağlanan yıllık gelirler hükmündedir.
Soru 954: Ben ve eşim eğitim bakanlığı görevlilerindeniz. Eşim aldığı aylığını her zaman bana hediye ediyor. Benim meslek arkadaşlarımla üyesi olduğum ziraat şirketinde hissem var. Ancak, şirkete verdiğim paranın benim mi, eşimin mi aylığından olduğunu bilmiyorum; ancak, humus yılına kadar eşimin aylığından biriktirdiğim para, yıllık aldığı paradan azdır. Acaba bu parada humus farz mıdır?
Cevap: Biriktirilen paranın sizin aylığınızdan olan miktarında ve satın aldığınız şirket hisselerine ödenen kısmında humus farzdır. Ancak, eşiniz tarafından size hediye edilen para eğer göstermelik ve sahte bir bağış olmaz ve sosyal konumunuza uygun olursa humusu yoktur. Yine sizin aylığınızdan mı, yoksa eşinizin size verdiği hediyeden mi olduğunda şüphe ettiğiniz paranın humusunu vermeniz farz değildir; ancak, onun da humusunu vermeniz veya bu konuda yetkiliyle uzlaşmanız ihtiyaten müstehaptır.
Soru 955: İki yıl karz-ı hasen olarak bankada kalan parada humus farz mıdır?
Cevap: Yıllık gelirden olan her birikimin bir defa humusu verilmelidir ve karz-ı hasen olarak bankada biriktirilmesi humusun kalkmasına sebep olmaz. Ancak humus yılı geldiğinde borçlulardan geri alınamadığı sürece humusunu vermek farz değildir.
Soru 956: Bir miktar para biriktirmek için kendi harcamalarından veya nafakasından sorumlu olduğu ailesi için yaptığı harcamalardan tasarruf ederek para biriktiren veya bir sorununu çözmek için borç alan kimsenin biriktirdiği veya borç aldığı para humus yılına kadar kalırsa onun humusunu vermesi farz olur mu?
Cevap: Yıllık gelirden biriktirdiği parayı gelecek yılın ihtiyacı için birkaç gün içerisinde harcayacaksa humus yoktur. Borç alınan paranın humusu borç alanın uhdesinde değildir. Ama yıllık kazancıyla borcun taksitlerini öder ve humus yılı geldiğinde borç alınan para yanında kalmışsa taksitini ödediği kadarının humusunu ödemelidir.
Soru 957: İki yıl önce ev yapmak için bir arsa aldım; [çünkü] şu an kirada oturuyorum. Eğer orada bir ev yaptırmak amacıyla günlük harcamalarımdan bir miktarını biriktirsem, acaba yılsonunda o paraya humus gelir mi?
Cevap: Eğer humus yılınız gelmeden önce o parayı inşaat için gerekli olan malzemelere dönüştürseniz [harcasanız] veya onu inşaata harcamak üzereyseniz, onda humus yoktur.
Soru 958: Ben evlenmeye karar verdim ve gelir elde etme amacıyla sermayemin bir kısmını bir yere yatırdım. Acaba onun humusuyla ilgili olarak uzlaşma yapma imkânı var mıdır?
Cevap: Eğer [yatırdığınız] sermayeniz yıllık kazancınızdan olursa, humus yılınızın gelmesiyle humusunu vermeniz farzdır ve kesinleşmiş humus üzerinde musâlaha yapılmaz.
Soru 959: Hac Kurumu, geçen yıl sahibi olduğum hac kafilesinde bulunan ve hacılar için gerekli olan bütün araç gereçlerin hepsini benden satın aldı. Sattığım eşyaların bedeli olan iki yüz on dört bin tümeni bu yaz mevsiminde teslim aldım; geçen sene de seksen bin bin tümen almıştım. Kendime humus yılı belirlediğimi ve her yıl giderlerimden artan miktarın humusunu verdiğimi ve satmış olduğum o eşyalara da kendim hac kafilesi götürdüğüm dönemde ihtiyaç duyduğumu ve yine o eşyaları alış fiyatının üzerinde sattığım dikkate alınırsa, acaba satış bedelinin tamamının mı yoksa sadece fiyat artışından dolayı [alış fiyatından] fazla olan kısmının mı humusunu vermem farzdır?
Cevap: Eğer eşyaları humusu verilmiş maldan almışsanız, satış bedelinde humus yoktur; aksi durumda onun humusunu vermek farzdır. Her iki durumda da malın değer artışından elde edilen paradan enflasyondan dolayı kaybettiği değeri düştükten sonra geriye kalan miktar, satış yılının geliri olarak hesaplanır.
Soru 960: Benim bir mağazam var. Her yıl elimdeki nakit parayı ve mevcut malları hesaplamaktayım. Mallardan bazıları humus yılı ulaşıncaya kadar satılmadığından acaba yılsonunda o malların humusunu satılmadan vermem farz mıdır? Yoksa satıldıktan sonra mı vermem gerekiyor? Eğer malların humusunu verdikten sonra satarsam, gelecek yıl humusunu nasıl hesaplamam gerekiyor? Eğer satmazsam ve fiyatı değişirse bu durumda hükmü ne olur?
Cevap: Satmadığınız mallara yılsonuna kadar müşteri çıkmazsa, şimdilik artan fiyatının humusunu vermeniz farz değildir; ancak onları satarak elde edeceğiniz kazanç, satış yılındaki geliriniz olarak hesaplanacaktır. Değeri artan ve yıl içinde müşteri çıkmasına rağmen daha çok kâr etmek için yılsonuna kadar satmadığınız mallara gelince, yılsonunda o malların artan değerinin humusunu vermelisiniz. Böyle yaptığınız takdirde artan değerinin humusunu verdiğiniz mallar gelecek yıl humus zamanı istisna edilir.
Soru 961: Üçkardeş, üç katlı bir ev satın almış ve bir katında kendileri oturarak iki katını da kiraya vermişler. Acaba kiraya verilen katlar onların zaruri ihtiyaçlarından sayılır mı ve onlara humus düşer mi?
Cevap: Eğer daireleri yıllık gelirden elde edilen parayla kullanmak amacıyla satın almış, ancak bazı mali sıkıntılardan dolayı kiraya verilmişlerse, o dairelerde humus yoktur. Ama bazı katları ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kiraya vermek için satın almışlarsa, kiraya verilen katlar sermaye hükmündedirler ve humuslarının verilmesi gerekir.
Soru 962: Bir miktar humusu verilmiş buğdayı olan biri, yeni mahsul alıncaya kadar o buğdayı kullanıyor ve [yeni mahsulü alınca da] onun yerine yeni mahsulden bırakıyormuş. Birkaç yıl böyle yapmış. Acaba kullandığı buğdayın yerine koyduğu yeni buğdaya humus gelir mi? Eğer gelirse, acaba hepsine mi gelir?
Cevap: Sorudaki durumda, eğer yeni buğdayın hasat vakti humusu verilmiş buğday da duruyorsa onunla değiştirebilir.
Soru 963: Ben, Allah'ın yardımıyla her sene malımın humusunu veriyorum. Ama geçmiş yıllar boyunca malımın humusunu hesaplarken sürekli onların hesabında şüphem vardı; bu şüphemin hükmü nedir? Acaba bu sene mevcut nakit mal varlığımın tümünün humus hesabını (yeniden) yapmam farz mıdır? Yoksa bu konudaki şüpheye itina edilmez mi?
Cevap: Eğer geçmiş senelere ait kazancınızın humus hesabının doğru oluşunda şüpheniz olursa, bu şüphe geçersizdir ve ikinci defa onların humusunu vermeniz farz değildir. Ama eğer gelirinizin humusu verilmiş olan geçmiş senelerin kazancından mı yoksa humusu verilmemiş olan bu senenin kazancından mı olduğunda şüpheniz olursa, bu durumda önceden humusunu verdiğinize kanaat getirmedikçe onun humusunu vermeniz ihtiyaten farzdır.
Soru 964: Eğer humusu verilmiş on bin tümen ile bir halı alsam ve bir müddet sonra onu on beş bin tümene satsam, acaba humusu verilmiş maldan fazla olan beş bin tümen kazançtan mı sayılır ve ona humus düşer mi?
Cevap: Alış bedelinden fazla olan miktar, (enflasyon farkını düştükten sonra) kazançtan sayılır ve yıllık giderlerden fazla kalan miktarına humus farz olur.
Soru 965: Kazançlarından her birisi için ayrı bir humus yılı tayin eden birinin, humus yılı gelen kazancının humusunu, henüz humus yılı gelmeyen kazançlarından vermesi caiz midir? Bu kazançlarının tamamının yılsonuna kadar kalacağını ve bunları geçimi için kullanmayacağını bilmesi durumunda hüküm nedir?
Cevap: Her ne zaman bir kazancının humusunu başka bir kazancıyla ödemek isterse, humus olarak ödemesi gereken miktarın da humusunu ödemelidir. Geçim için kullanmayacağı kazançlarının humusunu da, kazandığı an vermek ile humus vakti gelene kadar bekletmek arasında serbesttir.
Soru 966: İki katlı bir binası olan ve kendisi de o binanın üst katında oturmakta olan biri, binanın alt katını borç para aldığı için kira almadan birine vermiştir. Acaba aldığı borç paraya humus düşer mi?
Cevap: Sırf kendisinden borç para aldığı için ücret alamadan evini birisine vermesinin şer’i bir yönü yoktur. Her halükârda borç olarak alınan parada humus yoktur.
Soru 967: Vakıflar dairesine ait bir yeri yetkililerden muayenehane olarak kullanmak için aylık belli bir ücretle kiraladım. Bununla birlikte benden bir miktar da hava parası aldılar. Söz konusu paranın benden çıktığını ve bir daha geri verilmeyeceğini dikkate alırsak, acaba o parada humus var mıdır?
Cevap: Eğer bu meblağ kazançtan olur ve o yeri kiralamak için hava parası olarak verilmesi gerekiyorsa, humusunu vermek farzdır.
Soru 968: Eğer birisi zaruri ihtiyaçlarından olan kaldığı eski evini, yıkıp yerine birkaç daireli bir apartman yapması ve karşılığında fazladan ona birkaç daire vermesi için müteahhite verirse, fazladan aldığı dairelerin humus yönünden hükmü nedir?
Cevap: Konunun birkaç yönü vardır:
1- Eğer bu işi ticaret (fazla daireleri satmak ve kâr etmek) kastıyla yapmışsa, [dairelerin] alıcısı varsa fiyat artışından enflasyon oranını düşerek humusunu vermelidir.
2- Fazla dairelere ihtiyacı varsa ve bu onun sosyal konumuna uygun ise humusu yoktur.
3- Ticaret kastı olmadan sadece kiraya verip gelir elde etmek için böyle yapmışsa, satmadığı sürece humusu yoktur. Sattığı takdirde değer artışından aslını ve enflasyon oranını düştükten sonra geriye kalan miktar onun yıllık geliri sayılır.Soru 969: Evlendiği günden bu güne kadar borçlu olup humus yılı belirlememiş ve şimdi humus yılı hesap etmeye karar veren biri, humusunu nasıl hesaplamalıdır.
Cevap: Eğer şimdiye kadar giderlerinden artan bir kazancı olmamışsa, geçmişe ait humus mükellefiyeti yoktur.
Soru 970: Vakfedilen arazi ve malların mahsul ve gelirlerinin humus ve zekât hükümleri nedir?
Cevap: Özel vakıf olsalar dahi vakfedilmiş malların kendisinde humus yoktur. Bunların mahsullerinde de ister özel vakıf olsun, ister genel vakıf, humus yoktur. Genel vakıf olarak vakfedilen malların mahsulleri vakfedilen kimseler tarafından alınmadıkça zekâtı da yoktur. Ancak; söz konusu mahsuller, vakfedilen kimseler tarafından alındıktan sonra zekâtı farz eden şartları taşırsa onlarda zekât vardır. Özel vakfın mahsulünde ise kendilerine vakfedilmiş kimselerin her birinin hissesi, nisap miktarına ulaşırsa onda zekât farzdır.
Soru 971: Küçük çocukların kazançlarına humus düşer mi?
Cevap: Çocukların bulûğ çağına ulaşmadan önce elde ettikleri kazançlar, buluğa erdikten sonra hala mülkiyetlerinde kalırsa ihtiyat gereği humusunu vermeleri farzdır.
Soru 972: İş ve kazanç elde etmede kullanılan araçlarda humus var mıdır?
Cevap: Meslek aletleri sermaye hükmündedir; dolayısıyla eğer yıllık gelirle satın alınmışsa humus vardır.
Soru 973: Son zamanlarda Hac ve Ziyaret Kurumu ile İran Milli Bankası arasında bir anlaşma yapıldı. Buna göre temettü haccı yapmak isteyenler mudarebe anlaşmasıyla kendi adına İran Milli Bankasına bir milyon tümen yatırıp makbuz alıyor. Bu para hacca gidene kadar yatıranın şahsi hesabında kalıyor ve tıpkı yazılı anlaşmaya göre her yılın sonunda yaklaşık yüzde 17 oranında mudarebeden kâr veriliyor. Hac ve Ziyaret Kurumu, parayı yatırma sırasına göre ve yaklaşık üç yıl sonra, sırası gelenlerden gitmek isteyenleri götürüyor. Söz konusu anlaşmanın yazılı olduğu ve paranın sahibi ile banka arasında sözlü bir muamele olmadığı dikkate alınırsa, şimdi lütfen mal sahibinin mudarebeden yüzde olarak elde ettiği kârın hükmünü açıklar mısınız?
Cevap: Yukarıda işaret edildiği şekilde bankayla yapılan yazılı bir anlaşmada sakınca yoktur. Mudarebe muamelesinden elde edilen kâr, parayı yatıran için helaldir. Eğer yatırılan anapara humusu verilmemiş gelirden ise humusu vardır. Kâr payına gelince, hacca gitmeden önce bankadan çekme imkânı yoksa eline geçtiği yılın gelirinden sayılır ve o yıl hac masrafı için harcanırsa humusu yoktur.
Soru: 974: Humus yılını 12. ayın sonu olarak belirleyen memurlar, normalde gelecek aybaşına kadar kullanmak üzere son maaşlarını yeni yıl girmeden 5 gün önce alıyorlar. Acaba bu son maaşta humus var mıdır?
Cevap: Eğer aldığı maaşı sene bitmeden (yani 5 gün içinde) yıllık giderlerinde kullanmazlarsa, humus farz olur. Elbette eğer bir miktar birikime sahip olmak onun için gerekli ihtiyaçlardan sayılırsa, o parada humus yoktur.
Soru 975: Üniversite öğrencilerinden birçoğu, beklenmedik sorunlarını halletme adına, kendileri giderlerinde tasarruf ediyorlar. Sonuç olarak eğitim bakanlığı tarafından onlara verilen burstan dikkate değer bir miktarını biriktirmiş oluyorlar. Acaba, bu paraya humus düşer mi?
Cevap: Eğitim harcamaları için verilen yardımda humus yoktur.
- HUMUSU HESAPLAMANIN YOLU
HUMUSU HESAPLAMANIN YOLU
Soru 976: Humusu gelecek yıla ertelemenin hükmü nedir?
Cevap: Humusu bir sonraki yıla ertelemek caiz değildir. Ama her ne zaman öderse borcun edası gerçekleşmiş olur.
Soru 977: Ben, birazı nakit, birazı da bazı şahısların elinde karz-ı hasene olarak bulunan bir mal varlığının sahibiyim. Diğer taraftan ev yaptırmak üzere aldığım arsa için borçluyum ve birkaç ay sonra çeklerden birini ödemeliyim. Acaba evin borcunu bahsedilen (nakit ve karz-ı hasene olan) malımdan düşüp geriye kalan miktarın humusunu ödemem caiz midir? Ayrıca konut için satın alınan arazinin humusu var mıdır?
Cevap: Yıllık gelirinizden vermiş olduğunuz borç paraları humus yılı başına kadar geri alamazsanız, elinize geçmedikçe humusunu vermeniz farz değildir. Yıllık gelirinizden elinizde bulunan mallara gelince, birkaç ay sonra vakti girecek olan borcunuzu humus yılı girmeden önce o maldan ödemeniz caizdir. Ancak eğer yılsonuna kadar ödenmezse, borcun oluştuğu yılın kazancından istisna edilemez ve humusu ödenmelidir. Ama eğer mevcut olan geliri elde ettikten sonra borç alınan mal zaruri ihtiyaç için kullanılırsa, yılsonunda o miktar kadarı gelirden düşülebilir. Konut için satın alınan arazi, yıl içindeki gelirle alınmışsa, humusu yoktur.
Soru 978: Şimdiye kadar hiç evlenmedim. Acaba ileride ihtiyacım olacak masraflarımı karşılayabilmem için hâlihazırda sahip olduğum mallarımdan bir kısmını biriktirmem caiz midir?
Cevap: Eğer biriktirdiğiniz parayı humus yılından birkaç gün sonra, evlilik için gerekli zaruri ihtiyaçlarınıza kullanacaksanız, o parada humus yoktur.
Soru 979: Benim humus yılım, onuncu ayın sonudur; acaba onuncu ayın sonunda aldığım maaşta humus var mıdır? Eğer maaşı aldıktan sonra artakalan kısmını (düzenli olarak her ay biriktiriyoruz) eşime hediye edersem yine de o paraya humus düşer mi?
Cevap: Humus yılı girmeden önce alınan veya humus yılının son gününden bir gün önce alınması mümkün olan maaşın giderlerden artakalan kısmında humus vardır. Ama ondan eşinize veya başka birine hediye ettiğiniz miktarında, eğer [hediyeniz humustan kaçmak kastıyla] sahte ve göstermelik olmazsa ve miktarı da sizin sosyal konumunuza uygun olursa humus yoktur.
Soru 980: Humusu verilmiş para veya malımı harcamaya başladım. Acaba humus yılı sonunda humusu verilmiş olan para veya maldan harcadığım miktarı o yılın kazancından çıkarabilir miyim?
Cevap: Eğer harcama sırasında yıllık geliriniz elinizde bulunduğu halde humusu ödenmiş parayı harcamışsanız, humus yılı başında o miktar kadarını istisna edebilirsiniz.
Soru 981: Ödül ve benzeri humus gelmeyen bir mal, eğer ana sermayeye karışırsa, acaba humus yılının sonunda karışan miktarı ana sermayeden çıkarmak ve sonra geri kalan malın humusunu vermek caiz midir?
Cevap: Çıkarılmasında sakınca yoktur.
Soru 982: Üç yıl önce humusu verilmiş parayla bir mağaza açtım. Humus yılım şemsî yılın sonu yani Nevruz Bayramı gecesidir. Şimdiye kadar ne zaman humus yılım gelse, bütün sermayemin halkın elinde borç olarak bulunduğunu gördüm. Bununla birlikte benim de çok fazla borcum var. Dini vazifem olan humus konusunda şer’i vazifemi belirlemenizi ümit ediyorum.
Cevap: Eğer humus yılının sonu geldiğinde elinizde ana sermayeden ve yıllık kazançtan bir şey olmazsa veya ana sermayeniz artmamışsa, humus ödemek size farz değildir. [Ancak] halka veresiye sattığınız ve alacaklı olduğunuz mallardan ettiğiniz kazancı, eğer humus yılı sonuna kadar geri alabilirseniz, sermaye ve enflasyon oranını düştükten sonra humusunu vermek farzdır. Aksi halde geri aldığınız yılın gelirinden sayılır. Eğer alacaklı olduğunuz malın bir kısmı yıllık kazancınızdan olup mala dönüşmüş ve daha sonra veresiye satılmışsa, bu miktarın ele geçtikten sonra derhal humusu ödenmelidir.
Soru 983: Mağazadaki malların humus yılı sonunda fiyatını belirlemek çok zor; bunu nasıl hesaplamalıyız?
Cevap: Yıllık kazancınızı hesaplamak için mağazadaki mevcut mallarınızın fiyatını tahmini de olsa mümkün olan her yolla belirleyip onun humusunu vermeniz farzdır.
Soru 984: Nakit paraya dönüşünceye ve sermayem çoğalıncaya kadar birkaç yıl, yıllık gelirimi hesaplamasam ve ondan sonra önceki sermayenin dışındaki mallarımın humusunu versem, şer’i bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Eğer her humus yılında, malınızın içinde az da olsa humus olursa, ödemeyi ertelemeniz caiz değildir.
Soru 985: Mağaza sahiplerinin humus vermede kullanabilecekleri en kolay yöntemi bize izah eder misiniz?
Cevap: Humus yılının sonunda elindeki malların fiyatını belirleyip daha sonra bütün nakit para ve mallarının hepsini hesaplayıp, toplamını (enflasyonu da hesap ederek) ana sermayeyle karşılaştırmalıdır. Eğer elindeki ana sermayeden [mal veya nakit para] fazla kalırsa, kazanç sayıldığı için o miktarın humusunu vermelidir.
Soru 986: Humus yılımın başlangıcını geçen yılın üçüncü ayının biri olarak belirledim. Aynı [belirlediğim bu] tarihte de banka hesabımdaki kârın humusunu hesaplamak için banka hesabıma baktım. Bu yöntem mali yılın hesabı için doğru mudur?
Cevap: Sizin humus yılınızın başlangıcı, ilk elde ettiğiniz kârı alabileceğiniz [çekebileceğiniz] gündür. Humus yılınızın başlangıcını o günden sonraya ertelemeniz caiz değildir.
987: Eğer humusu verilmemiş araba, motosiklet veya halı gibi zaruri ihtiyaç olan eşyalar satılırsa, acaba humusu satıldıktan hemen sonra verilmeli midir?
Cevap: Satılan mallar eğer şahsın zaruri ihtiyaçlarındansa ve yıl içerisindeki gelirden alınmış ve sonraki yılda satılmışsa onda humus yoktur. Ancak eğer mallar humusu ödenmemiş parayla alınmışsa, onları satmasa dahi alış fiyatı üzerinden (paranın değer kaybı da hesaplanarak) humusu verilmelidir. Eğer belirlenmiş bir humus yılı yoksa ve onu alırken ödediği paraya humus gelip gelmediğini de bilmiyorsa farz ihtiyat gereği vekillerimizden biriyle musâlaha yapmalıdır.
Soru 988: Buzdolabı gibi ihtiyaç duyduğu bir eşyayı [tek seferde nakit olarak] satın almaya gücü yetmediğinden para biriktirip onu almak isteyen birisi, [onu almadan] humus yılı gelirse biriktirdiği paraya humus düşer mi?
Cevap: Eğer biriktirilen para kısa bir süre [humus yılından birkaç gün] sonra zaruri bir ihtiyaç için kullanılacaksa humusu yoktur.
Soru 989: Eğer biri humus yılı girmeden önce gelirinden bir miktarını birisine borç verirse ve onu humus yılı geçtikten birkaç ay sonra geriye alsa, bu paranın hükmü nedir?
Cevap: Sorudaki takdirde, borcunu geriye alır almaz humusunu hemen vermesi farzdır.
Soru 990: Humus yılı içinde satın alınan ve humus yılı geçtikten sonra satılan eşyaların hükmü nedir?
Cevap: Bahsi geçen eşyalar eğer zaruri ihtiyaç olduğundan ve şahsi kullanım için alınmışsa humusu yoktur. Ancak eşyaları satmak amacıyla almış ise humus yılının başına kadar da satma imkânı olmuşsa, onların anaparasının ve kârının humusunu vermesi farzdır. Aksi takdirde satmadığı sürece onlarda humus yoktur. Sattığında ise satış bedelinin tamamı satış senesinin kazancından sayılır.
Soru 991: Bir memurun, humus yılı girdikten sonra aldığı maaşının humusunu vermesi farz mıdır?
Cevap: Eğer maaşı, humus yılının başına kadar alma imkânı vardıysa, henüz almamış olsa dahi humusunu vermesi farzdır. Aksi takdirde aldığı senenin kazancından sayılır.
Soru 992: Değeri sürekli değişmekte olan sikke altının humusu nasıl hesaplanır?
Cevap: Eğer humusunu onların değeri üzerinden vermek istiyorsa, ölçü, humus yılı sonundaki değeridir.
Soru 993: Eğer birisi mali humus yılını altın değeri üzerinden hesaplamak isterse, örneğin bütün sermayesi yüz [Cumhuriyet, Reşat vb.] sikke altına eş değer olsa ve yirmi sikke[ye eş değerini] humus olarak verse ve geriye humusu verilmiş seksen sikke altın [değerinde sermayesi] kalsa, önümüzdeki yıl sikkelerin fiyatı yükselse (ama adamın sermayesi sayı olarak yine seksen sikke altın değerinde olsa) ona humus gelir mi? Acaba artan fiyatın humusunu vermesi farz mıdır?
Cevap: Eğer değeri artar ve humus yılının başında satışı mümkün olursa artan miktardan enflasyon oranını düştükten sonra kalanında humus vardır.
- Humus Yılı Belirlemek
Humus Yılı Belirlemek
Soru 994: Yıllık gelirinden humus yılı sonuna kadar geriye hiçbir şey kalmadığını ve bütün kazancının yıl içerisindeki ihtiyaçlara harcandığını kesin olarak bilen birinin humus yılı tayin etmesi farz mıdır? Gelirinden yılsonunda hiçbir şey artmayacağına inandığı için kendisine humus yılı belirlemeyen birinin hükmü nedir?
Cevap: Humus yılının başlangıcı mükellef tarafından belirlenmekle belli olmaz; bu gerçek bir olgu olup, şahsın kazanca başlamasıyla birlikte başlar. Örneğin, mesleği ticaret olan birinin humus yılı ticarete başlamasıyla, çiftçilerinki, ürünlerinin hasat zamanı geldiğinde, işçi ve memurların ise ilk maaşlarını aldıklarında başlar. Belli bir günü humus yılının başlangıcı olarak tayin etmek müstakil bir farz olmayıp sadece mükellefin humus miktarını öğrenmesi için bir yoldur. Humusunu hesaplamasının farz olması için miktarını bilmeyebilir ama ona humus düştüğünü bilmesi gerekir. Eğer kazancının hepsini yıl içerisinde zaruri ihtiyaçları için harcarsa ve geriye hiçbir şey kalmazsa, hiçbirisinin humusu ona farz değildir.
Soru 995: Humus yılının başlangıcı, ilk işe başlanıldığı ay mıdır? Yoksa ilk maaşın alındığı ay mı?
Cevap: Humus yılının başlangıcı, maaş alan işçi, memur ve diğerleri için maaşın ve ücretin alındığı veya alınması mümkün olan ilk gündür.
Soru 996: Humus vermek için humus yılının başlangıcı nasıl belirlenir?
Cevap: Humus yılı başlangıcının mükellefin kendisi tarafından belirlenmeye ihtiyacı yoktur. Yıllık kazanç şekline göre humus yılı kendiliğinden belirlenir. Dolayısıyla memur ve işçi gibilerin humus yılları, çalıştıkları işten elde ettikleri gelirlerden ilk aylıklarını alma imkânlarının olduğu [ellerine geçmese ve almasalar bile] ilk günden itibaren, tüccar, mağaza ve dükkân sahiplerinin humus yılı, alış verişe başladıkları gün ve çiftçiler gibi [tarımla uğraşanların] humus yılı ise yılın ilk mahsulünü aldıkları gün başlar.
Soru 997: Anne babasıyla birlikte yaşayan bekâr bir gencin humus yılı belirlemesi farz mıdır? Onların humus yılı ne zaman başlar ve nasıl hesaplamalıdırlar?
Cevap: Bekâr gencin her ne kadar az da olsa eğer bir geliri varsa, humus yılı belirlemesi ve yıllık gelirini hesaplaması ve yılsonuna kadar kazancından elinde bir şeyler kaldığı takdirde, onların humusunu vermesi farzdır. Humus yılının başlangıcı, ilk kazancının eline geçtiği günden itibaren başlar.
Soru 998: Maaşlarını ev giderlerinde ortak harcayan eşler, birlikte ortak bir humus yılı belirleyebilirler mi?
Cevap: Her birisinin kendi geliri olması hasebiyle diğerinden bağımsız bir humus yılı vardır ve her birinin humus yılının sonunda yıllık gelirinden elinde kalan miktarın humusunu vermesi farzdır. Onlardan birinin, diğerinin izniyle onun humusunu hesaplaması ve ödemesi caizdir.
Soru: 999: Ben bir ev hanımıyım. Eşim gelirinin humusunu her yıl veriyor. Benim de bazen gelirim oluyor. Acaba ben de humusunu ödemediğim ilk kazancımı elde ettiğim günü humus yılımın başlangıcı sayarak sene sonunda zaruri ihtiyaçlardan artakalan miktarın humusunu vermek için kendime humus yılı belirleyebilir miyim? Ayrıca yıl içinde ziyaret ve hediyeler için harcadığım miktara humus düşer mi?
Cevap: İlk kazancınızı elde ettiğiniz günü humus yılınızın başlangıcı olarak saymanız farzdır. Humus yılı boyunca gelirlerinizden adı geçen masraflarda kullandığınız miktarda humus yoktur. [Ama] yıllık gelirinizden humus yılı içinde zaruri ihtiyaçlarınıza ve yıllık giderlerinize yaptığınız harcamalardan artan miktarın humusunu vermeniz farzdır.
Soru 1000: Humus yılı hicri şemsî yılına göre mi, yoksa hicri kamerî yılına göre mi olmalıdır?
Cevap: Mükellef bu konuda serbesttir.
Soru 1001: Humus yılının başlangıcının on birinci ay olduğunu söyleyen biri, bu tarihi unutarak on ikinci ayda humusu verilmemiş parayla evine halı, saat ve halıfleks satın almıştır. Şimdi ise humus yılının başlangıcını Ramazan ayı olarak değiştirmek istiyor. Ayrıca geçen yıldan ve bu yıldan taksitle ödemekte olduğu seksen üç bin tümen humus borcu olduğunu da belirtelim. Bahsedilen malların humusuyla ilgili görüşünüz nedir?
Cevap: Yılın belli bir zamanına kadar olan gelirin humusunu hesaplayıp vererek bir sonraki humus yılının başlangıcını [humusu ödediğin] o gün olarak öne almak caizdir. Ancak humus ödemesini humus yılından başka bir yıla ertelemek caiz değildir. Gelirinin humusunu yılbaşında ödemeyen biri, humus yılı geçtikten sonra onu harcarsa, humus onun üzerinden kalkmaz ve paranın değer kaybını da hesaplayarak onu ödemelidir. Eğer değer kaybı belli değilse, şer’i hâkimle musâlaha etmelidir.
Soru 1002: İnsanın kendisi malının humusunu hesaplayıp daha sonra ona farz olan miktarı vekillerinizden birine verebilir mi?
Cevap: Humus konusunda bilgisi varsa sakıncası yoktur.
- Humus yetkilisi
Humus yetkilisi
Soru 1003: İmam Humeyni’nin, sizin ve bazı müçtehitlerin görüşüne göre humus alma yetkisi Müslümanların veliyyi emrinin uhdesinedir. Buna göre veliyyi emirden başkasına humus vermenin hükmü nedir?
Cevap: Muhterem taklit mercilerini taklit edenlerin her biri eğer kendi taklit ettiği müçtehidin fetvasına göre humusunu verirse humus görevini yerine getirmiş olacaktır.
Soru 1004: Acaba [humustaki] seyyid hissesinin, seyyidleri evlendirme gibi hayırlı işlerde kullanılması caiz midir?
Cevap: [Humustaki] seyyid hissesi de mübarek İmam hissesi gibi Müslümanların veliyyi emrinin yetkisindedir. Özel bir izin alındıktan sonra seyyid hissesini adı geçen yerlerde kullanmanın sakıncası yoktur.
Soru 1005: [İnsanın humustaki] İmam'ın (a.s) hissesini, ilmi havzalarda ve öksüzler yurdu gibi hayır işlerinde kullanabilmek için taklit ettiği müçtehitten izin alması zorunlu mudur? Yoksa herhangi bir müçtehidin izni yeterli midir? Acaba usulen müçtehidin izni zaruri midir?
Cevap: Hisselerin her ikisinin de genel olarak yetkisi Müslümanların veliyyi emrine aittir. Üzerinde ya da malının bir miktarında İmam (a.s) veya seyyid hissesi olan kimsenin onu, humus yetkilisine [veliyyi emr] ya da izin verdiği vekiline vermesi farzdır. Ama eğer onu adı geçen yerlerde kullanmak isterse kullanmadan önce izin almalıdır. Bununla birlikte mükellef taklit ettiği müçtehidin bu konudaki fetvasına da riayet etmelidir.
Soru 1006: Acaba vekilleriniz veya vekil olmayan kimselere humus verildiğinde makbuz vermekle yükümlü müdürler?
Cevap: Şer’i ödemelerini bizim vekillerimize veya büromuza ulaştırmaları için başka kimselere verenler, mührümüzün olduğu makbuzu talep etsinler.
Soru 1007: Bölgemizdeki vekillerinize humus verdiğimizde bazen İmam’ın (a.s) hissesini geri veriyorlar ve sizin tarafınızdan izinli olduklarını söylüyorlar. Acaba, bize geri verilen bu miktarı ailevi ihtiyaçlarımızda kullanmamız caiz midir?
Cevap: İzinli olduğunu iddia eden kimse hakkında şüphe ederseniz saygılı bir şekilde bizim el yazımızın olduğu izin belgesini göstermesini ya da bizim mührümüzü taşıyan bir makbuz vermesini isteyiniz. Eğer tıpkı bizden aldıkları izine dayalı olarak bir iş yapmışlarsa, yaptıkları tarafımızdan onaylanmıştır.
Soru 1008: Humusu verilmeyen mal ile çok pahalı bir mülkü alıp, onun tadilatı için de çok miktarda para harcadıktan sonra onu resmi olarak baliğ olmayan oğlunun adına tapulayarak ona hediye eden kimsenin şu anda hayatta olduğunu da dikkate alarak, bu şahsın humus konusundaki sorumluluğu nedir?
Cevap: Mülkün alımı ve tadilatında harcanılan para, eğer aynı yılın kazancından olursa, yine o mülkü çocuğuna aynı yılda hediye eder ve bu da onun sosyal konumuna uygun olursa, o zaman onda humus yoktur. Aksi takdirde, o mülkün humusunu vermesi farzdır.
- Seyyid Hakkı
Seyyid Hakkı
Soru 1009: Annemin seyyid olduğunu dikkate alarak şu sorulara cevap vermenizi rica ediyorum:
1- Acaba ben de seyyid sayılır mıyım?
2- Çocuklarım ve neslimden gelenler seyyid sayılır mı?
3- Anne tarafından seyyid olanla, baba tarafından seyyid olan arasında ne fark vardır?Cevap: Anne tarafından Peygamber'e (s.a.a) intisap edenler de Resul-i Ekrem'in (s.a.a) evlatlarıdırlar. Ama seyyidlerle ilgili şer’i hükümler ve sonuçları baba tarafından seyyid olanlar içindir.
Soru 1010: İmam Ali'nin (a.s) oğlu Hz. Ebulfazl Abbas'ın (a.s) çocukları da diğer seyyidlerle aynı hükmü taşıyorlar mı? Örneğin, bu aileye mensup olup dini tahsil yapan öğrenciler seyyid elbisesi giyme şerefine nail olabilirler mi? Hz. Ebu Talip’in oğlu Akil'in çocukları için de hüküm aynı mıdır?
Cevap: Baba tarafından Ebulfazl Abbas'ın soyundan olanlar alevi seyyidleridirler. Bütün Alevi seyyidleri ve Hz. Akil'in soyundan gelen seyyidler, Hâşimî seyyidleridir ve Haşimi seyyidlerinin özel imtiyazlarından yararlanma hakkına sahiptirler.
Soru 1011: Yenilerde babamın amcaoğullarından birine ait şahsî bir belge buldum, onda senet sahibinin isminin seyyid olduğu yazılmıştı. Bundan dolayı ve akrabalarımızın içerisinde de bizim seyyid olduğumuzun meşhur olması ve son zamanlarda elime ulaşan bir delilin de karine olmasını göz önünde bulundurarak seyyid olmam hususunda mübarek görüşünüz nedir?
Cevap: Sadece akrabalarınızdan birine ait bir belgede seyyid unvanının anılması sizin seyyid olduğunuza dair şer’i bir delil sayılmaz. Seyyid olduğunuzu itminan ile ya da şer’i bir delille ispatlamadıkça seyyidlik için geçerli olan şer’i hükümler ve sonuçlar sizin hakkınızda geçerli olmaz.
Soru 1012: Bir çocuğu evlat edindim; ismini de Ali koydum. Ona nüfus cüzdanı almak için nüfus idaresine müracaat ettiğimde nüfusta onun lakabını "seyyid" diye yazmak istediler, ama ceddim Resulullah‘tan (s.a.a) korktuğum için ben bunu kabul etmedim. Şimdi onu evlat edinmekten vazgeçmek ile seyyid olmayan birinin seyyid olduğunu kabullenmekle günaha düşmeyi kabul etmek arasında kararsız kaldım. Bu iki yoldan hangisini seçmeliyim, bana yol gösterir misiniz?
Cevap: Öz evlatla ilgili olan hükümler, evlat edinilen kimse için geçerli değildir. Öz babası tarafından seyyid olmayan birisine de seyyidlik hükümleri uygulanamaz. Her halükârda; kimsesiz bir çocuğu sahiplenip sorumluluğunu üstlenmek gerçekten güzel ve şer’ an beğenilir bir ameldir.
- HUMUSUN HARCANMA YERLERİ, İZİN ALMA, HEDİYE VE İLMİ HAVZA AYLIĞI
HUMUSUN HARCANMA YERLERİ, İZİN ALMA, HEDİYE VE İLMİ HAVZA AYLIĞI
Soru 1013: Bazıları kendileri seyyidlerin su ve elektrik paralarını ödüyorlar. Bunu humustan düşmeleri caiz midir?
Cevap: Humustan, şimdiye kadar seyyitlerin hissesi kastıyla verdikleri geçerlidir; ancak bundan sonrası için vermeden önce izin almaları gerekir.
Soru 1014: Humusta İmam’ın (a.s) hissesinin üçte biriyle dinî kitaplar satın alarak dağıtmaya izin veriyor musunuz?
Cevap: Bizim tarafımızdan yetkili vekillerimiz yararlı dinî kitaplar hazırlayıp yayınlamayı gerekli görürlerse, belirlenmiş şer’i yerlerde harcanması caiz olan humusun İmam hissesi kısmının üçte biriyle bu işi yapmaları caizdir.
Soru 1015: Humusun seyyid hissesi kısmını, kocası seyyid olmayıp ama fakir olan, çocuk sahibi, evli ve fakir seyyide kadına vermek caiz midir? Ayrıca, o kadının bu parayı çocukları ve kocası için harcaması caiz midir?
Cevap: Kocası fakir olduğu için karısının nafakasını vermekten aciz olursa ve karısı da şer’an fakir sayılırsa, ihtiyaçlarını gidermek için seyyid hissesini alması caizdir. Seyyid hissesinden aldığı o parayı kendisi, çocukları ve hatta kocası için harcayabilir.
Soru 1016: Dinî medreselerde verilen aylıkların dışında giderlerini karşılayacak miktarda diğer yerlerden gelirleri olan kimselerin İmam veya seyyid hissesinden almalarının hükmü nedir?
Cevap: Şer'an müstahak olmayan ve ilmiye havzasının aylık alma kuralları kapsamına da girmeyen birinin İmam veya seyyid hissesinden alması caiz değildir.
Soru 1017: Seyyide bir kadın, babasının ailesini geçindirmede kusur ettiğini ve geçimlerini sağlamak için camilerde halktan yardım toplamaya mecbur kaldığını iddia ediyor. Bölge halkı da o seyyidi zengin, ama kendi ailesine karşı cimri birisi olarak tanımaktadırlar. Acaba onların nafakalarını seyyid hissesinden karşılamak caiz midir? Babalarının mesela: "Benim üzerime ailemin sadece zaruri yiyecek ve giyeceklerini karşılamak farzdır; ancak, kadınlara mahsus eşyalar ve normalde küçük çocuklara verilen günlük harçlıklar gibi diğer ihtiyaçları karşılamak farz değildir." dediğini varsayalım. Bu durumda ihtiyaçlarını giderecek miktarda onlara seyyid hissesinden vermek caiz midir?
Cevap: Birinci durumda, masraflarını babalarından alamazlarsa onlara masrafları miktarınca seyyid hissesinden vermek caizdir. İkinci durumda; yiyecek ve giyeceğe ilave olarak toplumsal konumlarına uygun diğer şeylere de ihtiyaçları olursa, ihtiyaçlarını giderecek miktarda seyyid hissesinden vermek caizdir.
Soru 1018: İnsanların kendilerinin seyyid hissesini fakir seyyidlere vermelerine izin veriyor musunuz?
Cevap: Üzerinde seyyid hissesi olan biri, onu müstahak olanlara vermek için izin almalıdır.
Soru 1019: Sizi taklit edenler seyyid hissesini fakir seyyide verebilir mi? Yoksa humusun tümünü, yani hem seyyid hissesini hem de İmam’ın (a.s) hissesini şer’i yerlere harcaması için sizin vekilinize mi vermesi gerekir?
Cevap: Bu hususta seyyid hissesiyle İmam'ın (a.s) hissesi arasında bir fark yoktur.
Soru 1020: Şer'î haklar (humus, zekât, redd-i mezalim) hükümet işlerinden sayılır mı? Üzerine humus farz olan bir kimse şahsen kendisi seyyid hissesini, zekât ve redd-i mezalimi muhtaçlara verebilir mi?
Cevap: Zekâtı ve redd-i mezalimi, her ne kadar ihtiyata uygun olan, şer’i hâkimin izniyle vermesi olsa da dindar ve iffetli fakirlere kendisinin vermesi de caizdir. Ancak humusun hepsini belirlenen şer’i yerlerde harcanması için bizim büromuza veya yetkili olan vekillerimize vermesi farzdır. Ya da muhtaç olana vermek için izin almalıdır.
Soru 1021: Bir işi ve mesleği olan seyyidler humusa müstahak mıdırlar?
Cevap: Eğer gelirleri, sosyal konumlarına uygun bir şekilde geçimlerini karşılamak için yeterli olursa, fakir sayılmazlar ve humus alma hakkına sahip değillerdir.
Soru 1022: Ben yirmi beş yaşında memur bir gencim. Hâlâ bekârım ve yaşlı anne ve babamla birlikte yaşamaktayım. Babam çalışamayan ve geliri olmayan çok yaşlı biri olduğu için dört yıldır evin tüm ihtiyaçlarını ben karşılıyorum. Hem yıllık kazancımın humusunu verip hem de ailemin bütün masraflarını karşılayamıyorum. Ayrıca geçmiş yıllardan da daha sonra ödemek için not aldığım on dokuz bin tümen humus borcumun olduğunu göz önünde bulundurarak acaba yıllık gelirimin humusunu babam ve annem gibi akrabalarıma vermem caiz midir?
Cevap: Eğer baba ve anneniz, günlük hayatlarını idare edecek mali güce sahip değillerse ve siz de bunu karşılayacak güce sahipseniz onların masraflarını karşılamak size farzdır ve onların nafakasını temin etmek için harcadıklarınız, sizin [humustan istisna edilen] zaruri giderlerinizden kabul edilir. Ancak onu [anne ve babanıza yaptığınız harcamaları] ödenmesi farz olan humusun yerine sayamazsınız.
Soru 1023: Size ödemem gereken bir miktar İmam (as) hissesi bulunuyor; diğer taraftan burada yardıma ihtiyacı olan bir cami var. Acaba bu parayı, caminin inşaatına ve tamamlanmasına harcaması için caminin imamına verebilir miyim?
Cevap: Günümüzde her iki hisseye de [hem seyyid hem imam hissesi] ilmi havzalarının idaresi için ihtiyaç vardır. Bu tür (cami yaptırmak gibi) işler için müminlerin bağışlarından yararlanılsın.
Soru 1024: Babamızın hayattayken malının humusunun tamamını vermemiş olabileceğini tahmin ediyoruz. Biz onun arsalarından birini hastane yapılması için bağışladık. Acaba bu arsayı babamızın mallarının humusundan düşebilir miyiz?
Cevap: Bahsettiğiniz arsa humus olarak sayılamaz.
Soru 1025: Hangi durumlarda humus, onu veren kimseye bağışlanabilir?
Cevap: İmam ve seyyid hissesi bağışlanamaz.
Soru 1026: Humus yılının sonunda yıllık zaruri giderlerinden yüz bin tümen fazla kalan ve onun humusunu veren biri, eğer sonraki yıl bu para yüz elli bin tümene ulaşırsa, elli bin tümenin mi humusunu vermesi gerekir? Yoksa yüz elli bin tümenin mi?
Cevap: Eğer humusu verilmiş mal ile verilmemiş mal karışmış veya bir hesapta ise ve kişi niyet etmeden o hesaptan para çekerse, hatta humusu verilmiş mal niyetiyle bile olsa o hesaptan alıp zaruri ihtiyaçlarına harcarsa ve sene sonunda humusu verilmiş miktar kadar veya daha az hesapta kalırsa, kalan miktarda humus yoktur [ama humusu verilmiş maldan daha fazlası hesapta kalırsa fazla olan miktarın humusu verilmelidir].
Soru 1027: Henüz evlenmemiş ve evleri olmayan dinî ilimler talebelerinin tebliğ ve çalışmalarıyla veya İmam'ın (a.s) hissesi yoluyla elde ettikleri gelirlerinin humusu var mı? Yoksa bu gelirleri humustan istisna tutarak humusunu çıkarmadan evlilik masrafları için biriktirebilirler mi?
Cevap: Taklit mercileri tarafından dini ilim havzalarında dersle meşgul olan muhterem talebelere hediye edilen şer’i hakların humusu yoktur; ancak tebliğ ve çalışmalarıyla elde ettikleri diğer gelirler humus yılının başına kadar kalırsa onun humusunu vermeleri farzdır.
Soru 1028: Humusu verilmiş ve verilmemiş olarak karışık bir miktar mal biriktiren biri, bazen nafakası için ondan bir miktarını alıyor ve bazen de ona bir miktar ekliyor. Humusu verilmiş malın miktarının belli olduğunu dikkate alarak geriye kalan bütün malın mı, yoksa sadece humusu verilmemiş malın mı humusunu vermelidir?
Cevap: Eğer humusu verilmiş mal ile verilmemiş mal karışmış veya bir hesapta ise ve kişi niyet etmeden o hesaptan para çekerse, hatta humusu verilmiş mal niyetiyle bile olsa o hesaptan alıp zaruri ihtiyaçlarına harcarsa ve sene sonunda humusu verilmiş miktar kadar veya daha az hesapta kalırsa, kalan miktarda humus yoktur [ama humusu verilmiş maldan daha fazlası hesapta kalırsa fazla olan miktarın humusu verilmelidir].
Soru 1029: Satın alınan ve üzerinden birkaç yıl geçen kefenin humusunu vermek farz mıdır? Yoksa sadece satın alındığı değerin humusu mu farzdır?
Cevap: Kefen aldığı paranın, eğer humusu verilmişse artık humusu yoktur; aksi durumda, ilk humus yılı başındaki değeri üzerinden (paranın değer kaybını da hesap ederek) humusu verilmelidir.
Soru 1030: Ben dini ilimler talebesiyim. Bir miktar param vardı. Ona ilave olarak başkalarının yardımı, seyyid hissesinden faydalanarak ve bir miktar da borçlanarak küçük bir ev satın aldım. Şimdi o evi sattım. Eğer satış bedelinin üzerinden bir yıl geçerse ve bu müddet zarfında başka bir ev satın almazsam, acaba ev satın almak için hazırda beklettiğim bu paraya humus gelir mi?
Cevap: Talebe aylığı, seyit hakkı, hayırsever insanların yardımı ve borçla alınan evin satış bedelinde humus yoktur.
- Humusla ilgili farklı konular
Humusla ilgili farklı konular
Soru 1031: Ben, 1962 yılında İmam Humeyni'yi taklit ettim ve İmam'ın fetvalarına uygun olarak şer’i hakları ona verdim. 1967'de İmam şer’i haklar ve vergiler hususunda sorulan bir soruya şöyle cevap verdi: "Şer’i haklar humus ve zekâttır; vergilerin şer’i haklarla bir ilgisi yoktur." Günümüzde İslâm Cumhuriyetinde yaşadığımızı dikkate alarak, şer’i hakları ve vergileri verme konusunda vazifemiz nedir?
Cevap: Kanun ve kurallara uygun olarak İslâm Cumhuriyeti tarafından alınan vergileri, her ne kadar o kanunun kapsamına girenlerin vermeleri farz olsa da ve yıllık verilen vergiler [humustan istisna edilen] aynı yılın zaruri harcamalarından sayılsa da, İmam ve seyyid hissesi yerine geçmez. Bunun dışında yıllık giderlerinden arta kalan miktarın humusunu bağımsız olarak vermeleri farzdır.
Soru 1032: Şer’i hakları, diğer paraların değerinin sabit olmamasından dolayı, değeri sabit olan başka bir paraya çevirmek şer’i açıdan caiz midir?
Cevap: Üzerinde şer’i haklar olan kimse için caizdir; ancak, hakları verince, verdiği günün fiyatını hesaplaması gerekir. Ama şer’i hakları toplamak için veliyyi emir tarafından vekil olan ve kendisine güvenilen kimse, bu hususta kendisine izin verilmesi dışında aldığı parayı başka bir paraya değiştiremez. Paranın değerinin değişmesi de onu [başka paraya] çevirmek için şer’i bir izin hakkı vermez.
Soru 1033: Bir kültür müessesesinde ilerdeki mali ihtiyaçları karşılamak için sermayesi şer’i haklardan olan bir ticaret bölümü oluşturulmuştur. Acaba bu bölümün gelirlerinin humusunu vermek farz mıdır? Bunun humusunu aynı müessesenin yararına olacak şekilde harcamak caiz midir?
Cevap: Kârından kültür müessesesinde yararlanmak için bile olsa belirli yerlerde harcanması gereken şer’i haklarla ticaret yapmak humus yetkilisinin izni olmadan sakıncalıdır. Onunla ticaret yapıldığı takdirde kâr da belirlenen şer’i yerlerde harcanma konusunda sermayeye tabidir ve bunun humusu yoktur. Evet, müesseseye bağışlanan hediyelerle ticaret yapmanın sakıncası yoktur ve sermayesi müessesenin malı olursa bu yolla elde edilen fayda ve kârların da humusu yoktur.
Soru 1034: Bir şeyin humusunun verilip verilmediğinde şüphe edersek ve humusunun verildiği zannı daha galip gelirse vazifemiz nedir?
Cevap: Eğer şüphe edilen şey, üzerine humus gelen eşyalardan ise, humusunun kesin olarak verildiğini anlamak farzdır.
Soru 1035: Yedi yıl önce üzerime bir miktar humus farz oldu. Bir müçtehitle görüşüp onu borca çevirerek bir bölümünü ödedim, diğer bir bölümü de üzerimde kaldı. O zamandan şimdiye kadar geri kalan miktarını veremedim; vazifem nedir?
Cevap: Ödeme gücünüzün olmaması, vazifenin üzerinizden kalkmasına sebep olmaz. Verebilecek güce sahip olduğunuz zaman bu borcu tedricen de olsa vermeniz farzdır.
Soru 1036: Üzerine humus gelmeyen bir mala, humus olarak ödediğim parayı, şimdiki borçlu olduğum humusa sayabilir miyim?
Cevap: Eğer şer’i masraf yerlerine kullanılmışsa, şimdiki humus borcuna sayılamaz. Ancak o paranın kendisi harcanmadan duruyorsa onu verdiğiniz yerden talep edebilirsiniz.
Soru 1037: Bulûğ çağına erişmeyen çocuklara humus ve zekât farz olur mu?
Cevap: Bulûğ çağına erişmeyen kimseye malın zekâtını vermek farz değildir; ancak eğer onun malına humus düşerse (maden veya haram karışmış mal gibi) şer’i velisine onun humusunu vermesi farzdır. Ama malıyla yaptığı ticaretten elde ettiği kârlarının humusunu vermek velisine farz değildir. Ancak farz ihtiyat gereği eğer kârdan kalırsa humusunu bulûğ çağına erdikten sonra çocuğun kendisinin vermesi farzdır.
Soru 1038: Şer’i hakları, İmam’ın (a.s) hissesini ve şer’i yerlerde kullanılması taklit mercilerinden birinin iznini gerektiren [maddi] şeyleri dinî bir kurum, medrese, cami veya Hüseyniye gibi yerlerde harcayan birinin, acaba vermekle sorumlu olduğu şer’i hakları harcadığı yerlerden geri almaya ya da verdiği arsayı geri istemeye veya [harcama yaptığı] kurumun binasını satmaya şer’an hakkı var mıdır?
Cevap: Eğer malını şer’i hakları kendisine vermesi farz olan kimseden aldığı izine uygun olarak, üzerinde olan şer’i hakları vermek niyetiyle bir medrese yapımında vb. yerlerde harcarsa, verdiğini tekrar geri almaya ve malikiymiş gibi onda tasarruf hakkına sahip değildir.
- Enfal
Enfal
Soru 1039: Şehir arazisi kanununa göre:
1- Çorak araziler enfalden sayılır ve İslam Hükümeti’nin tasarrufu altındadır.
2- Şehirlerde olan çorak ve diğer arazilerin eğer özel sahipleri varsa, devlet ve belediyeler onlara ihtiyaç duyarsa, onları o bölgede olan standart fiyat üzerinden sahiplerinden istimlak edebilir.Soru şudur:
1- Eğer birisi kendi adına kayıtlı olan ama şehir arazisi kanunu sonucu tapusu geçersiz olan çorak bir araziyi, İmam (a.s) ve seyit hakkı unvanıyla verirse, hükmü nedir?
2- Eğer birinin çorak veya verimli bir arazisi olsa ve devlet veya belediye tarafından kanun gereği onları satmak zorunda kalsa, ama o bu arazileri İmam ve seyyid hakkı unvanıyla verse, hükmü nedir?Cevap: Esasen ölü olan ve şer'i açıdan adına tapulu olduğu şahsın mülkü olmayan bir yerin, humus unvanıyla devredilmesi veya humus borcu yerine sayılması sahih değildir. Aynı şekilde devlet veya belediye tarafından tıpkı kanunlara göre karşılıklı ya da karşılıksız olarak alınması caiz olan bir mülkü, sahibi humus unvanıyla [bir başkasına] devredip onu humus borcu yerine sayamaz.
Soru 1040: Eğer birisi tuğla fabrikasının yanında bulunan bir araziyi toprağını satmak için alırsa, acaba enfalden sayılır mı? Enfalden olmadığını varsayalım, [satılan toprağın kârından] %10 oranında belediyeye verildiğini düşünürsek; acaba devlet bu arazinin [satılan] toprağı için vergi talep edebilir mi?
Cevap: Muamele edilen arazi eğer yerleşim alanı ve satıcının şer'i açıdan özel mülkü olursa, gerçi onu satın almakla alıcının özel mülkü olur ve enfalden sayılmaz; ancak onun toprağının satılmasından elde edilen gelirin vergisini ödemek, eğer İran'da İslami Şura Meclisinin tasvip ettiği kanun gereğince ve Anayasa Koruma Konseyi onayıyla olursa, gereklidir ve devletin onu talep etme hakkı vardır.
Soru 1041: Belediyenin, dere yataklarının kum ve çakıllarını, şehrin imar ve inşası ve diğer şeyler için özel olarak kullanma hakkı var mı? Bu hakka sahip olmaları durumunda belediyeden başkası sahiplik iddiasında bulunursa, acaba onun bu iddiası geçerli midir?
Cevap: Belediyelerin bunu yapması caizdir ve şahıslar tarafından büyük ve umumi dere yataklarındaki özel mülkiyet iddiası kabul edilmez.
Soru 1042: Aşiretlerin otlaklarını (her kabilenin kendi otlakları üzerindeki) kullanmadaki öncelik hakları, oradan göç edip tekrar oraya dönmeye karar vermekle ortadan kalkar mı? Bu göçlerin eskiden beri var olduğu ve onlarca yıldır devam ettiğini de dikkate almanızı rica ediyorum.
Cevap: Oradan göç ettikten sonra onlar için otlaklara ve meralara yönelik şer'i öncelik hakkın olması sakıncalıdır ve bu konuda ihtiyat etmek daha iyidir.
Soru 1043: Bir köy mera ve tarım arazisi açısından dardadır ve kamu giderleri mera otu satışı ile sağlanmaktadır. Bu durum İslam devriminden sonra da şimdiye kadar devam etmiş ancak yetkililer bunu yapmalarını yasaklamıştır. Köy sakinlerinin maddi yoksulluğu ve meraların çoraklığı göz önüne alındığında, köy meclisinin köylülerin mera otunu satmasını yasaklama ve satışından elde edilen geliri köyün genel giderlerini karşılamaya ayırma hakkı var mı?
Cevap: Özel mülkiyet geçmişi olmayan doğal kamu meralarının otları, kimsenin özel mülkü değildir ve biri tarafından satılması caiz değildir. Ancak devlet tarafından köyün işlerinden sorumlu olan kişi, köyün genel maslahatı ve yararı için orada hayvanlarını otlatma izni olan insanlardan belli bir ücret alabilir.
Soru 1044: Aşiretlerin on yıllardır periyodik olarak gittikleri yazlık ve kışlık otlakları sahiplenmeleri [kendi mülkiyetlerine geçirmeleri] caiz midir?
Cevap: Kimsenin özel mülkiyet geçmişine sahip olmadığı doğal meralar, enfalden olup yetkisi Müslümanların Veliyyi Emri’nde olan kamu mülküne ait arazilerdir ve aşiretlerin oraya gidip gelme geçmişleri onları malik yapmaz.
Soru 1045: Aşiret meralarının alım ve satımı ne zaman sahihtir ve ne zaman sahih değildir?
Cevap: Kimsenin mülkü olmayan, enfalden ve kamu malına ait olan otlakların alım ve satımı hiçbir durumda sahih değildir.
Soru 1046: Mesleğimiz hayvancılıktır, büyükbaş hayvanlarımızı ormanlardan birinde otlatıyoruz ve elli yılı aşkın süredir bu işle uğraşıyoruz. Bu ormanın miras yoluyla şer’i sahibi olduğumuzu gösteren bir belgemiz var. Bahsi geçen belge aynı zamanda yasal bir belgedir. Ayrıca bu ormanlar Emirü'l-Müminin'e ve Seyyidü'ş-Şüheda'ya ve Ebulfazlu'l-Abbas'a (hepsine selam olsun) vakfedilmiştir ve çiftçiler uzun yıllardır bu ormanda yaşamaktadır. Burada konutları, tarım arazileri ve meyve bahçeleri var. Son zamanlarda ormancılar bizi oradan kovmaya ve ona hâkim olmaya karar vermişler; acaba onların bizi bu ormandan kovmaya hakları var mı?
Cevap: [Bir mülkün] miras yoluyla intikali, miras bırakanın şer'i olarak malik olmasına bağlı olduğu gibi, şer'i açıdan bir vakfın sahih olması da şer'i mülkiyet geçmişine bağlıdır. Bu nedenle şimdiye kadar kimsenin özel mülkü olmayan ve hiçbir ihya ve imar geçmişi söz konusu olmayan ormanlar ve doğal otlaklar, birinin özel mülkü sayılmaz ki vakfedilmesi sahih olsun veya miras yoluyla intikal etsin. Her halükârda ormanların, şer'i ve kanuni izin ile çiftlik, mesken ve benzeri olarak ihya edilen ve şer'i mülk haline gelen bölümü, eğer vakıf olursa, onun tasarruf hakkı şer'i mütevellisine aittir. Eğer vakıf olmazsa, onda tasarruf etme hakkı malikine aittir. Ama ormanın doğal orman ve otlak şeklinde kalan bölümleri enfalden olup kamu malına aittir ve onun yetkisi kanunlar gereği İslam devletinin elindedir.
Soru 1047: Hayvanlarını otlatmalarına izin verilen çiftçilerin, sahibinin izni olmadan kendilerinin ve sığırlarının şahsi çiftliklerin suyundan içmeleri için otlakların etrafındaki özel mülke girmeleri caiz midir?
Cevap: Bireylerin şahsi mülküne bitişik meralarda hayvan otlatma izninin olması, başkasının mülküne girme ve oranın suyunu kullanma izni için yeterli değildir ve sahibinin rızası olmadan bu onlara caiz olmaz.
-
- CİHAD
CİHAD
Soru 1048: Masum İmam’ın (selam ona olsun) gaybeti zamanında cihad-ı ibtidaî'nin hükmü nedir? Acaba bütün şartları taşıyan fakihin (Veliyy-i Emr-i Müslimin), bu konuda hüküm vermesi caiz midir?
Cevap: Bütün şartları taşıyan veliyy-i fakihin, maslahat gerektirdiğinde cihad-ı ibtidaî hükmünü vermesinin caiz olduğunu söylemek uzak bir görüş değildir ve hatta güçlü olan görüş budur.
Soru 1049: İslam'ın tehlikeye maruz kaldığını teşhis ettikten sonra anne ve babanın rızası olmadan, İslam'ı savunmanın hükmü nedir?
Cevap: İslam ve Müslümanları savunmak farzdır ve anne-babanın iznine bağlı değildir. Ama bununla birlikte mümkün olduğu kadar onların rızasını elde etmeye çalışmak iyidir.
Soru 1050: İslam ülkelerinde yaşayan Ehl-i Kitap, zımmî hükmünde midir?
Cevap: Himayesinde yaşadıkları İslam hükümetinin kanun ve kurallarına uydukları müddetçe ve onlara verilen âmânla-güvenceyle çelişen bir iş yapmazlarsa, kendileriyle antlaşma yapılan kimseler hükmündedirler.
Soru 1051: Müslüman birinin, kâfirlerin veya Müslümanların beldelerinde yaşayan ve Ehl-i Kitaptan olan veya olmayan kâfir bir erkek veya kadını, istimlak etmesi caiz midir?
Cevap: Bu iş câiz değildir. Eğer kâfirler İslam topraklarına saldırırsa ve bir kısmı Müslümanlar tarafından esir edilirse, savaş esirlerinin kaderi İslam hâkiminin elindedir ve Müslümanların esirlerin kaderini belirleme hakkı yoktur.
Soru 1052: Eğer Muhammedî öz İslâm’ı korumanın, canı muhterem olan bir kişinin kanının dökülmesine bağlı olduğunu varsayarsak, bu işi yapmak caiz midir?
Cevap: Canı muhterem olan birinin kanını haksız yere dökmek şer'an haram olup Muhammedî öz İslâm'la çelişmektedir. Bu yüzden, Muhammedî öz İslâm'ı korumanın suçsuz bir kişiyi öldürmeye bağlı olduğu sözü anlamsızdır. Ancak eğer maksadınız mükellefin Allah Azze ve Celle'nin yolunda cihat etmede ve Muhammedî öz İslâm'ı savunmada öldürülmeye maruz kalabileceği durumlarsa, bu varsayımın farklı durumları vardır. Eğer mükellef kendi teşhisine göre İslâm'ın tehlikede olduğu anlarsa, öldürülmeye maruz kalsa bile İslâm'ı savunmak için kıyam etmesi farzdır.
- MARUFU EMRETMEK VE MÜNKERDEN SAKINDIRMAK
- HARAM KAZANÇLAR
- SATRANÇ VE KUMAR ALETLERİ
- MÜZİK VE TEGANNİ
MÜZİK VE TEGANNİ
Soru 1128: Helâl müziği haram müzikten ayıran şey nedir? Acaba klasik müzik helâl midir? Bu konuda bize bir ölçü verebilir misiniz?
Cevap: Örfe göre eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı olan her müzik haram sayılır. [Bu konuda] klasik müzikle diğer müzikler arasında hiçbir fark yoktur. Mevzunun belirlenmesi de mükellefin örfî görüşüne bırakılmıştır. Belirtilen özelliklerde olmayan müziğin bir sakıncası yoktur.
Soru 1129: Dinî kurum ve müesseselerce sakıncasız olduğu söylenen kasetleri dinlemenin hükmü nedir? Keman, viyola ve ney gibi müzik aletlerini kullanmanın hükmü nedir?
Cevap: Söz konusu kasetleri dinlemenin caiz olması, mükellefin kendi teşhisine bağlıdır; eğer mükellef, insanı eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı olmadığına ve batıl sözler de içermediği sonucuna varırsa, onu dinlemesinin sakıncası yoktur. Dolayısıyla, sırf dinî bir kurum ve müessese tarafından sakıncasız olduğunun söylenmesi, onun mubah olması için şer'î bir delil teşkil etmez. Müzik aletlerini, eğlendirici haram müziklerde kullanmak caiz değildir; ama bu aletlerden makul amaçlar için helâl olarak yararlanmanın sakıncası yoktur. Konunun örneklerinin teşhisinde de ölçü, mükellefin kendi görüşüdür.
Soru 1130: Eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzikten maksat nedir? Eğlendirici ve saptırıcı müziklerle diğer müzikleri ayırt etmenin yolu nedir?
Cevap: Eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzik, sahip olduğu özellikleri nedeniyle insanı Allah Teâlâ’dan ve ahlâkî erdemlerden uzaklaştıran, laubaliliğe ve günaha sürükleyen müziktir. Konunun teşhisi için başvurulması gereken merci örftür.
Soru 1131: Müzik hakkında hüküm verirken çalgıcın kişiliğinin, çalgı yerinin ve amacının etkisi var mıdır?
Cevap: Haram müzik, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı olan müziktir; bazen müzisyenin kişiliği veya çalgıyla birlikte söylenen söz, çalgı yeri ve diğer şartlar, müziğin, haram olan eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müziğin veya bir başka haramın kapsamına girmesinde etkili olabilir; örneğin bu özellikler sonucunda fesada yol açabilir.
Soru 1132: Müziğin haram oluşundaki ölçü, onun sadece coşturucu ve eğlendirici oluşu mudur, yoksa bunun yanında tahrik edici ve heyecanlandırıcı oluşunun da etkisi var mıdır? Eğer müzik, dinleyenleri kederlendirir veya ağlatırsa hüküm nedir? Müzik ve çalgı aletlerinin eşliğinde gazel okumanın ve dinlemenin hükmü nedir?
Cevap: Bunda ölçü, müziğin çalınmasının niteliği ile birlikte onun bütün özelliklerinin dikkate alınması; eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müziklerden olup olmadığıdır. Bu durumda, tabiatı gereğince eğlendirici, neşelendirici ve saptırıcı türden müzik, ister heyecanlandırıcı olsun, ister olmasın, ister dinleyiciyi kederlendirsin ve isterse ağlatsın böyle bir müzik haramdır. Müzik aletleri eşliğinde okunan gazeller, teganni, eğlendirici ve saptırıcı müzik hâlini alırlarsa, onları söylemek ve dinlemek haramdır.
Soru 1133: İslâm fıkhına göre haram olan teganni nedir? Acaba sadece insan sesiyle sınırlı mıdır, yoksa müzik aletlerinden çıkan sesleri de içerir mi?
Cevap: Teganni, insanın, dalgalandırarak gırtlaktan çıkardığı, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı sese denir. Sesi bu şekilde gırtlakta dalgalandırarak çıkarmak ve onu dinlemek haramdır.
Soru 1134: Düğün törenlerinde kadınların müzik aletlerinden olmayan kaplara ve diğer araçlara ritimle vurmaları caiz midir? Ses, meclisten dışarı çıkar ve erkekler de duyarsa hüküm nedir?
Cevap: Bunların caiz olması nasıl kullanıldıklarına bağlıdır. Eğer geleneksel düğün törenlerinde yaygın olduğu şekilde kullanılır, eğlendirici ve saptırıcı olmaz ve herhangi bir fesada ve günaha da yol açmazsa sakıncası yoktur.
Soru 1135: Kadınların, düğün törenlerinde tef çalmasının hükmü nedir?
Cevap: Müzik aletlerini, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzikleri çalmak amacıyla kullanmak caiz değildir.
Soru 1136: Eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı nitelikte olan ve teganni ile okunan müziği evde dinlemek caiz midir? Eğer insan bundan etkilenmezse hüküm nedir?
Cevap: İster evde yalnız başına olsun, ister başkalarının yanında olsun ve ister etkilensin, ister etkilenmesin, bu tür müzikleri dinlemek her hâlükârda [mutlak olarak] haramdır.
Soru 1137: Mükellefiyet yaşına yeni erişen bazı gençler, İran İslâm Cumhuriyeti'nin resmî radyo ve televizyon kanallarından yayınlansa bile, mutlak suretle müziğin haram olduğuna fetva veren müçtehitlerden taklit etmektedirler; bu konuda hüküm nedir? Acaba veliyy-i fakih, dinlenilmesi helâl olan bir müziğin dinlenmesine müsaade etmiş olursa, hükümet hükümlerine istinaden verilen bu müsaade, o müziklerin caiz olması için yeterli midir, yoksa onların kendi müçtehitlerinin fetvalarına uygun olarak hareket etmeleri mi gerekir?
Cevap: Müzik dinlemenin caiz oluşu veya olmayışına fetva vermek hükümete ait verilen bir hüküm değildir; bu, fıkhî bir hükümdür. Bu konuda her mükellefin kendi taklit merciinin fetvasına uyması farzdır. Fakat müzik eğer eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı türden değilse ve herhangi bir günaha da yol açmıyorsa, haram olması için bir neden yoktur.
Soru 1138: İlmihâl kitaplarında kullanılan "müzik ve teganni"den maksat nedir?
Cevap: Teganni, sesi eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı olacak şekilde boğazda titretmektir. Bu, hem söyleyene, hem de dinleyene haram olan bir günahtır. Müzik ise, müzik aletlerini günah meclislerinde yaygın olduğu gibi coşturucu ve saptırıcı şekilde çalmaktır; eğer böyle olursa, hem çalana ve hem de dinleyene haramdır. Ama bu şekilde değilse, özü itibariyle caizdir ve hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 1139: Sahibinin sürekli müzik dinlediği bir yerde çalışıyorum ve dolayısıyla istemeden bunları dinlemek zorunda kalıyorum; acaba bu, benim için caiz midir?
Cevap: Eğer eğlence ve günah meclislerine uygun olan eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı teganni ve müzik içeren parçaları dinliyorsa, onları dinlemek caiz değildir. Fakat o iş yerinde bulunmak zorundaysanız, oraya gidip çalışmanızın sakıncası yoktur. Bununla beraber istemeyerek duymak zorunda olsanız bile, bu tür müzikleri dinlemekten sakınmanız farzdır.
Soru 1140: İran İslâm Cumhuriyeti radyo ve televizyon kanallarından yayınlanan müziklerin hükmü nedir? İmam Humeyni'nin (r.a) mutlak surette müziğin helâl olduğunu açıkladığı sözü, acaba doğru mudur?
Cevap: İmam Humeyni'nin (r.a) müziği mutlak surette helâl bildiği söylentisi, yalan ve iftiradır. Çünkü İmam Humeyni (r.a) eğlence ve günah meclislerine uygun olan müzikleri haram bilmekteydi. Fakat görüş farklılıkları, mevzunun teşhisinden kaynaklanmaktadır; çünkü mevzunun teşhisi mükellefin kendisine bırakılmıştır. [Dolayısıyla] bazen müzisyen ile dinleyicinin teşhisi farklı olabilir. Bu durumda bir müzik, eğer mükellefe eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcıysa, onu dinlemesi ona haramdır. Fakat şüpheli müzikler helâl hükmündedir. Ayrıca bir müziğin sırf radyo ve televizyondan yayınlanması, onun helâl ve mubah oluşuna dair şer'î delil teşkil etmez.
Soru 1141: Bazen radyo ve televizyondan, şahsi görüşüme göre eğlence ve günah meclislerine uygun olduğunu düşündüğüm müzikler yayınlanmaktadır; acaba bunları dinlemekten kaçınmak ve diğerlerini de engellemek bana farz mıdır?
Cevap: Eğer bunları eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı bir müzik çeşidi olarak görüyorsanız, onları dinlemeniz caiz değildir. Fakat münkerden nehiy etme babından diğerlerini sakındırmanız, onların da söz konusu müziğin, haram müzik türünden olduğu hususunda sizinle aynı görüşü paylaştıklarını bilmenize bağlıdır.
Soru 1142: Batı ülkelerinin mahsulü olan eğlendirici müzikleri ve tegannileri dinlemenin ve dağıtmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzik ve teganninin dinlenmesine cevaz verilmemesinde, diller ve üretilen ülkeler arasında hiçbir fark yoktur; dolayısıyla teganni veya haram müzikleri içeren kaset, [cd, vb. her şeyin] dağıtımı, alım satımı ve dinlenmesi caiz değildir.
Soru 1143: Kadın ve erkeğin ister enstrüman eşliğinde olsun, ister olmasın radyo veya kasetten teganni şeklinde şarkı-türkü söylemelerinin hükmü nedir?
Cevap: Eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzik ve teganni haramdır. [Dolayısıyla] ister erkek söylesin, ister kadın, ister canlı olsun, ister kasetten, ister müzik aletleri eşliğinde olsun, ister olmasın, teganni şeklinde söylemek ve dinlemek caiz değildir.
Soru 1144: Cami gibi mukaddes mekânlarda makul ve helâl hedef ve amaçlarla müzik çalmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzik çalmak, caminin dışında bile olsa ve yine makul helâl amaçlar taşısa da mutlak olarak caiz değildir. Fakat mukaddes yerlerde bazı münasebetler gereği müzik nağmeleri eşliğinde inkılap marşları vb. şeyleri okumanın ve söylemenin, o yerin saygınlığıyla çelişmemesi ve cami gibi yerlerde namaz kılanları rahatsız etmemesi şartıyla sakıncası yoktur.
Soru 1145: Enstrüman ve özellikle "santur" (kanuna benzer bir müzik aleti) çalmayı öğrenmenin bir sakıncası var mıdır? Diğerlerini buna teşvik etmenin hükmü nedir?
Cevap: Fesat ve günaha yol açmadığı takdirde müzik aletlerini makul ve mubah amaçla inkılap marşlarında, dinî marşlarda, yararlı kültürel vb. programları uygulamada kullanmanın sakıncası yoktur. Bu amaçla bir enstrümanı çalmayı öğrenmenin ve öğretmenin özü itibariyle bir sakıncası yoktur; ancak müziği yaymak, kutsal İslam sisteminin asil hedefleri ile uyumlu değildir.
Soru 1146: Kadının, teganni [güzel, hoşa gidecek sesle] ile okuduğu şiiri veya başka sözleri dinlemenin hükmü nedir? Bu konuda dinleyenin genç veya yaşlı, erkek veya kadın olması hükmü değiştirir mi? Dinleyen kişi kadının mahremi olursa hüküm nedir?
Cevap: Eğer kadının sesi, [eğlence meclislerinde olduğu gibi] eğlendirici ve saptırıcı teganni şeklinde olursa, lezzet alma kastıyla dinlenir veya herhangi bir fesada yol açarsa onu dinlemek caiz değildir ve yukarıdaki durumlar arasında da hiçbir fark yoktur.
Soru 1147: Ülkelerin millî mirası olan geleneksel ve yerel müzikler haram mıdır?
Cevap: Örfün nazarında eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müziklerden sayılan her şey mutlak suretle haramdır; bu hususta ülkeler arasında ve geleneksel müziklerle diğerleri arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 1148: Bazen Arapça yayın yapan radyolardan bazı müzikler yayınlanmaktadır; Arapçayı dinleme şevkiyle bunlara kulak vermek caiz midir?
Cevap: Eğlendirici ve saptırıcı müzikleri dinlemek mutlak suretle haramdır; sırf Arapça dinleme şevki, bunları dinlemeyi şer'an helâl kılmaz.
Soru 1149: Müzik aletleri olmaksızın nağmeli şiir okumak ve okununca eşlik etmek caiz midir?
Cevap: Müzik aletleri eşliğinde olmasa bile teganni haramdır. Teganniden kasıt, sesi, eğlence ve Allah yolundan saptırıcı meclislere uygun olacak şekilde çıkarmaktır. Fakat şiir okumanın ve tekrarlamanın özü itibariyle hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 1150: Müzik aletlerinin alım satımının hükmü nedir? Bunları kullanmanın sınırı nedir?
Cevap: Eğlendirici ve saptırıcı olmayan müzikler çalmak amacıyla ortak amaçlı (hem helâl hem de haram müzikler için) kullanılan müzik aletlerinin alım satımının sakıncası yoktur.
Soru 1151: Duayı, Kur’an’ı ve ezanı müzik parçası gibi teganniyle okumak caiz midir?
Cevap: Sesi, günah ve eğlence meclislerine uygun şekilde teganniyle çıkarmak, mutlak olarak hatta dua, Kur'ân, ezan, mersiye vb. şeyler okurken bile haramdır.
Soru 1152: Günümüzde müzik, depresyon, ıstırap, cinsel sorunlar ve kadınların soğuk mizaçları gibi bazı psikolojik hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır; bunun hükmü nedir?
Cevap: Güvenilir ve uzman bir doktorun, hastanın tedavisinin müzikten yararlanmaya bağlı olduğuna dair kesin görüş belirtmesi durumunda hastanın tedavisinin gerektirdiği miktarda müzikten yararlanmasının sakıncası yoktur.
Soru 1153: Haram müziği dinlemek eğer insanın eşine daha çok ilgi duymasına sebep olursa, hüküm nedir?
Cevap: Sırf eşe daha çok ilgi duymaya sebep olması, haram müziği dinlemek için şer'î bir ruhsat olamaz.
Soru 1154: Çalgıcıların da kadınlardan oluşan bir grup olduğunu bilerek, bir kadının, kadınlar için konser vermesinin hükmü nedir?
Cevap: Eğer konser, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı bir şekilde icra edilirse veya çalınan müzik, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı türden ise haramdır.
Soru 1155: Eğer müziğin haram oluşunda ölçü, eğlendirici olması, eğlence ve günah meclislerine uygun olması ise, bu durumda bazı insanları ve hatta mümeyyiz olmayan çocukları coşturan marş ve şarkıların hükmü nedir? Acaba kadınların teganni ile okudukları ama coşturucu olmayan müptezel kasetler haram mıdır? Ayrıca sürücülerinin genellikle bu gibi kasetler kullandığı umumî taşıtlara binen yolcuların görevi nedir?
Cevap: Teganniyle çıkarılan neşelendirici ses ve okunan müzik, nitelik veya içerik ya da çalgıcının çalgı aletlerini kullanırken veya şarkıcının okurken sergilediği özel durum itibariyle eğlendirici ve saptırıcı müzik türünden olursa, onu dinlemek, dinlediğinde etkilenmeyen kimse için bile haramdır. Eğer otobüs ve diğer umumî taşıtlarda haram olan eğlendirici müzik çalınırsa, yolcuların onu dinlemekten sakınmaları ve [müziği çalanları] kötülükten sakındırmaları gerekir.
Soru 1156: Erkeğin kendi helâlinden lezzet almak amacıyla yabancı bir kadının teganniyle söylediği haram müziği dinlemesi caiz midir? Acaba eşlerin birbirleri için teganniyle haram şarkılar söylemeleri caiz midir? Allah Teâlâ’nın müziği, günah ve eğlence meclisleriyle iç içe olduğu ve bu ikisinin birbirinden ayrı tutulamayacağından dolayı haram kıldığı, müziğin haram oluşunun da, günah ve eğlence meclislerinin haram olmasından kaynaklandığı söylenmektedir; bu görüş doğru mudur?
Cevap: Eğlendirici ve saptırıcı bir şekilde şarkı söylemekten ibaret olan haram müzikleri dinlemek kesinlikle haramdır. Hatta karı koca olsalar ve haram şarkı söylemeyi birbirinden lezzet alma kastıyla isteseler bile bu, haram şarkı ve müzik dinlemeyi caiz yapmaz. Teganni [haram şarkı]ve ona benzer şeylerin haram oluşu, şeriata itaat üzere sabit olmuştur ve Şii fıkhının sabit hükümlerinden biri olarak kabul edilmiştir. Farazi kriterlere, psikolojik ve sosyal etkilere tabi değildir; ancak bu haram unvanı onun için geçerli olduğu sürece onun hükmü, haram ve mutlak olarak ondan kaçınılmasının farz oluşudur.
Soru 1157: Eğitim Bilimleri Fakültesi öğrencileri, ihtisası dersler aşamasında devrim marşları ve türküleri dersine katılmak zorundadırlar; zira orada müzik parçalarını öğrenirler ve yüzeysel olarak onları tanırlar. Bu dersi öğrenmenin temel aracı orgdur. Zorunlu olan bu dersi almanın hükmü nedir? Bahsedilen cihazı alıp kullanmamızın hükmü nedir? Özellikle, erkeklerin önünde alıştırma yapmakla ilgili olarak kız öğrencilerin görevi nedir?
Cevap: Müzik aletlerini; inkılap marşları, faydalı dini ve kültürel faaliyetlerde kullanmanın sakıncası yoktur. Bahsi geçen işlerde kullanmak için müzik aletlerinin alım satımının, öğrenmenin ve öğretmenin sakıncası yoktur. Bayan öğrenciler de farz olan İslami örtü ve ölçülere uyarak bu derslere katılabilirler.
Soru 1158: Görünüşte devrim marşları niteliğinde olan ve örfte de devrim marşları olarak bilinen bazı şarkılar var; fakat bunları söyleyen kişinin marş kastıyla mı, yoksa eğlendirici ve coşturucu müzik kastıyla mı söylediğini bilmiyoruz. Bunları söyleyen kişinin Müslüman olmadığı, fakat söylediği sözlerin vatan sevgisini aşıladığını ve insanı vatanın işgali karşısında direnmeye sevk ettiği dikkate alındığında bunları dinlemenin hükmünü açıklar mısınız?
Cevap: Dinleyiciye göre örf açısından eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı bir nitelik taşımazsa, bunları dinlemenin sakıncası yoktur; söyleyenin niyetinin ve söylediği sözlerin içeriğinin bu konuda hiçbir etkisi yoktur.
Soru 1159: Bazı spor dallarında antrenör ve uluslararası hakem vasfını taşıyan bir genç, mesleği gereği haram müzik çalınan kulüplere girmek zorunda kalıyor; geçiminin bir bölümünü bu yolla temin ettiği ve bulunduğu bölgede iş sahalarının az olduğu göz önünde bulundurulursa acaba onun bu işte çalışması caiz midir?
Cevap: Her ne kadar eğlendirici ve teganni şeklinde olan müziği dinlemesi haram olsa da bu meslekte çalışmasının sakıncası yoktur. Ama zorunlu durumlarda dinlemekten sakınmak kaydıyla, haram müzik meclislerine girmesi caizdir; bu durumda elinde olmaksızın duyduğu şeylerin [haram müzik] sakıncası yoktur.
Soru 1160: Acaba müziği sadece dinlemek mi haramdır, yoksa duymak da mı haramdır?
Cevap: Örfe göre duymanın da dinlemek sayıldığı bazı durumlar dışında, eğlendirici ve haram müziği duymak, dinlemek hükmünde değildir.
Soru 1161: Kur'an-ı Kerim'in okunması ile birlikte, günah ve eğlence meclislerinde yaygın olarak kullanılan çalgılar dışındaki çalgılarla müzik çalınması caiz midir?
Cevap: Kur'ân-ı Kerim'i güzel bir sesle ve makamla, Kur’an’ın şanına uygun bir şekilde okumanın sakıncası yoktur; hatta haram olan teganni haddine ulaşmaması kaydıyla tercih edilir bir şeydir; fakat müzik eşliğinde Kur'ân okumanın şer’i bir dayanağı ve veçhi yoktur.
Soru 1162: Doğum günleri ve diğer törenlerde davul çalmanın hükmü nedir?
Cevap: Müzik ve çalgı aletlerini eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı bir şekilde kullanmak mutlak suretle haramdır.
Soru 1163: Öğrencilerin, Eğitim Bakanlığı'nın marş ekipleri ve bando takımlarında kullandıkları müzik aletlerinin hükmü nedir?
Cevap: Örf açısından hem helâl, hem de haramda kullanılabilecek müzik aletlerini eğlendirici ve saptırıcı olmamak kaydıyla helâl amaçlarla kullanmak caizdir; fakat örfen eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müziklere has olan çalgı aletlerinden sayılan müzik aletlerini kullanmak caiz değildir.
Soru 1164: Müzik aletlerinden sayılan "santur" aleti imal etmek ve bir meslek olarak ondan kazanç elde etmek caiz midir? Acaba bu sanayiyi geliştirmek ve çalgıcıları bu aleti çalmaya teşvik etmek için yatırım yapmak ve yardım etmek caiz midir? Geleneksel müziği yaymak ve ihya etmek amacıyla ülkenin geleneksel müziklerini öğretmek caiz midir?
Cevap: Millî marşlar, devrim marşları veya helâl ve faydalı herhangi bir şeyi icra etmek için musiki aletlerinin kullanılmasında, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı [haram müzik] seviyesine ulaşmadığı sürece bir sakınca yoktur. Aynı şekilde bahsi geçen amaçlar için çalgı aletlerinin yapımı, öğretim ve öğreniminin kendi başına bir sakıncası yoktur.
Soru 1165: Hangi aletler eğlendirici sayılır ve kullanılması hiçbir durumda caiz değildir?
Cevap: Fikirsel ve inançsal sapmalara veya günaha düşmeye neden olan, genellikle helâl menfaati olmayan, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzik yapımında kullanılan aletlerdir.
Soru 1166: Haram içeriğe sahip ses kaset ve CD’lerini çoğaltmak için ücret almak caiz midir?
Cevap: Dinlenmesi haram olan bütün ses CD ve kasetlerin kopyalanması ve bunun karşılığında ücret alınması caiz değildir.
- DANS
DANS
Soru 1167: Düğün törenlerinde yapılan yerel danslar caiz midir? Bu törenlere katılmanın hükmü nedir?
Cevap: Farz ihtiyat gereği erkeğin dans etmesi haramdır. Kadının kadınlar için dans etmesi de eğer eğlendirici unvanı taşırsa, örneğin kadınlar toplantısı dans partisine dönüşürse sakıncalıdır ve farz ihtiyat gereği terk edilmelidir. Yine eğer şehvet uyandıracak veya fesada neden olacak şekilde veya haram fiil (haram müzik ve şarkı söylemek gibi) eşliğinde olursa ya da söz konusu mekânda namahrem bir erkek varsa, haramdır. Bu hükümde düğün meclisleri ile diğerleri arasında bir fark yoktur. Dans toplantılarına katılmak da eğer diğerlerinin yaptığı haram işi onaylamak sayılırsa veya haram bir işi yapmayı gerektirirse, caiz değildir. Bunun dışındaki durumlarda sakıncası yoktur.
Soru 1168: Kadınlar toplantısında müzik çalınmaksızın dans etmek haram mıdır, yoksa helal mi? Eğer haramsa iştirak edenlerin toplantıyı terk etmeleri farz mıdır?
Cevap: Kadının kadın için dans etmesi eğer eğlendirici unvanı taşırsa, örneğin kadınlar toplantısı dans partisine dönüşürse, sakıncalıdır ve farz ihtiyat gereği terk edilmelidir. Yine eğer şehvet uyandıracak veya haram iş yapmayı gerektirecek ya da bir fesada yol açacak olursa, haramdır. Yapılan haram işe itiraz unvanıyla söz konusu toplantıyı terk etmek, kötülükten sakındırmanın bir örneği sayılırsa, [orayı terk etmek] farzdır.
Soru 1169: Erkeğin erkek için, kadının kadın için veya erkeğin kadınlar arasında veya kadının erkekler arasında yaptığı yerel dansların hükmü nedir?
Cevap: Farz ihtiyat gereği erkeğin dans etmesi haramdır. Kadının başka kadınlar için dans etmesi de eğer eğlendirici unvanı taşırsa, örneğin kadınlar toplantısı dans partisine dönüşürse sakıncalıdır ve farz ihtiyat gereği terk edilmelidir. Bunun aksi bir durumda da eğer şehvet uyandıracak veya fesada neden olacak şekilde veya haram fiil (haram müzik ve şarkı söylemek gibi) ile birlikte olursa veya namahrem bir erkek varsa, haramdır.
Soru 1170: Erkeklerin ve küçük kızların toplu olarak danslarını televizyondan veya diğer yerlerde seyretmenin hükmü nedir?
Cevap: Onu seyretmek, eğer şehvetin uyanmasına neden olursa veya günah işleyeni ve davranışını onaylamak anlamına gelirse ya da fesada yol açarsa, caiz değildir.
Soru 1171: Eğer düğüne gitmek toplumsal adetlere saygıdan dolayı olursa, acaba dans olması ihtimalinden dolayı [yine de] şer'an bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Dans edileceği muhtemel olan düğün törenlerine katılmak, haram işleyen kimseyi onaylamak anlamına gelmedikçe ve harama düşmeye de sebep olmazsa sakıncası yoktur.
Soru 1172: Kadının kocası için ve erkeğin de karısı için dans etmesi haram mıdır?
Cevap: Herhangi bir haram işlemekle birlikte olmadıkça kadının kocası için ve erkeğin de karısı için dans etmesinin sakıncası yoktur.
Soru 1173: Anne ve babaların, çocuklarının düğün törenlerinde dans etmeleri caiz midir?
Cevap: Haram dans türünden olursa, babaların veya annelerin evlâtlarının düğün töreninde de olsa dans etmeleri haramdır.
Soru 1174: Evli bir kadın, kocasının haberi ve izni olmadan düğün törenlerinde yabancı erkeklerin karşısında dans ediyor. Bu hareketi defalarca tekrarlamış ve kocasının bu hususta marufu emretmesi ve münkerden sakındırması onu etkilememiştir. Bu konuda ne yapmak gerekir?
Cevap: Bir kadının yabancı erkeklerin karşısında dans etmesi mutlak olarak haramdır. Kadının, kocasının izni olmadan evden dışarı çıkması da yine özü itibariyle haram olup kocasına karşı serkeşlik etmesine (naşize) ve sonuç olarak onun nafaka hakkından mahrum bırakılmasına neden olur.
Soru 1175: Kadınların, çalgı aletlerinin kullanıldığı köy düğünlerinde erkeklerin önünde oynamalarının, dans etmelerinin hükmü nedir? Bu olay karşısında bizim görevimiz nedir?
Cevap: Kadınların yabancı erkeklerin önünde dans etmeleri ve aynı şekilde fesada ve şehvetin uyanmasına sebep olan her türlü dans haramdır. Müzik aletlerinin kullanılması ve onları dinlemek de eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı nitelikte olursa haramdır. Bu durumlarda mükelleflerin vazifesi münkerden sakındırmaktır.
Soru 1176: Mümeyyiz (iyiyle kötüyü ayırt edebilen) erkek veya kız çocuğunun kadınların veya erkeklerin toplantısında dans etmesinin hükmü nedir?
Cevap: Bulûğ çağına ermemiş çocuk, ister erkek olsun, ister kız olsun mükellef değildir; fakat yetişkinlerin onları dans etmeye teşvik etmeleri uygun değildir.
Soru 1177: Dans öğretim merkezleri açmanın hükmü nedir?
Cevap: Dans eğitim merkezleri kurmak ve dansı yaymak, İslami sistemin amaçlarına aykırıdır.
Soru 1178: Erkeklerin, kendilerine mahrem olan kadınların ve kadınların da kendilerine mahrem olan erkeklerin önünde dans etmelerinin hükmü nedir? Bu mahremliğin, nesebi veya evlenme yoluyla olması bir şeyi değiştirir mi?
Cevap: Haram olan dansı yapanın, erkek veya kadın olması arasında fark yoktur. Aynı şekilde mahremlerin karşısında yapılmasıyla namahremlerin karşısında yapılması arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 1179: Düğünlerde bastonla dövüş gösterisi yapmak caiz midir? Eğer bu gösteriyle birlikte müzik aletleri kullanılırsa hükmü nedir?
Cevap: Eğlence amaçlı bir spor oyunu niteliğinde olursa ve insan hayatı için bir tehlike korkusu da yoksa özü itibariyle bunda bir sakınca yoktur.
Soru 1180: Halay çekmenin hükmü nedir?
Cevap: Örfün nazarında dans sayılırsa, dans hükmündedir. [Dolayısıyla eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı şekilde müzik aletlerinin eşliğinde yapılması ya da bir fesada yol açması durumunda haramdır.]
- ALKIŞ
ALKIŞ
Soru 1181: Doğum günü ve düğün törenleri gibi kutlamalarda kadınların kendi aralarında alkış tutmaları caiz midir? Caiz olduğunu varsayarsak, eğ-er alkış sesleri meclisin dışına çıkıp yabancı erkeklerin kulağına ulaşırsa, hükmü nedir?
Cevap: Normal şekilde alkışlamanın, yabancı erkekler duysalar bile herhangi bir fesada yol açmadığı takdirde sakıncası yoktur.
Soru 1182: Ehlibeyt İmamlarının doğum günleri, vahdet haftası ve biset günü münasebetiyle düzenlenen kutlamalarda Hz. Peygamber ve Ehlibeyt’ine salavatlar eşliğinde, sevinçle alkış tutmanın hükmü nedir? Bu kutlamaların cami, devlet daireleri ve kurumlarındaki mescitlerde ve hüseyniye gibi ibadet yerlerinde düzenlenmesinin hükmü nedir?
Cevap: Genel olarak, doğum günü kutlamalarında veya birini teşvik etmek ve onaylamak için normal bir şekilde alkışlamanın kendi özünde bir sakıncası yoktur. Fakat dinî merasimlerin, özellikle cami, hüseyniye ve mescitlerde düzenlenen kutlamaların salavat ve tekbirlerle süslenmesi ve böylece salavat ve tekbirlerin sevabına ulaşılması daha uygundur.
- FOTOĞRAF VE FİLMLER
FOTOĞRAF VE FİLMLER
Soru 1183: Tesettürsüz namahrem kadının resmine bakmanın hükmü nedir? Televizyonda bir kadının yüzüne bakmanın hükmü nedir? Acaba bu konuda Müslüman kadınla Müslüman olmayan ve yine canlı yayınla paket program arasında bir fark var mıdır?
Cevap: Namahrem bir kadının fotoğrafına bakmak, namahrem kadının kendisine bakmak hükmünde değildir; dolayısıyla eğer şehvetle [zevk almak için] bakılmaz ve günaha düşme korkusu olmazsa ve resim de bakan kişinin tanıdığı Müslüman bir kadına ait değilse sakıncası yoktur. Farz ihtiyat gereği televizyondan canlı yayınlanan programlarda namahrem kadının görüntüsüne bakmamak gerekir. Fakat televizyondan yayınlanan paket programlarda, şehvet kastı ve günaha düşme korkusu olmamak kaydıyla namahrem kadının tasvirine bakmanın sakıncası yoktur.
Soru 1184: Uydudan yayın yapan televizyon programlarını seyretmenin hükmü nedir? Fars Körfezi sahilinde yer alan ülkelere yakın olan vilayetlerde yaşayanların bu ülkelerin televizyonlarını izlemelerinin hükmü nedir?
Cevap: Batılı ülkelerin uyduları tarafından yayınlanan programlar ve komşu ülkelerin çoğunun televizyon programları, insanı doğru yoldan saptıran fikir öğretilerini içerdiğinden, gerçekleri çarpıtıp, eğlendirici ve saptırıcı olduklarından bunların izlenmesi çoğu zaman dalalet, fesat ve haram işleri işlemeye sebep olduğundan bu tür yayınları izlemek caiz değildir.
Soru 1185: Radyo ve televizyondan yayınlanan komedi şovlarını ve hiciv programlarını dinlemenin veya seyretmenin sakıncası var mıdır?
Cevap: Bir mümine hakaret içermedikçe hiciv[1] programlarını ve komedi şovlarını dinlemekte ve izlemekte bir sakınca yoktur.
Soru 1186: Düğünümde tesettürümün tam olmadığı anlarda birkaç fotoğrafım çekildi. Bu fotoğraflar hâlihazırda arkadaşlarımın ve akrabalarımın elinde bulunuyor. O fotoğrafları geri almam bana farz mıdır?
Cevap: Fotoğrafınızın başkalarının yanında bulunması bir fesada yol açmıyorsa veya fotoğrafları diğerlerinden geri almak sizin için çok meşakkatli olursa, bu konuda herhangi bir yükümlülüğünüz yoktur.
Soru 1187: Kadınların namahrem olan dinî liderlerin ve şehitlerin fotoğraflarını öpmesinin bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Genel olarak bir şahsın fotoğrafı, onun kendisi gibi değildir; dolayısıyla, şehvet kastı ve günaha düşme korkusu yoksa saygı, teberrük veya sevgiyi belirtmek için bir fotoğrafı öpmenin sakıncası yoktur.
Soru 1188: Sinema filmlerinde ve diğer yerlerde tanımadığımız kadınların çıplak veya yarı çıplak görüntülerine bakmak caiz midir?
Cevap: Fotoğraf ve filmlere bakmak, namahremin kendisine bakmak hükmünde değildir. Dolayısıyla şehvetle olmaz ve bir günaha veya fesada yol açma durumu da söz konusu değilse şer'an sakıncası yoktur. Fakat şehvet uyandırıcı çıplak fotoğraflara, genellikle şehvet kastıyla bakıldığından [bu amel] günah işlemenin ön aşamasıdır. Bu yüzden de bu tür resim ve filmlere bakmak haramdır.
Soru 1189: Düğün törenlerinde kadınların kocalarının izni olmadan fotoğraf çektirmeleri caiz midir? Eğer caiz ise fotoğraf çektirirken hicaplarını tamamen korumaları farz mıdır?
Cevap: Fotoğraf çektirmenin kendisi kocanın iznine bağlı değildir. Fakat eğer fotoğrafı yabancı bir erkeğin göreceğine ve tam olarak örtünmemesinin bir fesada sebep olabileceğine ihtimal verirse, bu durumda örtüsünü tamamen koruması farzdır.
Soru 1190: Kadınların erkek güreşini seyretmeleri caiz midir?
Cevap: Eğer seyretmek, bizzat güreş meydanında hazır bulunarak veya lezzet ve zevk almak için olursa ya da fesattan ve günaha düşülmekten korkulursa caiz değildir. Eğer televizyon ve benzeri şeylerden canlı olarak seyredilirse, farz ihtiyat gereği caiz değildir. Belirtilen durumlar dışında sakıncası yoktur.
Soru 1191: Gelin, düğün gecesi ince tül bir duvak giyerse, yabancı bir erkeğin onun resmini çekmesi caiz midir?
Cevap: Yabancı bir kadına haram bir şekilde bakmayı gerektiriyorsa caiz değildir, yoksa sakıncası yoktur.
Soru 1192: Tesettürsüz bir kadının mahremleri arasında fotoğrafını çekmenin hükmü nedir? Resimleri, baskı esnasında yabancı bir erkeğin görme ihtimali varsa hüküm nedir?
Cevap: Eğer kadına bakıp fotoğrafını çeken fotoğrafçı, onun mahremlerindense, fotoğrafını çekmesinde herhangi bir sakınca yoktur ve yine onu tanımayan bir fotoğrafçı tarafından resimlerin baskısının yapılmasının da sakıncası yoktur.
Soru 1193: Bazı gençler, geçersiz mazeret ve gerekçelerle müstehcen resimlere bakıyorlar; bunun hükmü nedir? Eğer bu gibi resimlere bakmak, insanın şehvetinin az da olsa yatışmasına ve harama düşmesine engel olursa, hükmü nedir?
Cevap: Eğer bu görüntülere lezzet alma niyetiyle bakıyorsa veya kişi bunun şehvetini tahrik edeceğini biliyorsa veya günah işleme ve fesada düşme korkusu varsa, bu durumda bakmak haramdır. İnsanın başka bir harama düşmediği gerekçesi de şer’an haram olan bir işi yapmaya ruhsat olamaz.
Soru 1194: Müziğin çaldığı ve insanların dans ettiği filim festivallerinde, çekimler için bulunmanın hükmü nedir? Erkeğin erkekler ve kadının da kadınlar arası eğlencelerde çekim yapmasının hükmü nedir? Düğün törenlerinde çekilen video ve resimlerin o aileyi tanısın veya tanımasın, bir erkek tarafından montaj ve baskısının hükmü nedir? Yine bunların bir kadın tarafından yapılmasının hükmü nedir? Acaba videolarda müzik kullanılması caiz midir?
Cevap: Teganni veya haram müziği dinlemeyi ya da haram olan diğer her hangi bir işi yapmayı gerektirmedikçe, kutlama törenlerinde bulunmanın, erkeğin erkekler toplantısında ve kadının da kadınlar toplantısında çekim yapmasının sakıncası yoktur. Fakat erkeğin kadınlar toplantısında veya kadının erkekler toplantısında çekim yapması, onlara lezzet alma kastıyla bakmayı veya diğer fesatlara yol açarsa, caiz değildir. Yine videolarda, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzikleri kullanmak da haramdır.
Soru 1195: İran İslam Cumhuriyeti televizyonlarında yayınlanan filmlerin (yabancı veya yerli) ve müziklerin niteliğini dikkate aldığımızda izlemenin ve dinlemenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer dinleyiciler ve seyirciler, radyo ve televizyonda yayınlanan müziğin, eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzik türünden olduğunu veya televizyonda yayınlanan bir filmi izlemenin fesada yol açtığını teşhis ederlerse, onları izlemeleri ve dinlemeleri caiz değildir. Sırf [İslam Cumhuriyeti] radyo ve televizyonlarından yayınlanması, caiz olduklarına dair şer’i delil sayılmaz.
Soru 1196: Resulullah’a (s.a.a), Emirü’l-Müminin Ali'ye (a.s) ve İmam Hüseyin'e (a.s) nispet edilen resimleri hazırlamanın, satmanın ve bunların resmî dairelere asılmasının hükmü nedir?
Cevap: Bu işin özü itibariyle şer'an bir sakıncası yoktur; fakat örfen onlara hakaret ve saygısızlık olarak sayılabilecek nitelikleri içermemeleri ve o büyük şahsiyetlerin konumlarıyla çelişmemelidir.
Soru 1197: Şehveti tahrik eden müptezel, bayağı kitap ve şiirler okumanın hükmü nedir?
Cevap: Bunlardan sakınmak gerekir.
Soru 1198: Televizyonlar veya canlı yayın yapan uydu kanalları, Batı toplumlarındaki sosyal konuları anlatan bir dizi toplumsal programlar yayınlıyorlar. Bu programlar kadın erkek ilişkilerini yaygınlaştırmak ve gayrimeşru ilişkileri teşvik etmek gibi yozlaşmış sapık düşünceleri ele almaktadır. Öyle ki bazı müminleri bile etkisi altına almıştır. Bunlardan etkilenme ihtimali olan kimselerin bu tür programları izlemesinin hükmü nedir? Acaba o programları tenkit etmek, olumsuz noktalarını dile getirmek ve izlememelerini tavsiye etmek maksadıyla izleyen biri için bu hüküm farklı mıdır?
Cevap: Bu programlar eğer lezzet alma kastıyla seyredilirse veya etkilenme ve fesada düşme korkusu olursa, caiz değildir. Fakat bunlardan etkilenmeyeceğinden ve fesada düşmeyeceğinden emin olan ehil birinin, bunları tenkit etmek, tehlikelerini ve olumsuzluklarını insanlara anlatmak için seyretmesinin sakıncası yoktur.
Soru 1199: Makyajlı, başı ve boynu açık olan bir televizyon sunucusunun saçlarına bakmak caiz midir?
Cevap: Sadece bakmanın, günaha ve fesada düşme korkusu ve lezzet alma kastı olmadıkça ve canlı yayın da değilse, sakıncası yoktur.
Soru 1200: Evli birinin erotik [tahrik edici] film izlemesi caiz midir?
Cevap: Eğer filmlere bakmak, şehveti tahrik etme kastıyla olursa veya şehvetin tahrik olmasına sebep olsa caiz değildir.
Soru 1201: Harama düşürmeyeceği göz önünde bulundurularak, evli erkeklerin hamile eşleriyle doğru ilişkide bulunmalarının yollarını öğreten filmleri seyretmelerinin hükmü nedir?
Cevap: Her zaman şehvetli bir bakışın eşlik ettiği [genellikle şehveti tahrik eden] bu filmleri izlemek caiz değildir.
Soru 1202: Kültür bakanlığı yetkililerinin; film, dergi, gazete ve kasetlerin muhtevasının meşru olup olmadığını kontrol edebilmeleri için, onları izlemelerinin ve dinlemelerinin hükmü nedir?
Cevap: Vazifeleri gereği görevlilerin zaruret miktarında izlemelerinin ve dinlemelerinin sakınca yoktur. Ancak onlara lezzet kastıyla bakmamalıdırlar. Ayrıca denetim ve inceleme için görevlendirilenlerin, fikrî ve manevî yönden yetkililerin gözetimi ve rehberliği altında olmaları farzdır.
Soru 1203: Bazen saptırıcı görüntülere sahip olabilen filmleri, denetlemek ve uygunsuz sahnelerini sansür edip diğerlerine [sağlıklı bir şekilde] sunmak amacıyla seyretmenin hükmü nedir?
Cevap: Bu filmlere bakmak, eğer kötü ve saptırıcı sahnelerini san-sür etmek kastıyla olursa, bu işi yapan kimsenin harama düşmeyeceğinden emin olunması şartıyla sakıncası yoktur.
Soru 1204: Eşlerin evde seks filmleri seyretmeleri caiz midir? Omuriliği kopmuş birinin eşiyle cinsel ilişkide bulunabilmek için şehvetini tahrik etmek amacıyla bu filmleri izlemesi caiz midir?
Cevap: Seks filmlerini izleyerek şehveti uyandırmak caiz değildir.
Soru 1205: Tıpkı İslam devleti kanunlarınca yasaklanmış olan film ve resimlerin eğer saptırıcı ve fesada düşürücü yönü olmazsa, onlara gizlice bakmanın hükmü nedir? Genç çiftler için meselenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer yasaksa sakıncalıdır.
Soru 1206: İslam Cumhuriyeti’nin mukaddesatına ve İnkılap rehberine hakaret edici sahneleri olan filmlere bakmanın hükmü nedir?
Cevap: Onlardan sakınmak farzdır.
Soru 1207: Devrimden sonra çekilen ve kadınların tam tesettürlü olmadan yer aldıkları ve bazen kötü öğretici yanları da bulunan İran filmlerini izlemenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer şehvet ve lezzet alma kastı olmaz ve ahlâkî fesada düşmeye de sebep olmazsa esasen bu filmleri izlemenin kendi özünde bir sakıncası yoktur. Fakat film yapımcılarının İslâm'ın yüce öğretileriyle çelişen filmleri üretmek ve hazırlamaktan kaçınmaları gerekir.
Soru 1208: Kültür bakanlığının onayladığı filmleri dağıtmanın ve başkalarına sunmanın hükmü nedir? Yine bu bakanlık tarafından onaylanan müzik [cd ve] kasetlerini üniversitelerde dağıtmanın hükmü nedir?
Cevap: Mükellefin kanaatine göre eğer bu film ve kasetler örfen eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı müzikler içeriyorsa, bunları dağıtmak, diğerlerine sunmak ve yine seyretmek ve dinlemek caiz değildir. Bunların sırf bazı ilgili dairelerce onaylanmış olması, mükellefin konunun teşhisindeki görüşü, onları onaylayanların görüşüyle çeliştiği sürece caiz olduğuna dair bir hüccet teşkil etmez.
Soru 1209: Elbise modeli seçiminde kullanılan ve yabancı kadınların resimlerinin bulunduğu kadın elbise dergilerini alıp-satmanın ve yanında bulundurmanın hükmü nedir?
Cevap: Bu dergilerde sırf yabancı kadınların resimlerinin bulunması, resimler ahlâkî bir fesada yol açmadıkça onların alımını, satımını ve elbise modeli seçiminde kullanımını engellemez.
Soru 1210: Filim çekimlerinde kullanılan kameraları alıp satmak caiz midir?
Cevap: Haram işlerde kullanmak amacı ve niyeti taşımadığı takdirde film kameralarının alım satımının sakıncası yoktur.
Soru 1211: Müptezel filmleri ve videoları alıp-satmanın ve kiralamanın hükmü nedir?
Cevap: Eğer filimler şehveti tahrik edecek, sapıklık ve ahlâkî fesada sebep olacak müstehcen görüntülere veya eğlendirici ve Allah yolundan saptırıcı teganni ya da müzikleri içerirse bunların üretimi, alım satımı, kiralanması ve bu amaçla yararlanmak için video [oynatma cihazlarının] kiralanması caiz değildir.
Soru 1212: Yabancı radyoların yayınladığı haberleri, ilmî ve kültürel programları dinlemek caiz midir?
Cevap: Ahlâkî fesat ve fikrî sapmalara sebep olmazsa, sakıncası yoktur.
[1]- Hiciv: Bir kimseyi, bir nesneyi ya da yeri, bir inancı ya da düşünüş biçimini yermek, toplumun ya da düzenin aksayan, kusurlu yanlarını iğneleyici, alaycı bir dille eleştirmek amacını taşıyan manzum ve mensur ürünlerin adıdır.
- UYDU ANTENLERİ
UYDU ANTENLERİ
Soru 1213: Uydudan yayınlanan televizyon programlarını izlemek için uydu cihazlarını satın almak, bulundurmak ve kullanmak caiz midir? Eğer bu cihaz ücretsiz olarak insanın eline ulaşırsa hüküm nedir?
Cevap: Uydu alıcı cihazların, sadece, televizyon programlarını izlemek için kullanılan bir alet olduğunu, bunların da hem helal hem de haram olabileceklerini dikkate alırsak, müşterek aletler hükmünde olur. Dolayısıyla, haram amaçlarda kullanılacak olursa alım satımı ve bulundurulması da haramdır; ancak helâl amaçlarda kullanılacak olursa caizdir. Fakat bu alet kullanıcılarına haram programları çok kolay bir şekilde izlemeleri için zemine hazırladığından ve bazen onu bulundurmak başka fesatlara yol açtığından alım satımı ve evde bulundurulması haramdır. Ancak biri, onu haramda kullanmayacağından emin olursa, onu temin etmesinin ve evde bulundurmasının fesat ve olumsuz yönleri de yoksa bu durumda sakıncası yoktur; ama bu konuda bir kanun varsa ona uyulmalıdır.
Soru 1214: Yurt dışında yaşayan birinin İslâm Cumhuriyeti’nin uydu kanallarını izleyebilmek için uydu cihazı satın alması ve satması caiz midir?
Cevap: Bu cihaz her ne kadar helâl amaçlarda kullanılma özelliğine sahip olan müşterek aletlerden olsa da, çoğunlukla haram amaçlarda kullanıldığından ve ayrıca evde kullanılmasının diğer fesat ve olumsuz yönleri olduğundan dolayı, bundan haram bir şekilde faydalanmayacağından ve evde kullanmasının hiçbir fesat çıkarmayacağından emin olan kimse dışında, satın alınması ve evde kullanılması caiz değildir.
Soru 1215: Eğer uydu cihazı İran İslâm Cumhuriyeti'nin kanallarıyla birlikte Körfez ve Arap ülkelerinin haber ve bazı yararlı programlarını ve Batılı ülkelerin yozlaşmış bütün kanallarını çekerse hükmü nedir?
Cevap: Televizyon kanallarının programlarını izlemek için bu gibi cihazları kullanmanın caiz olmasının ölçüsü, Batılı ülkelerin kanallarıyla diğer kanallar arasında hiçbir fark olmaksızın önceki meselede açıkladığımız gibidir.
Soru 1216: Batılı ülkeler veya Fars körfezindeki komşu ya da diğer ülkeler tarafından uydu aracılığıyla yayınlanan ilmî, Kur'ani veya benzeri programlardan haberdar olmak için uydu cihazı kullanmanın hükmü nedir?
Cevap: İlmî, Kur‘ani veya benzeri programları izlemek veya dinlemek için bu cihazı kullanmanın her ne kadar kendiliğinden sakıncası yoksa da Batılı ülkelerin ve komşu ülkelerin çoğunun uydu kanalıyla yayınladıkları programların içeriği genellikle insanları yanıltan ve yanlış yönlendiren düşünceleri aşıladığından, hakikatleri tahrif ettiğinden, ayrıca yozlaşmış ve saptırıcı programları içerdiğinden hatta ilmî ve Kur'ani programları bile onlardan izlemek çoğu zaman insanın fesada ve harama düşmesine sebep olmaktadır. Bundan dolayı bu programları izlemek için uydu cihazı kullanmak şer'an haramdır. Ancak izlenmesi veya dinlenmesi insanı hiçbir fesada ve harama düşürmeyen sadece ve sadece yararlı ilmî ve Kur’ani programlar olursa bunun sakıncası yoktur; elbette bu konuda mevcut bir kanun varsa uyulmalıdır.
Soru 1217: Mesleğimiz radyo, televizyon ve uydu cihazları tamirciliğidir. Son zamanlarda çanak anteni ve uydu cihazları kurulumu ve tamiri için birçok müracaatlar oluyor; bu husustaki vazifemiz nedir? Bu cihazların parçalarının alım satımının hükmü nedir?
Cevap: Eğer bu cihazı haram şeylerde kullanıyorlarsa -ki genellikle böyledir- veya bunu elde etmek isteyen kişinin onu haramda kullanacağını biliyorsanız, bu durumda onu alıp satmak, parçalarını montaj etmek, kurulumunu yapmak, tamir etmek ve parçalarını satmak caiz değildir.
- TİYATRO VE SİNEMA
TİYATRO VE SİNEMA
Soru 1218: Gerektiğinde din âlimlerinin ve hâkimlerin resmi kıyafetlerinin filmlerde kullanılması caiz midir? Geçmiş ve çağdaş âlimler hakkında, onların saygınlığını ve İslam’ın kutsallığını koruyarak, onlara hakaret ve saygısızlık etmeden, dini ve irfani üslupla sinema filmleri yazmak ve çekmek, hele ki amacın, Hanif İslam dininin resmettiği yüksek ve derin değerleri ortaya koymak ve İslam ümmetimizin ayrıcalığı olarak kabul edilen irfan ve otantik kültür kavramını ifade etmek ve aynı zamanda düşmanın müptezel kültürüne karşı mücadele etmek olduğu ve onları sinema diliyle ifade etmenin, özellikle genç nesil üzerinde çok fazla çekiciliği ve etkisi olduğu düşünüldüğünde caiz midir?
Cevap: Sinema bir aydınlatma ve tebliğ aracıdır; bu nedenle, gençlerin ve diğerlerinin entelektüel gelişimleri ve bilinç düzeylerini yükseltmek ve İslam kültürünü yaymak için kullanılabilecek, her şeyi tasvir etmenin ve sunmanın sakıncası yoktur. Bu yollardan biri, din âlimlerini ve aynı şekilde diğer bilim insanlarını, manevî makam sahiplerini ve onların özel hayatlarını tanıtmaktır. Ancak onların özel konumlarının ve hayatlarının sınırlarını gözetmek ve saygınlıklarını korumak farzdır ve bunlardan, İslâm'la çelişen mefhumları yaymak için yararlanmamak gerekir.
Soru 1219: Ölümsüz Kerbela faciasını canlandıracak ve İmam Hüseyin'in (a.s), uğruna şehit olduğu büyük hedefleri ortaya koyacak destansı bir kurgu filmi yapmak istiyoruz. Bu filmde İmam Hüseyin (a.s) sıradan bir insan olarak gözle görülecek şekilde gösterilmemiştir, aksine filmin bütün yapım, çekim ve ışıklandırma aşamalarında, İmam (a.s) nurani bir kişi olarak gösterilmiştir. Acaba böyle bir filmin yapımı ve İmam Hüseyin aleyhi's-selâm'ın şahsiyetini bu nitelikte ortaya koymak caiz midir?
Cevap: Eğer film, güvenilir kaynaklara dayanarak, konunun kutsallığı korunarak ve İmam Hüseyin (a.s) ile değerli ashabının ve ailesinin (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun) yüksek mevki ve haysiyetine saygı gösterilerek yapılırsa sorun yoktur. Fakat mevzunun kutsallığını, Seyyidü’ş-Şüheda’nın (a.s) ve ashabının (hepsine selâm olsun) saygınlığını onlara yakışır bir şekilde korumak oldukça zordur; dolayısıyla bu konuda ihtiyat edilmesi gerekir.
Soru 1220: Sinema ve tiyatroda rol icabı erkeğin kadın elbisesi ve kadının da erkek elbisesi giymesinin hükmü nedir? Ve yine kadının erkek sesini ve erkeğin de kadın sesini taklit etmesinin hükmü nedir?
Cevap: Fesada yol açmadığı takdirde, rol icabı ve özel kişilerin özelliklerini anlatabilmek için karşı cinsin elbisesini giymenin ve sesini taklit etmenin caiz olması, uzak ihtimal değildir.
Soru 1221: Erkeklerin de seyrettikleri tiyatro ve gösterilerde kadınların krem ve makyaj malzemeleri kullanmalarının hükmü nedir?
Cevap: Eğer makyaj, mükellefin kendisi veya bir kadın ya da mahremlerinden biri tarafından yapılırsa ve herhangi bir fesada da yol açmazsa sakıncası yoktur; aksi durumda caiz olmaz. Ancak makyaj yapılan yüzün mahrem olmayan erkekler karşısında örtülmesi gerekir.
- RESSAMLIK VE HEYKELTIRAŞLIK
RESSAMLIK VE HEYKELTIRAŞLIK
Soru 1222: Bitkiler, hayvanlar ve insanlar da dâhil olmak üzere canlıların yüzlerinin portresini çizmenin ve boyamanın [ressamlık yapmanın], oyuncak bebek ve heykel yapmanın hükmü nedir? Bunları alıp satmanın, muhafaza edip fuarlarda sergilemenin hükmü nedir?
Cevap: Canlı olsalar bile varlıkların yüzlerinin resmini çizmenin, portresini ve heykelini yapmanın sakıncası yoktur. Yine resim, portre ve heykellerin alım satımının, muhafazasının ve fuarda sergilenmesinin de sakıncası yoktur.
Soru 1223: Yeni eğitim yönteminde, öz güven adında bir ders var. Bu dersin bir bölümü heykeltıraşlıktır. Bazı hocalar, el sanatları adı altında öğrencilere bez parçaları veya başka şeylerle bebek veya köpek, tavşan ve benzerlerinin heykelini yaptırıyorlar. Bu eşyaları yapmanın hükmü nedir? Hocaların öğrencilere bu işi yapmayı emretmelerinin hükmü nedir? Acaba bu heykellerin uzuvlarının tam olarak yapılıp yapılmamasının hükümde bir etkisi var mıdır?
Cevap: Heykel yapmanın ve yapımını emretmenin bir sakıncası yoktur.
Soru 1224: Çocukların ve gençlerin Kur’an’daki kıssaları resimle çizmelerinin ve boyamalarının hükmü nedir? Örneğin çocuklardan Ashab-ı Fil veya Hz. Musa (a.s) için denizin yarılması vb. kıssaları resimle anlatmalarını istemenin hükmü nedir?
Cevap: Bu işin kendiliğinden bir sakıncası yoktur; ancak gerçeklerin ve olayların metnine dayandırılmalı ve gerçeklere aykırı veya saygısızlığa neden olan şeyler ifade etmekten kaçınılmalıdır.
Soru 1225: Özel makinelerle insan veya diğer canlıların oyuncak bebeklerini veya heykellerini yapmak caiz midir?
Cevap: Sakıncası yoktur.
Soru 1226: Ziynet eşyalarını heykel şeklinde yapmanın hükmü nedir? Heykelin yapımında kullanılan maddenin, hükmün haram oluşunda etkisi var mı?
Cevap: Heykel yapmanın sakıncası yoktur ve heykelin yapıldığı malzemeler arasında da hiçbir fark yoktur.
Soru 1227: Oyuncak bebeklerin el, ayak ve baş gibi uzuvlarının yenilenmesi haram olan heykel yapımı kapsamına girer mi? Bu işe heykel yapmak denir mi?
Cevap: Sadece oyuncak bebeklerin uzuvlarını yapmak veya yenilemek heykel yapmak sayılmaz ve her halükarda heykel yapılmasında bir sakınca yoktur.
Soru 1228: Bazılarına göre sıradanlaşan, vücutta sabit kalacak ve kaybolmayacak şekilde resimler çizdirerek kalıcı dövme yaptırmanın hükmü nedir? Acaba bu dövme gusül ve abdestin sıhhatine engel sayılır mı?
Cevap: Dövme yaptırmak haram değildir ve derinin altında ondan geriye kalan izler suyun deriye ulaşmasını engellemez. Dolayısıyla dövmeyle alınan gusül ve abdest sahihtir.
Soru 1229: Meşhur ressamlardan olan bir karı-kocanın mesleği sanat eseri tablolarını onarmak ve restore etmektir. Bu tablolardan birçoğu Hıristiyan topluluğunu göstermekte, bazısında haç resmi, Hz. Meryem (aleyha selâm) ve Hz. İsa'nın (aleyhi's-selâm) resimleri var. Çeşitli kurumlar, şirketler ve bazı kişiler kilise tarafından, eskime veya başka sebeple bir bölümü yok olan bu tabloları onarmaları ve restore etmeleri için bu ressamlara başvuruyorlar. Acaba bu karı-kocanın bu tabloları onarıp restore etmeleri ve bunun karşılığında ücret almaları caiz midir? Çoğu tabloların bu türden olduğunu, bu çiftin İslâm öğretilerine bağlı olduklarını ve bu tabloları onarmanın ve restore etmenin de tek geçim kaynakları olduğunu göz önünde bulundurarak hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Hıristiyan topluluğunu tavsif etse veya Hz. İsa (aleyhi's-selâm) ve Hz. Meryem'in (aleyha selâm) timsallerini içerse bile sanat eseri olan tabloları onarmanın ve restore etmenin bir sakıncası yoktur. Yine batılı ve sapıklığı yaymadıkça ve veya peşi sıra başka fesatları gerektirmedikçe bu iş karşısında ücret almanın ve bu işi geçim kaynağı edinmenin de sakıncası yoktur.
- SİHİRBAZLIK, BÜYÜCÜLÜK, MEDYUMLUK VE CİNCİLİK
SİHİRBAZLIK, BÜYÜCÜLÜK, MEDYUMLUK VE CİNCİLİK
Soru 1230: Büyü öğrenmenin, öğretmenin, izlemenin ve el çabukluğuna dayanan oyunlar oynamanın hükmü nedir?
Cevap: Bir büyü türü olan illüzyonistliğin öğretilmesi ve öğrenilmesi haramdır; ancak hareket hızı ve el becerisinin eşlik ettiği ve bir büyü türü sayılmayan oyunlarda sakınca yoktur.
Soru 1231: Gayıptan haber veren cifir, remil, horoskop vb. ilimleri öğrenmek caiz midir?
Cevap: Bu ilimlerin günümüzde halk arasındaki kalıntıları genellikle gaybı bilmek ve gayıptan haber vermek konusunda itminan ve güvence verecek nitelikte değillerdir. Ancak bir fesada yol açmazsa cifir ve remil ilimlerini doğru bir şekilde öğrenmenin sakıncası yoktur.
Soru 1232: Büyücülüğü öğrenmek ve büyü yapmak caiz midir? Acaba ruhları, melekleri ve cinleri çağırmanın hükmü nedir?
Cevap: Sihir ilmi ve onu öğrenmek şer'an haramdır; ancak meşru ve makul amaçla olursa sakıncası yoktur. Ama ruhları, melekleri ve cinleri çağırmanın, farklı durumlara, araçlara ve amaçlara göre farklı hükümleri vardır.
Soru 1233: Müminlerin, ruh ve cinleri teshir edip emrine almak suretiyle hastaları tedavi eden bazı kişilere müracaat etmelerinin, onların yaptıkların sadece hayır olduğuna kesin olarak inandıkları takdirde hükmü nedir?
Cevap: Şer'an helâl olan yollarla yapılması durumunda bunun özünde bir sakıncası yoktur.
Soru 1234: Küçük taşlarla fala bakmak ve bu yolla para kazanmak caiz midir?
Cevap: Yalan haber vermek caiz değildir.
- HİPNOTİZMA
HİPNOTİZMA
Soru 1235: Hipnotizma yapmak caiz midir?
Cevap: Makul bir amaçla ve hipnotize olan kimsenin rızasıyla olursa ve yine haram bir işle birlikte yapılmadıkça sakıncası yoktur.
Soru 1236: Bazıları tedavi amacıyla değil, sadece insanın ruhsal gücünü göstermek amacıyla hipnotizmaya başvuruyorlar; acaba bunu yapmaları caiz midir? Yine bu alanda tecrübeli, ama uzman olmayan kişilerin bu işi yapmaları caiz olur mu?
Cevap: Genel olarak hipnotizmayı öğrenmenin, insanlarca makul görülen helâl ve kayda değer bir amaçla ondan yararlanmanın, yapay uykuya dalacak kişinin rızasıyla ve ona kayda değer bir zararı olmaması şartıyla sakıncası yoktur.
- TALİH OYUNLARI
TALİH OYUNLARI
Soru 1237: Piyango biletlerinin alım satımının ve mükellefin bu yolla kazandığı ikramiyenin hükmü nedir?
Cevap: Piyango biletlerinin alım satımı farz ihtiyat gereği haramdır. Bu yolla ikramiye kazanan kişi, kazandığı ikramiyenin şer'an sahibi olamaz ve onu almaya hakkı yoktur.
Soru 1238: "Armağan-ı behzistî" adıyla halk arasında yayınlanan biletleri almanın, onlar için para ödemenin ve onların çekilişlerine katılmanın hükmü nedir?
Cevap: Halktan bağış toplayarak hayır işlerde harcamak amacıyla bilet dağıtmanın ve bağışta bulunanları kura çekilişiyle teşvik etmenin ve bu işe yönlendirmenin şer'î bir engeli yoktur ve yine hayır işlere iştirak etmek amacıyla bu biletleri temin etmek için para ödemenin de bir sakıncası yoktur.
Soru 1239: Birisi arabasını çekiliş-piyango ödülü yoluyla insanlara sunuyor. Şöyle ki, çekilişe katılan kişi, belli bir tarihte, belli bir fiyat üzerinden çekiliş yapılacak olan bileti satın alıyor. Halktan bir grubun katılması ve katılma süresinin dolmasıyla çekiliş yapılıyor. Çekilişte adı çıkan ödülü kazanarak oldukça pahalı olan arabayı teslim alıyor. Acaba çekiliş yoluyla bu şekilde araba satmak şer'an caiz midir?
Cevap: Bu biletlerin alınması ve satılması ihtiyat gereği haramdır ve ödülü kazanan kişi ödülün (arabanın) sahibi olmaz. Mülkiyet için ödül sahibinin bunu satış, bağış veya sulh gibi şeriat sözleşmelerinden biri yoluyla kazanana devretmesi gerekir.
Soru 1240: Daha sonra çekiliş yoluyla toplanan paranın bir kısmı talihlilere hediye edilip, geri kalanı halkın genel menfaatine yönelik hayır işlerinde kullanılacak şekilde, halka bağış bileti satmak caiz midir?
Cevap: Bu işi "satış" olarak adlandırmak doğru değildir. Evet, bu biletleri dağıtmanın ve halkı hayır işlere teşvik etmek için ismi kuradan çıkanlara hediye vermeyi vadetmenin sakıncası yoktur; ancak insanların bu senetleri hayır işlere katkıda bulunma niyetiyle almaları gerekir.
Soru 1241: Belli bir şirkete ait olduğu ve kârının sadece %20'sinin kadın hayır kurumlarına ödendiği düşünülürse, piyango bileti (loto) alınması caiz midir?
Cevap: [Bu biletlerin] alım satımı farz ihtiyat gereği haramdır ve piyango talihlileri [ödül olarak] kazandıkları miktara sahip değildirler.
- RÜŞVET
- TIBBÎ KONULAR
- EĞİTİM, ÖĞRETİM VE ADABI
EĞİTİM, ÖĞRETİM VE ADABI
Soru 1319: İnsan karşısına çıkacak konulara dair şer'î hükümleri öğrenmemekle günahkâr sayılır mı?
Cevap: Hükümleri öğrenmemesi farzları terk etmeye veya haramları işlemeye sebep olursa günahkârdır.
Soru 1320: Dinî ilimler öğrencisi, satıh [yüzeysel olarak dini ilimleri öğrenme] merhalesini bitirdikten sonra eğer kendisinde içtihat derecesine ulaşabilecek kadar dersleri okuyup tamamlama gücünü görürse, acaba tahsilini içtihat derecesine kadar sürdürmesi ona farz-ı ayn olur mu?
Cevap: Hiç şüphe yok ki, dini ilimleri öğrenmek ve içtihat derecesine kadar devam etmek kendi başına büyük bir fazilet sayılıyor; ancak sırf içtihat derecesine ulaşma yeteneğine sahip olmak onu insana farzı ayn yapmaz.
Soru 1321: Dinin esaslarını [ûsulü’d-din] kesin olarak öğrenmenin yolları nelerdir?
Cevap: Yakîn [doğruluğunda şüphe bulunmayan, vakıaya uygun bilgi] genellikle aklî delil ve burhanlarla elde edilir. Ancak burhan ve deliller mükelleflerin idrak güçlerine göre değişir. Her halükârda, insan başka bir yolla da yakîne ulaşırsa, o da yeterlidir.
Soru 1322: İlim tahsilinde gevşek davranmanın, tembellik etmenin ve yine zamanı boşa harcamanın hükmü nedir? Acaba haram mıdır?
Cevap: [Eğitim esnasında] aylaklık ve işsizlikle vakit kaybetmenin sakıncaları vardır ve öğrenci, özel öğrenci ödeneğinden yararlandığı sürece öğrenciler için belirlenmiş özel müfredata uymak zorundadır. Aksi durumda eğitim için verilen burs, maddi yardım vb. olanaklardan yararlanması caiz değildir.
Soru 1323: İktisat fakültesinde verilen dersler arasında faizli borç, sanayi ve ticaret alanlarında faiz alma yöntemleri üzerinde karşılaştırmalı dersler verilmektedir. Bu dersi vermenin ve bunun karşılığında ücret almanın hükmü nedir?
Cevap: Sırf faizli borç hakkında ders vermek ve açıklamalarda bulunmak haram değildir.
Soru 1324: İslam Cumhuriyeti'nde kendini adamış uzmanların başkalarını eğitmek için izlemesi gereken doğru yöntem nedir? İdarelerdeki hassas teknik ve fenni bilgilere erişme liyakatine kimler sahiptir?
Cevap: İslâm hükûmetinin eğitim ve öğretimi ile ilgili özel kural ve yönetmelikler koymuş olduğu ilimler ve bilgiler dışında, herhangi bir bilimi herhangi bir kişi için öğrenmek, eğer meşru akılcı bir amaç içinse ve onda fesada düşme ve düşürme korkusu yoksa sakıncası yoktur.
Soru 1325: Dinî medreselerde felsefe dersi almak ve vermek caiz midir?
Cevap: Dini inançlarında bir sapmaya neden olmayacağından emin olan bir kişinin felsefe öğrenmesinde ve öğretmesinde bir sakınca yoktur; hatta bazı durumlarda vaciptir.
Soru 1326: "Şeytan Ayetleri" kitabı gibi saptırıcı kitapların alım satımının hükmü nedir?
Cevap: Saptırıcı kitapların alım satımı ve bulundurulması, muhteviyatına cevap vermek ve bunları çürütmek için buna ilmî gücü yeten kimsenin dışında hiç kimseye caiz değildir.
Soru 1327: İnsan ve hayvanlar hakkında faydalı, ancak hayalî olan hikâyeleri öğretmenin ve anlatmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğer hikâyenin kurgu olduğu karinelerden anlaşılırsa, sakıncası yoktur.
Soru 1328: Üniversite veya fakültelere gitmek, derse gelen tesettürsüz kadınlarla karışık olarak bir arada bulunmayı gerektiriyorsa, hüküm nedir?
Cevap: Eğitim ve öğretim için eğitim merkezlerine gitmenin sakıncası yoktur. Fakat kadınların ve kızların örtülerini korumaları farzdır. Yine erkeklerin de kendilerini haram bakışlardan, fitne ve fesada düşme endişesini barındıran görüşmelerden kaçınmaları farzdır.
Soru 1329: Bir kadının dinî örtü ve iffetine riayet ettiğini bilerek, sürücü kursu için özel olan bir yerde, yabancı bir erkeğin yardımıyla araba kullanmayı öğrenmesi caiz midir?
Cevap: Kadının, tesettüre ve iffete dikkat etmek ve fesada düşmeyeceğinden emin olması şartıyla, yabancı birinin yardım ve rehberliği ile araba kullanmayı öğrenmesinde bir sakınca yoktur. Fakat buna rağmen mahremlerinden birinin de kendisine eşlik etmesi daha uygun olur; hatta öncelik, sürücü eğitiminin mutlaka bir kadın eğitmen veya mahremlerinden biri yardımı ile yapılmasıdır.
Soru 1330: Okullarda ve üniversitelerde okuyan gençler, kızlarla da tanışıp, görüşüyorlar ve sınıf ve ders arkadaşı olduklarından onlarla dersler ve diğer konular hakkında konuşuyorlar. Bazen bazı sohbetler, şehvet veya lezzet alma kastı olmaksızın gülmeler ve şakalarla birlikte olmaktadır; acaba bu caiz midir?
Cevap: Bayanların örtülerini korumaları, [sohbet esnasında] lezzet alma kastının olmaması ve fesada [ve harama] düşmemekten emin olunması şartıyla sakıncası yoktur; aksi durumda caiz değildir.
Soru 1331: Günümüzde İslam ve Müslümanlar için hangi ilmî ihtisas dalları daha faydalıdır?
Cevap: Üniversitelerin âlim, hoca ve öğrencilerinin, yabancılara, özellikle İslâm ve Müslümanların düşmanlarına muhtaç olmamak için, Müslümanların ihtiyaç duyduğu bütün faydalı ilmî ihtisas dallarını ve yararlı bilimleri önemsemeleri gerekir. Bunların en faydalı olanları mevcut koşullar dikkate alınarak ilgili yetkililerle tespit edilir.
Soru 1332: Başka dinleri ve inançları tanımak ve bu hususta bilgi edinmek için saptırıcı kitapları ve diğer dinlerin temel kitaplarını okumanın hükmü nedir?
Cevap: Sırf bu inançları tanımak ve onlar hakkında daha fazla bilgi edinmek için bu tür kitapları okumanın caiz olduğuna hükmetmek zordur. Ama bunlardaki dalaleti tanıma ve teşhis etme gücüne sahip olan ve kendisinin haktan sapmayacağına emin olan ehil kişilerin bunları çürütmek ve reddetmek amacıyla okumaları caizdir.
Soru 1333: Çocukları, bazı sapık inançların da öğretildiği okullara, onların bu derslerden etkilenmeyecekleri varsayımıyla göndermenin hükmü nedir?
Cevap: Onların dinî inançlarını kaybedeceklerine dair bir korku duyulmaz, batılı yaygınlaştırmak da söz konusu değilse ve çocuklar saptırıcı, bozuk ve batıl konuları öğrenmekten kaçınabilirlerse, sakıncası yoktur.
Soru 1334: Dört yıldan beri tıp fakültesinde okumakta olan bir üniversite öğrencisi, dinî ilimlere çok fazla ilgi duymaktadır. Bu konumdaki birisinin tıp dalında eğitimini sürdürmesi farz mıdır, yoksa tıbbı bırakıp dinî ilimlere yönelebilir mi?
Cevap: Öğrenci eğitim almak istediği branşı seçmekte özgürdür; ama burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var, o da şu ki, eğer dini ilimleri öğrenmek, İslam toplumuna hizmet etme gücüne sahip olmak açısından önemliyse, tıp okumak da, İslam ümmetine tıbbi hizmetlerin sunulması ve hastalıkların tedavi edilmesi ve hayatlarının kurtarılması kastıyla hazırlanmak için büyük bir önem arz etmektedir.
Soru 1335: Bir öğretmen, sınıfta diğer öğrencilerin karşısında bir öğrenciyi şiddetle cezalandırmıştır; acaba öğrencinin de öğretmenine misilleme yapması caiz midir?
Cevap: Öğrencinin, öğretmen ve hocanın makamına lâyık olmayan bir şekilde karşılık vermeye hakkı yoktur ve öğretmenin saygınlığını ve sınıfın düzenini koruması farzdır; ancak kanunî yollara başvurabilir. Nitekim öğretmenin de arkadaşlarının karşısında öğrencinin saygınlığını gözetmesi ve İslâmî eğitim adabını gözetmesi farzdır.
- BASIM, TELİF VE SANAT ESERLERİ HAKLARI
BASIM, TELİF VE SANAT ESERLERİ HAKLARI
Soru 1336: Yurt dışından getirilen veya İslam Cumhuriyeti içinde basılan kitap ve makalelerin, yayıncılarının izni olmadan yeniden basılmasının hükmü nedir?
Cevap: İslam Cumhuriyeti dışında yayınlanan kitapların yeniden basılması veya ofset yoluyla fotoğraflanması konusu, İran İslam Cumhuriyeti ile bu hükümetler arasında akdedilen anlaşmalara tabidir. Yurtiçinde basılan kitaplarda ise yayıncının hakkı, kitapları yeniden basmak için ondan izin alınarak gözetilmelidir.
Soru 1337: Müelliflerin, mütercimlerin ve eser sahiplerinin, o işi yapmak için harcadıkları emek, zaman ve paranın karşılığı olarak veya telif hakkı olarak bir meblağ talep etmeleri caiz midir?
Cevap: Onlar, bilimsel ve sanatsal çalışmalarının ilk nüshasını veya aslını yayımcıya teslim etmeleri karşılığında yayımcıdan istedikleri miktarı alma hakkına sahiptirler.
Soru 1338: Eğer yazar veya çevirmen veya sanatçı, eserinin ilk baskısı için belli bir miktar ücret alır ve bununla birlikte sonraki baskılarda da kendisinin hakkı olmasını şart koşarsa, acaba sonraki baskılarda yayıncıdan bir şey talep edebilir mi? Bu miktarı almanın hükmü nedir?
Cevap: İlk baskının teslimine ilişkin sözleşme esnasında ek olarak sonraki baskılardan dolayı da bir miktar ücret alınmasını şart koşmuşsa veya kanun bunu gerektiriyorsa, bu miktarın alınmasında bir sakınca yoktur ve yayıncının bu şarta uyması farzdır.
Soru 1339: Eğer yazar ve müellif birinci baskıya izin verirken sonraki baskılar için hiçbir şey söylememişse, acaba yayıncı yazardan yeniden izin almadan ve ona herhangi bir meblağ ödemeden eseri tekrar basabilir mi?
Cevap: Eğer baskı için aralarında yaptıkları anlaşma sadece birinci baskı hakkında olursa, bu durumda farz ihtiyat gereği sonraki baskılar için de onun hakkı gözetilmeli ve izin alınmalıdır.
Soru 1340: Yazara, yolculuk veya vefat gibi bir nedenden dolayı ulaşılamadığı durumlarda, eserin yeniden baskısı için kimden izin alınmalı ve para kime teslim edilmelidir?
Cevap: Yolculuktaysa yazarın vekiline veya şer'î velisine (mallarını korumakla yetkili olan kişiye), öldüğü takdirde mirasçısına müracaat edilmelidir.
Soru 1341: Üzerlerinde "Yayın hakları müellife aittir." ibaresi olmasına rağmen kitapları sahiplerinden izin almaksızın basmak caiz midir?
Cevap: Farz ihtiyat gereği [bu tür kitapları] basmak için müellif ve yayıncıdan izin alınarak onların haklarının gözetilmesi gerekir. Tabii ki [bu konuyla ilgili] kanunun olduğu durumlarda buna uyulmalı ve bundan sonraki konularda da buna dikkat edilmelidir.
Soru 1342: Bazı Kur'ân ve ilâhî kasetlerinin üzerinde, "Çoğaltma hakları saklıdır." yazılmıştır; bu durumda, bu kasetleri çoğaltarak başkalarının kullanımına sunmak caiz midir?
Cevap: Farz ihtiyat gereği kasetin kopyalanması ve çoğaltımı için asıl yayıncıdan izin alınmalıdır.
Soru 1343: Bilgisayar CD’lerini kopyalamak caiz midir? Eğer haram ise, bu hüküm sadece İran'da hazırlanan CD’ler için mi geçerlidir yoksa yabancı ülkelerde hazırlanan CD’leri de kapsar mı? Bazı CD’lerin içeriklerinin önemine binaen çok pahalı olduğu dikkate alındığında hüküm nedir?
Cevap: Yurtiçinde üretilen bilgisayar CD’lerinin kopyalanması ve çoğaltımında farz ihtiyat gereği sahiplerinden izin alınarak haklarının gözetilmesi gerekir. Yurtdışında üretilen CD’ler ise, [o ülkeler ile yapılan] anlaşmaya bağlıdır.
Soru 1344: İş yerlerinin ve şirketlerin ticarî isimleri sadece onların sahiplerine mi aittir ve başkaları, iş yerleri ve şirketlerine o isimleri koyamazlar mı? Örneğin birisi iş yerine soyadını koyarsa, o aileden başka birisi de kendi iş yerine aynı ismi koyabilir mi? Veya başka bir aileden olan birisi iş yeri için aynı ismi kullanabilir mi?
Cevap: Eğer mağazaların ve şirketlerin marka adları, devlete diğerlerinden daha önce resmi talepte bulunan bir kişiye, ülkenin yürürlükteki kanunlarına göre devlet tarafından verilmiş ve bu isim resmî belge ve kayıtlarda da onun adına kayıtlıysa, bu durumda dükkânı veya şirketi adına kayıtlı olan kimsenin izni olmaksızın bu ismin başkaları tarafından kullanılması caiz değildir. Bu hükümde, bu kişilerin, o ismin veya markanın sahibiyle aynı aileden olup olmaması fark etmez. Eğer bu şekilde değilse, o zaman o isim ve unvanları diğerlerinin kullanmasının sakıncası yoktur.
Soru 1345: Bazı kimseler kitap veya belgelerin fotokopisini çeken kırtasiye vb. yerlere giderek onlardan fotokopi çekmelerini istemektedirler. Müminlerden olan dükkân sahibinin o kitap, belge veya derginin bütün müminlere yararlı olduğuna inanarak sahibinden izin almadan onların fotokopisini çekip çoğaltması caiz midir? Eğer kitap sahibinin buna razı olmadığını bilirse hüküm değişir mi?
Cevap: Farz ihtiyat gereği şahıs, kitap veya belgelerin sahibinden izin alınmaksızın fotokopilerini çekmemelidir.
Soru 1346: Bazı müminler filim CD veya kaseti kiralayan yerlerden videokasetleri veya CD’leri kiralıyor ve beğendikleri takdirde ulemadan birçoğunun [bu tür CD ve videokasetlerinin] kayıt ve yayın hakkının saklı olmadığı görüşüne dayanarak izinsiz bir şekilde onları kaydedip çoğaltıyorlar; acaba bu iş caiz midir? Eğer caiz değilse, birisi kaydeder ve çoğaltırsa, bunu kiraladığı yere bildirmesi gerekir mi, yoksa kaydedip çoğaltmış olduğu CD ve videokasetleri silmesi yeterli midir?
Cevap: Farz ihtiyat gereği sahibinin izni olmadan CD veya videokasetler çoğaltılmamalıdır; ama eğer izinsiz böyle bir şey yapılmışsa, içeriklerin silinmesi yeterlidir.
- GAYRİMÜSLİMLERLE MUAMELE
GAYRİMÜSLİMLERLE MUAMELE
Soru 1347: İsrail mallarını ithal etmek ve dağıtmak caiz midir? Eğer zaruret gereği ithal edilmiş olursa, bu malları satmak caiz olur mu?
Cevap: İslâm ve Müslümanların düşmanı olan gasıp İsrail rejiminin yararına olan muamelelerden sakınmak gerekir. İsrail'in, yapım ve satımından kâr sağladığı malları ithal etmek ve dağıtmak hiç kimseye caiz değildir. İslâm ve Müslümanlara zarar vermesi ve birçok olumsuz yönleri bulunması nedeniyle Müslümanların da İsrail mallarını satın almaları caiz değildir.
Soru 1348: İsrail'e yönelik ekonomik ambargoyu kaldıran bir ülkede tüccarların İsrail mallarını ithal etmesi ve bu malları dağıtmaları caiz midir?
Cevap: Aşağılık İsrail rejiminin yapım ve satımından kâr sağladığı malları ithal etmek ve dağıtmaktan sakınmak farzdır.
Soru 1349: Müslümanların, İslâm ülkesinde satılan İsrail mallarını satın almaları caiz midir?
Cevap: Bütün Müslümanlara, üretim ve satış kârı, İslâm ve Müslümanlarla savaş hâlinde olan Siyonistlere dönen malları satın almaktan ve kullanmaktan sakınmaları farzdır.
Soru 1350: İslâm ülkelerinde İsrail'e tur düzenleyen seyahat acenteleri açmak caiz midir? Müslümanlar bu acentelerden bilet satın alabilirler mi?
Cevap: İslâm ve Müslümanlara zararlı olduğu için bu iş caiz değildir. Aynı şekilde Müslümanlarla savaş hâlinde olan düşman İsrail'e karşı Müslümanlarca uygulanan ambargoyu ihlal sayılan teşebbüslerde bulunmak hiç kimseye caiz değildir.
Soru 1351: Yahudi, Amerikalı veya Kanadalı şirketlerin ürünlerini, alçak İsrail hükümetini destekledikleri ihtimaline rağmen satın almak caiz midir?
Cevap: Bu ürünlerin alım ve satımları gasıp ve alçak İsrail rejiminin güçlenmesine neden olur veya İslâm ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarında kullanılırsa, kimsenin onları satın alması ve satması caiz değildir; aksi durumda sakıncası yoktur.
Soru 1352: İsrail malları İslâm ülkelerine girdikten sonra tacirlerin onların bir bölümünü satın alarak halka satmaları ve dağıtmaları caiz midir?
Cevap: Bu işte bulunan fesatlar [Müslümanların çıkarına ters düşen ve onlara zarar veren durumlar] nedeniyle onların bunu yapmaları caiz değildir.
Soru 1353: Eğer İsrail malları, İslâmî bir ülkenin umumî ticaret merkezlerinde halka sunulursa, Müslümanların, ihtiyaç duyulan ürünleri İsrail'e ait olmayan ve başka ülkelerden ithal edilen mallardan temin etme imkânları olmasına rağmen onları satın almaları caiz midir?
Cevap: Bütün Müslümanların, üretim ve satış kârları İslâm ve Müslümanlarla savaş hâlinde olan Siyonistlere dönen malları satın almaktan ve kullanmaktan sakınması farzdır.
Soru 1354: Eğer, Müslüman müşterilerin İsrail'de üretildiğini bilirlerse satın almayacakları İsrail mallarının, Kıbrıs ve Türkiye gibi ülkelerde, o malların İsrail'de üretildiği belli olmasın diye Menşe Şahadetnamesi[1] değiştirildikten sonra yeniden ihraç edildiğini bilirsek, böyle bir durum karşısında Müslüman olarak vazifemiz nedir?
Cevap: Müslümanlar, bu gibi malları satın almaktan, dağıtmaktan ve kullanmaktan kaçınmalıdırlar.
Soru 1355: Amerikan mallarını alıp satmanın hükmü nedir ve bu hüküm Fransa, İngiltere gibi bütün batılı ülkeleri kapsıyor mu? Acaba bu hüküm İran'a özel midir yoksa tüm ülkeler için geçerli midir?
Cevap: Eğer gayri İslâmî ülkelerden ithal edilen malları satın almak ve kullanmak, İslâm ve Müslümanlara düşman olan sömürgeci kâfir rejimleri güçlendirirse veya onların İslâm ülkesine veya dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlara yönelik saldırıları için gereken maddî güçlerini artırırsa, Müslümanların şer'an onları satın almak ve kullanmaktan sakınmaları farzdır. Bu konuda satın alınan mallar arasında ve yine İslâm ve Müslümanlara düşman olan kâfir devletlerarasında hiçbir fark yoktur ve bu hüküm sadece İranlı Müslümanlara has değildir.
Soru 1356: Kazançları kâfir hükümetlere ulaşan ve onları güçlendiren fabrikalarda ve kurumlarda çalışanların görevi nedir?
Cevap: Kazançları Müslüman olmayan ülkelere gitse bile, meşru işlerle kazanç sağlamak özü itibariyle sakıncasızdır. Ancak bu rejim İslâm ve Müslümanlarla savaş hâlinde olursa ve Müslümanların çalışmalarının ürünleri bu savaşta kullanılırsa, bu kurumlarda çalışmak caiz olmaz.
[1]-Ya da ürün kimliği, (ing. Cerfificate of Origin, CoO,) uluslararası ticarete konu olan ürünlerin menşeini belirten belgelerdir.
- ZALİM DEVLETTE ÇALIŞMAK
ZALİM DEVLETTE ÇALIŞMAK
Soru 1357: İslâmî olmayan bir devlette görev alıp çalışmak caiz midir?
Cevap: Bunun caiz olması, alınan görevin özü itibariyle caiz olmasına bağlıdır.
Soru 1358: Arap ülkelerinden birinde emniyet genel müdürlüğü trafik başkanlığında çalışan birisi, trafik kurallarını ihlal edenlerin dosyalarını imzalayarak onları cezaevine sevk etmekle sorumludur. Dosyasını imzaladığı suçlular cezaevine giriyor; acaba bu görevde bulunması caiz midir? Bu işi karşılığında devletten aldığı maaşın hükmü nedir?
Cevap: Kamu düzenini sağlamak için konulan yasalar gayri İslâmî bir devlet tarafından koyulmuş olsa bile her durum ve yerde onlara uymak farzdır ve helâl bir iş karşılığında maaş almanın da sakıncası yoktur.
Soru 1359: Müslüman birinin Amerika veya Kanada vatandaşlığını aldıktan sonra orduya katılması veya polis olması caiz midir? Yine belediye gibi devlet dairelerinde ve devlete bağlı diğer kurumlarda çalışması caiz midir?
Cevap: Bu iş fesada, bozgunculuğa yol açmaz, haram bir işi yapmayı ve farz bir ameli terk etmeyi de gerektirmezse sakıncası yoktur.
Soru 1360: Zalim bir hükümdar tarafından atanan hâkimin yargılaması ve hüküm vermesinin meşruiyeti var mıdır ve buna binaen ona itaat farz mıdır?
Cevap: Bütün şartlara haiz olan müçtehitten başkasının -atama hakkı olan bir kimse tarafından atanmamışsa- hâkimlik ve yargı makamını üstlenip insanların arasındaki davaları halletmeye kalkışması caiz değildir. Halkın da ona müracaat etmesi caiz değildir ve onun vereceği hüküm de zarurî haller dışında geçerli değildir.
- ŞÖHRET ELBİSESİ VE GİYİMLE İLGİLİ HÜKÜMLER
ŞÖHRET ELBİSESİ VE GİYİMLE İLGİLİ HÜKÜMLER
Soru 1361: Şöhret elbisesinin ölçüsü nedir?
Cevap: Şöhret elbisesi, renginden veya dikiliş özelliğinden dolayı veya eski olmasından ve başka nedenlerden dolayı kişinin giymesi uygun olmayan ve eğer insanların karşısında giyecek olursa dikkat çekmesine ve parmakla gösterilmesine sebep olan elbisedir.
Soru 1362: Kadınların, yürürken ayakkabılarının yere değmesi sonucu ortaya çıkan sesin hükmü nedir?
Cevap: Dikkatleri çekmediği sürece ve bir fesada düşmeyi gerektirmedikçe özü itibariyle hiçbir sakıncası yoktur.
Soru 1363: Kızlar, koyu mavi renkte elbiseleri giyebilirler mi?
Cevap: Başkalarının dikkatini çekmemesi ve bir fesada yol açmaması şartıyla haddizatında bir sakıncası yoktur.
Soru 1364: Kadınların vücut hatlarını ortaya koyan dar elbiseleri veya düğün vb. törenlerde, bedenin içini gösteren (transparan) açık elbiseler giymesi caiz midir?
Cevap: Eğer yabancı erkeklerin bakışından ve fesada yol açmaktan veya düşmekten güvende ve korunmuş olurlarsa sakıncası yoktur; aksi durumda caiz değildir.
Soru 1365: Mümin bir kadının parlak siyah ayakkabı giymesi caiz midir?
Cevap: Rengi ve şekli namahremlerin dikkatini çekecek veya parmakla gösterilmesine sebep olacak nitelikte olmadıkça sakıncası yoktur.
Soru 1366: Kadınların başörtüsü, pantolon ve gömlek gibi [dışarıda veya namahrem erkekler karşısında giydikleri] elbiselerinde sadece siyah rengi seçmeleri farz mıdır?
Cevap: Kadın elbisesinin hükmü, renk, model ve dikim özelliği bakımından ayakkabı hakkında yöneltilen bir önceki sorudaki gibi, eğer rengi ve şekli namahremlerin dikkatini çekecek veya parmakla gösterilmesine sebep olacak nitelikte değilse sakıncası yoktur.
Soru 1367: Kadının örtü ve elbisesinin başkalarının dikkatini çekecek veya şehveti uyandıracak nitelikte olması; örneğin dikkatleri çekecek bir şekilde çarşaf kullanması veya şehveti uyandıracak bir renkte çorap veya kumaş bir elbise giymesi caiz midir?
Cevap: Rengi, şekli veya giyiliş şekli ile yabancı erkeklerin dikkatini çekecek, fesada sebep olacak ve günah işlemeye yol açacak bir şeyi giymek caiz değildir.
Soru 1368: Erkeklerin, kadınlara özel ve kadınların da erkeklere özel bir şeyi karşı cinse benzemek kastı olmaksızın evde giymesi caiz midir?
Cevap: Onu kendileri için [her yerde giyebilecekleri] bir elbise unvanıyla seçmedikleri sürece sakıncası yoktur.
Soru 1369: Erkeklerin, kadınların iç çamaşırlarını satmalarının hükmü nedir?
Cevap: Ahlâkî ve toplumsal fesatlara sebep olmadığı sürece sakıncası yoktur.
Soru 1370: İnce çorap üretmek ve alım satımı şer'i açıdan caiz midir?
Cevap: Kadınlar tarafından yabancı erkeklerin yanında giyilmesi maksadıyla olmadıkça, üretiminin ve alınıp satılmasının, sakıncası yoktur.
Soru 1371: Evli olmayan kişilerin, şer'î ölçüleri ve ahlâkî kuralları gözeterek kadın elbiseleri ve makyaj malzemeleri satan yerlerde çalışmaları caiz midir?
Cevap: Çalışmanın ve helâl kazanç elde etmenin caiz oluşu şer'i açıdan insanların belli bir grubuna has değildir; İslâmî adap ve ölçüleri koruyan herkes bu hakka sahiptir. Fakat toplumun maslahatı dolayısıyla ticarî çalışma ruhsatı veya bazı meslek grupları için dairelerden veya sorumlu yerlerden çalışma izni almanın özel birtakım şartları varsa, bu şartları gözetmek gerekir.
Soru 1372: Erkeklerin zincir takmalarının hükmü nedir?
Cevap: Eğer altından veya kullanılması kadınlara has olan şeylerden olursa, erkeğin takması caiz değildir.
- BATI KÜLTÜRÜNÜ TAKLİT ETMEK
- TECESSÜS, HABER AKTARMA VE SIRLARI İFŞA ETMEK
TECESSÜS, HABER AKTARMA VE SIRLARI İFŞA ETMEK
Soru 1388: Çalışanlardan birinin devlet mallarını zimmete geçirdiğine dair çok sayıda yazılı rapor tarafımıza ulaşmış ve bu suçlamayla ilgili soruşturmalar yapıldıktan sonra bu raporların bir kısmının doğruluğu bizim için netlik kazanmıştır. Ama sanık soruşturulurken tüm suçlamaları reddediyor, kişinin itibarının zedelenmesine neden olacağı düşünüldüğünde, bu raporların mahkemeye gönderilmesi caiz midir? Caiz olmadığını varsayarsak, bu meseleden haberdar olanların görevi nedir?
Cevap: Kamu mal ve mülkünün korunması ve muhafazasından sorumlu olan kişi, o malın bir çalışanı veya başkası tarafından zimmete geçirildiğinin öğrenilmesi halinde, şer’i ve hukuki açıdan bu konudaki bilgilerini ilgili kurumlara vermekle yükümlüdür. Sanığın itibarını kaybetme korkusu, malın korunması hakkını ileri sürmemek için resmi olarak bir ruhsat sayılmaz ve diğer kişilerin raporlarını belgeli olarak ilgili görevlilere sunması gerekir ki, gerçekleri araştırıp doğruladıktan sonra harekete geçebilsinler.
Soru 1389: Bazı basın yayın organlarının hırsızların, sahtekârların, resmî dairelerde rüşvet alanların, iffete aykırı işler yapanların, fesat çıkaranların ve gece kulüplerinde eğlence partileri düzenleyenlerin tutuklanmalarıyla ilgili haberler yayınlandığını görmekteyiz; acaba bu gibi haberlerin basılması ve yayınlanması bir nevi kötülüğü yaymak sayılmaz mı?
Cevap: Olay ve hadiselerin sırf basında yayınlanması, kötülükleri yaymak sayılmaz.
Soru 1390: Eğitim merkezlerinden birinin öğrencilerinin gördükleri ahlâka aykırı hareketlerin engellenmesi için durumu kültürel yetkililere raporlamaları caiz midir?
Cevap: Eğer raporlar açıkça yapılan şeylerle ilgiliyse ve tecessüs ve gıybet denilmeyecek nitelikteyse sakıncası yoktur; hatta bu, kötülükten sakındırmanın gereklerinden ise, farzdır.
Soru 1391: Dairelerdeki bazı sorumluların yaptıkları ihanet ve zulümleri halkın arasında açıklamak caiz midir?
Cevap: Bunu, araştırıp emin olduktan sonra kanunî takibe alınması için sorumlu merkez ve mercilere bildirmenin sakıncası yoktur. Hatta bazen kötülükten alıkoymanın bir gereği sayılırsa, bunu bildirmek farzdır. Ancak bunu halka söylemenin bir gerekçesi yoktur; hatta fitne ve fesada yol açar ve İslâm devletini zayıflatmaya neden olursa bunu halka anlatmak haramdır.
Soru 1392: Müminlerin mallarını araştırmak ve onu zalim devlet ve yöneticiye bildirmek caiz midir? Özellikle eğer bu iş müminlere eziyet ve zarar verilmesine sebep olursa hüküm nedir?
Cevap: Bu tür eylemler şeriat açısından haramdır ve mümine ulaşan zarar, zalim yöneticinin yanında müminlerin casusluğunu yapmaktan dolayı ise onlara ulaşan zarardan da sorumlu olmayı gerektirir.
Soru 1393: Haram işledikleri veya marufu terk ettikleri görülürse, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak için müminlerin, şahsi ve gayrişahsi işlerini araştırmak caiz midir? Vazifeleri olmadığı halde insanların yaptıkları hataları ortaya çıkarmak için araştırma yapanların hükmü nedir?
Cevap: Devlet memurlarının ve başkalarının idari işlerinin yasal kurallar ve düzenlemeler çerçevesinde resmi soruşturma görevlileri tarafından araştırılmasında ve soruşturulmasında bir sakınca yoktur; ancak başkalarının işlerinin gözetlenmesinde veya memurların eylem ve davranışlarının kanuni sınırlar dışında ortaya çıkarılması için soruşturulması resmi görevliler için bile caiz değildir.
Soru 1394: Halk arasında kişisel sırlardan, özel ve gizli işlerden bahsetmek caiz midir?
Cevap: Özel ve kişisel konuları ortaya çıkarıp başkaları yanında ifşa etmek, eğer herhangi bir şekilde başkalarıyla da ilgili olsa veya bir fesada sebep olacaksa caiz değildir.
Soru 1395: Psikiyatristler, hastalığın nedenlerini ve tedavi yollarını öğrenmek için genellikle hastanın şahsi ve ailevi meseleleri hakkında sorular sorarlar; hastanın bu sorulara cevap vermesi caiz midir?
Cevap: Eğer bir fesada yol açmaz ve başka bir kişinin gıybetini veya aşağılanmasını da gerektirmezse bunun sakıncası yoktur.
Soru 1396: Bazen bazı güvenlik güçleri, tıpkı casusluk ve soruşturma yöntemlerinin de bunu gerektirdiği gibi, fuhuş merkezlerini ve terör gruplarını ortaya çıkarmak için bazı merkezlere girip gruplara sızmayı gerekli görüyor, bu işin şer’i açıdan hükmü nedir?
Cevap: Eğer ilgili yetkili memurun izni ile ve kanuni kaide ve nizamlara uymak ve günaha bulaşmaktan ve haram işlemekten sakınmak şartıyla olursa, sakıncası yoktur. Tabi yetkililerin de tüm dikkatlerini vererek onların çalışmalarını takip etmeleri farzdır.
Soru 1397: Bazıları, başkalarının yanında İran İslâm Cumhuriyeti’ndeki bazı eksikliklerden ve zaaflardan bahsediyor; bu gibi konuşmaları dinlemenin hükmü nedir?
Cevap: Dünyanın küfür ve müstekbir güçleri karşısında dimdik duran İslam Cumhuriyeti'ni itibarsızlaştıracak her türlü hareketin İslam'ın ve Müslümanların çıkarına olmadığı açıktır. Dolayısıyla bu sözler, eğer İslam Cumhuriyeti sisteminin zayıf düşmesine neden olursa, caiz değildir.
- SİGARA VE UYUŞTURUCU KULLANMAK
SİGARA VE UYUŞTURUCU KULLANMAK
Soru 1398: Devlet dairelerinde ve halka açık yerlerde sigara içmenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer devlet dairelerinin ve halka açık yerlerin kendi iç kurallarına aykırı olursa veya başkalarının rahatsız ve eziyet olmasına ya da onlara bir zarar ulaşmasına sebep olursa caiz değildir.
Soru 1399: Kardeşim uyuşturucu bağımlısı ve aynı zamanda uyuşturucu kaçakçısı, acaba onu durdurabilmeleri için ilgili resmî makamlara haber vermem bana farz mıdır?
Cevap: Kötülükten sakındırmak size farzdır; onun uyuşturucu kullanmayı terk etmesi için ona yardım etmeniz, onun uyuşturucu kaçakçılığı yapmasını, satmasını ve dağıtmasını engellemeniz gerekir. Eğer onun durumunu ilgili makamlara bildirmek, bu konuda ona yardımcı olacaksa veya bu iş onu kötülükten sakındırmanın bir gereği sayılırsa bildirmeniz farzdır.
Soru 1400: Enfiye kullanmak caiz midir? Ona bağımlı olmanın hükmü nedir?
Cevap: Eğer kullanan kişiye önemli sayılacak bir zararı olursa, onu kullanmak ve bağımlı olmak caiz değildir.
Soru 1401: Tömbeki tütünü alıp satmanın ve içmenin hükmü nedir?
Cevap: Tömbeki tütünü alıp satmanın ve içmenin özü itibariyle bir sakıncası yoktur; fakat eğer birisine kayda değer bir zararı dokunursa, bu durumda kullanımı ve alış verişi caiz değildir.
Soru 1402: Esrar pak mıdır ve acaba onu kullanmak haram mıdır?
Cevap: Esrar paktır; fakat onu kullanmak haramdır.
Soru 1403: Esrar, afyon, eroin, morfin, kenevir vb. uyuşturucu maddelerinin yemek, içmek, çekmek, damardan veya fitil şeklinde kullanılmasının hükmü nedir? Bu malları alıp satmanın ve nakletmek, saklamak ve kaçakçılık gibi bundan diğer para kazanma yollarının hükmü nedir?
Cevap: Uyuşturucu maddelerinin kullanılması ve onlardan fayda sağlanması, bunların kullanılmasından kaynaklanan kayda değer bireysel ve toplumsal zararlarından ve olumsuz etkilerinden dolayı haramdır; bu nedenle taşımak, depolamak, alıp satmak vb. yollarla bunlardan kazanç sağlamak da haramdır.
Soru 1404: Bir hastalığı, uyuşturucu madde kullanarak tedavi etmek caiz midir? Eğer caiz ise, acaba mutlak olarak mı caizdir, yoksa tedavi yönteminin sadece uyuşturucuyla sınırlı olduğu durumda mı caizdir?
Cevap: Eğer hastalığın tedavisi, güvenilir bir doktorun teşhis ve izniyle herhangi bir şekilde uyuşturucu madde kullanmaya bağlı ise sakıncası yoktur.
Soru 1405: Afyon, eroin, morfin, esrar ve kokain yapımında kullanılan haşhaş, Hint keneviri gibi bitkileri ekip yetiştirmenin hükmü nedir?
Cevap: İslâm Cumhuriyeti kanunlarına göre yasak olan bu bitkileri ekmek ve yetiştirmek caiz değildir.
Soru 1406: Morfin, eroin, esrar, marihuana ve haşhaş gibi tabiî maddelerden veya "L.S.D" gibi sun'î maddelerden uyuşturucu madde yapmanın ve hazırlamanın hükmü nedir?
Cevap: Caiz değildir.
Soru 1407: Üzerine bazı içki çeşitlerinden serpilen tömbeki tütününü kullanmak ve dumanını içine çekmek caiz midir?
Cevap: Eğer örfe göre bu çeşit bir tömbekiyi kullanmak içki kullanmak sayılmazsa ve insanı sarhoş etmezse, yine insana kayda değer ciddi bir zarar vermezse, her ne kadar müstehap ihtiyat gereği terk etmek daha iyi olsa da sakıncası yoktur.
Soru 1408: Sigara kullanmaya başlamak haram mıdır? Bağımlı olan biri sigarayı birkaç hafta veya daha uzun süre bıraksa, tekrar kullanmaya başlaması haram mıdır?
Cevap: Hüküm, sigara kullanımının verdiği zararın derecesine göre değişmekte olup, genel olarak, eğer vücuda önemli ölçüde zarar verecek miktarda olursa sigara kullanımı caiz değildir. Eğer insan sigaraya başlamakla bu aşamaya ulaşacağını bilirse, yine caiz değildir.
Soru 1409: Uyuşturucu ticaretinden elde edilen mallar gibi bizzat haram olduğu bilinen malların hükmü nedir? Eğer bunların sahibini tanımazsak sahibi meçhul olan mal hükmünde midirler? Eğer böyleyse, şer'î hâkimin veya onun tam yetkili vekilinin izniyle bu malları kullanmak caiz midir?
Cevap: Bir kimse, edindiği malın haram olduğunu biliyorsa, onun şer'î sahibini tanıdığı takdirde [şahsını tanımaz, fakat sayılı kişilerden biri olduğunu bilse bile] onu sahibine vermesi farzdır. Aksi durumda o malı şer'î sahibi adına sadaka olarak fakirlere vermelidir. Eğer haram mal onun helâl malına karışmış ise ve haram malın miktarını bilmiyor ve şer'î sahibini de tanımıyorsa, bu karışık malın humusunu (beşte birini) çıkararak humus verilmesi gereken makama vermesi farzdır.
- SAKAL TIRAŞI
SAKAL TIRAŞI
Soru 1410: Sakal bırakmanın farz olduğu [tıraş edilmesi haram olan] alt çeneden maksat nedir? Yanaklar da bunun içine girer mi?
Cevap: Ölçü, [sakal bırakmada] örfte bu adam sakal bırakıyor denilmesidir.
Soru: 1411: Uzunluk ve kısalık bakımından sakalın sınırı nedir?
Cevap: Bunun belli bir sınırı yoktur; bunda ölçü, örfte sakal denilmesidir. Bir el tutumundan fazla olması ise mekruhtur.
Soru 1412: Sakalı kısaltıp bıyığı uzatmanın hükmü nedir?
Cevap: Bunun haddizatında bir sakıncası yoktur.
Soru 1413: Bazı erkekler sadece çenelerinde sakal bırakarak geri kalanı tıraş etmekteler, bunun hükmü nedir?
Cevap: Sakalın bir bölümünü tıraş etmek, sakalın tamamını tıraş etmek hükmündedir.
Soru 1414: Acaba sakalı tıraş etmek fısk[1] sayılır mı?
Cevap: Farz ihtiyat gereği sakalı kesmek haramdır ve sakal kesmek, farz ihtiyat gereği fıskın sonuç ve hükümlerini doğurur.
Soru 1415: Bıyığı tıraş etmenin hükmü nedir? Acaba bıyık çok uzun bırakılabilir mi?
Cevap: Bıyığı tıraş etmenin, bıyık bırakmanın veya uzatmanın özü itibariyle bir sakıncası yoktur. Ancak bıyığı, yemek yerken ve su içerken yemeğe ve suya değecek miktarda uzatmak mekruhtur.
Soru 1416: Mesleği gereği tıraş olması gereken bir sanatçının jiletle veya tıraş makinesiyle tıraş olmasının hükmü nedir?
Cevap: Eğer "Sakalını tıraş etti." denecek nitelikte olursa farz ihtiyat gereği haramdır. Fakat sergileyeceği sanat, İslâm toplumunun ihtiyaç duyduğu zarurî işlerden sayılırsa, sakalını zaruret miktarınca tıraş etmesinin sakıncası yoktur.
Soru 1417: Şirketlerden birinin halkla ilişkiler sorumlusu olduğum için misafirlere sakallarını tıraş etmeleri için tıraş malzemeleri alıp temin etmek zorundayım, bu konuda benim görevim nedir?
Cevap: Farz ihtiyat gereği tıraş malzemelerinin alınması ve başkalarına verilmesi zaruret dışında caiz değildir.
Soru 1418: Sakal bırakmak insanın aşağılanmasına sebep olursa, sakalı tıraş etmenin hükmü nedir?
Cevap: Sakal bırakmak, dinine önem veren Müslüman bir kişinin aşağılanma sebebi olamaz ve farz ihtiyat gereği sakal bırakmak insanı zarar ve sıkıntıya sokmadıkça, tıraş edilmesi caiz değildir.
Soru 1419: Sakal bırakmak insanın meşru amaçlarına ulaşmasına engel olursa, tıraş etmek caiz olur mu?
Cevap: Mükellefin ciddî bir zarar ve meşakkat dışında Allah Teâlâ’nın emrini uygulaması farzdır.
Soru 1420: Daha çok tıraş sonrası için kullanılan, ancak bazen başka amaçlar için de [nemlendirici olarak mesela] kullanılan tıraş kreminin alınması, satılması ve üretilmesi caiz midir?
Cevap: Eğer bahsi geçen kremin, sakal tıraşı dışında başka helâl menfaatleri de varsa, onu bu amaçla üretmenin ve alıp satmanın sakıncası yoktur.
Soru 1421: Sakalı tıraş etmenin haram oluşundan maksat, yüzdeki tüylerin tam olarak çıktıktan sonra tıraş edilmesi midir, yoksa yüzde çıkan az miktardaki tüyleri tıraş etmeyi de kapsar mı?
Cevap: Genel olarak, yüzdeki tüyleri sakal tıraşı denilecek miktarda tıraş etmek ihtiyat gereği haramdır. Ancak sakal tıraşı denilmeyecek miktarda yüzdeki tüyleri kesmenin sakıncası yoktur.
Soru 1422: Berberlerin sakal tıraşı karşılığında aldığı ücret haram mıdır? Eğer haramsa, bu para helâl mala karışırsa humus vermek istediğinde iki defa mı humus vermesi gerekir?
Cevap: Sakal tıraşı karşılığında ücret almak farz ihtiyat gereği haramdır. Harama karışmış helâl mala gelince, eğer haram malın miktarını bilir ve sahibini de tanırsa onu sahibine geri vermesi veya onun rızasını alması farzdır. Ama sayısı sınırlı kişilerden birisi olarak bile sahibini tanımazsa, bu durumda onu sahibinin hayrına fakirlere sadaka vermelidir ve eğer sahibini tanır da miktarını bilmezse, uygun bir yolla onun rızasını elde etmesi farzdır. Eğer ne miktarını bilir ve ne de sahibini tanırsa, bu durumda malının haramdan temizlenmesi için humusunu vermelidir. Humusu verdikten sonra geriye kalan mal eğer yıllık giderinden fazlaysa, bu durumda kazancının humusu olarak onun da humusunu vermelidir.
Soru 1423: Bazı müşteriler tıraş makinelerini tamir etmem için bana müracaat ediyorlar; sakalı tıraş etmenin şer'an haram olduğu dikkate alındığında, onların makinelerini tamir etmem caiz midir?
Cevap: Mezkûr alet, sakal tıraşından başka yerlerde de kullanıldığından, sakal tıraşında kullanmamak amacıyla onu tamir etmenin ve karşılığında ücret almanın sakıncası yoktur.
Soru 1424: Yanaktaki kılları iple veya cımbızla almak haram mıdır?
Cevap: Yanaktaki kılları tıraş ederek bile olsa almak haram değildir.
[1]- Dinin emir ve yasaklarına aykırı davranma anlamında fıkıh ve hadis terimi. (TDV İslam Ansiklopedisi)
- GÜNAH TOPLANTILARINDA BULUNMAK
GÜNAH TOPLANTILARINDA BULUNMAK
Soru 1425: Bazen yabancı ülkelerin üniversite hocaları veya üniversiteleri tarafından toplu kutlamalar düzenlenir ve bu toplantılarda alkollü içeceklerin olduğu öncesinde zaten bilinir. Bu durumda bu gibi toplantılara katılmak isteyen öğrencilerin şer'î vazifeleri nelerdir?
Cevap: İçki içilen toplantılara katılmak, hiç kimse için caiz değildir. Bu toplantılara katılmayın ve bırakın onlar sizin Müslüman olduğunuz için içki içmediğinizi ve içki içilen toplantılara katılmadığınızı anlasınlar.
Soru 1426: Düğün törenlerinde bulunmanın hükmü nedir? İnsanların dans edeceklerinin kesin olarak bilindiği düğün törenlerinde bulunmanın, "Bir kavmin haram işine giren onlardandır." rivayetinin kapsamına girdiği ve dolayısıyla orayı terk etmenin farz olduğu söylenebilir mi, yoksa dans etmemek ve diğer [haram olan] programlara katılmamak kaydıyla orada bulunmak caiz midir?
Cevap: Söz konusu merasim, eğer haram toplantı ve günah meclisi denilmeyecek nitelikte olursa ve orada bulunmak bir fesada yol açmayacaksa, ayrıca orada bulunmak ve oturmak örfen caiz olmayan bir işi onaylamak sayılmadıkça sakıncası yoktur.
Soru 1427:
a) Erkeklerin ve kadınların ayrı ayrı müzik çalıp dans ettikleri kutlama [ve partilere] katılmanın hükmü nedir?
b) Müzik çalınan ve dans edilen düğün törenlerine katılmak caiz midir?
c) Dans edilen toplantılarda, marufu emretmek ve münkerden sakındırmak katılanlarda etkili olmazsa yine de kötülükten sakındırmak farz mıdır?
d) Kadın erkek karışık oynamanın hükmü nedir?Cevap: Genel olarak dans etmek, şehveti tahrik edecek nitelikte veya haram olan bir işle birlikte olursa ya da haram olan bir işi gerektirirse caiz değildir. Yine yabancı veya namahrem erkeklerle kadınlar karışık olarak oynar veya dans ederse caiz değildir. Bu konuda düğün törenleriyle diğer törenler arasında hiçbir fark yoktur. Günah toplantısına katılmak da, günah toplantılarına uygun olan tahrik edici müziği dinlemek gibi bir haramı işlemeyi gerektirirse veya günahı onaylama niteliğinde olursa caiz değildir. İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak vazifesine gelince, etkili olma ihtimali yoksa insanın üzerinden kalkar.
Soru 1428: Eğer namahrem bir erkek, örtülü olmayan kadınların bulunduğu bir düğüne katılsa ve onları bu münkerden sakındırmanın etkili olmayacağını bilse, orayı terk etmesi farz mıdır?
Cevap: Eğer [onların yaptıklarına] itiraz olarak günah toplantısını terk etmek, kötülükten sakındırmanın bir göstergesi olursa, orayı terk etmek farzdır.
Soru 1429: Müstehcen müziklerin dinlendiği toplantı ve ortamlarda bulunmak caiz midir? Müziğin günah nitelikli olup olmadığında şüphe edilirse, onların bunu çalmasına engel olunamayacağı da dikkate alındığında hüküm nedir?
Cevap: Allah yolundan saptırıcı müzik, şarkı ve türkü söylenen ortamlarda bulunmak, onları dinlemeye veya onaylamaya sebep olursa caiz değildir. Fakat mevzuda şüphe edilirse orada bulunmanın ve onları dinlemenin haddizatında bir sakıncası yoktur.
Soru 1430: İnsanın bazen dinî makamlara veya diğer müminlere iftira atmak gibi uygunsuz sözler işitilen toplantılara ve çevrelere katılmasının hükmü nedir?
Cevap: Gıybeti dinlemek gibi haramları işlemeği ve kötülüğün tasdik ve teşvikine sebep olmadığı müddetçe, sadece bu toplantılarda bulunmanın bir sakınca yoktur. Fakat şartları oluştuğu takdirde münkerden sakındırmak, farzdır.
Soru 1431: Bazı gayri İslâmî ülkelerde yapılan toplantılarda örf ve âdete göre, katılanları ağırlamak için alkollü içkiler kullanılır; bu toplantılara katılmak caiz midir?
Cevap: İçki içilen toplantılarda bulunmak caiz değildir; zaruret hâlinde de zaruret miktarıyla yetinilmesi farzdır.
- DUA YAZMAK VE İSTİHARE
DUA YAZMAK VE İSTİHARE
Soru 1432: Dua yazmak için para almak ve vermek caiz midir?
Cevap: Masumlardan nakledilen duaları yazmak karşılığında ücret almak ve vermek caizdir.
Soru 1433: Dua yazanların eski dua kitaplarında rivayet edildiğini iddia ederek yazdıkları duaların hükmü nedir? Şer'î bakımdan bu dualar muteber midir? Bunlara müracaat etmenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer dualar Ehlibeyt İmamlarından nakledilmişse veya içerikleri hak ve doğruysa, onlara teberrük edinmenin sakıncası yoktur; nitekim Ehlibeyt İmamlarından olduğu şüpheli olan duaları da Ehlibeyt İmamlarına ait olduğu ümidiyle okumanın sakıncası yoktur.
Soru 1434: İstihareye uymak farz mıdır?
Cevap: İstihareye uymanın şer'î bir zorunluluğu yoktur; fakat istiharenin aksine davranmamak daha iyidir.
Soru 1435: “Hayır işlerde istihareye gerek yoktur.” denildiğine göre, acaba bu işlerin keyfiyeti ya da bunların uygulanması sırasında ortaya çıkabilecek öngörülemeyen sorunlar hakkında istihare caiz midir? Acaba istihare gaybı bilmenin bir yolu sayılır mı, yoksa onu sadece Allah mı biliyor?
Cevap: İstihare, mubah işleri yapmada tereddüt ve şaşkınlığı gidermek içindir; bu tereddüt ister işin kendisi hakkında olsun, ister keyfiyetinde fark etmez. Dolayısıyla tereddüt edilmeyen hayır işlerde istihareye gerek yoktur. Aynı şekilde istihare bir kişinin veya işin geleceğini bilmeye yönelik yapılan bir iş de değildir.
Soru 1436: Boşanmak ve boşanmamak gibi konularda Kur'ân ile istihare etmek sahih midir? İnsan istihare ettikten sonra istihareye uygun davranmazsa hükmü nedir?
Cevap: Kur'ân veya tespihle istiharenin caiz oluşu belli bir konuyla sınırlı değildir. Herhangi bir mubah işte insan tereddüt içerisinde kalır da bir karara varamazsa istihare yapabilir. İstihareye uygun davranmak şer'an farz değildir; fakat istihareye aykırı davranmamak daha iyidir.
Soru 1437: Evlilik gibi hayati önem taşıyan işlerde tespih veya Kur'ân ile istihare yapmak sahih midir?
Cevap: İnsanın, hakkında karar vermek istediği işler hususunda ilk önce iyice düşünmesi, incelemesi veya güvenilir ve tecrübeli kişilerle istişare etmesi uygundur; eğer bütün bunlara rağmen tereddüt veya şaşkınlığı devam ederse istihare yapabilir.
Soru 1438: Bir konu hakkında kaç kez istihare yapılabilir?
Cevap: İstihare tereddüdü gidermek için olduğundan ilk defada tereddüt giderildikten sonra konu değişmediği sürece istihareyi tekrarlamanın bir anlamı yoktur.
Soru 1439: Bazı ziyaret yerleri ve mescitlerde, dua ve ziyaret name kitaplarının arasına yerleştirilmiş olan İmam Rıza'nın (a.s) kerametlerini içeren yazıların insanlara dağıtıldığını görüyoruz. Bu yazıları yayınlayanlar yazının altına, "Bu yazıyı okuyan, bunun üzerinden şu kadar yazıp çoğaltmalıdır, eğer bunu yaparsa, hacetlerine kavuşur." yazıyorlar; acaba bu dedikleri doğru mudur? Acaba bunları okuyan kişinin, yayınlayan kimsenin isteğini yerine getirmesi farz mıdır?
Cevap: Bu gibi şeylerin muteber olduklarına dair hiçbir şer'î delil yoktur. Bunları okuyan kimselerin, yayınlayan kişinin isteğine uyarak onun üzerinden yazması gerekli değildir.
- DİNÎ PROGRAMLAR DÜZENLEMEK
- VURGUNCULUK VE İSRAF
VURGUNCULUK VE İSRAF
Soru 1468: Şer’i açıdan hangi malları stoklamak haramdır? Stokçuları malî cezalara çarptırmak sizce caiz midir?
Cevap: Stok edilmesi haram olan mallar, rivayetlerde belirtildiğine ve meşhur görüşe göre sadece halkın çeşitli tabakalarının genellikle ihtiyaç duyduğu dört tahıldan (buğday, arpa, üzüm ve hurma) ve hayvan yağı ile bitkisel yağdan ibarettir. Fakat İslâm hükümeti genel maslahat gereğince halkın diğer ihtiyaçlarının stoklanmasını da engelleyebilir. Hâkimin uygun görmesi durumunda stokçulara malî ceza vermenin sakıncası yoktur.
Soru 1469: Elektrik enerjisini aydınlanmak için ihtiyaçtan fazla kullanmanın israf olmadığı söylenmektedir; acaba bu doğru mudur?
Cevap: Hiç şüphe yok ki, elektrik enerjisini ve lamba ışığı dâhil her şeyin gereğinden fazla kullanılması ve tüketilmesi israftır. Bu konuda doğru olan, Resulullah'ın (ona ve Ehlibeyti'ne selâm olsun), "Hayırda israf olmaz." buyruğudur.
- ALIŞ VERİŞ HÜKÜMLERİ
- FAİZ HÜKÜMLERİ
FAİZ HÜKÜMLERİ
Soru 1619: Kamyon satın almak isteyen bir şoför, bu iş için gerekli parayı, kamyonu başkasının vekili olarak onun adına satın almak ve daha sonra da paranın sahibinin kamyonu kendisine taksitle satması için başka birinden alırsa, bu muamelenin hükmü nedir?
Cevap: Şoför eğer muameleyi mal sahibinin vekili olarak yapmış ve daha sonra mal sahibi de onu taksitle vekilin kendisine satmışsa, her iki muamelede tarafların ciddî olarak alış veriş niyetleri olur ve bununla faizden kaçmak amacıyla hile yapmayı amaçlamazlarsa, sakıncası yoktur.
Soru 1620: Faizli borç nedir? Acaba mevduat sahiplerinin kâr payı olarak bankadan aldıkları yüzdelik, faiz sayılır mı?
Cevap: Faiz, borçlunun alacaklıya aldığı borçtan dolayı, borç olarak aldığı mala ilâve olarak verdiği fazlalıktır. Ama kâr payı olarak bankadan alınan paraya gelince; [İran'daki bankalarda] banka mevduat sahibinin vekili olarak kendisine tevdi edilen (verilen) parayı, şer'î açıdan sahih sözleşmelerden biri çerçevesinde çalıştırmak zorundadır ve bu muameleden elde edilen kâr faiz değildir ve bu kârı almanın sakıncası yoktur.
Soru 1621: Faizli muamelenin ölçüsü nedir? "Faiz sadece borçta olur, başka durumlarda değil." sözü doğru mudur?
Cevap: Faiz borçta olduğu gibi bazen alış verişte de olabilir. Alış verişte faiz, tartı veya ölçekle satılan bir malı kendisiyle aynı cinsten olan başka bir maldan daha fazla bir miktar karşılığında satmakla olur.
Soru 1622: Açlıktan ölmek üzere olan ve kendisini ölümden kurtarmak için murdardan başka bir şey bulamayan kimsenin zaruret durumunda murdar yemesi şer'an caiz olduğu gibi, acaba çalışma gücü olmayan ve az bir sermayesi bulunan bir kimse, kârla geçinmek için parasını faizli muamelede kullanmak zorunda kalırsa, zaruret hâline binaen faiz alması caiz midir?
Cevap: Faiz haramdır ve bunu zaruret hâlinde murdar yiyen kişiyle kıyaslamak doğru değildir. Çünkü murdar yemeye mecbur kalan kişinin o anda hayatını kurtaracak başka bir şeyi yoktur; ancak çalışamayacak durumda olan kimse, sermayesini mudarebe [kâr ortaklığı] gibi İslami akitlerden biri adı altında kullanabilir.
Soru 1623: Posta pulları bazen ticarî muamelelerde değerlerinden daha yüksek bir fiyata satılmaktadır. Örneğin yirmi riyallik bir pul yirmi beş riyale satılmaktadır; acaba bu muamele sahih midir?
Cevap: Bunun sakıncası yoktur ve bu fazlalık faiz sayılmaz. Çünkü faizli muamele, ölçü ve tartıyla satılan ve aynı cinsten olan iki şeyin alış verişinde alınan veya satılan şeyin miktarının ötekisine oranla fazla olmasıdır ve bu tür muamele batıldır.
Soru 1624: Faiz, bütün özel ve tüzel kişilere eşit şekilde haram mıdır, yoksa bazı özel durumlarda istisna var mıdır?
Cevap: Baba-oğul, karı-koca arasındaki faiz ve yine Müslüman'ın gayrimüslimden aldığı faizin dışında, genel olarak faiz haramdır.
Soru 1625: Eğer bir muamelede belirli bir tutar üzerinden alım satım yapılsa ve işlem bedelinin tarihli çek şeklinde ödenmesi halinde alıcının satıcıya belirlenen fiyata ek olarak bir miktar daha ödeyeceği konusunda her iki taraf da anlaşırsa, bunu yapmaları caiz midir?
Cevap: Eğer alış veriş belli bir fiyat üzerinden gerçekleşir ve fazlalık, anaparanın ödemesinin gecikmesinden dolayı olursa, bu şer'an haram olan faizdir ve sırf tarafların bu fazlalığın ödenmesi üzerine anlaşmalarıyla o para helâl olmaz.
Soru 1626: Eğer birinin bir miktar paraya ihtiyacı olur ve kendisine borç verecek birini bulamazsa, o parayı temin etmek için bir malı veresiye olarak fiyatından fazlasına satın alıp sonra onu aynı mecliste satıcıya daha az bir fiyata nakit olarak satabilir mi? Örneğin: Bir kilo safranı belli bir ücretten parasını bir sene sonra vermek üzere veresiye olarak satın aldıktan sonra, aynı mecliste satıcının kendisine nakit olarak aldığı fiyatın üçte ikisine satması caiz midir?
Cevap: Gerçekte faizli borçtan kaçmak için bir tür hile olan böyle bir muamele şer'an haram ve geçersizdir.
Soru 1627: Ben kâr elde etmek ve faizden kaçmak için değeri çok daha fazla olan bir evi, beş milyon riyale satın aldım. Sözleşme esnasında, satıcının beş ay içerisinde muameleyi feshedebileceğini ve bu durumda benden aldığı parayı geri vererek evi alabileceğini şart koştuk. Muamele bittikten sonra aynı evi satıcının kendisine aylık 150 bin riyale kiraya verdim. Şimdi muamelenin üzerinden dört ay geçtikten sonra, İmam Humeyni'nin (r.a) fetvasına göre bu işin faizden kaçmak için olduğu takdirde caiz olmadığını öğrendim. Sizin fetvanıza göre bunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer bu muamele, ciddî bir iradeyle gerçekleşmemiş ve sadece satıcının borç para elde etmek ve müşterinin ise bir kazanç sağlamak amacıyla göstermelik yaptığı bir iş ise, faizli borçtan kaçmak için bir hile olan böyle bir muamele şer'an haram ve geçersizdir. Bu tür muamelelerde müşterinin sadece evin fiyatı olarak satıcıya vermiş olduğu parayı geri alma hakkı vardır.
Soru 1628: Faizden kaçmak için mala başka bir şey eklemenin hükmü nedir?
Cevap: Faizli borcun caiz olması için yapılan bu işin hiçbir etkisi yoktur ve mala bir şey eklemekle helâl olmaz.
Soru 1629: İşçi ve memurlar, yaşlandıklarında kullanmak için çalıştıkları yıllarda aylık maaşlarının bir bölümünü emeklilik sandığına ödüyorlar; acaba emekliliğe ayrıldıktan sonra ödedikleri bu paranın üzerine bir miktar da devlet tarafından eklenerek onlara aylık emeklilik maaşı adı altında verilen bu meblağı almalarının bir sakıncası var mıdır?
Cevap: Emekli maaşı almanın sakıncası yoktur. Devletin emekliye aylık maaşından kestiği miktara ek olarak verdiği para, onun maaşlarından kesilen paranın kârı değildir ve faiz sayılmaz.
Soru 1630: Bazı bankalar resmi tapusu olan evlerin onarımı için cüâle sözleşmesi çerçevesinde, kredi alan kişinin borcunu %1-2 fazlalıkla birlikte belli bir zamana kadar taksitle ödemesi şartıyla ev sahiplerine kredi veriyorlar. Acaba bu şekilde kredi almak şer'an caiz midir ve bu konuda cüâle sözleşmesi nasıl tasavvur edilebilir?
Cevap: Eğer söz konusu meblağ evini onarması için borç olarak ev sahibine verilirse, bu durumda onun cüâle olması anlamsızdır ve borç parada, fazlasının ödenmesi şartı da caiz değildir. Verilen borç her halükarda doğru olmakla birlikte, ev sahibinin tamir için evi bankaya ipotek ettirmesinin sakıncası yoktur. Bu durumda ipotek ettirilen ev, bankanın evi onarmak için kullandığı tutar değil, bankanın evin onarımı için taksitler halinde talep ettiği tutarın toplamıdır.
Soru 1631: Eşyaları nakit değerinden fazlasına veresiye olarak satın almak caiz midir? Bu faiz sayılır mı?
Cevap: Eşyaları nakit fiyatından fazlasına veresiye olarak satmanın ve satın almanın sakıncası yoktur; nakit ve veresiye arasındaki fiyat farkı faiz sayılmaz.
Soru 1632: Bir kimse evini muhayyerlik satışıyla satar. Fakat satışı feshetmek için belirlenen zamana kadar parayı müşteriye geri veremez. Bu yüzden üçüncü bir kişi satıcının muameleyi feshetmesi için bu parayı müşteriye öder; ancak verdiği paraya ek olarak kendisi için de zahmet hakkı olarak bir miktar para verilmesini şart koşar; şer'an bu meselenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer üçüncü kişi parayı müşteriye geri vermek ve muameleyi feshetmek için satıcı tarafından vekil olarak görevlendirilmişse, yani, önce satıcıya bir miktar borç verir ve sonra satıcı tarafından vekil olarak onu müşteriye vererek satışı feshederse, onun bu işi ve bu vekâletinden dolayı ücret almasının sakıncası yoktur. Ama müşteriye ödediği parayı satıcıya borç olarak vermişse, bu durumda satıcıdan taraf müşteriye mal değeri olarak vermiş olduğu paradan fazlasını isteyemez.
- ŞUFA (ÖN ALIM) HAKKI
ŞUFA (ÖN ALIM) HAKKI
Soru 1633: Acaba bir vakıfta iki kişinin de şufa hakkı olursa ve ikisinden birisinin satma hakkı olduğu düşünülürse ve buna dayanarak üçüncü bir kişiye satarsa diğerine şufa hakkı doğar mı? Yine eğer iki kişi bir mülkü veya bir vakfı ortak olarak kiraladıktan sonra, bunlardan birisi kendi hissesini sulh veya kira yoluyla üçüncü bir kişiye devrederse, kiralanan şey hakkında diğerine şufa hakkı doğar mı?
Cevap: Şufa hakkı, malın kendisinin malikiyetine ortak olunduğu ve iki ortaktan birinin, kendi hissesini üçüncü bir kişiye satması durumunda söz konusudur. Dolayısıyla iki kişiye ait olan bir vakıfta, [vakfın] satılmasının caiz olduğunu varsaysak bile ortaklardan biri kendi hissesini üçüncü bir kişiye satarsa, şufa hakkı yoktur. Yine kiralanan belli bir mülk konusunda da eğer ortaklardan birisi kendi hakkını üçüncü bir şahsa devrederse, şufa hakkı doğmaz.
Soru 1634: Şufa yoluyla alma konusunda mevcut fıkhî kaynaklardan ve medenî kanunda kullanılan ifadelerden anlaşıldığı üzere, ortak olan iki kişiden biri, kendi hissesini üçüncü bir kişiye satarsa, diğerine şufa hakkı doğar. Bu durumda, ortaklardan birisi müşteriyi ortağının hissesini satın almaya teşvik eder veya müşteriye ortağının hissesini satın alacak olursa onu şufa hakkıyla kendisinden almayacağı vaadinde bulunursa, acaba onun bu davranışı şufa hakkının düşmesi olarak görülebilir mi?
Cevap: İki ortaktan birinin, sırf üçüncü bir kişiyi ortağının hissesini satın almaya teşvik etmesi, ona şufa hakkı doğmasına engel oluşturmaz. Hatta ortağıyla muamele yapacak olursa kendisinin şufa hakkıyla onu almayacağını vaat etse, bu bile muamele gerçekleştikten sonra onun şufa yoluyla alma hakkının düşmesine sebep olmaz.
Soru 1635: Ortağı kendi hissesini üçüncü bir kişiye satmadan diğer ortağın kendi şufa hakkını düşürmesi sahih midir? Bu, daha meydana gelmemiş bir haktan vazgeçmek olduğuna göre hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Şufa hakkı gerçekleşmedikçe ve iki ortaktan birinin kendi hissesini üçüncü bir kişiye satmasıyla bu hak fiiliyet kazanmadıkça şufa hakkını düşürmek sahih değildir. Fakat iki ortaktan birinin, bağlayıcı bir sözleşmede yan koşul olarak, diğer ortağı kendi hissesini başka bir kişiye satacak olursa şufa hakkını kullanmayacağını taahhüt etmesinin sakıncası yoktur.
Soru 1636: Bir şahıs, kendisine borçlu olan iki kardeşe ait iki katlı evin bir katını kiralamış ve bu iki kardeş, şeran o şahsa takas hakkının doğmasına sebep olacak şekilde, iki yıldır şiddetli taleplere rağmen borcu ödemeyi reddetmişlerdir. Evin değeri ise alacağı meblağdan fazladır; bu durumda, alacaklı eğer takas olarak alacağı meblağ miktarınca o binaya sahiplenir ve onlarla ortak olursa, acaba binanın geri kalan kısmında şufa hakkına sahip olur mu?
Cevap: Sorudaki durumda şufa hakkının yeri yoktur; çünkü şufa hakkı, ortaklardan birinin hissesini satın alarak veya takasla sahiplenerek diğeriyle ortak olması durumunda değil, satıştan önce ortak oldukları malda, ortaklardan birinin kendi hissesini üçüncü bir kişiye satması durumunda söz konusudur. Ayrıca şufa hakkı, bir mülkte ortaklar sadece iki kişi olursa ve ortaklardan birinin kendi hissesini satması durumunda gerçekleşir; ikiden fazla ortak olursa şufa hakkı oluşmaz.
Soru 1637: Bir mülke iki kişi eşit oranda ortaktırlar ve mülkün tapusu da her ikisinin adınadır. Kendi el yazılarıyla düzenlenmiş resmi olmayan bir belge gereğince mülk bu ikisi arasında belirlenmiş sınırlarla bölünmüş ve dağıtılmıştır. Bu durumda, eğer taksim ve ifrazdan sonra bunlardan birisi kendi hissesini üçüncü bir kişiye satmak isterse, sırf mülkün tapusunun ikisinin adına olması nedeniyle öteki ortağa şufa hakkı doğar mı?
Cevap: Satılmış hisse, satış anında ortağın hissesinden ifraz edilmiş ve belli sınırlarla ayrılmış ise, sırf mülkün tapu belgesindeki ortaklıkla şufa hakkı gerçekleşmez.
- KİRA
- MALÎ KEFALET
MALÎ KEFALET
Soru 1682: Banka hesabında bakiyesi olmayan birisi, başka birisi için teminat olarak çek yazabilir mi?
Cevap: Bu gibi meselelerde ölçü, İslâm Cumhuriyeti [ya da bulunulan ülke] kanunlarıdır.
Soru 1683: Bir miktar alacaklı olduğum şahıs, borcunu ödemekte kusur edince, akrabalarından biri borçluya bir süre zaman tanımam şartıyla bana borç miktarı kadar vadeli bir çek verdi ve böylece çekin ödeme süresi doluncaya kadar borçlu borcunu ödemezse, onun borcunu ödeyeceğine dair kefil oldu. Daha sonra borçlu kaçarak gizlendi ve hali hazırda ona ulaşamıyorum. Acaba bütün borcu kefilden almam caiz midir?
Cevap: Eğer borcu ödeyeceğine dair şer'an sahih bir şekilde kefil olmuşsa, vakti geldiğinde alacağınızı istemeniz ve hepsini kefilden almanız caizdir.
- REHİN (İPOTEK)
REHİN (İPOTEK)
Soru 1684: Birisi bankadan aldığı borç karşılığında evini ipotek etmiş ve borcunu ödeyemeden vefat etmiştir. Küçük yaştaki mirasçıları da borcun tamamını ödeyemeyince banka, değeri borç miktarının kaç katı olan eve el koymuş ve zapt etmiştir; bu fazla olan fark miktarının hükmü nedir? Küçük çocuklar ve onların haklarıyla ilgili hüküm nedir?
Cevap: Alacaklının alacağına ulaşmak için ipotekli malı satmasının caiz olduğu yerlerde, onu mümkün olan en yüksek fiyata satması farzdır. Alacaklının talebinden daha yüksek bir fiyata satarsa, kendi hakkını aldıktan sonra geri kalanını şer'î sahibine geri vermesi gerekir. Dolayısıyla söz konusu sorudaki fazlalık miktar mirasçılara aittir.
Soru 1685: Mükellefin belli bir süre için birinden belli bir miktar borç alması ve evini borç karşılığında ona ipotek etmesi ve sonra da aynı evi alacaklı kişiden belli bir meblağ karşılığında belli bir zamana kadar kiralaması caiz midir?
Cevap: Mülk sahibinin kendi malını kiralamasındaki sakıncaya ek olarak, bu tür muameleler, faizli borç elde etmek için yapılan bir hile olup şer'an haram ve batıldır.
Soru 1686: Birisi bir miktar borç karşılığında arsasını bir başkasına ipotek etmiştir. Bunun üzerinden kırk yıldan fazla bir zaman geçmiş, ipotek eden ve alacaklının her ikisi de ölmüşlerdir. İpotek edenin mirasçıları onun ölümünden sonra defalarca alacaklının mirasçılarından arsayı geri istemelerine rağmen onlar bu talebi reddederek arsanın kendilerine babalarından miras kaldığını iddia etmektedirler. Acaba ipotek edenin mirasçılarının, arsalarını onlardan geri almaları caiz midir?
Cevap: Eğer alacaklının borcunu almak için, arsayı sahiplenme hakkı olduğu ve arsanın değerinin de borç miktarı kadar veya ondan daha az olduğu tespit edilirse, arsa, ölünceye kadar da onun tasarrufunda kalmışsa, bu durumda görünüşe göre arsa onun mülküdür. Dolayısıyla da ölümüyle onun bıraktığı maldan ve mirasçılara ulaşan mirastan sayılır. Aksi durumda arsa ipotek edenin mirasçılarına miras olarak ulaşır ve onlar bu mirası onlardan isteyebilirler ve mirasçılar da ipotek edenin borcunu geri bıraktığı maldan düşerek alacaklının mirasçılarına ödemelidirler.
Soru 1687: Bir evi kiralayanın, onu borcu için bir başkasına ipotek etmesi caiz midir, yoksa ipoteğin geçerli olması için ipotekli malın ipotek ettirenin mülkü olması şart mıdır?
Cevap: Ev sahibinin izniyle olursa, sakıncası yoktur.
Soru 1688: Birisine olan borcum karşılığında evimi bir yıllığına ona ipotek ettim ve bununla ilgili olarak bir sözleşme yaptık. Fakat ben sözleşme dışında evin üç yıl onun elinde kalacağı vaadinde bulundum. Acaba ipotek süresi konusunda, sözleşmede yazılmış olan mı geçerlidir, yoksa formalite icabı söz verdiğim süre mi? İpoteğin batıl olduğu farz edilse, ipotek edenle alacaklının ne yapmaları gerekir?
Cevap: İpoteğin süresi konusunda, sözleşme, verilen söz veya buna benzer şeyler ölçü değildir; bu konuda ölçü, borç sözleşmesidir. Dolayısıyla eğer belli bir süre şart koşulmuşsa, o süre dolunca ipotek bozulur; aksi takdirde borç ödeninceye veya alacaklı borçlunun zimmetini berî edinceye kadar ipotek geçerlidir. Ev ipotek olmaktan çıkar veya ipotek sözleşmesinin temelden batıl olduğu anlaşılırsa, ipotek eden alacaklıdan ipotek ettiği malı isteyebilir. Alacaklı da sahibine onu geri vermekten kaçınamaz ve o mala sahih [geçerli olan] ipoteğin sonuçlarını uygulayamaz.
Soru 1689: Yaklaşık iki yıl veya daha fazla bir süre önce, babam kendisine olan bir borcu karşılığında birisine bir miktar altın sikkeyi ipotek olarak vermiş ve vefatından birkaç gün önce de ipotek alan kişinin bunları satmasına izin verdi; ancak bu konuda kendisini bilgilendirmedi. Daha sonra ben babamın ölümünden sonra borçlu olduğu meblağı birinden borç alarak babamın borcunu ödeyip zimmetini berî etmek kastı olmaksızın, sırf ipotek edilen malı ondan alarak başkasına ipotek etmek amacıyla ona verdim. Fakat alacaklı malı teslim etmeyi, mirasçıların hepsinin muvafakat etmesine bağlı kıldığından onların bazıları buna izin vermedi ve sonuç olarak onu geri almak için alacaklıya müracaat ettim; ama o, alacağı karşısında onları aldığını iddia ederek bana geri vermekten kaçındı. Bu konuda şer'an hüküm nedir? Acaba alacaklının, alacağını aldıktan sonra ipotekli malı geri vermekten kaçınması caiz midir? Babamın borcunu ödemekle sorumlu olmadığım ve ona parayı babamın borcunu ödemek için vermediğim göz önünde bulundurulursa, acaba alacaklının o parayı alacağı karşılığında alarak geri vermeme hakkı var mıdır? Yine ipotekli malı bana vermeği diğer mirasçıların muvafakatine bağlı kılabilir mi?
Cevap: Eğer para alacaklıya meyyitin borcunu ödemek kastıyla verilmişse, bu durumda meyyitin üzerindeki borç kalkar, zimmeti berî olur ve ipotekli mal serbest olarak alacaklının yanında emanete dönüşür. Ancak ipotekli mal bütün mirasçılara ait olduğu için onu mirasçıların tümünün muvafakati olmaksızın mirasçıların bazılarına veremez. Eğer paranın ölen kişinin borcu karşılığında ödendiği kesinlik kazanmaz ve alacaklı da bunu itiraf ederse, alacaklı o parayı alacağı karşısında kendisi için alamaz ve kendisine veren kişinin istemesi durumunda geri vermesi farzdır. Böylece meyyitin mirasçıları babalarının borcunu verip ipotekli malı kurtarıncaya veya alacaklıya, hakkını alması için onu satmasına izin verinceye kadar altınlar ipotek olarak onun yanında kalır.
Soru 1690: Malını birine ipotek eden kimsenin, aynı malı ipotekten kurtarmadan önce borcundan dolayı üçüncü bir kişiye ipotek etmesi caiz midir?
Cevap: Önceki ipotekten kurtulmadan, rehin verenin aynı malı, birinci alacaklının izni olmaksızın ikinci kez ipotek etmesi fuzulî olup, sıhhati birinci alacaklının iznine bağlıdır.
Soru 1691: Birisi, kendisine borç olarak belli bir meblağ vermesi için tarlasını başka birine ipotek eder; fakat ipotek alan, belirlenen meblağa sahip olmadığını mazeret göstererek onun yerine tarla sahibine on tane koyun vermiştir. Şimdi her iki taraf da ipoteği çözerek kendi malını almak istiyor; ancak alacaklı kendisine on tane koyunun geri verilmesinde ısrar ediyor. Acaba şer'an böyle bir hakkı var mıdır?
Cevap: İpotek kesin ve sabit bir borç karşılığında olur; sonradan gerçekleşecek borç karşılığında değil. Sorudaki durumda tarla ve koyunların her biri, sahiplerine geri verilmelidir.
- ORTAKLIK
ORTAKLIK
Soru 1692: Bir şirket sahibiyle, sermayenin kullanılmasında benim adıma vekillik yapacak ve her ay hisseme düşen kârdan bana beş bin tümen verecek şekilde sermayesine ortak oldum. Bir yıl sonra bu mal ve kârı karşılığında ondan bir arsa aldım; bu arsanın hükmü nedir?
Cevap: Yatırımda ortaklık ve sermayenin şirket sahibi tarafından kullanılmasının söz konusu olduğu varsayımdaki soruda, elde edilen kazanç eğer şer’an helâl olan bir şekilde elde edilmiş ise, arsayı almanın sakıncası yoktur.
Soru 1693: Kaç kişi kendi aralarında kura çekmek ve adı kurada çıkan kişinin kendisine ait olması şartıyla ortaklaşa bir şey satın alırsa, bunun hükmü nedir?
Cevap: Kura çekmekten maksat, herkesin ortak maldaki hissesini kura çekiminden sonra adına çıkan kimseye kendi rızalarıyla hibe etmekse, bunun sakıncası yoktur. Fakat maksat, ortak malın kura çekimiyle adı kurada çıkan kişinin malı olması ise, bu şer'an sahih değildir. Bunun gibi asıl maksat kaybetme-kazanma (kumar) olursa da sahih değildir.
Soru 1694: İki kişi bir tarla satın almış ve yirmi yıldır ortak olarak orayı ekip biçiyorlar. Şimdi, ortaklardan biri kendi hissesini başkalarına satmak istiyor; acaba böyle bir hakkı var mı, yoksa orayı sadece ortağının mı satın alma hakkı vardır? Eğer hissesini ortağına satmaktan kaçınırsa, acaba ortağının buna itiraz etme hakkı var mıdır?
Cevap: Bir ortağın, diğer ortağı kendi payını kendisine satması için zorlama hakkı olmadığı gibi, başkasına satarsa itiraz hakkı da yoktur; ancak satış işleminden sonra eğer şufa hakkının gerçekleşmesi için bütün şartlar mevcutsa, onu şufa (ortağından satın almada öncelikli olma) hakkına dayanarak alabilir.
Soru 1695: Sanayi ve ticarî şirketlerin veya bazı bankaların satışa sundukları hisse senetlerinin alım satımının hükmü nedir? Şöyle ki, bir hisse senedi satın alındıktan sonra borsada pazarlanmakta, alınıp satılmakta ve böylece fiyatı alış fiyatından yukarı çıkmakta veya aşağı inmekte; alım satımın sermaye üzerinde değil de hisse üzerinde yapıldığı kesindir. Yine eğer bu şirketlerin faize dayalı faaliyetleri olduğu bilinirse veya bu konuda şüphe edilirse hüküm nedir?
Cevap: İşyeri, fabrika, şirket veya banka hisselerinin malî değeri, eğer hisselerin kendisinden kaynaklanır ve malî değeri belirleme yetkisine sahip olan kimsenin hisselere malî değer vermesi sonucu ortaya çıkarsa, bu durumda onun alım satımının sakıncası yoktur. Yine eğer fabrika, şirket, iş yeri ve bankanın değeri ve sermayesi ölçü alınarak hisselerine malî değer verilirse, yani her bir hisse senedi o değer ve sermayenin bir bölümünü temsil ettiği için bir değer belirlenirse, söz konusu şirket, iş yeri ve fabrikanın iş ve faaliyetinin şer'an helâl olması şartıyla alım satımının sakıncası yoktur.
Soru 1696: Biz üç kişi, bir tavuk mezbahasına ve oraya ait mülke ortağız. Koordinasyon eksikliğinden dolayı ortaklığı sonlandırıp ayrılma kararı aldık. Sonuç olarak söz konusu mezbahayı ve mülkü ortaklar arasında açık artırmaya çıkardık ve açık artırmayı bizden biri kazandı. Fakat bu güne kadar bize hiçbir ödemede bulunmamıştır. Acaba bu muamele geçersiz sayılır mı?
Cevap: Bir malın sırf açık artırmaya çıkarılması ve ortaklardan biri veya başka biri tarafından en yüksek fiyatın teklif edilmesi, satışın gerçekleşmesi ve mülkiyetin intikali için yeterli değildir. Hisselerin satışı şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmedikçe ortaklık aynen devam eder. Fakat satış sahih bir şekilde gerçekleşirse, müşterinin parayı ödemeyi geciktirmesi satışın batıl olmasına sebep olmaz.
Soru 1697: Şirket kurup resmî işlemlerini tamamladıktan sonra diğer ortakların muvafakatiyle şirketteki hissemi başka birine sattım. Müşteri de onun parasını bana birkaç tane çek ile ödedi; ancak çeklerin karşılığı olmadığından alıcıya gittim, çekleri benden aldı ve şirketteki payımı bana iade etti. Fakat hissem resmi olarak onun adında kaldı. Daha sonra müşterinin bu hisseyi başka birine satmış olduğunu anladım; acaba onun bu satışı sahih midir, yoksa hisselerimi talep etme hakkına sahip miyim?
Cevap: Sizinle muameleyi feshettikten sonra hisseleri satmışsa, bu durumda onun bu satışı fuzulî olup geçerliliği sizin izninize bağlıdır. Ama satışı feshetmeden önce o hisseyi üçüncü bir kişiye satmış ise, bu durumda bu satışın sıhhatine hükmedilir.
Soru 1698: İki erkek kardeşe babalarından bir ev miras kalmıştır ve kardeşlerden biri evi bölerek veya satarak diğerinden ayrılmak istiyor. Ancak diğeri ne evi bölmeyi, ne de kardeşinin hissesini satın almayı veya hissesini ona satmayı kabul ediyor; böylece onun tüm çözüm yollarını reddediyor. Bu nedenle birinci kardeş mahkemeye başvurdu ve mahkeme de davanın sonuçlanması için evin adlî uzman (bilirkişi) tarafından incelenmesine karar verdi. Araştırma sonucu, bilirkişi, evin bölünemeyeceğini ve ortaklığın sona ermesi için ya birisinin hissesini diğerine satması gerektiğini veya evin üçüncü bir kişiye satıldıktan sonra parasının ortaklara teslim edilmesi gerektiğini bildirdi; mahkeme de onun görüşünü kabul ederek onadı. Böylece ev açık artırmayla satıldıktan sonra parası ortaklara teslim edildi. Acaba bu satış geçerli midir ve kardeşlerin her birinin o paradan kendi hissesini alması caiz midir?
Cevap: Bunun sakıncası yoktur.
Soru 1699: Ortaklardan biri şirketin parasıyla bir mülk satın alarak onu eşinin adına geçirdi. Acaba bu muamele ortakların hepsine mi aittir ve mal ortakların hepsinin mi sayılır? O şahsın eşi, kocası izin vermese bile şer'an söz konusu mülkü ortakların hepsinin adına geçirmekle yükümlü müdür?
Cevap: Eğer o kişi, söz konusu malı kendisi veya eşi için sorumlu olduğu toplam bedel üzerinden satın almış ve daha sonra şirket malından ödemişse, bu mülk kendisine veya eşine aittir ve onlara yalnızca diğer ortakların mallarının oranı kadar borçludur. Fakat onu bizzat şirketin kendi malıyla satın almış ise, bu durumda muamele ortakların hissesi oranında fuzulî olup geçerliliği ortakların iznine bağlıdır.
Soru 1700: Acaba mirasçılardan bazılarının veya vekillerinin diğer mirasçıların onayı olmaksızın muşa (ifraz edilmemiş ortak) malı kullanmaları veya muamele yoluyla onda tasarrufta bulunmaları caiz midir?
Cevap: Ortaklardan hiçbirinin, diğerlerinin izni veya rızası olmaksızın ortak malı kullanmaları caiz değildir. Yine ortaklardan birinin diğer ortakların izni veya rızası olmaksızın ortak mallarla muamele yapması doğru [sahih] değildir.
Soru 1701: Ortaklardan bazıları muşa mülkü (ifraz edilmemiş ortak mülkü) satarsa veya başka birisi satar da bazı ortaklar buna izin verirlerse, acaba bu satış, diğer ortakların rızası olmadan hepsinden taraf bütün ortaklar için geçerli ve sahih midir? Yoksa bu satışın onlar için geçerliliği hepsinin rıza ve kabulüne mi bağlıdır? Eğer bütün ortakların rızası şartsa, acaba malda ortaklığın, ticarî bir şirket içinde olmasıyla normal bir şirket içinde olması arasında fark var mıdır? Şöyle ki, normal şirkette ortakların tümünün rızası şart olduğu halde ticari şirkette şart olmasın?
Cevap: Satış, sadece onu satan veya satışına izin veren kişinin kendi hissesinde sahih ve geçerlidir; diğer ortakların hissesinde ise her birinin kendi iznine bağlıdır. Bu konuda ortaklık veya şirket türleri arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 1702: Bir kişi bankayla ortaklaşa konut yapmak için bankadan bir miktar borç para alır. Evi yaptıktan sonra doğal afetlere karşı onu bankada sigortalatır. Şu anda evin bir bölümü yağmur veya kuyu suyunun sızmasıyla zarar görmüş olup, onarımı için bir miktar paraya ihtiyaç vardır. Fakat banka bu konuda sorumluluk kabul etmiyor ve sigorta şirketi de bu hasarın karşılanmasının sözleşmeye aykırı olduğunu söylüyor. Bu durumda tazminat sorumlusu kimdir?
Cevap: Sigorta şirketi, sigorta sözleşmesi kuralları dışındaki hasarlardan sorumlu değildir. Evin tamir masrafları ve başka birinin tazminatıyla yükümlü olmadığı zararlar ev sahibine aittir. Banka da eğer sivil ortaklık sözleşmesi çerçevesinde binaya ortaksa, bu durumda hissesi oranında zararı ödemelidir; hasarın özel bir şahsa isnat edilmesi durumu müstesna.
Soru 1703: Üç kişi, birlikte iş yapmak için ortaklaşa bazı iş yerleri satın aldı, ancak ortaklardan biri diğerleriyle bu dükkânları kullanma, kiralama veya satma konusunda anlaşmayı reddediyor. Bu konuda soru şudur:
a) Ortaklardan birinin diğer iki ortağın izni olmaksızın kendi hissesini satması veya kiraya vermesi caiz midir?
b) Diğer iki ortaktan izin almaksızın o yerlerde işe başlaması caiz midir?
c) Bu yerlerden birini kendisine alıp ötekileri diğer iki ortağa vermesi caiz midir?Cevap:
a) Ortaklardan her birinin kendi ortak hissesini diğer ortakların izni olmaksızın satması caizdir.
b) Ortaklardan herhangi birinin, diğerlerinin rızası olmaksızın ortak mallarda tasarruf etmesi caiz değildir.
c) Ortaklardan hiçbiri diğer ortakların onayı olmadan kendi başına ortak maldan kendi hissesini ayıramaz.Soru 1704: Bir bölgenin ahalisi, ağaçlık bir alanda bir hüseyniye yapmak istiyorlar. Fakat söz konusu yerde hissesi olan bazıları buna rıza göstermiyorlar; bu durumda orada hüseyniye yapmanın hükmü nedir? Eğer bahsi geçen arsanın enfalden veya şehrin umuma ait yerlerinden olma ihtimali varsa hüküm nedir?
Cevap: Eğer arsa ahalinin ortak mülkü olursa, bu durumda orada tasarruf etmek bütün ortakların iznine bağlıdır; fakat enfalden ise bu durumda kullanma yetkisi İslâm Devleti'nin elindedir ve devletin izni olmaksızın orada tasarruf etmek caiz değildir. Eğer şehrin umuma ait yerlerinden olursa, yine hüküm aynıdır.
Soru 1705: Eğer mirasçılardan biri, ortak oldukları bağdan kendi hissesinin satılmasına razı olmazsa, acaba diğer mirasçıların veya devlet kurumlarından birinin onu buna zorlaması caiz midir?
Cevap: Bölünmesi ve payların ayrılması mümkün ise, ortaklardan hiç birinin ve diğer kişilerin, ortaklardan birini payını satmaya zorlama hakkı yoktur ve bu tür durumlarda her ortağın yalnızca diğerlerine payını ayırmasını isteme hakkı vardır. Ancak İslam hükümeti tarafından ağaçların bulunduğu bir bahçenin bölünmesi ve ayrılmasına ilişkin özel yasal düzenlemeler yapılmış ise, bu durumda bu düzenlemelere uyulması farzdır. Ama eğer ortak mülkiyet ayrılamaz ve bölünemezse, ortaklardan her biri diğer ortağı kendi payını satmaya veya almaya mecbur bırakmak için şer'î hâkime başvurabilir.
Soru 1706: Dört erkek kardeş, sahip oldukları ortak mülkte birlikte yaşarlar, birkaç yıl sonra ikisi evlenir ve her biri küçük erkek kardeşlerinden birine bakmayı ve onun evlilik hazırlıklarını yapmayı taahhüt eder, ancak taahhütlerini yerine getirmezler. Sonuç olarak iki küçük kardeş kendilerinden ayrılmaya ve ortak mallarını bölmeye karar verdiler. Şer’i açıdan ortak malın onların arasında nasıl bölünmesi gerekir?
Cevap: Eğer birisi, ortak malı kendisi için kullanıyorsa, ortak malı kişisel kullanımı için kullanmayan diğer ortaklara da hisseleri oranında yaptığı harcamaya karşılık borçludur. Sonuç olarak, kendi mülkünden yaptığı harcamanın karşılığını vermesini isteyebilir ve geriye kalan ortak malı da aralarında eşit olarak bölebilirler. Ya da ilk önce ortak maldan hiç harcamayanlara veya diğerlerinin aldığından daha az alanlara her biri eşit oranda almış olacak şekilde verirler, sonra geri kalan malı aralarında eşit olarak bölüştürürler.
Soru 1707: ÇAYKUR [Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü] şehirlerdeki çay satıcılarını kuruma üye ve ortak olmaya zorluyor; acaba söz konusu kurumun satıcıları ortaklığa zorlaması caiz midir? Ve acaba zorlamayla olan bu ortaklık sahih [geçerli] midir?
Cevap: Eğer ÇAYKUR, çay satıcılarına şehirlerde birtakım imkânlar sağladığında ve dağıtmaları için onlara çay verip benzeri hizmetler sunduğunda, onlara ÇAYKUR’a ortak olmayı ve kendilerinden başkalarıyla alış veriş yapmamayı şart koşarsa, bu şartın mahzuru yoktur ve bahsi geçen ortaklık sakıncasızdır.
Soru 1708: Şirket müdürlerinin veya sorumlularının, elde edilen kârları hisse sahiplerinden izin almaksızın hayır işlerde harcamaları caiz midir?
Cevap: Ortaklardan her birinin ortak maldan elde edilen kâr payı ve onu harcama yetkisi o payın sahibine aittir. Dolayısıyla başka bir kişi onun vekâletini almaksızın veya ondan izin almaksızın o maldan harcama yaparsa, hayır işlerde harcamış olsa bile bunu tazmin etmekle yükümlüdür.
Soru 1709: Bir işyerinde üç kişi ortak olup, birinci ortak sermayesinin yarısını, diğer iki ortak da her biri sermayesinin dörtte birini ödemiş ve kârın aralarında eşit olarak paylaştırılacağı konusunda anlaşmışlardır. Ancak ikinci ve üçüncü ortak işyerinde aktif ve sürekli olarak çalışıyorken, birinci ortak orada çok az çalışmaktadır; acaba bu ortaklık söz konusu şartla sahih midir?
Cevap: Şirket sözleşmesinde, ortaklardan her birinin sermaye olarak ödedikleri sermayede eşitlik şart olmayıp, yatırım miktarı farklı olsa bile ortaklar arasında kârın eşit olarak dağıtılması şartında bir sakınca yoktur. İş yerinde çalışmaya gelince; eğer şirket sözleşmesinde bu konuda hiçbir şey belirtilmemişse, ortaklardan her biri çalıştığı miktarda yaptığı işin emsalinin ücretini alma hakkına sahiptir.
Soru 1710: Devlet ve özel sektör tarafından ortaklaşa kurulan bir şirketin idari işleri, şirkette hisse sahibi olanların temsilcileri tarafından denetlenmektedir. Yöneticilerin ve diğer çalışanların şirketin nakliye araçlarını kişisel işleri için normal denecek ölçüde kullanmaları caiz midir?
Cevap: Şirkete ait nakliye araçlarının ve diğer malların, şirketin işleriyle ilişkisi olmayan yerlerde kullanımı hisse sahiplerinin veya onların temsilcilerinin iznine bağlıdır.
Soru 1711: Kanuna ve şirket esas sözleşmesine göre uyuşmazlıkların çözümü için bir tahkim kurulunun oluşturulması zorunludur; ancak söz konusu kurul üyeler tarafından oluşturulmadıkça görevlerini yerine getiremez. Hâlihazırda hissedarlardan %51'i kendi haklarından vazgeçtikleri için böyle bir kurulun kurulmasını talep etmiyorlar. Haklarından feragat edenlerin, haklarından feragat etmeyen diğer pay sahiplerinin haklarını korumak için bu kurulun oluşumuna katılmaları farz mıdır?
Cevap: Eğer şirket üyeleri, kanun ve şirket iç düzenlemelerine dayanarak gerekli hallerde hakem heyeti oluşturma taahhüdünde bulunmuşlarsa, taahhütlerini yerine getirilmeleri farzdır.
Üyelerin bazı haklarından feragat etmeleri, hakem heyetinin oluşturulmasına ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmemelerini caiz kılmaz.Soru 1712: Ortak sermayeyle ticaret yapan iki kişi, hava parası da ortak olan bir yerde iş ortağıdırlar ve yılsonunda, kâr ve zararları belirleyip bölüşüyorlar. Son zamanlarda, ortaklardan birisi günlük işini bırakıp sermayesini çekerken, diğer ortak o yerde ticarete devam ediyor. Şu anda ayrılan ortak diğer ortağın kendisi için yapmış olduğu özel muamelelerde de ortak olduğunu iddia etmektedir; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Sırf ticarethanenin mülkünde veya hava parasında ortak olmak, ticarette ve ondan elde edilen kârda ortak olmak için yeterli değildir; bunun için ticaret sermayesine de ortak olmak gerekir. Dolayısıyla ortak malda ortakların hissesi sahih bir şekilde taksim edilip her biri sermayesini aldıktan sonra ortaklardan birisi ticarethanede ticaretini sürdürürse, sermayesini alan kişinin diğer kişinin ticaretinde hiçbir hakkı yoktur; sadece hissesi oranında ticarethaneden kira veya emsalinin ücretini isteyebilir. Ancak ortak sermaye taksiminden önce ticareti sürdürmüş olursa, öteki ortağın sermayedeki ortaklığı oranında birinci ortağın ticaretinde hakkı vardır.
Soru 1713: Eline geçecek olan malını İslâm ve hak mektebe aykırı düşünceleri yaymakta harcama ihtimalini göz önünde bulundurarak kız kardeşimin kendi mallarını elde etmesini engellemem ve şirketteki hissesini ayırıp hakkını ona vermekten kaçınmam uygun mudur?
Cevap: Ortaklardan hiçbirinin, diğer bir ortağın ayrılmasını engellemeye hakkı yoktur. Yine, ortaklardan birisi eğer mal varlığını alırsa, malını kötülük ve günah yolunda veya harcama yapılması caiz olmayan işlerde kullanacağı endişesiyle onun mallarına ulaşmasına engel olamaz. Bilakis her ne kadar mallarını haram işlerde kullanması onun kendisine haram olsa da bu konuda onun isteğini yerine getirmeleri farzdır. Nitekim diğerlerinin de onu, eğer mallarını harcanması caiz olmayan yerlerde harcarsa, kötü işlerden alıkoyması farzdır.
Soru 1714: Köyümüzde, çiftçilere geçmiş ata ve ecdatlarından kalan ve alanı on hektarı bulan bir gölet vardır ve her yıl kışın su burada toplanıyor ve zamanı gelince tarla ve bahçelerin sulanmasında kullanılıyor. Şu anda devlet, ortasına geniş bir yol yaptı ve sadece beş hektarı kaldı. Acaba geriye kalan miktar, belediyenin malı mı sayılır yoksa çiftçilerin malı mıdır?
Cevap: Eğer gölet, çiftçilerin atalarının mülküyse ve onlara miras yoluyla geçmişse, geri kalanı onların mülkü olarak kabul edilir ve hükümetin bu konuda özel yasaları olmadıkça belediyenin o gölet üzerinde hakkı yoktur.
- HİBE
HİBE
Soru 1715: Baliğ olmayan yetimin ettiği hediyeyi kullanmak şer'an caiz midir?
Cevap: Şer'î velisinin iznine bağlıdır.
Soru 1716: Bir arsaya ortak olan iki kardeşten biri, kendi hissesini karşılıklı hibe yöntemiyle büyük kardeşinin oğluna bağışlamış ve ona teslim etmiştir. Acaba hibe eden kişinin evlâtlarının, babalarının ölümünden sonra bu hissede miras iddia etme hakları var mıdır?
Cevap: Ölen kardeşin hayattayken o arsadaki hissesini kardeşinin oğluna bağışlayarak teslim ettiği ve onun yetkisine bıraktığı ispatlanırsa, ölümünden sonra mirasçılarının o arsada hiçbir hakkı yoktur.
Soru 1717: Birisi babasının arsasında onun için bir ev yapmış ve babası hayattayken aynı bina üzerinde babasının izniyle kendisi için de bir kat çıkmıştır. O kişinin babasının vefatından birkaç yıl sonra öldüğü ve oranın hediye olduğuna veya nasıl kullanılacağına dair herhangi bir vasiyetname veya belgenin bulunmadığı dikkate alındığında, acaba ikinci kat onun malı mıdır ve ölümünden sonra mirasçılarına intikal eder mi?
Cevap: Eğer oğul, kendi mülkiyetinde olan ikinci katın inşaat masraflarını ödemişse ve orası babasının yaşamı boyunca herhangi bir ihtilaf olmaksızın kendi mülkiyetinde kalmışsa, o evin şer'an ona ait olduğuna hükmedilir ve ölümünden sonra onun mal varlığından sayılır ve mirasçılarının olur.
Soru 1718: Ben on bir yaşındayken babam sahip olduğu evlerden birinin tapusunu resmi olarak benim adıma, bir arsayla başka bir evin yarısını da kardeşimin adına ve bu evin diğer yarısını ise annemin adına geçirmiştir. Babamın ölümünden sonra diğer mirasçılar babamın benim adıma geçirdiği evin şer'an bana ait olmadığını ve babamın bu eve el konulmaması için onu benim adıma geçirdiğini iddia ediyorlar. Oysa babamın kardeşim ve annemin adına geçirdiği mülklerin onlara ait olduğunu itiraf etmekteler. Babamın bu konuda herhangi bir vasiyetinin olmadığı ve bu olaya şahit olan biri de olmadığı göz önünde bulundurulursa, hüküm nedir?
Cevap: Babanın hayattayken malından bazı mirasçılara bağışladığı ve ona devrettiği ve bunu ispat için tapusunu da resmi olarak onun adına geçirdiği mallar, şer'an onun malıdır. Diğer mirasçıların, babalarının o malı ona vermediğini ve onun adına düzenlenen resmi belgenin sahte olduğunu sahih bir şekilde ispat etmedikçe, onu rahatsız etmeye hakları yoktur.
Soru 1719: Kocam ev yapmakla meşgulken ben de ona yardım ediyordum ve bu da maliyetlerin düşmesine ve evin inşaatının bitmesine sebep oldu. Onun kendisi de defalarca bana, eve ortak olduğumu ve ev yapımı bittikten sonra üçte birini benim adıma geçireceğini söylemişti. Fakat o bunu yapamadan önce öldü ve şimdi de elimde benim iddiamı ispatlayacak herhangi bir belge veya vasiyet yoktur; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Sırf ev yapımında yardım etmek veya sırf sizi eve ortak edeceğini vadetmesi sizin evin mülküne ortak olmanıza sebep olamaz. Dolayısıyla muteber bir yolla kocanızın hayattayken evin bir bölümünü size bağışladığı ispatlanmazsa, sizin o evde kendi miras payınızdan başka hakkınız yoktur.
Soru 1720: Eşim aklî dengesi yerindeyken banka görevlisini çağırarak hesabındaki parasını bana hibe etti ve bankadan para çekme hakkının bana ait olması için gerekli belgeleri imzaladı. Bu olaya hastane müdürüyle banka görevlisi de tanık oldu. Böylece banka bana çek defteri verdi ve ben bir ay boyunca o hesaptan belli bir meblağ çektim. Bir buçuk ay geçtikten sonra oğlu kocamı bankaya götürdü; aklî dengesi ve şuuru yerinde olmadığı halde, "Bankadaki para eşinize mi ait?" diye sordular. O da başıyla işaret ederek olumlu cevap verdi. Tekrar ona, "Bu para evlâtlarınıza mı ait?" diye olduğunu sordular; o yine aynı şekilde olumlu cevap verdi. Acaba bu mal bana mı aittir, yoksa eşimin evlâtlarına mı?
Cevap: Hibede mülkiyetin oluşması için bağışlanan malı teslim almak şart olduğundan ve bankadaki parayı almak için sırf belge imzalanması ve çek defteri verilmesi yeterli olmadığından bu hibe şer'an geçerli ve sahih değildir. Kocanızın aklî dengesinin yerinde olduğu dönemde onun izniyle kendiniz için bankadan çektiğiniz para size aittir. Ancak eşinizin bankadaki geri kalan parası, ölümünden sonra onun mirasından sayılır ve mirasçılarına aittir ve kocanızın aklî dengesini kaybettiği dönemdeki ikrarının da bir geçerliliği yoktur. Bu konuda herhangi bir kanun varsa ona uyulması gerekir.
Soru 1721: Acaba çocukların, anneleri hayattayken onun kullanması için satın aldıkları eşyalar ölümünden sonra onun mirasından sayılacak şekilde ona ait mallardan mı sayılır?
Cevap: Eğer çocuklar söz konusu eşyaları ona hediye etmiş ve onun yetkisine bırakmışlarsa, annelerinin şahsi mallarından olup ölümünden sonra onun mirasından sayılır.
Soru 1722: Kocanın hanımı için satın aldığı altın takılar, acaba eşine mi aittir, yoksa kocanın malından olup ölümünden sonra mirasçıları arasında bölüştürüleceği ve eşinin de kendi payına düşeni alacağı mirasından mı sayılır?
Cevap: Eğer bu takılar, karısının elinde ve yetkisindeyse ve karısı, kendi mülkünde tasarruf ettiği gibi onlarda tasarruf ediyorduysa, aksi ispat edilmediği takdirde onun mülkü olduğuna hükmedilir.
Soru 1723: Karı kocaya evlilik hayatları boyunca verilen hediyeler, kadının mı, kocanın mı yoksa her ikisinin mi malıdır?
Cevap: Durum, hediyelerin erkeklere veya kadınlara has ya da birinin veya her ikisinin kullanabileceği şeylerden olmasına göre değişir. Dolayısıyla eğer görünürde eşlerden sadece birine hediye edilmişse, o mal onundur; ama eşlerin ikisine de ortaklaşa hediye edilmişse, ikisinin ortak malıdır.
Soru 1724: Bir kimsenin karısını boşaması durumunda, kadın düğün sırasında kendisine ailesi tarafından verilen yatak, halı ve elbise gibi eşyaları kocasından isteyebilir mi?
Cevap: Bu eşyalar eğer kadının kendi ailesinden aldığı veya kendisi için satın aldığı ya da bizzat kendisine bağışlanan eşyalardan ise, kadının malıdır; aynen mevcut olurlarsa onları kocasından isteyebilir. Eğer kadının ailesi ve akrabaları tarafından damatlarına hediye edilmişse, bu durumda kadın kocasından onları isteyemez; aksine bunların yetkisi kadının kocasına hibe edenlerin elindedir. Dolayısıyla eğer bu mallar aynen mevcutsa ve kocası hediye edenlerin akrabası değilse, bu durumda hediye edenin hibeyi feshedip malı geri alması caizdir.
Soru 1725: Eşimden boşandıktan sonra evliliğimiz boyunca kendi paramla alıp ona verdiğim altınları, ziynet eşyalarını ve diğer şeyleri geri aldım; acaba şimdi bu eşyalarda tasarruf etmem caiz midir?
Cevap: Eğer onları eşinize kullanması için ariyet (ödünç) olarak vermişseniz veya ona hibe etmişseniz ve bu eşyalar eşinizin yanında hâlâ mevcut olur ve eşiniz de akrabalarınızdan olmazsa, hibeyi feshedip hediye ettiğiniz malları geri alabilirsiniz ve ondan bu şekilde aldığınız malları kullanmanız caizdir; aksi durumda caiz olmaz.
Soru 1726: Babam bana bir arsa bağışladı ve tapusunu da resmi olarak adıma geçirdi; fakat bir yıl sonra yaptığına pişman oldu. Acaba [bu durumda] şer'an o arazide tasarruf etmem caiz midir?
Cevap: Eğer babanız, siz araziyi ondan teslim alıp, tamamen ona hâkim olduktan sonra pişman olup bağışlamaktan vazgeçtiyse, babanızın vazgeçmesi geçerli değildir ve o arsa şer'an sizin mülkünüzdür. Ancak araziyi teslim almadan önce pişman olur ve vazgeçerse, bağışından cayma hakkına sahiptir ve o andan itibaren sizin artık söz konusu arazi üzerinde herhangi bir hakkınız olmaz ve yalnızca tapunun sizin adınıza tescil edilmesi, bağışın gerçekleşmesi için geçerli olan araziyi teslim alma şartı için yeterli değildir.
Soru 1727: Ben birisine bir arsa bağışladım, o da o arsanın bir bölümüne ev yaptı. Acaba ona hediye ettiğim arsayı veya arsanın fiyatını ondan istemem caiz midir? Ya da arsanın ev yapmadığı boş kalan bölümünü geri vermesini istemem caiz midir?
Cevap: Sizin izninizle arsayı teslim alıp üzerinde ev yaparak tasarrufta bulunduktan sonra hediyeyi feshetmeye ve ona hediye ettiğiniz arsayı veya arsanın fiyatını geri istemeye hakkınız yoktur. Eğer hediye edilen arsanın bir bölümünde ev yapmak bölge halkının örfüne göre arsanın tamamında tasarruf etmek sayılırsa, bu durumda onun hiçbir bölümünü geri alamazsınız.
Soru 1728: İnsanın bütün mal varlığını çocuklarının birine bağışlayıp diğerlerini ondan mahrum bırakması caiz midir?
Cevap: Eğer bu amel çocuklar arasında fitne ve ihtilâf çıkmasına yol açarsa caiz değildir.
Soru 1729: Birisi evini, arsası üzerinde hüseyniye inşa edilmesi için ivazlı (karşılıklı) hibe yöntemiyle ve resmî belgeyle beş kişiye hibe eder ve hüseyniye yapıldıktan sonra on yıl boyunca onu hapsetmelerini (uhdelerinde tutmalarını) ve bu süreden sonra isterlerse vakfedebileceklerini şart koşar. Bunun üzerine o beş kişi halkın yardımıyla hüseyniyeyi inşa ederler. Ardından hapsedilen bu mülkün gözetimi, yönetimi ve vakıf akdinin şartlarıyla ilgili işleri, vakfa yönetici ve denetleyici tayin etme yetkisini üzerlerine alırlar ve bu doğrultuda resmî bir belge de düzenlerler. Acaba bu durumda hapsedilmiş hüseyniyeyi vakfetmek istediklerinde vakfa yönetici ve denetleyici seçmede onların görüşüne uymak farz mıdır? Ve acaba bu şartlara uymamanın şer'an bir sakıncası var mıdır? Yine eğer bu beş kişiden biri hüseyniyenin vakfedilmesi hususunda muhalefet ederse hüküm nedir?
Cevap: Onların, hibe eden kişinin ivazlı (karşılıklı) hibe akdinde koştuğu şartlara uygun hareket etmeleri farzdır. Dolayısıyla eğer vakfın veya hapsetmenin (uhdede tutmanın) niteliğinde arsa sahibinin şartlarına aykırı davranırlarsa, arsa sahibi veya mirasçıları ivazlı hibeyi feshetme hakkına sahip olurlar. O beş kişinin, uhdede tutulan yeri idare ve denetleme yetkisi, vakfedilen malla onun yönetimi için kararlaştırıp kaydettikleri şartlara gelince; eğer arsa sahibinin hibe akdinde onayladığı üzere olursa, yani, hibe eden kişi bu işlerin tüm yetkisini kendilerine devretmişse, onların bu kararlarına bağlı kalmak farzdır. Eğer onlardan bazıları hüseyniyeyi vakfetmekten kaçınırlarsa, arsa sahibinin görüşü hepsinin bu konuda birlikte karar almaları yönünde olmuş olursa, diğerleri onu vakfedemezler.
Soru 1730: Çocuğu olmayan bir adam şahsî evinin üçte birini karısına bağışlamış ve bir yıl sonra evin tamamını 15 yıllığına kiraya verdikten sonra vefat etmiştir. Evin hibe edildikten sonra kiraya verildiği dikkate alındığında acaba bu hibe geçerli midir? Eğer ölen kişinin borcu varsa, acaba borcunu evin tamamından mı ödemek gerekir, yoksa üçte ikisinden ödeyip geri kalanını miras kanununa göre bölüşmek mi gerekir? Acaba borçluların kira süresi bitinceye kadar beklemeleri farz mıdır?
Cevap: Eğer ev sahibi karısına hibe ettiği bölümü, tamamını kiraya vermeden önce, evin tamamını teslim alma zımnında olsa bile karısına teslim etmişse ve karısı da akrabalarından ise veya o miktarı ivazlı (karşılıklı) hibeyle hediye etmişse, hediye edilen miktarda hibe sahih ve geçerlidir; kira da sadece hibe edilen miktarın dışında sahihtir. Aksi durumda eğer kiraya vermek, hibeden vazgeçmek kastıyla olursa, evin tamamı hibe edildikten sonra kiraya verildiğinden, hibe batıl olur ve sadece yapılan kiralama hibeden sonra olduğu için sahihtir. Ölen kişinin borcuna gelince, bu borç o adamın ölünceye kadar sahip olduğu mal varlığından çıkarılıp borçlulara ödenir. Onun hayattayken belli bir süreye kadar kiraya verdiği şeyin menfaati o süre içerisinde kiracıya aittir; kiraya verdiği şeyin kendisi ise onun mirasından sayılır. Dolayısıyla bu mirasından borçları çıkarıldıktan sonra geriye kalanı mirasçılarının malıdır; ancak mirasçılar kira süresi bitinceye kadar evin kendisinden yararlanamazlar.
Soru 1731: Birisi vasiyetinde, yaşadığı sürece her yıl kendisine ve ailesine belli bir miktar pirinç vermek şartıyla, bütün gayrimenkul mallarının çocuklarından birine ait olmasını vasiyet etmiştir. Bu olaydan bir yıl geçtikten sonra bütün bu mallarını o evlâdına bağışladı. Acaba bu mallar konusundaki vasiyeti, önceden yapıldığından hâlâ geçerli olup sonuç olarak vasiyeti malının üçte birinde sahih olup geri kalan malları ölümünden sonra bütün mirasçılarına mı aittir, yoksa daha sonra malını bağışlamasıyla vasiyetinin batıl olduğuna mı hükmedilir? Söz konusu malların, hibe edilen kişinin yetkisinde ve tasarrufunda olduğu dikkate alındığında hüküm nedir?
Cevap: Vasiyetten sonra yapılan hibe, eğer bağışlayan kişinin hayatında ve onun izniyle teslim edilip hibe edilen şahsın yetkisine bırakılarak gerçekleştirmişse, hibeden önceki vasiyet batıl olur; çünkü hibe, önceki vasiyetten vazgeçildiğini gösterir. Dolayısıyla bağışlanan mal, o evlâdın mülkü sayılır ve diğer mirasçıların onda hiçbir hakkı yoktur; aksi durumda, vasiyet eden kişinin vasiyetten vazgeçtiği kesin olarak ispatlanmadığı sürece vasiyet geçerlidir.
Soru 1732: Acaba babasının mirasından kendi payına düşen malları iki kardeşine bağışlayan kişinin birkaç yıl sonra kardeşlerinden o malları geri istemesi caiz midir? Ve eğer kardeşleri o malları iade etmekten kaçınırlarsa hüküm nedir?
Cevap: Hediyenin, teslim etme ve yetkisine teslim alma yoluyla gerçekleşmesinden sonra hibe etmekten caymak isterse, böyle bir hakkı yoktur, fakat teslim etme ve teslim almadan önce hediye etmekten vazgeçerse, geçerlidir ve geri almasının sakıncası yoktur.
Soru 1733: Kardeşlerimden birisi mirastan kendi payına düşen hakkını kendi rızasıyla bana bağışladı; fakat bir süre sonra mülk mirasçılar arasında bölüştürülmeden önce hibeden vazgeçti, bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Eğer mirastan kendi payına düşen malı size teslim etmeden önce hibe etmekten vazgeçerse, sahihtir ve onun size hibe etmiş olduğu malda hakkınız yoktur. Fakat eğer onu teslim aldıktan sonra hibeden vazgeçerse, etkisi [geçerliliği] yoktur ve onun size hediye etmiş olduğu şeyde bir hakkı olmaz.
Soru 1734: Bir kadın, üzerine hac farz olduğu düşüncesiyle akrabalarının muvafakat etmemelerine rağmen ölümünden sonra kendisi tarafından niyabeten hac yapması şartıyla ekili tarlasını bir kimseye hibe etmiştir. Sonra aynı tarlayı ikinci kez torunlarından birine hibe etti ve ikinci hibesinden bir hafta sonra öldü. Acaba birinci hibe mi sahihtir, yoksa ikinci hibe mi? Tarla kendisine bağışlanan birinci kişinin, ondan niyabeten hac farizasını yerine getirme hususunda ne yapması gerekir?
Cevap: Tarla kendisine bağışlanan birinci kişi eğer bağışlayan kadının akrabalarından ise ve kendisine bağışlanan malı onun izniyle teslim almışsa, birinci hibe sahih ve gereklidir ve o kadın adına hac yapması farzdır. İkinci hibe ise fuzulî olup geçerli olması hibe edilen birinci kişinin iznine bağlıdır. Fakat birinci kişi hibe eden kadının akrabalarından değilse veya hibe edilen malı ondan teslim almamışsa, ikinci hibe doğrudur ve bu, birinci hibeden vazgeçmek sayılır ki bunun sonucunda birinci hibe batıl olur. Bu durumda kendisine hibe edilen birinci kişinin tarlada hiçbir hakkı yoktur ve hibe edenden taraf hac yapması da ona farz değildir.
Soru 1735: Henüz meydana gelmemiş ve ileride oluşacak haklar, önceden hibe edilebilir mi? Eğer kadın nikâh akdi esnasında ileride sahip olacağı malî hakları kocasına bağışlarsa, acaba bu hibe geçerli olur mu?
Cevap: Bu tür hediyelerin geçerliliğinde sorunlar ve hatta yasaklar vardır. Dolayısıyla eğer kadının hibesi, gelecekte oluşacak hakları, sulh sözleşmesine veya gerçekleştikten sonra düşürülmesi şartına dönüştürülürse, sakıncası yoktur; aksi durumda bunun hiçbir yararı ve hukukî etkisi olmaz.
Soru 1736: Kâfirlere hediye vermenin veya onlardan hediye almanın hükmü nedir?
Cevap: Bunun kendi özünde sakıncası yoktur.
Soru 1737: Birisi, hayattayken bütün malını torununa bağışlamış; bu hibe, hatta onun vefatından sonra kefen, defin ve harcama yapılması gereken diğer hususlar da dâhil bütün mal varlığı için geçerli midir?
Cevap: Eğer bağışlanan mal, bağıştan sonra ve bağışlayan kişi hayattayken onun izniyle teslim alınmışsa, teslim alınan bütün mallarda hibe geçerlidir.
Soru 1738 Savaş gazilerine ve yaralılarına ödenen mallar hediye sayılır mı?
Cevap: Bazılarına çalışmaları karşılığında, yani yaptıkları iş karşılığı ödenen ücretler müstesna, evet, hediye sayılır.
Soru 1739: Eğer şehit ailesine bir hediye verilirse, bu mal, mirasçılarına mı, kefiline mi, yoksa onların velisine mi aittir?
Cevap: Hibe edenin niyetine bağlıdır.
Soru 1740: Bazı şirketler veya yerli ve yabancı bazı özel ve tüzel kişiler mal alım satımında veya sanayi sözleşmeleri yapılırken, vekil ve aracı olan kişilere bazı hediyeler veriyorlar. Kendisine hediye verilen kişinin, hediye veren kişinin yararına bir iş yapması veya bir karar vermesi muhtemel olduğundan, acaba onun bu hediyeyi kabul etmesi ve alması şer'an caiz midir?
Cevap: Alım-satım ve sözleşme akdinde vekil veya aracının, karşı tarafla muamele yapmak karşılığında ondan hediye almaması gerekir.
Soru 741: Şirketler veya kişiler tarafından verilen hediyeler, onlara beytülmalden verilen hediyeler karşılığında olursa, bunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer beytülmalden verilen hediyenin karşılığında olursa, onun beytülmale verilmesi gerekir.
Soru 742: Eğer hediye, onu alan kişi üzerinde etkili olur ve uygun olmayan bağlantılara veya şüpheli güvenlik ilişkilerine neden oluyorsa, o hediyeyi alıp kullanmak caiz midir?
Cevap: Bu tür hediyeleri almak caiz değildir; hatta bunları kabul etmekten kaçınmak farzdır.
Soru 743: Eğer hediyenin, onu alan kişiyi, hediye veren kişinin çıkarları yönünde reklam yapmaya teşvik etmek amacıyla olduğu ihtimali verilirse, acaba onu almak caiz midir?
Cevap: Eğer amaçlanan reklamlar şer'an ve kanunen caiz ise, sakıncası yoktur ve onun karşılığında hediye kabul etmenin de sakıncası yoktur. Elbette idari ortamlarda bu, ilgili yasa ve yönetmeliklere tabidir.
Soru 1744: Eğer hediye, sorumlu olan birine [kanuna aykırı] bir davranışa göz yumması, karşı çıkmaması veya onaylaması için verilirse, onu kabul etmenin hükmü nedir?
Cevap: Bu tür hediyeleri kabul etmek sakıncalıdır; hatta yasaktır. Genel olarak eğer hediye şer'an veya kanunen yasak olan bir şeye ulaşmak veya sorumlu kimseyi onaylamaya hakkı olmadığı bir şeyi onaylamaya yöneltmek için olursa, o hediyeyi almak caiz değildir; hatta onu kabul etmekten sakınmak farzdır. Sorumluların da bunu engellemeleri farzdır.
Soru 1745: Büyük babanın, hayatta iken mallarının tamamını veya bir bölümünü ölen oğlunun karısına ve çocuklarına bağışlaması caiz midir? Kızlarının buna itiraz etme hakları var mıdır?
Cevap: Hayatta iken mallarından istediği kadarını torunlarına veya oğlunun karısına bağışlayabilir ve kızlarının buna itiraz etme hakları yoktur.
Soru 1746: Çocuğu, kız ve erkek kardeşi, anne ve babası olmayan biri, mallarını karısına veya karısının akrabalarına hibe etmek istiyor; şer’i açıdan böyle yapması caiz midir? Acaba bu işin belli bir miktarı ve sınırı var mıdır, yoksa tüm malını bağışlayabilir mi?
Cevap: Sakıncası yoktur; mal sahibi hayatta olduğu sürece mallarının hepsini veya bir bölümünü mirasçılarından olsun veya olmasın istediği herkese bağışlayabilir.
Soru 1747: Şehitler Kurumu, şehit oğluma Fatiha ve anma merasimi düzenlemem için bana bir miktar para ve gıda maddesi vermiştir; bu malı almamın ahirette bir sorumluluğu var mıdır? Acaba bununla şehidin sevap ve mükâfatı azalır mı?
Cevap: Aziz şehit ailelerinin bu gibi yardımları kabul etmelerinin sakıncası yoktur ve bunun şehidin ve şehit ailesinin sevap ve mükâfatında bir etkisi yoktur.
Soru 1748: Güvenlik ve otel personeli tarafından kendilerine bahşiş olarak hediye verilen eşyaların toplanması ve eşit olarak paylaştırılması için ortak bir kasa oluşturulmuştur. Ancak müdür veya müdür yardımcısı pozisyonundakilerden bazıları daha fazla pay talep ediyorlar ve bu da üyeler arasında ihtilaf ve tefrika çıkmasına sebep oluyor; bunun hükmü nedir?
Cevap: Bu konu, bahşişi veren kimsenin niyetine bağlıdır; sonuç olarak belli bir kişiye verilen şeyler, o kişinin kendisine aittir; hepsi için verdiği şeyler ise aralarında eşit olarak bölüştürülmelidir.
Soru 1749: Bayram harçlığı gibi küçük çocuklara verilen hediyeler o çocuğun ebeveynine mi aittir, yoksa çocuğun kendi malı mıdır?
Cevap: Eğer babası o hediyeyi çocuğun velisi unvanıyla [onun adına] almışsa, o mal küçük çocuğun malıdır.
Soru 1750: İki kızı olan bir anne tüm mal varlığı olan bir tarlayı torununa (kızlarından birinin oğluna) hibe etmek istiyor ve bunun sonucunda ikinci kızı mirastan mahrum kalıyor. Acaba onun bu hibesi sahih [geçerli] midir, yoksa ikinci kızı annesinin ölümünden sonra tarladan kendi payına düşeni isteyebilir mi?
Cevap: Eğer anne hayattayken mülkünü torununa bağışlamış ve ona teslim etmişse, mülk hibe edilen kişiye aittir ve kimse buna itiraz edemez. Ama eğer ölümünden sonra o mülkü torununa vermelerini vasiyet etmişse, vasiyeti mirasının sadece üçte birinde geçerlidir ve geriye kalan miktarda geçerli olması mirasçıların iznine bağlıdır.
Soru 1751: Birisi tarlasının bir bölümünü, iki üvey kızını oğullarıyla evlendirmesi şartıyla kardeşinin oğluna bağışlar. Yeğeni ise üvey kızlarından birini hibe eden amcasının oğullarından biriyle evlendirir; ancak ikinci üvey kızını evlendirmekten kaçınır. Acaba bu hibe söz konusu şartla geçerli ve gerekli [lazım] midir?
Cevap: Bu hibe sahih ve lâzımdır; fakat konulan şart batıldır; çünkü üvey babanın üvey kızları üzerinde velâyeti yoktur. Onların evliliği babaları veya babalarının babası olmadığı durumlarda kendi rızalarına bağlıdır. Evet, eğer söz konusu şarttan maksat yeğenin, üvey kızlarla konuşarak onları araziyi hediye eden amcasının oğullarıyla evlenmeye razı etmesi ise, bu durumda şart sahihtir ve ona uyulması farzdır. Eğer şarta uymazsa, hibe eden kişinin feshetme hakkı olacaktır.
Soru 752: Ben apartman dairemi küçük kızımın adına geçirdim; ancak annesinden boşanınca, bu hibeden vazgeçtim ve kızım on sekiz yaşına ulaşmadan önce daireyi ikinci karımdan olan oğlumun adına geçirdim, bunun hükmü nedir?
Cevap: Eğer mülkünüzü gerçekten kızınıza hibe etmişseniz ve mülkü kızınızın velisi olarak ondan taraf teslim almış iseniz, hibe gerçekleşmiştir ve feshedilemez. Fakat eğer hibe şartlarına uygun olarak gerçekleşmemişse ve sadece tapuyu kızınızın adına geçirmişseniz, hibenin gerçekleşmesi ve mülkün onun olması için bu yeterli değildir. Bu durumda mülk sizindir ve onun yetkisi de sizin elinizdedir.
Soru 753: Ben ağır bir hastalığa yakalandıktan sonra bütün mal varlığımı evlâtlarım arasında bölüştürdüm ve bu konuda bir belge de düzenledim. Ancak sağlığıma kavuşunca onlardan, mallarımdan bir bölümünü bana iade etmelerini istedim; fakat onlar bundan imtina ettiler; bunun hükmü nedir?
Cevap: Mallarınızın mülkiyetinin evlâtlarınıza geçmesi için sadece bir belge düzenlemeniz yeterli değildir; eğer mal varlığınızı onlara hibe edip, onların tasarrufuna ve yetkisine mülkleri olacak şekilde bırakıp teslim etmişseniz, bundan vazgeçme hakkınız yoktur. Fakat esasen eğer hibe gerçekleşmemişse veya hibeden sonra teslim etme ve teslim alma işlemi gerçekleşmemişse, o mallar hâlâ sizin mülkiyetiniz altındadır ve onları kullanma yetkisi size aittir.
Soru 1754: Birisi, vasiyetinde evinde bulunan her şeyi karısına bağışlamıştır. Evde vasiyet edenin el yazısıyla yazılmış bir kitap da bulunmaktadır. Eşi bu kitaba sahip olmanın yanı sıra kitabın basım ve yayın hakkı gibi haklarına da sahip olur mu, yoksa öteki mirasçılar da buna ortak mıdır?
Cevap: Yazılan kitabın basım ve yayın hakkı, kitabın mülkiyetine tâbidir. Dolayısıyla müellif hayattayken kitabını kime hibe ve teslim etmişse veya ona ait olduğunu vasiyet etmişse, yazarın ölümünden sonra kitap o kişiye ait olur ve tüm imtiyaz ve haklar ona geçer.
Soru 1755: Bazı idare ve kurumlar çeşitli münasebetlerle kendi memurlarına ne amaçla verildiği bilinmeyen hediyeler vermekteler; acaba memurların bu hediyeleri almaları ve kullanmaları caiz midir?
Cevap: Hediye veren kişinin devlet kanunlarına göre böyle bir salâhiyeti ve yetkisi varsa, devlet mallarından hediye vermenin sakıncası yoktur; hediyeyi alan kişi hediye veren kişinin böyle bir yetkisi olduğuna dikkate değer şekilde ihtimal verirse, o hediyeleri almasının sakıncası yoktur.
Soru 1756: Hibe edilen şeyi, hibe edenden teslim alma konusunda, ondan sadece hibe edileni teslim almanın kendisi yeterli midir, yoksa özellikle arazi, ev, araba vb. mallarda ayrıca hediye edilen kişinin adına geçirilmesi de gerekir mi?
Cevap: Hibede teslim almanın şart olmasından maksat, sözleşme yapmak ve onu imzalamak değildir; maksat o malın dışarıda hibe edilen kişinin tasarrufuna ve yetkisine bırakılmasıdır. Dolayısıyla hibenin gerçekleşmesinde ve mülkiyetin hâsıl olmasında bu yeterlidir. Bu konuda hediye edilen mallar arasında hiçbir fark yoktur.
Soru 1757: Birisi, bir başkasına evlilik, doğum günü veya başka bir vesileyle bir mal hediye etmiş ve üzerinden 3 veya 4 yıl geçtikten sonra onları geri almak istiyor. Acaba hibe edilen kişiye onları iade etmesi farz mıdır? Eğer birisi, Ehlibeyt İmamları (üzerlerine selâm olsun) için matem veya velâdet merasimleri düzenlenmesi amacıyla bir mal verirse, daha sonra söz konusu malı geri almaya hakkı var mıdır?
Cevap: Hibe edilen mal, o kişinin yanında olduğu gibi duruyorsa, o kişinin hibe edenin akrabalarından olmaması ve hibenin de ivazlı hibe olmaması şartıyla, hibe eden kişinin mallarını istemesi ve geri alması caizdir. Fakat hediyenin telef olması veya hediye verildiği andaki halinin değişime uğraması durumunda, hediyeyi veya karşılığını geri isteme hakkı yoktur. Yine insanın kurbet kastıyla ve Allah rızası için verdiği malı geri alma hakkı yoktur.
- BORÇ
BORÇ
Soru 1758: Bir fabrika sahibi ham madde satın almak için benden bir miktar borç para aldı. Bir süre sonra bu parayı bir miktar fazlasıyla bana geri ödedi. O bu fazlalığı tamamen kendi gönül rızasıyla, önceden böyle bir şart ve benim bir beklentim olmaksızın bana verdi; acaba bu fazla parayı almam caiz midir?
Cevap: Sorudaki varsayıma göre borç akdinde fazla para vermek şart koşulmadığı ve fazla miktarı borç alan kişi kendi rızasıyla borçluya verdiği için onu almanın ve kullanmanın sakıncası yoktur.
Soru 1759: Eğer borçlu borcunu ödemekten kaçınırsa ve sonuç olarak alacaklı çek bedelini almak için mahkemeye şikâyette bulunur ve bunun neticesinde anaparaya ek olarak devlete icra vergisi de ödemek zorunda kalırsa, acaba borç veren şer’an bundan sorumlu mudur?
Cevap: Eğer borçlu borcunu ödemekte kusur işler ve bundan dolayı devlete icra vergisi ödemek zorunda kalırsa, bundan alacaklı sorumlu olmaz.
Soru 1760: Kardeşimin bana bir miktar borcu var. Ev satın aldığımda bana hediye olduğunu düşündüğüm bir halı getirdi. Fakat daha sonra alacağımı istediğimde, o halıyı bana borcu karşılığında verdiğini iddia etti. Bu konuda bana herhangi bir şey demediği dikkate alındığında, vermiş olduğu halıyı borcuna sayması sahih midir? Eğer halıyı borcunun karşılığı olarak kabul etmezsem, onu kardeşime iade etmem gerekir mi? Borç verdiğim günde paranın alım gücünün günümüzdekinden fazla olduğu dikkate alındığında, acaba kardeşimden borç miktarına ek olarak fazla bir meblağ da isteyebilir miyim?
Cevap: Alınan borcun cinsinden olmayan halı ve diğer şeyler alacaklı kabul etmedikçe borç yerine verilemez. Eğer siz halının alacağınız yerine verilmesine razı değilseniz onu kardeşinize iade etmelisiniz; çünkü o halı hâlâ onun mülkiyetindedir. Paranın alım gücünü kaybetme durumunda, alacağınıza ek olarak paranın değer kaybı miktarını da talep edebilirsiniz.
Soru 1761: Borcu ödemek için haram mal vermenin hükmü nedir?
Cevap: Başkasının malını vermekle borç ödenmez ve bununla borçlunun sorumluluğu kalkmaz.
Soru 762: Bir kadın satın almak istediği evin değerinin üçte biri kadar birinden borç alır ve alacaklıyla maddî durumu iyileştiğinde onu kendisine ödeyeceğine dair anlaşır. Aynı zamanda oğlu, teminat olarak borç tutarında ona bir çek verir. Şimdi tarafların ölümünden dört yıl geçtikten sonra, mirasçıları bu meseleyi halletmek istiyorlar. Acaba kadının mirasçıları, alacaklının mirasçılarına borç parayla satın alınan evin mi üçte birini vermelidir, yoksa sadece çek tutarını vermeleri yeterli midir?
Cevap: Borç verenin mirasçılarının evden herhangi bir şey talep etme hakları yoktur; onlar evi satın almak için kendilerine miras bırakan kişiden borç alan kadından, geriye borcunu ödeyebilecek miktarda bir mal bırakması şartıyla, sadece aldığı borç miktarını (paranın değer kaybını da hesaplayarak) isteyebilirler.
Soru 1763: Bir kişiden bir miktar borç aldık. Bir süre sonra bu adam ortadan kayboldu ve ondan bir haber alamadık; bu durumda bu adamın alacağıyla ilgili olarak ne yapmamız gerekiyor?
Cevap: Borcunuzu ona veya mirasçılarına vermek için beklemeniz ve onu aramanız farzdır; onu bulmaktan ümidinizi kestiğinizde, bu konuda şer'î hâkime müracaat edebilir ya da onun adına sadaka verebilirsiniz.
Soru 1764: Borç veren borcunu ispatlayıp almak için harcadığı mahkeme masraflarını borçludan isteyebilir mi?
Cevap: Borçlu şer'an alacaklının harcadığı mahkeme masraflarından sorumlu değildir.
Soru 1765: Borçlu borcunu ödemez ve borcunu ödemede kusur işlerse, acaba alacaklının onun malından takas etmesi caiz midir; örneğin hakkını gizlice veya başka bir yolla alabilir mi?
Cevap: Eğer borçlu borcunu inkâr eder veya bir mazereti olmaksızın borcunu ödemezse, alacaklı hakkını onun malından takas edebilir. Ancak söz konusu kişi kendini borçlu görmüyorsa veya alacaklısının kendisine karşı gerçekten bir hakkı olup olmadığını bilmiyorsa, bu durumda alacaklının kendisine karşı takas yapması sakıncalıdır; hatta caiz değildir.
Soru 1766: Ölenin borcu, mirasçılarına mirasından ödemeleri farz olan kul hakkından mıdır?
Cevap: Borç, ister gerçek ve ister tüzel kişilere olsun kul haklarındandır ve borçlunun mirasçılarına, onun borcunu bıraktığı maldan alacaklıya veya mirasçısına ödemeleri farzdır ve borçlunun mirasçıları onun borcunu ödemedikçe bıraktığı malı kullanamazlar.
Soru 1767: Üzerinde başka birine ait bir bina bulunan arsanın sahibi, iki kişiye borçludur; acaba alacaklıların borçlarını almak için arsayla birlikte binaya da haciz koydurmaları caiz midir, yoksa sadece arsa konusunda mı böyle bir hakları vardır?
Cevap: Borç sahipleri borçlunun mülkü olmayan bir şeye haciz koydurma talebinde bulunamazlar.
Soru 1768: Borçlunun kendisinin ve ailesinin oturmak için ihtiyaç duydukları ev, borç tahsili için konulan haciz mallarından müstesna mıdır?
Cevap: Borçlunun hayatını devam ettirebilmek için ihtiyaç duyduğu ev, ev eşyası, araba ve telefon gibi toplumsal konumuna uygun yaşam ihtiyaçlarından sayılan şeyler, borcunu ödemek için satmaya mecbur edildiği mallarından müstesnadır.
Soru 1769: Eğer borçları yüzünden aciz kalan bir tacir iflas eder, elinde bir binadan başka bir şeyi kalmaz ve onu da satışa çıkarır, ancak buradan aldığı para borcunun sadece yarısını karşılar ve kalan borcunu ödeyemezse, acaba alacaklılar onu bu binayı satmaya zorlayabilirler mi? Yoksa tedricen borçlarını ödeyebilmesi için ona zaman mı tanımaları gerekir?
Cevap: Eğer söz konusu bina, onun ve ailesinin içinde oturduğu ev değilse, tamamını ödemek için yeterli olmasa da borçlarını ödemek için onu binayı satmaya zorlamanın sakıncası yoktur ve bunun için borç sahiplerinin ona mühlet tanımaları farz değildir. Sadece geri kalan borçlarını ödeyebilmesi için beklemelidirler.
Soru 1770: Bir devlet kurumunun, başka bir devlet kurumundan almış olduğu borç parayı ödemesi farz mıdır?
Cevap: Bu borç da, ödenmesi farz olan diğer borçlar hükmündedir.
Soru 1771: Eğer birisi, borçlunun talebi olmaksızın onun borcunu öderse, acaba borçlunun bunun karşılığını o kişiye ödemesi farz mıdır?
Cevap: Borçlu bir talepte bulunmadığı hâlde onun borcunu ödeyen kişi, ödediği şeyin karşılığını isteyemez ve borçluya da onun verdiği şeyin karşılığını ödemesi farz değildir.
Soru 1772: Eğer borçlu borcunu zamanında ödemeyip geciktirirse, alacaklının ondan borç miktarından fazlasını ödemesini istemesi caiz midir?
Cevap: Alacaklı borç miktarına ek olarak sadece paranın değer kaybının farkını alabilir.
Soru 1773: Babam formalite icabı yapılan bir muamelede bir miktar para birine vermişti; fakat gerçekte o para borçtu ve borçlu da paranın kârı olarak her ay bir meblağ para ödüyordu. Alacaklının (babamın) ölümünden sonra da borçlu kendisi ölünceye kadar bu kârı ödemeye devam etti. Acaba kâr adıyla ödenen bu paralar, faiz sayılır mı ve alacaklının mirasçılarına bu parayı borçlunun mirasçılarına geri vermeleri farz mıdır?
Cevap: Kendisine yapılan ödemenin aslında bir borç olduğunu varsayarsak, eğer ödenen miktar paranın değer kaybına eşit miktarda olursa bir sakıncası yoktur; aksi takdirde paranın değer kaybından fazla olan ve kâr payı olarak ödenen miktar faiz sayılır ve şer’an haramdır. Fazla ödenen paranın değer kaybının da hesaplanarak, alacaklının mirasçıları tarafından borçlunun kendisine veya mirasçılarına ödenmesi gerekir.
Soru 1774: Kişilerin, mallarını başkalarının yanında emanet olarak bırakıp ondan her ay kâr payı almaları caiz midir?
Cevap: Mülkün işletilmesi için başkasına emanet edilmesi doğru akitlerden birinin adı altında olursa, sakıncası yoktur ve kullanımından elde edilen kâr da sakıncasızdır. Fakat mallar borç olarak verilmiş ise, her ne kadar borç sözleşmesi sahih olsa da kâr şartı koşmak şer'an batıldır ve alınan kârlar faiz ve haramdır.
Soru 1775: İktisadî bir iş yapmak için bir miktar borç alan biri, eğer bu işten kâr sağlarsa, kârından bir miktarını alacaklıya vermesi veya alacaklının bunu istemesi caiz midir?
Cevap: Alacaklının, borçlunun borç parayla yaptığı ticaretten elde ettiği kârda hiçbir hakkı yoktur ve elde edilen bu kârdan hiçbir şey isteyemez. Fakat borçlu asıl paraya ek olarak bir şey vermeye dair aralarında bir anlaşma olmaksızın alacaklıya alacağından fazla bir meblağ vermek isterse, sakıncası yoktur ve hatta müstehaptır.
Soru 1776: Birisi üç aylığına veresiye olarak bir eşya satın alır ve üç ay dolduktan sonra satıcıdan asıl paraya ilave olarak fazla bir meblağ vermesi karşılığında süreyi üç ay daha uzatmasını ister; acaba onların böyle bir şey yapması caiz midir?
Cevap: Bu fazlalık faiz ve haramdır.
Soru 1777: Eğer birisi, başka birinden faizli borç alırsa ve üçüncü bir kişi onların borç sözleşmesi ve şartlarını yazarsa ve muhasebeci denilen ve işi sözleşme belgelerini muhasebe defterine kaydetmek olan dördüncü bir kişi de varsa, acaba bu muhasebeci faizli borcun günahında onlarla ortak mıdır? Onun yaptığı bu iş ve bunun karşılığında aldığı ücret de haram mıdır? Bu arada muhasebecinin hesaplarını inceleyen beşinci bir kişi daha var; beşinci kişi ne bir şey yazar ve ne de bir şeyi bir yere işler, sadece faizli muamelenin hesaplarında fazlalık veya noksanlık olup olmadığını kontrol ederek bunu muhasebeciye bildiriyor. Acaba onun işi de haram mıdır?
Cevap: Faizli borç sözleşmesine veya faizli borcun gerçekleşmesine ve tamamlanmasına veya borçludan faizi tahsil etmeye dâhil olan her iş şer'an haramdır ve o işi yapan kişi, ücret alma hakkına sahip değildir.
Soru 1778: Çoğu Müslümanlar gerekli sermayeye sahip olmadıklarından, kâfirlerden faizle sermaye almak zorunda kalıyorlar. Kâfirlerden veya gayri İslâmî devletlere bağlı bankalardan faizli borç almanın hükmü nedir?
Cevap: Faizli borç almak gayrimüslimlerden bile olsa mutlak olarak haramdır; fakat buna rağmen borç alınırsa borcun kendisi sahihtir.
Soru 1779: Birisi alacaklının, hac yolculuğu gibi yolculuk masraflarını üstlenmek şartıyla ondan bir süreliğine bir miktar borç para almış; acaba onların yaptığı bu iş caiz midir?
Cevap: Borç sözleşmesinde, alacaklının yolculuk gibi masraflarını ödeme şartı koşulması, borçtan kâr alınması olduğu için şer'an haram ve batıldır; ancak borcun kendisi sahihtir.
Soru 1780: Karz-ı hasen kurumları [faizsiz çalışan, verdiği kredi karşılığında hiçbir kâr ve faiz almayan finans kurumları] borç verirken, eğer borçlu iki veya daha fazla taksitini zamanında ödemeyip geciktirirse, kurumun bütün borcu birden geri alma hakkı olacağını şart koşuyorlar; acaba bu şartla borç vermek caiz midir?
Cevap: Sakıncası yoktur.
Soru 1781: Bir kooperatif şirketinin üyeleri, kooperatife sermaye olarak bir miktar para veriyorlar ve şirket de kendi üyelerine karşılığında hiçbir kâr ve ücret almadan sırf yardım amacıyla borç para veriyor. Gaye sadece yardım etmektir. Acaba üyelerin sıla-ı rahim ve yardım amacıyla yaptığı bu işin hükmü nedir?
Cevap: Soruda açıklandığı şekilde de olsa, müminlere borç temin etmeye katkıda bulunma ve bu amaçla yardımlaşmanın caiz ve iyi olduğunda şüphe yoktur; fakat şirkete borç olarak verilen para, parayı veren kişiye gelecekte kredi verme şartına bağlı olursa, borcun kendisi sahih olsa bile bu amel şer'an caiz değildir.
Soru 1782: Bazı karz-ı hasen kurumları halkın kendilerine emanet bıraktığı paralarla emlâk ve başka şeyler satın alıyorlar; bu muamelelerin hükmü nedir? Bazı mal sahiplerinin bu işe razı olmadıkları göz önünde bulundurulursa, kurum yetkilisinin meselâ alım ve satım şeklinde bu mallar üzerinde tasarruf hakkı var mıdır ve acaba bu iş şer'an caiz midir?
Cevap: Eğer insanların mallarını emanet olarak karz-ı hasen kurumlarına bırakmaları bu kurumların istedikleri kişiye borç vermeleri içinse, bu durumda bu malları gayrimenkul vb. satın almada kullanmak fuzulî olup geçerliliği mal sahiplerinin iznine bağlıdır. Fakat mevduatlar bu kuruma borç olarak verilmişse, bu durumda o kurumların yetkililerinin kendilerine verilen yetki çerçevesinde o malları emlâk vb. şeyleri satın almada kullanmalarının sakıncası yoktur.
Soru 1783: Bazıları başkalarından aldıkları belli meblağlar karşılığında hiçbir şer'î sözleşme ve akit kapsamında olmaksızın sadece tarafların anlaşmasına dayanarak her ay mal sahiplerine kâr olarak bir miktar para veriyorlar; bunun hükmü nedir?
Cevap: Bu gibi muameleler, faizli borç sayılır ve onda koşulan kâr şartı batıldır; fazlalık da faiz olup şer'an haramdır ve bunu almak caiz değildir.
Soru 1784: Eğer karz-ı hasen kurumundan borç alan kişi, borcunu öderken şart koşulmamasına rağmen kendi rızasıyla borç tutarından bir miktar fazla öderse, acaba bu fazla meblağın ondan alınması ve bayındırlık işlerinde harcanması caiz midir?
Cevap: Eğer borçlu, borcunu öderken müstehap bir amel olarak kendi rızasıyla fazladan bir ödeme yaparsa, ondan bu parayı almanın sakıncası yoktur. Ancak kurum yetkililerinin onu bayındırlık işleri ve diğer şeylerde kullanabilmesi, bu konudaki yetkilerinin sınırına tabidir.
Soru 1785: Bir karz-ı hasen kurumunun yönetim kurulu, bir kişiden alınan borç parayla bir bina satın aldı ve bir ay sonra halkın kurumda biriken parasıyla onların rızası olmadan o adamın borcunu ödedi. Acaba bu muamele şer'an sahih midir ve o binanın mülkiyeti kime aittir?
Cevap: Kuruma borç verilen malla kurum için satın alınan bina, eğer yönetim kurulunun yetkisi dâhilinde satın alınmışsa, bunun sakıncası yoktur; satın alınan bina kurumun ve o kurumun mal varlığının sahiplerinin mülküdür. Aksi takdirde muamele fuzulî olup geçerliliği para sahiplerinin iznine bağlıdır.
Soru 1786: Bankadan kredi alırken işlem ücreti ödemenin hükmü nedir?
Cevap: Söz konusu ücret, defter ve belge kaydı gibi kredi verme işleminin ve kurumun su, elektrik vb. giderleri için olursa ve verilen kredinin faizi olarak sayılmazsa, onu vermenin, almanın ve aynı şekilde krediyi de almanın sakıncası yoktur.
Soru 1787: Kendi üyelerine borç para veren bir sandık (fon) var; fakat bu sandık üyelere borç para vermek için üyenin üç veya altı ay boyunca sandıkta belli bir miktar para bulundurmasını şart koşuyor ve belirtilen süre bittikten sonra üyenin sandığa bıraktığı paranın iki katı miktarında ona borç veriyor. Daha sonra üye borcunu ödeyip bitirdikten sonra, onun sandığa bırakmış olduğu parayı kendisine iade ediyor; bunun hükmü nedir?
Cevap: Para, belli bir süre sandıkta borç olarak kalması şartıyla sandığa verilmiş ve bu doğrultuda belli bir süreden sonra sandığın kendisine borç vermesi şart koşulmuşsa veya sandığın ona belli bir miktar borç vermesi için daha önce sandığa belli bir miktar para yatırmış olması şart koşulmuşsa, bu durumda bu şart faiz hükmünde olup şer'an haram ve batıldır; ancak borcun kendisi her iki taraf için de sahihtir.
Soru 1788: Karz-ı hasen kurumları borç para verirken, üye olmak, kurumda belli bir miktar para bulundurmak ve kurumun bulunduğu mahallede oturmak gibi birtakım şartlar koşmaktadırlar; acaba bu şartlar faiz hükmünde midirler?
Cevap: Kişiye borç vermek için kuruma üye olması ve kurumun bulunduğu mahallede oturması gibi borç vermede sınırlayıcı şartların koşulmasının sakıncası yoktur. Kurumda hesap açtırmak da borcun sadece bu gibi kişilere ait olduğuyla ilgiliyse, bunun da sakıncası yoktur; fakat gelecekte kurumdan borç almak, eğer kredi başvurusunda bulunanın bankaya bir miktar para yatırmış olmasına bağlı olursa, bu şart borçta hükmen kâr şartından sayıldığı için batıldır.
Soru 1789: Banka muamelelerinde faizden kurtulmanın bir yolu var mıdır?
Cevap: Kurtuluş yolu, bankayla ilişkilerde şer'î akitlerin kullanılması ve sözleşmelerin şartlarına tamamen uyulmasıdır.
Soru 1790: Bankanın kişiye belli bir yerde kullanması için vermiş olduğu borç parayı başka bir yerde kullanmak caiz midir?
Cevap: Eğer bankanın kişilere verdiği para gerçekten borç olur ve onu belli bir yerde kullanmasını şart koşarsa, o şarta aykırı hareket etmek caiz değildir. Aynı şekilde bankadan mudarebe (emek-sermaye ortaklığı) veya kâr ortaklığı vb. sözleşmenin sermayesi olarak alınan parayı banka tarafından belirlenen hedef dışında kullanmak caiz değildir.
Soru 1791: Savaş gazilerinden biri, savaşta yaralanıp sakat kalmış ve bedenindeki sakatlık oranında gazilere tahsis edilen çeşitli sosyal kolaylık ve kredilerden yararlanmak için Gaziler Kurumu tarafından verilen sakatlık tasdik belgesiyle kredi almak için bankaya müracaat etmiştir. Bu arada savaşta vücudunda oluşan sakatlığın belgede yazılandan daha az olduğuna kanaat getirmiştir. Bu konuyla ilgili olarak doktor ve uzmanların teşhisinin hatalı olduğunu düşünüyor. Bu adamın kendine sağlanan o özel imkânlardan yararlanması için bu tasdik belgesinden yararlanması caiz olur mu?
Cevap: Eğer gazilik oranı, bunu belirlemek için tıbbî incelemeler yapan doktor ve uzmanların bağımsız görüş ve teşhislerine dayanıyorsa ve bankada gazilere kolaylık tanımada kanunen ölçü de buysa, bu durumda kendi görüşüne göre özür oranı daha az olsa da doktorların tasdik ettiği özürlük oranının avantajlarından yararlanmasının sakıncası yoktur.
- SULH
SULH
Soru 1792: Bir kimse evi, arabası, halısı ve evinin bütün eşyaları konusunda karısıyla sulh etmiş ve aynı zamanda onu küçük çocuklarının vasisi ve kayyımı yapmıştır; acaba bu adamın ölümünden sonra anne-babası onun bıraktığı mirastan bir şey isteyebilir mi?
Cevap: Eğer meyyitin hayattayken bütün mallarını karısı veya başka biriyle sulh ettiği ve mallarından ölünceye kadar kendisine hiçbir şey bırakmadığı anlaşılırsa, bu durumda anne-babanın veya diğer mirasçıların miras almaları söz konusu olamaz; dolayısıyla kocası hayattayken eşinin mülkiyetine geçirmiş olduğu mallardan hiçbirini isteme hakları yoktur.
Soru 1793: Birisi mallarının bir bölümünü oğluyla sulh etmiş ve aradan birkaç yıl geçtikten sonra sulh ettiği o malları aynı oğluna satmıştır. Oysa mirasçıları şimdi tıbbî rapora dayanarak babalarının satıştan öncesinden, satış anına kadar aklî dengesinin bozuk olduğunu iddia ediyorlar. Acaba sulh edilen malı sulh edilen kişinin kendisine satmak, sulhtan vazgeçmek sayılarak satışın doğruluğuna hükmedilir mi? Yapılan sulhun sahih olarak aynen kaldığını varsaysak, acaba sulh, sulh edilen malın üçte birinde mi yoksa tamamında mı geçerlidir?
Cevap: Önceki sulhun doğruluğuna ve geçerliliğine hükmedilir. Sulh eden kişinin feshetme hakkı bulunduğu ispatlanmadığı sürece, o sulhun gerekliliğine de hükmedilir. Sonuçta, sulh yapan kişinin satış anında aklî dengesi yerinde olsa bile, sulh yapılan malı daha sonra satması doğru [geçerli] değildir. Sahih ve gerekli olduğuna hükmedilerek gerçekleşen bu sulh, uzlaşma konusu olan tüm mallar hakkında geçerlidir.
Soru 1794: Birisi bütün mallarını, hatta sağlık kuruluşundaki alacaklarını ve haklarını karısıyla sulh ediyor. Fakat sağlık kuruluşu, onun kuruluştaki hakları konusunda kanunen karısıyla sulh edemeyeceğini bildirerek onun bu talebini kabul etmiyor. Nitekim sulh eden kişi de bunu itiraf ederek başkalarına olan borçlarını ödemekten kaçmak için bu işe giriştiğini söylüyor. Bu sulhun hükmü nedir?
Cevap: Başkasının malında veya başkasının malı olan hakta sulh etmek fuzulî olup mal veya hak sahibinin iznine bağlıdır. Eğer tamamen kendisine ait olan mülkü başkalarına olan borcunu ödemekten kaçmak amacıyla sulh yaparsa, böyle bir sulhun sıhhat ve geçerliliği sakıncalıdır; özellikle borcunu ödemek için başka bir malî kaynağı bulma ümidi yoksa.
Soru 1795: Bir sulh sözleşmesinde babanın bazı mallarını oğluyla sulh ettiği ve bu malları oğluna teslim ettiği kaydedilmiştir; acaba bu belge şer'an ve kanunen geçerli midir?
Cevap: İçeriğinin doğruluğuna güven oluşmadığı sürece sadece sulh sözleşmesi, tek başına sulh akdinin niteliğine ve okunduğuna dair şer’i delil oluşturmaz. Evet, eğer sulhun mal sahibi tarafından yapıldığı kesinleştikten sonra onun şer'an sahih bir şekilde gerçekleştiğinden şüphe edilirse, sulh sözleşmesinin şer'an sahih olduğuna hükmedilir ve o mal, lehine sulh yapılan kişiye ait olur.
Soru 1796: Kocamın babası, oğluyla evlendiğimde bir miktar para karşılığında bir arsayı benimle musalaha ederek onu bana teslim etti ve bununla ilgili olarak birkaç şahidin huzurunda bir sözleşme düzenledi; fakat şimdi o muamelenin formalite icabı olduğunu ileri sürüyor; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Söz konusu sulh, şer’an sahih hükmündedir ve kişinin muamelenin formalite icabı olduğu doğrultusundaki iddiası ispatlanmadıkça, herhangi bir hukukî sonuç doğurmaz.
Soru 1797: Babam hayattayken vefatından sonra kız kardeşlerimin her birine belli bir miktar para vermem üzere, bütün menkul ve gayrimenkul mallarını benimle sulh etti; onlar da buna razı oldular ve vasiyet belgesini imzaladılar. Babamın vefatından sonra kız kardeşlerimin haklarını vererek geri kalan malları aldım; acaba bu mallarda tasarruf etmem caiz midir? Eğer onlar buna razı olmazlarsa hüküm nedir?
Cevap: Bu sulhun sakıncası yoktur ve sorudaki varsayımda sulh edilen mal size aittir; diğer mirasçıların buna razı olmamaları hukukî bir sonuç doğurmaz.
Soru 1798: Eğer birisi bazı evlâtlarının gıyabında ve hazır bulunan evlâtlarının muvafakati olmadan, bütün mallarını oğullarından biriyle sulh ederse, bu sulh sahih olur mu?
Cevap: Mal sahibinin hayattayken mallarını mirasçılarından biriyle sulh etmesi, diğer mirasçıların kabul etmesine bağlı değildir ve onların buna itiraz etmeye hakkı yoktur. Elbette bu iş kardeşler arasında fitne ve ihtilafa sebep olacaksa caiz değildir.
Soru 1799: Eğer bir kimse, uzlaşma yaptığı kişinin kendisinin yararlanması şartıyla bir malı onunla sulh ederse, acaba o adamın bu malı sulh eden kişinin rızası olmadan aynı şekilde yararlanması için üçüncü bir kişiye vermesi veya onun rızası olmadan ondan yararlanması için bir diğerini kendisine ortak etmesi caiz midir? Bunun sahih olduğu kabul edilirse, acaba sulh eden kişinin sulhtan vazgeçmesi caiz midir?
Cevap: Kendisiyle sulh edilen kişinin sulh sözleşmesinde uymayı kabul ettiği şartlara aykırı hareket etmesi caiz değildir; aksi durumda sulh eden kişinin sulh sözleşmesini feshetmesi caizdir.
Soru 1800: Sulh eden kişinin, sulh sözleşmesi gerçekleştikten sonra sulhtan vazgeçmesi ve kendisiyle sulh edilen birinci kişiye bildirmeden malı başka biriyle sulh etmesi caiz midir?
Cevap: Sulh sahih bir şekilde gerçekleştikten sonra sulh eden kişinin ona uyması gerekir ve kendisi için feshetme hakkı şart koşmamışsa sulhtan vazgeçemez. Dolayısıyla eğer aynı malı başka biriyle sulh ederse, bu sulhu fuzulî olup, sulh sözleşmesinin sıhhati kendisiyle uzlaşma yapılan birinci kişinin iznine bağlıdır.
Soru 1801: Bir annenin mirası, kanunî aşamalar tamamlanıp oğulları ve kızları arasında taksim edildikten ve mirasçılardan her birinin mirastan kendi payını almalarından uzun bir zaman geçtikten sonra, kızlarından biri, annesinin hayattayken bütün mallarını kendisiyle sulh ettiğini iddia ediyor. Bu konuda sadece kendisi ve kocası tarafından imzalanmış ve annesine ait parmak izi taşıyan normal bir sulh belgesi de mevcuttur. Bu kız, şimdi mirasın hepsini istiyor; bu konuda ne yapmak gerekiyor?
Cevap: Annenin hayattayken malını o kızıyla sulh ettiği ispatlanmadıkça, onun iddia ettiği şey hususunda hiçbir hakkı yoktur ve sulh sözleşmesinin de gerçek olduğu anlaşılmadıkça geçerli değildir.
Soru 1802: Bir baba bütün mal varlığını, hayatta olduğu müddetçe tasarruf yetkisinin kendisinde olması şartıyla evlâtlarıyla sulh ediyor; bu konuda aşağıdaki durumlarda hüküm nedir?
a) Böyle bir şarta bağlı olarak yapılan bu sulh sözleşmesi sahih ve geçerli midir?
b) Eğer sulh sahih ve geçerliyse, sulh eden kişi yaptığı bu sulhtan vazgeçebilir mi? Caiz olduğu takdirde, eğer sulh ettikten sonra malların bir bölümünü satarsa, onun bu girişimi sulhtan vazgeçmesi sayılır mı? Sulhtan vazgeçmek olduğunu varsayalım, acaba sulhun tamamından mı yoksa sadece satılan maldan mı vazgeçmek sayılır?
c) Sulh sözleşmesinde, "hayatta olduğu sürece tasarruf yetkisi" tabiri geçiyor; acaba bu tabir feshetme hakkına mı, sulh edilen malı başka birine aktarma hakkına mı, yoksa hayatta olduğu müddetçe sulh edilen maldan yararlanarak pratikte tasarruf etme hakkına sahip olduğu anlamına mı gelir?Cevap:
a) Söz konusu sulh, tüm şartıyla sahih ve geçerli hükmündedir.
b) Sulh sözleşmesi uyulması gerekli sözleşmelerden olup, sulh eden kişinin feshetme hakkı olmadıkça onu feshetmesi sahih değildir. Dolayısıyla eğer söz konusu malları sulh ettikten sonra, bir bölümünü sulhu feshetme hakkına sahip olmaksızın sulh edilen kişilerden birine satarsa, muamele alıcının payı miktarında batıldır ve sulh edilen diğer kişilerin paylarında fuzulî olup sıhhati onların iznine bağlıdır.
c) "Hayatta olduğu müddetçe tasarruf yetkisi", cümlesinin zahiri, feshetme hakkını veya malı başkasına vermeyi değil, pratikte tasarruf etme hakkını ifade eder. - VEKÂLET
VEKÂLET
Soru 1803: Ben bir şirketin vekiliyim. Şirketin bana maaş olarak verdiği para karşılığında reklam, satış sonrası müşteri hizmetleri ve uluslararası fuarlara katılma işlerini yürütmekteyim. Bu durumda şirketten aldığım paranın hükmü nedir?
Cevap: Mubah işlerde vekâletle ilgili işleri yürütmek karşılığında ücret almanın sakıncası yoktur.
Soru 1804: Birisi, bir arsayı sahibinin vekilinden taksitle satın almış ve taksitleri ödedikten sonra müvekkil (mülkün sahibi) satışı feshettiğini ve arsayı yeniden kendi mülkiyetine aldığını ileri sürüyor; onun bu iddiası sahih midir, yoksa müşteri, malı kendisine teslim etmesini isteyebilir mi?
Cevap: Vekilin arsayı sahibi adına satması, sahih ve gerekli hükmündedir; mal müşteriye aittir ve müvekkil onu müşteriye teslim etmelidir. Müvekkilin, muhayyerlik hakkına sahip olduğunu ispatlamadığı sürece, sözleşmeyi feshetme ve arsayı kendi mülkiyetine geçirme hakkı yoktur.
Soru 1805: Birisi, sahibine vekâleten resmi olmayan normal senetle birkaç arsayı satmış; sahibi de müşterilerin hiçbirisine resmi tapu verilmemesi konusunda vekille anlaşmış. Arsaların sahibi öldükten sonra mirasçıları arsaların mülkiyetinin müşterilere ait olduğunu kabul etmekle birlikte müşterilere tapu verme sorumluluğunun vekile ait olduğunu iddia ediyorlar. Hâlihazırda vekil daha önce arsaların parasını alarak mülkün sahibine teslim etmesine rağmen resmi tapuları ve şimdiki değerini ondan istiyorlar. Bu konular dikkate alındığında, tapuları müşterilerin adına geçirmek mirasçıların mı vazifesidir, yoksa vekilin mi? Acaba mirasçılar, vekilden arsanın şimdiki fiyatıyla o zamanki fiyatı arasındaki farkı isteyebilirler mi?
Cevap: Vekilin, tapuları müşterilerin adına geçirme masraflarını üstlenme veya benzeri hiç bir sorumluluğu yoktur. Arsaların parası konusunda ise eğer vekilin parayı müşterilerden alıp mülk sahibi olan müvekkiline teslim ettiği ispatlanırsa, mirasçılar da, müşteriler de vekilden herhangi bir talepte bulunamazlar. Aynı şekilde mirasçıların, satış fiyatı ile arsaların şimdiki değeri arasındaki farkı talep etme hakları yoktur.
Soru 1806: Müçtehit tarafından izinli vekillerin, müçtehit hayatta iken (imam malı gibi) şer'an müçtehide verilmesi gereken malları başka bir müçtehide vermeleri caiz midir?
Cevap: Vekilin vekâleten aldığı şeyleri, onları başkasına vermeye izinli olmadıkça, özellikle kendisini şer’i vucuhatı almaya vekil eden kişiye vermesi farzdır.
Soru 1807: Bana sabit bir telefon hattı satın alması için kardeşimi vekil ettim ve birinci taksiti ödemesi için ona bir miktar para verdim; o da bu parayı ilgili daireye yatırdı. Telefonun geri kalan taksitlerini ise kendim ödedim. Daha sonra kardeşim vefat etti ve şimdi ilgili idarede telefon kardeşimin adına kayıtlı gözüküyor; bu durumda acaba kardeşimin mirasçılarının telefon hattını talep etme hakları var mıdır?
Cevap: Eğer kardeşiniz, ona vermiş olduğunuz parayla birinci taksiti ödeyerek telefonu vekâleten sizin için satın almışsa, telefon sizindir ve kardeşinizin mirasçılarının onda hakları yoktur. Ama eğer idare, telefon hattını sadece başvuru yapan ve telefonu en baştan kendi adına kayıt eden kişiye devrediyorsa, sizin onda bir hakkınız yoktur. Sadece ödediğiniz bedeli talep edebilirsiniz.
Soru 1808: Vekile vekâletinin ücreti olarak bir miktar para verdim ve ondan buna karşılık bana makbuz vermesini istedim; o ise, vekâlet ücreti olarak aldığı para karşılığında hiç kimseye makbuz vermediğini söyledi. Bir süre sonra vekâletini yapamadan vefat etti; acaba bu parayı mirasçılarından isteyebilir miyim?
Cevap: Sorudaki varsayımda vekilden olan alacağınızı onun mirasçılarından istemeniz caizdir ve onların da vekilin mirasından bu borcu size ödemeleri farzdır.
Soru 1809: Vekilin veya müvekkilin ölümüyle vekâlet akdi batıl olur mu?
Cevap: Vekâlet ikisinden birinin ölümüyle batıl olur.
Soru 1810: Asya ülkelerinden birine yaptığı yolculukta geçirdiği trafik kazasında vefat eden bir kişinin mirasçıları (annesi ve karısı) olayı takip etmek amacıyla kazanın gerçekleştiği ülkeye gitmem için beni vekil tayin ettiler. Bu durumda olayın dosyasını takip etmek amacıyla o ülkeye yaptığım yolculuk masraflarını ölenin bıraktığı mirasın kendisinden mi, yoksa bu devletin ölen kişinin mirasçılarına ödeyeceği tazminattan mı almam gerekir?
Cevap: Vekâlet ücretini ve davayla ilgili diğer masrafları, daha önce kendi aranızda farklı bir şekilde anlaşmamışsanız, davayı takip etmek için sizi vekil edenlerin, kendi mallarından ödemeleri farzdır.
Soru 1811: Bir vekâlet sözleşmesinde, günümüzde yaygın olduğu üzere vekilin azlolunamayacağı kaydedilmiştir. Ancak bu, taraflar arasındaki sözleşmede koşul olarak konulmuş bir şart olmayıp başlı başına müstakil bir vekâletnamedir. Acaba sırf bu cümlenin yazılmış olmasıyla vekâlet caiz akit olmaktan çıkıp lâzım akit mi olur ve azletme hakkı düşer mi?
Cevap: Lâzım vekâlet, lazım sözleşmede bir sonuç şartı olarak öngörülen bir vekâletname olup, sadece "vekâletname geri alınamaz" ibaresinin yazılması, onu lazım bir sözleşmeye dönüştürme etkisi yaratmaz ve bununla azletme hakkı ortadan kalkmaz.
Soru 1812: Acaba bir kimsenin, hukuki veya cezai bir davayı mahkemede takip etmek üzere, mahkemede avukatlık yapmak için yasal ehliyeti olmayan birini vekil olarak ataması caiz midir? Adalet Bakanlığı’ndan avukatlık ruhsatı alanların avukatlık ücretini alabilmeleri için belirli şart ve kriterlere sahip olmaları gerektiği düşünülürse, bu ruhsata sahip olmayanların mahkemelerde müvekkillerinin alacaklarını takip etmek için ücret alma hakları var mıdır?
Cevap: Temsil ve tevdi edilebilecek hususlarda şer’i açıdan vekâletin başlı başına bir sakıncası yoktur. Mahkemelerde dava takibi de bunlardan biridir ve ücretin belirlenmesi de tarafların anlaşmasına bağlıdır. Ancak vekilin resmi makamlara ve adli mahkemelere başvurmayı gerektiren yasal veya cezai davaları takip etmek için resmi bir lisansa ihtiyacı varsa, bu ruhsata sahip olmayan bir kimseyi vekil olarak tutmak ve vekâletini kabul etmek caiz değildir. Her halükarda resmî lisansı olmayan bir kimse, bir başkasının isteği üzerine ücret ödenmesi gereken bir işi yaparsa, yaptığı işin mislinin ücreti o şahsa aittir.
Soru 1813: Bir vekilin bir konuyu veya bir davayı takip ederken veya bir işi yaparken, vakit ve çaba harcamasına, git-gel masrafları ödemesine rağmen teşebbüsleri bazen müvekkilin lehine fayda ve sonuç sağlamamaktadır. Bu tür durumlarda müvekkilin bu konuyla alakalı olarak ödeme yapmasının ve vekilin onu vekâlet ücreti olarak almasının hükmü nedir?
Cevap: Vekâletin sıhhati ve yaptığı iş karşılığında vekilin kararlaştırılan ücrete veya işinin emsalinin ücretine hak kazanması, eğer ilk başta vekâlet sözleşmesinde birlikte farklı bir anlaşma yapmamışlarsa, müvekkilin beklediği ve umduğu sonuca varılmasına bağlı değildir.
Soru 1814: Adliyelerde yaygın olan yöntem, vekâlet sınırlarını belirlemektir. Örneğin, "Şu adreste bulunan falan evin satımına vekil kılınmıştır." diye yazılır ve başka hususlar da böylece belirlenir. Fakat bazı el yazma vekâletlerde, "Falan adam vekâlet işleriyle ilgili bütün işleri takip etmeye yetkilidir." tabiri geçmektedir. Bu nedenle bazı işlerin veya tasarrufların vekâlet işleri kapsamına girip girmediği konusunda genellikle vekille müvekkil arasında anlaşmazlık çıkıyor. Bu konuda sorum şudur: Acaba vekâlet konusu ile ilgili olarak vekilin yapacağı iş ve girişimler tayin edilmediği takdirde, vekilin vekâlet konusuyla ilgili her türlü tasarrufta bulunması caiz midir?
Cevap: Vekilin, vekil edildiği işlerde, her ne kadar söz veya durumdan anlaşılan karineler yardımıyla da olsa vekâlet akdinin sarih veya zahirî olarak kapsadığı şeylerle yetinmesi farzdır. Elbette bu karine bazen bir şeye vekil olmanın diğer bazı şeyleri gerektirmesine dair yaygın âdet de olabilir. Özetle vekâlet birkaç biçimde olabilir:
a) Vekâlet, eylem ve taalluk ettiği şey olarak her iki açıdan da özel olsa.
b) Her iki açıdan geneldir.
c) Sadece bir açıdan geneldir.
d) İş ve tasarruf açısından mutlaktır. "Sen evim konusunda ve-kilsin." demesi gibi.
e) Taalluk ettiği şey açısından mutlaktır. "Sen mülkümün satışında vekilsin." demesi gibi.
f) Her iki açıdan mutlaktır. "Sen malımla ilgili tasarruflarda vekilsin." demesi gibi. Bu durumlardan her birinde vekil sözleşmesinin kapsamına giren özel, genel veya mutlak tasarruflarla yetinmeli ve bu sınırı aşmamalıdır.Soru 1815: Bir adam, karısına bir arsayı ve bazı binalarını satıp parasıyla küçük oğluna bir daire satın alıp, onun adına geçirmesi için karısına vekâlet verir. Fakat karısı bu vekâleti kötüye kullanarak daireyi kendi adına geçirir; acaba karısının yaptığı bu işler şer'an sahih midir? Daire, müvekkilin malının satımından elde edilen parayla satın alındığına göre, acaba ölümünden sonra daire onun sadece küçük oğluna mı, yoksa bütün mirasçılarına mı aittir?
Cevap: Kocasının vekili olarak arsayı ve bazı binaları satması gibi yaptığı işler sahih ve geçerlidir. Daireye gelince, kendi adına geçirmesi şer'an onun için bir sonuç doğurmaz. Dolayısıyla eğer vekâlete uygun olarak müvekkili hayattayken, onun parasıyla daireyi küçük oğlu için satın almışsa, bu muamele sahih ve geçerlidir ve daire sadece küçük oğluna aittir. Ancak, eğer daireyi müvekkili hayattayken onun kendi parasıyla kendisi için satın almışsa veya müvekkilinin ölümünden sonra o küçük çocuk için satın alırsa, bu satın alma fuzulî olup sıhhati izne bağlıdır. Tabii birinci durumda, mirasçılar satın alma anında bedelin sahibi olmadıkları için murisleri öldükten sonra mirasçıların verdiği izin geçerli olmaz. Ancak ikinci durumda, mirasçılar izin verirse, işlem onlar için terekeden her birinin payı oranında gerçekleşir.
Soru 1816: Birisi, bazı kişiler tarafından ücretle kaza orucu ve namazı yerine getirebilecek birini tutmak için vekil olarak atanır; yani ecir olanlara vermek üzere bir miktar para alır. Fakat o, emanete hıyanet eder ve bu iş için kimseyi ücretle tutmaz. Pişman olarak bu sorumluluktan kurtulmak isteyen bu şahsın, şimdi bu amelleri yerine getirmesi için bazılarını ücretle tutması mı, yoksa bugünkü değerleriyle bu amellerin ücretini mal sahiplerine geri vermesi mi gerekiyor? Ya da sadece aldığı para kadar borçlu mudur? Namaz ve orucu kaza etmeyi ücretli olarak vekilin kendisi üstlenirse, ameli yerine getirmeden öldüğü takdirde hüküm nedir?
Cevap: Birilerini ücretle tutmak için vekil olan birisi, eğer namaz ve oruçları kaza etmesi için birini ücretle tutmadan vekâlet süresi biterse, bu durumda sadece bu iş için aldığı malı (kaybettiği değer kaybını da hesaplayarak) tazmin etmekle yükümlüdür. Aksi durumda (vekâlet süresi bitmemişse), aldığı parayla namaz ve oruçları kaza etmesi için birini ücretle tutmak veya vekâleti feshedip malı (kaybettiği değer kaybını da hesaplayarak) sahibine teslim etmek arasında muhayyerdir. Namaz ve orucu kaza etmesi için ücretle tutulan kişiye gelince, eğer ameli kendisi şahsen yerine getirmekle yükümlüyse, bu durumda onun ölümüyle sözleşmesi fesholur ve almış olduğu para (kaybettiği değer kaybı da hesaplanarak) bıraktığı mallardan ödenmelidir. Ama eğer ameli kendisi şahsen yerine getirmekle yükümlü değilse, o amelin yerine getirilmesi konusunda sorumludur ve eğer mirası varsa, mirasçılarına ameli yerine getirmesi için birini onun mirasından ücretle tutmaları farzdır ve eğer mirası yoksa bu konuda mirasçıları sorumlu değildir.
Soru 1817: Bazı şirketlerin, mahkemelerde dosya ve davaları takip etmeleri için tuttukları avukatları vardır. Bu avukatların, şirketin hiçbir haklılık temeli olmayan bir davası konusunda şirketi savunmaları caiz midir? Eğer avukat batıl bildiği bir davada şirketi savunsa, hatta eğer mahkeme davalının (karşı tarafın) çıkarına hüküm verse bile, acaba bu savunmasından dolayı yine de avukatın bir sorumluluğu var mıdır? Acaba avukatın kendisine göre batıl olan bir şeyi savunması karşılığında aldığı ücret haram mıdır?
Cevap: Batılı savunmak ve onun hak olduğunu ispatlamaya çalışmak caiz değildir ve mahkeme tarafından davalının lehine hüküm verilmiş olması, işin haram oluşunu değiştirmez. Batıl ve haram bir savunma karşılığında alınan ücret de haram kazançtır.
Soru 1818: Bir kimse, işe başlamadan önce ücretini almak şartıyla birine vekil olur. Eğer vekil hiçbir iş yapmazsa, aldığı ücret şer'an helâl olur mu?
Cevap: Vekil, vekâlet sözleşmesi imzalanır imzalanmaz belirlenen ücrete sahip olur; öyle ki vekil edildiği işi yerine getirmeden önce vekâlet ücretini isteme hakkı vardır. Fakat vakti geçinceye veya vekâlet süresi sona erinceye kadar vekil edildiği işi yerine getirmezse, bunun sonucunda vekâlet fesholur ve vekilin aldığı ücreti müvekkiline iade etmesi farzdır.
- HAVALE
HAVALE
Soru 1819: Bir arsayı belli bir meblağa satın alan kimse, satın aldığı arsanın değeri miktarınca üçüncü bir kişiden alacaklıdır. Dolayısıyla arsanın parasını, kendisine borçlu olan kişiden alması için satıcıyı ona havale eder. Fakat müşteriye borçlu olan ve kendisine havale edilen üçüncü kişi, müşterinin haberi olmaksızın satıcıya arsanın parasını ödeyerek onu kendisi için satın alır. Şimdi satıcının parasının üçüncü kişiye havale edilmesine razı olduğu birinci satış mı sahihtir, yoksa ikinci satış mı?
Cevap: İkinci satış, ilk satışın meşru şekilde feshedilmesinden sonra yapılmadığı sürece, fuzulîdir ve sıhhati birinci müşterinin iznine bağlıdır.
- SADAKA
SADAKA
Soru 1820: Bir hayır ve yardım komitesi tarafından, sadaka ve hediyeleri toplayarak müstahak olan fakirlere ulaştırmak için evlere, yollara, şehir ve köylerdeki umumî yerlere sadaka sandıkları yerleştirilmiştir. Acaba yardım komitesinin, kendi çalışanlarına aylık maaş ve primlere ek olarak bu sandıklarda toplanan paranın belli bir yüzdesini ödül olarak vermesi caiz midir? Yine bu mallardan bir bölümünü fonda çalışmayan, ama bu paraların toplanmasına yardım eden kişilere vermek caiz midir?
Cevap: Söz konusu yardım fonunda çalışanlara aylıklarına ilâveten, sadaka sandıklarındaki malların bir bölümünü ödül olarak vermek sakıncalıdır; hatta mal sahiplerinin buna razı oldukları kesin olarak bilinmezse, caiz değildir. Ancak sadakaları toplayıp müstahaklara ulaştırmak için yardım edenlere, onların yardımına ihtiyaç duyulması ve sadaka sahiplerinin bu işe rızalarının görünürde de olsa olması şartıyla işlerinin emsalinin ücreti olarak bir miktar para vermenin sakıncası yoktur.
Soru 1821: Kapı kapı dolaşan veya caddelerde oturan dilencilere sadaka vermek caiz midir; yoksa yetimlere, miskinlere vermek veya sadaka sandıklarına atarak yardım fonunun yetkisine bırakmak daha mı iyidir?
Cevap: Müstehap sadakaları, iffetli ve dindar fakire vermek daha iyi olmasına rağmen insan istediği herkese verebilir. Nitekim sadaka sandıklarına atmakla da olsa yardım komitesinin yetkisine vermenin de sakıncası yoktur. Fakat farz sadakaları şahsen veya bir vekil aracılığıyla müstahak fakire vermek gerekir. Yardım fonu sorumlularının onları toplayarak müstahak fakirlere ulaştırdıklarını bilen birisinin, onları sadaka sandıklarına atmasının da sakıncası yoktur.
1822: Başkalarına el açan, dilenmekle geçinen ve İslâm toplumunun görünümünü çirkinleştiren dilencilere karşı yükümlülüğümüz nedir? Özellikle devlet bu dilencileri umumî yerlerden toplamaya başladıktan sonra, yine de onlara yardım etmemiz caiz midir?
Cevap: Sadakaları, iffetli ve dindar fakirlere ulaştırmaya çalışın.
Soru 1823: Ben cami müstahdemiyim. Ramazan ayında caminin işleri daha çok olduğundan bazı hayırsever kişiler yardım olarak bana bir miktar para veriyorlar; acaba onları almam caiz midir?
Cevap: Hayırsever kişilerin size verdikleri şeyler, onlar tarafından size yapılan bir ihsandır; dolayısıyla onları almak sizin için helâldir ve kabul etmenin sakıncası yoktur.
- ARİYET VE EMANET
ARİYET VE EMANET
Soru 1824: Bir fabrika bütün araç-gereçleri, ham maddeleri ve bazı kişilerce fabrikaya emanet bırakılan eşyalar ile birlikte yanmıştır. Acaba bu eşyaları tazmin etme sorumluluğu fabrika sahibine mi, yoksa orayı işleten, idare eden kişiye mi aittir?
Cevap: Eğer yangını belli bir kişinin çıkardığına dair kanıt yoksa ve fabrikada emanet bırakılan eşyaları koruma konusunda da kimse kusur etmemişse, hiç kimse eşyaları tazmin etmekle yükümlü değildir.
Soru 1825: Birisi, öldükten sonra büyük oğluna vermesi için yazmış olduğu vasiyetnamesini başka birine emanet bırakır, ancak bu kişi vasiyetnameyi onun büyük oğluna vermekten kaçınıyor; acaba bu yaptığı emanete hıyanet sayılır mı?
Cevap: Emaneti, emanet bırakanın belirttiği kişiye teslim etmekten kaçınmak, bir çeşit hıyanet sayılır.
Soru 1826: Askerlik döneminde, şahsi olarak kullanmak için ordudan bazı malzemeler aldım; ama askerlik görevim bittikten sonra onları geri vermedim. Şu anda bu konuda ne yapmam gerekiyor? Acaba bu eşyaların parasını merkez bankasının umumî hazinesine yatırmam yeterli midir?
Cevap: Ordudan eşyaları ödünç olarak aldıysanız ve hâlâ onlar olduğu gibi mevcutsa, onların aynını hizmet birliğinize geri vermeniz farzdır. Eğer zamanında geri vermeyerek de olsa onları korumada kusur etmenizden dolayı zayi olmuşlarsa, onların emsalini veya kıymetini orduya iade etmeniz gerekir. Aksi durumda herhangi bir sorumluluğunuz yoktur.
Soru 1827: Başka bir şehre götürmesi için emin bir kişiye bir miktar para verilir; ama yolda çalınır. Acaba bu kişi bu parayı tazmin etmekle yükümlü müdür?
Cevap: Emin kimsenin, o parayı korumada ifrat veya tefrit (kusur) ettiği ispatlanmadıkça, sorumlu (zâmin) değildir.
Soru 1828: Caminin tamiri ve demir vb. yapı malzemelerinin alınması için yerel halkın caminin mütevelli heyetine yaptığı bağışlardan bir miktar para aldım; ancak yolda kişisel eşyalarımla birlikte kayboldu. Bu konuda benim yükümlülüğüm nedir?
Cevap: Eğer emaneti korumada ihmalkârlık, ifrat veya tefrit etmediyseniz, zararı tazmin etmekle yükümlü değilsiniz.
- VASİYET
VASİYET
Soru 1829: Bazı şehitler miraslarının üçte birinin İslâm cephelerinin desteklenmesi için harcanmasını vasiyet etmişlerdir; şimdi (savaş bittiği için) vasiyetin öngördüğü şartın ortadan kalktığı dikkate alındığında bu gibi vasiyetlerin hükmü nedir?
Cevap: Vasiyeti yerine getirmeye imkân bulunmadığı durumda vasiyet edilen mal, mirasçılarının mirası olur. Fakat onu mirasçıların izniyle hayır işlerde harcamak ihtiyata daha uygundur.
Soru 1830: Kardeşim malının üçte birini, belli bir şehirdeki savaş muhacirlerine verilmesini vasiyet etmiştir. Fakat şimdi bu şehirde hiçbir savaş muhaciri kalmamıştır; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Vasiyet eden kişinin onu bu şehirde bilfiil bulunan savaş muhacirlerine (göçmenlerine) tahsis ettiği bilinirse, artık savaş göçmeni bulunmadığı için vasiyet ettiği mal mirasçılarına kalır. Aksi durumda vasiyet edilen mal şimdi kendi şehirlerine veya başka bir yere göçmüş olsalar bile eskiden o şehirde bulunan savaş muhacirlerine verilmelidir.
Soru 1831: Bir kimsenin ölümünden sonra malının yarısının kendisine yas meclisleri düzenlemede harcanmasını vasiyet etmesi caiz midir, yoksa İslâm dini bu konuda belli bir sınır belirlediği için bu miktarı belirlemesi caiz değil midir?
Cevap: Vasiyet edenin, malının kendi matem meclislerinde harcanmasını vasiyet etmesinin sakıncası yoktur ve bunun şer'an belli bir sınırı da yoktur; fakat ölen kişinin vasiyeti mirasının tamamının sadece üçte birinde geçerlidir; üçte birden fazlasında ise mirasçıların iznine bağlıdır.
Soru 1832: Vasiyet etmek farz mıdır? Öyle ki insan vasiyet etmezse günah işlemiş olsun?
Cevap: Eğer yanında başkalarından aldığı ödünç eşya ve emanetler bulunuyorsa veya üzerinde kul hakkı veya Allah hakkı varsa ve hayattayken onları yerine getirme imkânı bulamamışsa, bu durumda bunlar hakkında vasiyet etmesi farzdır; aksi durumda vasiyet farz değildir.
Soru 1833: Bir kimse mallarının üçte birinden az bir kısmını karısına vasiyet etmiş ve büyük oğlunu kendisine vasi kılmıştır. Fakat diğer mirasçılar bu vasiyete itiraz ediyorlar; bu durumda vasinin yükümlülüğü nedir?
Cevap: Vasiyet edilen mal, mirasın üçte biri kadar veya bundan daha azsa, mirasçıların itiraz etmeleri yersizdir ve hatta vasiyete uygun davranmaları farzdır.
Soru 1834: Eğer mirasçılar mutlak olarak vasiyeti inkâr ederlerse hüküm nedir?
Cevap: Vasiyetin varlığını iddia eden kişinin onu şer'î yollardan ispatlaması gerekir ve ispatlandığında eğer mirasın üçte biri kadar veya daha az olursa, vasiyete uygun hareket etmek farzdır. Mirasçıların inkâr ve itirazlarının da hiçbir etkisi yoktur.
Soru 1835: Bir kimse, aralarında erkek çocuklarından birinin de bulunduğu birkaç güvenilir kişinin huzurunda, üzerindeki humus, zekât ve kefaret gibi şer'î hakların ve oruç, namaz ve hac gibi bedenî farizaların eda edilmesi yönünde harcanması için mal varlığından bazılarının mirastan istisna tutulmasını vasiyet eder. Fakat bazı mirasçıları bunu kabul etmeyerek mirasın tamamının mirasçılar arasında bölüştürülmesini istiyorlar; bu durumda hüküm nedir?
Cevap: Vasiyetin şer'î delillerle veya mirasçıların ikrarıyla ispatlandığını varsaydıktan sonra, vasiyet edilen mal mirasın tamamının üçte birinden fazla olmadığı takdirde mirasçılar onun bölüştürülmesini isteyemezler. Hatta onların, meyyitin vasiyetine uyarak mirasını vasiyet ettiği malî haklarda ve bedenî farzlarda harcamaları farzdır. Yine eğer şer'î delillerle veya mirasçıların ikrarıyla meyyitin halktan bazılarına borcu olduğu veya humus, zekât ve kefaretler gibi malî borçları yahut hac gibi malî ve bedenî olan hakkullah borcu olduğu ispatlanırsa, ölen kişi vasiyet etmese bile onun bütün borçlarını mirasından çıkarmaları farzdır. Daha sonra geri kalan mal varlığını mirasçılar arasında bölüştürebilirler.
Soru 1836: Bir miktar tarım arazisi olan biri, onu mescidin tamirinde kullanılmak üzere vasiyet etmiş; ancak varisleri onu satmış. Acaba ölenin vasiyeti geçerli midir? Mirasçıların o yeri satma hakları var mıdır?
Cevap: Eğer vasiyetin muhtevası, ziraat arazisinin kendisinin satılıp caminin tamirinde kullanılmasıysa, arazinin bedeli de terekenin üçte birinden fazla değilse vasiyet geçerlidir ve yerin satılmasının sakıncası yoktur. Ama eğer vasiyet eden kişinin maksadı, arazinin gelirlerinin caminin tamirinde harcanması ise, bu durumda mirasçıların onu satmaya hakları yoktu.
Soru 1837: Bir kimse, arsalarından birinin satılarak ondan taraf namaz kılınıp, oruç tutulması ve hayır işlerde harcanması için vasiyet etmiş. Acaba bu arsayı satmak caiz midir, yoksa bu arsa vakıf mı sayılır?
Cevap: Geliri kendisi için kullanılsın diye arazinin olduğu gibi kalmasını kastettiği, karine ve belirtilerden anlaşılmıyorsa ve aksine sadece arsanın kendisi için harcanmasını vasiyet etmişse, bu vasiyet vakıf hükmünde değildir. Dolayısıyla eğer bedeli mirasın üçte birinden fazla değilse, arsayı satıp parasını onun lehine harcamanın sakıncası yoktur.
Soru 1838: Kişinin, ölümünden sonra kendisi için kullanılmak üzere terekenin üçte birini bir kenara ayırması veya bir başkasına emanet etmesi caiz midir?
Cevap: Öldüğü zaman ayırdığı malın iki katı kadarının mirasçılara kalması şartıyla sakıncası yoktur.
Soru 1839: Birisi babasına, ölümünden sonra zimmetinde olan birkaç ay oruç ve namazın kazasını ücret karşılığında yerine getirebilecek birini bulması için vasiyet etmiştir. Bu kişi şimdi kayıp olmuştur; acaba babasının onun kaza namazı ve oruçlarını yerine getirmesi için ecir olarak birini bulması farz mıdır?
Cevap: Şer'î delillerle veya vasinin bilgisiyle vasiyet eden kişinin öldüğü ispatlanmadıkça, onun namaz ve oruçlarını kaza etmesi için birini ücretle tutmak sahih [doğru] değildir.
Soru 1840: Babam arsasının üçte birini cami yapılması için vasiyet etmiştir; ancak bu arsanın yakınında bulunan iki cami ve mahallenin acil okul yapımına duyduğu ihtiyaç dikkate alındığında, acaba cami yerine orada okul yapmamız caiz midir?
Cevap: Cami yerine okul yaparak vasiyeti değiştirmek caiz değildir; fakat ölen kişinin maksadı, bizzat o arsanın üzerinde cami inşa edilmesi değilse, onu satarak parasını cami ihtiyacı olan başka bir yerde cami yapımı için kullanmanın sakıncası yoktur.
Soru 1841: Bir kimsenin, ölümünden sonra cesedinin eğitim ve öğretim amacıyla kadavra olarak kullanılması için tıp fakültesi öğrencilerinin yetkisine bırakılmasını vasiyet etmesi caiz midir? Yoksa bu iş Müslüman ölünün cesedinin müsle edilmesine neden olduğu için haram mıdır?
Cevap: Öyle görünüyor ki müsle ve benzeri işlerin haram olduğunu vurgulayan delillerin, başka konularla ilgili olduğu ve meyyitin cesedinin otopsisinde çok önemli maslahatın bulunduğunu içeren sorudaki konuyu kapsamıyor. Bu gibi meselelerde, kesin bir ilke olarak dikkate alınması gereken, eğer Müslüman meyyitin cesedine saygı gösterilmesi şartı olursa, otopsi yapmanın sakıncası olmayacaktır.
Soru 1842: Öldükten sonra bazı organlarının bir hastaneye veya başka bir şahsa verilmesini vasiyet eden kimsenin, vasiyeti sahih midir ve uygulanması farz mıdır?
Cevap: Cesetten ayrılması o kişiye saygısızlık sayılmayacak organlar hususunda böyle bir vasiyetin sahih ve geçerli olması uzak bir ihtimal değildir; bu durumlarda vasiyeti uygulamanın sakıncası yoktur.
Soru 1843: Vasiyet eden kişi henüz hayattayken, eğer mirasçıları onun mirasının üçte birinden fazlasına vasiyet etmesine izin verseler acaba bu, vasiyetin geçerliliği için yeterli midir? Yeterli olduğunu varsayalım, acaba vasiyet eden kişinin ölümünden sonra mirasçıların bundan vazgeçmeleri caiz midir?
Cevap: Mirasçıların vasiyet eden kişi hayattayken malının üçte birinden fazlasına vasiyet etmesine izin vermeleri vasiyetin sahih ve geçerli olması için yeterlidir. Vasiyet eden kişinin ölümünden sonra bundan vazgeçmeye hakları yoktur; vazgeçseler bile etkisi yoktur.
Soru 1844: Aziz şehitlerden biri, kaza namazları ve oruçları hakkında vasiyet etmiş, ancak terekesi yok veya terekesi sadece bir ev ve o evdeki eşyalardan ibaret ki bunların satışı küçük çocuklarını zorluk ve sıkıntıda koyacaktır. Böyle bir durumda bu vasiyet konusunda mirasçıların üzerine düşen nedir?
Cevap: Eğer o aziz şehidin terekesi yoksa bu durumda vasiyetin yerine getirilmesi farz değildir; fakat büyük oğluna bulûğ çağına erdikten sonra babasının kazaya kalan oruç ve namazlarını kaza etmesi farzdır. Ancak geriye mal bırakmışsa, onun üçte birini şehidin vasiyetinde harcamak farzdır. Sırf mirasçıların ihtiyaç duymaları ve küçük olmaları, vasiyeti ihmal ve terk etmek için şer'î bir mazeret değildir.
Soru 1845: Mal konusunda yapılan vasiyetin sıhhat ve geçerliliğinde, vasiyet anında lehine vasiyet edilen kişinin varlığı şart mıdır?
Cevap: Birine bir malı temlik etmekle ilgili vasiyetin sıhhatinde, vasiyet anında annesinin rahminde bebek ve hatta henüz ruhun üflenmediği cenin bile olsa -canlı olarak dünyaya gelmesi kaydıyla- vasiyet edilen kişinin varlığı şarttır.
Soru 1846: Vasiyet eden kişi, yazılı vasiyetinde vasiyetini yerine getirmesi için vasi atamasına ek olarak başka birini de gözlemci olarak tayin etmiştir. Fakat gözetmenin yetkilerine değinmemiştir; yani vasinin vasiyete aykırı hareket etmemesi amacıyla sadece onun işlerinden haberdar olması için bir gözetici olsun diye mi, yoksa vasiyet edenin işlerinde görüş yürütmesi için mi açıklamamıştır; bu gözetmenin yetkileri nelerdir?
Cevap: Vasiyetin mutlak olduğunu varsayarsak, vasinin kendi işlerinde gözetmene danışması müstehap ihtiyata daha uygun olmakla birlikte farz değildir ve gözetmenin görevi, vasiyet edenin işi hakkında bilgi edinmek için nezaret etmektir.
Soru 1847: Bir kişi büyük oğlunu vasi ve beni de ona gözetmen olarak tayin ettikten sonra vefat etti. Ardından vasisi olan oğlu da öldü ve ben vasiyetinin uygulanması için tek sorumluyum. Fakat şimdi, özel bir durumumdan dolayı vasiyet edilen şeyleri yerine getirmekte zorlanıyorum. Acaba mirasın üçte birinden elde edilen geliri hayır işlerde ve bakıma muhtaç olan yoksullara harcanması için sağlık kurumuna vererek vasiyetin içeriğini değiştirebilir miyim?
Cevap: Gözetmen, vasinin ölümünden sonra bile olsa meyyitin vasiyetlerini uygulamada bağımsız hareket edemez; ancak meyyit, vasinin ölümünden sonra onu vasi kılmışsa başka. Aksi durumda, vasi öldükten sonra yerine başka birini tayin etmesi için şer'î hâkime müracaat etmelidir. Kısacası, meyyitin vasiyetinin sınırını aşmak ve onu değiştirmek caiz değildir.
Soru 1848: Eğer birisi, malının bir kısmının Necef Eşref'te Kur'an-ı Kerim tilavetinde kullanılmasını vasiyet ederse veya bu maksat için vakfederse ve vakfiyenin veya vasisinin birisine parayla Kur'an okutmak için Necef Eşref'e para göndermesi mümkün olmazsa, bu durumda onun görevi nedir?
Cevap: Eğer bu mülkü, ileriki zamanda dahi olsa Necef-i Eşref'te Kur'an-ı Kerim okumak için kullanmak mümkün ise, vasiyete uymak farzdır.
Soru 1849: Annem ölmeden önce, altınlarını perşembe akşamları hayır işlerde harcamam için bana vasiyet etti ve ben de şimdiye kadar öyle yaptım. Fakat şimdi büyük ihtimalle, sakinleri Müslüman olmayan yabancı bir ülkeye gideceğim; bu durumda ne yapmam gerekir?
Cevap: Annenizin, Müslüman ve gayrimüslim bütün insanlara harcanmasını kastettiği anlaşılmadıkça, Müslümanlara harcanması için İslâm beldesinde emin bir kişinin yanında bırakmakla da olsa, o malı sadece Müslümanların hayır işlerinde harcamak farzdır.
Soru 1850: Bir kimse, arsalarından bir bölümünün satılarak parasının [Ehlibeyt İmamları'nın] matem merasimlerinde ve hayır işlerde harcanmasını vasiyet etmiştir. Fakat arsanın mirasçılardan başkasına satılması onlara sıkıntı ve zorluk çıkarıyor; çünkü bu arsayla diğer arsaları birbirinden ayırmak birçok sorunlara yol açmaktadır. Acaba mirasçıların, vasi ve gözetmenin denetiminde vasiyet konusunda harcanması için her yıl belli bir meblağ vermek suretiyle bu arsayı taksitle kendilerine almaları caiz midir?
Cevap: Mirasçıların bu arsayı kendilerine satın almalarının aslında bir sakıncası yoktur. Vasiyet edenin niyetinin, arsayı peşin olarak satıp parayı aynı yıl içinde vasiyet edilen yerde kullanmak olduğu ispatlanmadıkça, vasi ve gözetmenin uygun görmesi ve taksitlerin de vasiyetin ihmal edilmesine ve uygulanmamasına sebep olmaması şartıyla arsanın adilane bir fiyatla taksitle mirasçılara satılmasının da bir sakıncası yoktur.
Soru 1851: Birisi, ölümle sonuçlanan hastalığı sırasında iki kişiye vasi ve vasinin naibi unvanıyla vasiyet eder. Daha sonra görüşünü değiştirerek vasiyeti batıl edip bunu vasiye ve vasinin naibine bildirir. Başka bir vasiyetname yazarak kayıp olan yakınlarından birini vasi tayin eder; acaba bu durumda vazgeçilip değiştirilen birinci vasiyet hâlâ geçerli midir? Eğer ikinci vasiyet sahih ve orada bulunmayan kişi vasi ise, vasilikten alınan birinci vasi ve naibi, vasiyet eden kişinin geçersiz kıldığı vasiyete dayanarak vasiyeti uygulamaya kalkışırlarsa, onların yaptıkları tasarruflar haksız tasarruflar olup, meyyitin malından harcadıkları şeyleri ikinci vasiye iade etmeleri farz mıdır?
Cevap: Ölen kişi, hayattayken birinci vasiyetten vazgeçip birinci vasiyi azletmişse, azledilen vasinin azledildiğini bildiği hâlde birinci vasiyete dayanarak onu yerine getirmeye hakkı yoktur. Onun vasiyet eden kişinin mallarında yaptığı tasarruflar fuzulî olup sıhhati vasinin iznine bağlıdır. Eğer vasi izin vermezse, azledilen vasi harcanan malları karşılamakla yükümlüdür.
Soru 1852: Arazilerinden birini, çocuklarından birine vasiyet eden biri, iki yıl sonra vasiyetini tamamen değiştirmiştir. Acaba önceki vasiyetten vazgeçerek sonraki vasiyetnameye geçmesi şer’an sahih midir? Eğer bu şahıs, hasta, hizmete ve bakıma muhtaç duruma düşerse, bu vazife sadece tayin ettiği vasisine yani büyük oğluna mı düşer, yoksa bundan onun bütün çocukları eşit olarak sorumlu mudur?
Cevap: Vasiyet eden kişi, hayatta ve aklî dengesi yerinde olduğu sürece vasiyetini değiştirmesinin şer'an sakıncası yoktur; şer'i açıdan muteber ve sahih olan vasiyet de son vasiyettir. Hastanın bakımına gelince, eğer malından kendisine bir hasta bakıcısı istihdam edecek güçte değilse, onun bakımı sadece vasinin değil, bakmaya gücü yeten bütün çocuklarının eşit görevidir.
Soru 1853: Bir baba mallarının üçte birinin kendisi için harcanmasını vasiyet ettikten sonra beni de kendisine vasi tayin etti. Miras bölüştürüldükten sonra onun üçte biri ayrıldı. Acaba o kişinin vasiyetlerini yerine getirmek için malının üçte birinden bir bölümünü satmam caiz midir?
Cevap: Eğer malının üçte birinin, vasiyetinin yerine getirilmesi için harcanmasını vasiyet etmişse, mirastan ayırdıktan sonra satıp vasiyetnamede belirtilen yerlerde harcamanın sakıncası yoktur. Fakat eğer mirasının üçte birinin gelirinin vasiyet ettiği yerlerde harcanmasını vasiyet etmişse, vasiyet edilen konularda harcamak için bile olsa mallarının üçte birinin kendisini satmak caiz değildir.
Soru 1854: Vasiyet eden, eğer bir vasi ve gözetmen tayin edip de bunların görev ve yetkilerini belirtmez ve ayrıca malının üçte birini ve kullanılacağı yerlere de değinmezse, bu durumda vasinin sorumluluğu nedir? Acaba vasinin, vasiyet eden kişinin mirasından üçte birini ayırıp hayır işlerde harcaması caiz midir? Acaba miras bırakanın sadece vasiyeti ve vasi tayin etmesi, mirasının üçte birine hak kazanması için yeterli midir ki, sonuç olarak vasiye, vasiyet edenin mirasından üçte birini ayırması ve miras bırakan için kullanması farz olsun?
Cevap: Eğer karine ve şahitlerden veya o bölgenin kendine has örfünden vasiyet eden kişinin, vasiyetten ve vasi tayin etmekten maksadının ne olduğu anlaşılırsa; bu durumda vasinin, vasiyet eden kişinin maksadını ve vasiyetini teşhis etmek için bu yolla anlaşılan şeye uyması farzdır. Aksi durumda müphem olması ve taalluk ettiği şeyin kaydedilmemesinden dolayı vasiyet batıl ve boştur.
Soru 1855: Bir kimse şöyle vasiyet etmiştir: "Dikili olan ve olmayan kumaşların hepsi ve diğerleri eşime aittir." Acaba "diğerleri"nden maksat bütün taşınır malları mıdır, yoksa maksat sadece kumaş ve elbiseden daha az olan ayakkabı gibi şeyler midir?
Cevap: Vasiyetnamede geçen "diğerleri" kelimesinin anlamı bilinmedikçe ve vasiyet edenin niyeti dışarıdan da anlaşılmadıkça, vasiyetnamenin bu cümlesi müphem ve belirsizliği nedeniyle uygulanamaz ve soruda değinilen ihtimallerin birine uyarlanması ise, mirasçıların rıza ve muvafakatine bağlıdır.
Soru 1856: Bir kadın, mirasının üçte biriyle kendisi için sekiz yıl kaza namazı kılınmasını ve geri kalanının ise redd-i mezalim (yapmış olduğu haksızlıkların bedeli), humus ve hayır işlerde kullanılmasını vasiyet etmiştir. Bu vasiyeti yerine getirme zamanının, cephelere yardım etmenin daha zarurî olduğu kutsal savunma (savaş) dönemine rastlaması ve vasinin, onun bir tek kaza namazının bile olmadığını kesin olarak bilmesine rağmen onun için ücretle iki yıl kaza namazı kıldırdığı ve malının üçte birinden bir miktarını cepheye bağışlayıp, geri kalanını ise redd-i mezalim için harcadığı dikkate alınırsa, acaba vasiyeti yerine getirme konusunda vasinin bir sorumluluğu var mıdır?
Cevap: Ölen kişinin vasiyet ettiği şekilde vasiyete uymak farzdır ve bazı konularda olsa bile vasinin vasiyeti terk etmesi caiz değildir. Dolayısıyla vasi malın bir bölümünü bile vasiyetin konusu dışında harcarsa, kendi malından meyyit adına tazmin etmekle yükümlüdür.
Soru 1857: Bir kimse, ölümünden sonra vasiyetnamesinde yazdıklarına uygun hareket etmeleri için iki kişiyi vasi tayin eder. Vasiyetnamenin üçüncü maddesinde bütün menkul, gayrimenkul, nakit para ve halktan alacakları dâhil geriye bıraktığı bütün mal varlığının bir araya toplanmasını, borçları ödendikten sonra bıraktığı malın tümünden üçte birinin çıkarılarak vasiyetnamedeki 4., 5. ve 6. maddelere göre harcanmasını ve on yedi yıl sonra üçte birden fazla kalanının mirasçılarından fakir olanlara harcanmasını belirtir. Ancak vasilerden ikisi, vasiyet eden kişinin ölümünden bu sürenin bitimine kadar üçte biri ayırma işlemini tamamlayamamışlardır ve söz konusu maddeleri yerine getirmek onlar için imkânsız. Mirasçılar da belirtilen süre bittikten sonra vasiyetin batıl olduğunu ve o iki vasinin de vasiyet eden kişinin mallarına karışamayacaklarını iddia etmekteler; bu konuda hüküm nedir? Bu iki vasinin vazifesi nedir?
Cevap: Vasiyet ve vasinin vasiliği, vasiyetin uygulanmasının gecikmesiyle batıl olmaz; süresi uzasa bile o iki vasinin vasiyeti yerine getirmeleri farzdır. Eğer vasilerin vasilikleri geçen belli bir zamanla sınırlı değilse, mirasçılar vasiyetin uygulanmasında onlara engel olamazlar.
Soru 1858: Ölenin terekesini mirasçılar arasında bölüştürüp, onların adına tapu düzenlendikten ve aradan altı yıl geçtikten sonra, mirasçılardan biri, merhumun kendisine sözlü olarak evin bir kısmının oğullarından birine verilmesini vasiyet ettiğini iddia ediyor. Bazı kadınlar da buna şahitlik etmekteler. Acaba söz konusu zaman geçtikten sonra onun bu iddiası kabul edilir mi?
Cevap: Zaman aşımı ve mirasın bölüştürülmesi ve kanunî işlemlerin tamamlanması, şer’i bir delille ispatlanan vasiyetin kabul edilmesine engel teşkil etmez. Dolayısıyla eğer vasiyet iddiasında bulunan kişinin davası şer’i bir yolla ispatlanırsa, herkesin ona uyması farzdır; aksi durumda, onun vasiyet konusundaki iddiasını ikrar eden herkesin o vasiyetin içeriğine bağlı olması ve mirastan payına düşen miktarda ona uygun davranması farzdır.
Soru 1859: Bir kimse, iki kişiye arazisinden bir parça satıp onun adına hacca gitmeyi vasiyet etmiş ve vasiyetinde bunlardan birini vasi, diğerini de gözetmen olarak tayin etmiş. Daha sonra üçüncü bir kişi bulunmuş, vasi ve gözetmenin izni olmadan ölünün adına hac ibadetlerini yerine getirdiğini iddia ediyor. Hâlihazırda ise vasi de vefat etmiş olup sadece gözetmen hayatta kalmıştır. Acaba gözetmen, arsanın parasıyla ölünün adına tekrar hac farizası mı yerine getirmelidir? Yoksa satılan arazinin parasını ücret olarak ölünün adına hac yaptığını iddia eden kişiye vermesi mi farzdır? Ya da bu konuda herhangi bir şey ona farz değil midir?
Cevap: Eğer meyyitin üzerine hac farz olmuşsa ve vekil vasıtasıyla hac yapılmasını vasiyet ederek bu farzın üzerinden kalkmasını istemişse, ölü adına üçüncü bir kişinin hac yapması yeterlidir; fakat o kişinin bunun için hiç kimseden ücret isteme hakkı yoktur. Aksi durumda (eğer üçüncü kişi onun adına hac yapmamışsa) gözlemci ve vasi meyyitin arazisinin parasından onun adına hac yaparak vasiyeti yerine getirmelidirler. Eğer vasi, vasiyeti yerine getirmeden önce ölürse, gözlemcinin, vasiyetin yerine getirilmesi için şer’i hâkime müracaat etmesi farzdır.
Soru 1860: Mirasçılar, meyyitin namaz ve oruçlarının kazasının yerine getirilmesi için vasiyi belli bir meblağ vermesi için zorlayabilirler mi? Bu konuda vasinin vazifesi nedir?
Cevap: Meyyitin vasiyetlerini yerine getirmek vasinin sorumluluklarındandır; dolayısıyla meyyitin vasiyetlerini uygun gördüğü şekilde yerine getirmesi gerekir ve mirasçıların buna müdahale etmeye hakkı yoktur.
Soru 1861: Vasiyet sahibi bir petrol deposunun bombalandığı sırada şehit düşünce yanında bulunan vasiyetname de yanmış veya kaybolmuştur ve kimse içeriğini bilmemektedir. Hâlihazırda vasi sadece kendisinin mi yoksa başka birinin de mi vasi olup olmadığını bilmiyor; bu durumda yapması gereken nedir?
Cevap: Vasinin, vasiyetin aslı ispat olduktan sonra, vasiyette değişiklik yapıldığına emin olmadığı bütün maddelerde, vasiyeti yerine getirmesi farzdır ve başka bir vasinin olabileceği ihtimaline itina etmemelidir.
Soru 1862: Vasiyet edenin, mirasçılarından başkasını kendisine vasi olarak seçmesi caiz midir ve acaba birinin buna itiraz etme hakkı var mıdır?
Cevap: Vasiyet edenin, uygun gördüğü kişiler arasından birini vasi seçmesi ve ataması kendi görüşüne bağlıdır ve mirasçılarından olmayan birisini kendine vasi olarak atamasının bir sakıncası yoktur; mirasçıları buna itiraz edemezler.
Soru 1863: Mirasçılardan bazılarının, diğer mirasçılara danışmadan veya vasinin muvafakatini almadan meyyitin malından onun adına ziyafet olarak infak etmeleri caiz midir?
Cevap: Eğer bu işten maksatları vasiyeti yerine getirmekse, bu, meyyitin vasisinin görevidir ve onların vasinin muvafakati olmadan kendi başlarına bunu yapmaya hakları yoktur. Ancak meyyitin bıraktığı maldan mirasçıların payına düşen bölümünden infak etmek isterlerse, bu da diğer mirasçıların iznine bağlıdır; eğer onlar bu işe razı olmazlarsa bu iş, diğer mirasçıların paylarıyla ilgili bölümde gasp hükmündedir.
Soru 1864: Bir kimse vasiyetnamesinde "birinci, ikinci ve üçüncü vasi" diye üç kişinin adını vasileri olarak belirtmiştir. Acaba bu üç kişi birlikte mi onun vasisidirler, yoksa sadece birinci kişi mi onun vasisidir?
Cevap: Bu konu, vasiyet eden kişinin niyet ve görüşüne bağlıdır. Eğer karine ve belirtilerden bu üçünün birlikte mi, yoksa sırayla art arda mı vasi oldukları anlaşılmadıkça, vasiyeti birlikte yerine getirme konusunda anlaşmaları gerekir.
Soru 1865: Eğer vasiyet eden, üç kişiyi birlikte karar vermeleri şartıyla kendine vasi atasa, ancak bunlar vasiyeti yerine getirme yönteminde anlaşamazlarsa, aralarındaki ihtilâf nasıl giderilmelidir?
Cevap: Birden fazla vasi olduğu durumlarda, vasiyetin nasıl yerine getirilmesi konusunda ihtilâfa düşerlerse, şer’i hâkime müracaat etmeleri farzdır.
Soru 1866: Babamın büyük oğlu olduğumdan, onun kazaya kalan namaz ve oruçlarını benim yerine getirmem gerekiyor. Ancak babamın kazaya kalan namaz ve oruçları birkaç yıl olmasına rağmen, kendisi için sadece bir yıllık namaz ve orucun kaza edilmesini vasiyet etmiştir; bu durumda benim yükümlülüğüm nedir?
Cevap: Eğer meyyit, kaza edilmesini vasiyet ettiği namaz ve oruçların ücretinin, bıraktığı malın üçte birinden ödenmesini vasiyet etmişse, terekenin üçte birinden verilmek üzere birisini onları kaza etmek için ücret karşılığı tutmak caizdir. Eğer üzerindeki namaz ve oruçlar vasiyet ettiği miktardan fazla olursa, kendi malınızdan ücret karşılığı birine yaptırmakla dahi olsa onların kazasını yerine getirmek size farzdır.
Soru 1867: Bir kimse, büyük oğluna arazilerinden belli bir bölümünü satarak parasıyla kendisinin adına hac yapmasını vasiyet etmiş ve oğlu da bunu yapacağına söz vermiştir. Fakat Hac ve Ziyaret Kurumu'ndan zamanında hac ziyareti iznini alamadığından, son zamanlarda hac masraflarının yükselmesi ve arazinin parasının yeterli olmamasından dolayı vasiyeti şahsen yerine getirmesi mümkün olmamıştır. Bu nedenle babasına niyabeten hac yapması için birini naip tutmak zorunda kalmıştır; fakat arazinin parası hac niyabeti ücretine de yetmemektedir. Acaba bu durumda diğer mirasçılara, babanın vasiyetini yerine getirmek için onunla işbirliği yapmaları farz mıdır, yoksa babasına niyabeten hac yapmakla yükümlü olan sadece büyük oğlu mudur?
Cevap: Sorudaki varsayımda, diğer mirasçılara, hac masraflarını ödemek farz değildir. Fakat vasiyet eden kişinin üzerine hac farz olmuşsa ve kendisine niyabeten hac yapılması için belirttiği arazi de mikattan yapılsa bile niyabeten hac masrafları için yeterli değilse, bu durumda mikattan yapılan hac masraflarını meyyitin bırakmış olduğu asıl terekeden tamamlamak farzdır.
Soru 1868: Eğer ölenin (humus, zekât vb.) şer’i hakları ödediğini gösteren bir makbuz varsa veya bazı kimseler onun şer’i haklarını ödediğine şahitlik etse, acaba mirasçılara terekeden onun şer’i haklarını ödemeleri farz mıdır?
Cevap: Merhumun şer’i hakları ödediğine dair bir makbuzun varlığı veya şer’i haklarını ödediğine dair tanıkların tanıklığı, bu hakların üzerinden kalktığına veya mallarında şer’i hakların olmadığına dair şer’i bir delil teşkil etmez. Dolayısıyla eğer hayattayken veya vasiyetnamesinde bir miktar şer’i borcu olduğunu veya bıraktığı terekede şer’i haklar bulunduğunu itiraf ederse veya mirasçıların kendileri buna kesin kanaat getirirlerse, meyyitin ikrar ettiği veya mirasçıların kesin kanaat getirdiği miktarı, bıraktığı asıl terekeden vermeleri farzdır. Aksi durumda (ikrar ve yakin yoksa) bu konuda onlara hiçbir şey farz değildir.
Soru 1869: Bir kimse mallarının üçte birinin kendisi için harcanmasını vasiyet etmiş ve vasiyetnamesinin haşiyesinde bahçedeki evinin, mal varlığının üçte birinde yaptığı vasiyetin masraflarını karşılamak için olduğunu ve vasinin ölümünden yirmi yıl sonra onu satarak parasını kendisi için harcaması gerektiğini kaydetmiştir. Acaba üçte biri, ev ve diğer mallar da dâhil olmak üzere tüm malvarlığından mı hesaplanmalı, öyle ki evin değeri terekenin üçte birinden az ise, ölenin diğer mallarından mı tamamlanmalıdır. Yoksa üçte bir, sadece ev midir ve üçte bir adıyla mirasçılardan başka bir mal alınamaz mı?
Cevap: Eğer vasiyet ve haşiyesinde yazdığı ile kendisi için üçte bir olarak sadece evi belirtmek istemişse ve o ev de borçları ödendikten sonra terekenin tamamının üçte birinden fazla olmazsa, bu durumda üçte bir, sadece evdir ve ölene aittir. Yine eğer maksadı mal varlığının üçte birini kendisi için vasiyet ettikten sonra, evin, terekenin üçte birinin masrafları için harcanmasını belirtmekse ve onun değeri de borçları ödendikten sonra, terekenin tamamının üçte biri kadar olursa, durum aynıdır. Aksi durumda bıraktığı malın üçte biri olacak kadar diğer mallardan evin değerine eklemek gerekir.
Soru 1870: Mirasın bölüşülmesinden yirmi yıl ve meyyitin kızının kendi payına düşeni satmasından dört yıl sonra anne kocasının bütün mallarının kendisine ait olduğunu gösteren bir vasiyetname ortaya çıkarır. Aynı şekilde kocasının ölümünden beri bu vasiyetnamenin kendi yanında bulunduğunu, fakat bunu hiç kimseye söylemediğini itiraf eder. Acaba bu durumda mirasın bölüştürülmesi ve meyyitin kızının kendi payına düşeni satmasının batıl olduğuna hükmedilir mi? Eğer batıl olduğuna hükmedilirse, acaba kızla annesi arasındaki ihtilâftan dolayı üçüncü kişinin kızdan satın aldığı mülkün tapu senedini iptal etmek sahih midir?
Cevap: Söz konusu vasiyetin sahih olduğunu ve muteber bir delille ispatlandığını varsaysak bile anne, kocasının ölümünden mirasın bölüşüldüğü zamana kadar vasiyetten haberdar olmasına ve kıza payı verildiğinde ve onun da payını sattığında vasiyet belgesi onun yanında bulunmasına rağmen vasiyet konusunda sessiz kaldığından ve kıza payı verildiğinde ve kız payını sattığında itiraz etmediğinden, bütün bunlar annenin, kızın mirastan aldığı ve sattığı şeye razı olduğunu gösterir. Dolayısıyla bundan sonra kıza verilen şeyi kızdan veya müşteriden isteyemez ve kızın yaptığı satışın sıhhatine ve malın müşteriye ait olduğuna hükmedilir.
Soru 1871: Bir şehit babasına, eğer kendisine ait olan evini satmaksızın borçlarını ödemeye gücü yetmezse, evini satarak borçlarını ödemesini vasiyet etmiş. Yine evin parasının bir miktarını hayır işlerde harcamasını, arsasının parasının dayısına verilmesini, annesini de hacca göndermesini ve kendisi tarafından birkaç yıl oruç ve namaz kaza edilmesini vasiyet eder. Daha sonra kardeşi onun eşiyle evlenir, o evin bir kısmını şehit eşinin satın aldığını bilerek onun evine yerleşir ve evin tamir ve onarımı için bir miktar para öder ve yine şehidin oğlundan bir sikke altını alarak evin tamirinde harcar. Bu durumda şehit kardeşinin, şehidin evinde ve şehit oğlunun mallarında tasarrufta bulunmasının hükmü nedir? Şehit çocuğunu büyüttüğü ve nafakasını üstlendiği göz önünde bulundurulursa, onun şehit çocuğuna bağlanan aylık maaştan yararlanmasının hükmü nedir?
Cevap: Bu aziz şehidin mallarının tümü hesaplanıp malî borçları ödendikten sonra geri kalan malının üçte birini namaz ve orucunu kaza etmek, annesinin hac masraflarını vermek gibi vasiyetlerini yerine getirmede harcamak farzdır. Daha sonra mirasının üçte ikisi ve üçte birinden arta kalanı şehidin mirasçıları olan babası, annesi, oğlu ve karısı arasında Kitap ve Sünnet'e uygun olarak bölüştürülmelidir. Evde ve şehide ait olan eşyalarda yapılan bütün tasarruflar, mirasçıların ve küçük çocuğunun şer’i velisinin izniyle yapılmalıdır ve şehidin kardeşi, küçük çocuğun şer’i velisinin izni olmaksızın yaptığı ev onarımı masraflarını onun malından alamaz. Aynı şekilde küçük çocuğun altınını ve aylık maaşlarını şer’i velilerinin izni olmaksızın evin onarımında, kendi geçimi için ve hatta küçük çocuğun nafakasında bile harcayamaz; aksi takdirde o malları karşılamakla yükümlü olur ve onları çocuğa iade etmesi gerekir. Nitekim evin satın alımı da mirasçıların ve şehidin küçük çocuğunun şer’i velisinin izniyle olmalıdır.
Soru 1872: Bir kimse vasiyetinde, tüm mal varlığının üç hektar meyve bahçesinden ibaret olduğunu ve ölümünden sonra iki hektarını evlâtlarından bir grubuna ve bir hektarının ise vasiyet ettiği yerlerde kendisi için harcanmasına dair karşılıklı sulh edildiğini yazmıştır. Fakat ölümünden sonra bahçenin tamamının yüz ölçümünün iki hektardan daha az olduğu ortaya çıkar. Buna göre: 1) Acaba onun vasiyet belgesinde yazdığı, belirttiği şekilde malları konusunda sulh mu sayılır, yoksa vefatından sonra malları hakkında vasiyet mi sayılır? 2) Bahçenin yüz ölçümünün iki hektardan az olduğu anlaşıldıktan sonra, acaba onun tamamı evlâtlarının olup kendisine ayırdığı bir hektar konusu iptal mi olur, yoksa başka bir şekilde mi yapılması gerekiyor?
Cevap: Sulh eden kişi hayattayken, lehine sulh yapılan kişinin onu kabul etmesiyle sulhun şer'an sahih bir şekilde gerçekleştiği kesin olarak anlaşılmadıkça, onun kaydettiklerinin vasiyet olduğuna hükmedilir. Dolayısıyla meyve bahçesi hakkındaki vasiyeti evlâtları ve kendisi için bıraktığı malın üçte biri oranında geçerlidir; üçte birden fazlasında ise, mirasçıların iznine bağlıdır; eğer izin vermezlerse, üçte birden fazlası onların mirası olur.
Soru 1873: Birisi ölümünden sonra, kızlarının her birine mirastan paylarına düşen mal yerine belli bir miktar nakit para vermesi şartıyla bütün mallarını oğlunun adına geçirir. Ancak babası öldüğünde kızlardan biri orada bulunmadığı için o zaman hakkını alamaz ve bir süre sonra şehre döndüğünde erkek kardeşinden hakkını talep eder. Fakat kardeşi o zaman ona bir şey vermez; ama aradan birkaç yıl geçtikten ve vasiyet edilen paranın alım gücü oldukça düştükten sonra şimdi söz konusu meblağı ona verebileceğini bildirdi. Ancak kız kardeşi o parayı o zamanki sahip olduğu alım gücüyle talep ediyor, kardeşi ise talep edilen parayı ödemeyerek onu faiz istemekle suçluyor; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Mirasın erkek çocuğa teslim edilişi ve kızlara belli bir meblağın ödenmesi doğrultusunda yapılan vasiyet şer'an sahih bir şekilde gerçekleşmişse, kızlardan her birinin sadece vasiyet edilen meblağı almaya hakkı vardır. Ancak ödeme anındaki satın alma gücü, vasiyet edenin öldüğü zamanki satın alma gücünden az ise, paranın değer düşüklüğünün de hesaplanması gerekir ve bu, faiz hükmünde değildir.
Soru 1874: Annemle babam hayattayken, çocuklarının hepsinin huzurunda bir tarlayı mallarının üçte biri olarak, ölümlerinden sonra kendilerinin kefen, defin, namaz ve oruç gibi masraflarında harcanması için ayırarak ailenin tek erkek çocuğu olan bana vasiyet ettiler. Onların ölümünden sonra nakit paraları olmadığı için söz konusu masrafların tümünü kendi malımdan karşıladım; acaba şimdi yaptığım bütün bu masrafları bahsi geçen üçte bir maldan alabilir miyim?
Cevap: Eğer meyyit için harcadıklarınızı, vasiyet adına ve mirasın üçte birinden almak kastıyla ödemişseniz, onları ölünün malının üçte birinden almanız caizdir; aksi durumda caiz değildir.
Soru 1875: Bir erkek, ölümünden sonra evlenmediği takdirde içinde oturduğu evin üçte birinin karısına verilmesini vasiyet etmiştir. İddeti bittikten sonra evlenmediği ve gelecekte de evleneceğine dair hiçbir belirti olmadığı dikkate alındığında, bu adamın vasiyetini uygulama konusunda vasinin ve diğer mirasçıların yükümlülüğü nedir?
Cevap: Vasiyet edilen malı şimdilik kadına vermeleri farzdır; ancak evin kadına devredilmesi, onun evlenmemesi şartıyladır. Dolayısıyla eğer daha sonra evlenirse, mirasçılar feshetme ve mülkü geri alma hakkına sahiptirler.
Soru 1876: Babamın babasından miras olarak aldığı, amcamız ve anneannemizle ortak olduğumuz ve onların da dedemizden miras aldıkları malı bölüştürmek istediğimizde, onlar dedemizin, ninemize ve amcamıza bıraktığı maldan alacakları paya ilâveten her birine belli bir meblağ nakit paranın verilmesini de vasiyet ettiğine dair otuz yıl önceki vasiyeti ortaya koydular. Fakat amcam ve anneannem bu meblağı şimdiki değerine dönüştürerek vasiyet edilen miktarın kaç misli fazlasını ortak maldan kendilerine ayırdılar; acaba onların bu işi şer'an sahih midir?
Cevap: Söz konusu durumda paranın değer kaybının hesaplanması gerekir.
Soru 1877: Aziz şehitlerden biri, kendi evi için satın almış olduğu bir halının, İmam Hüseyin'in (a.s) Kerbela'daki türbesine hediye edilmesini vasiyet etmiştir. Şu anda eğer bu vasiyeti yerine getirme imkânına sahip oluncaya kadar halıyı evde tutmak istesek, halının zayi olmasından korkuyoruz. Acaba zarar ve hasarı önlemek için onu mahallenin camisinde veya hüseyniyesinde kullanmamız caiz midir?
Cevap: Eğer vasiyeti yerine getirme imkânı buluncaya kadar halıyı korumak, onu geçici olarak camide veya hüseyniyede kullanmaya bağlıysa, bunun sakıncası yoktur.
Soru 1878: Bir kimse bazı mülklerinin gelirlerinin bir miktarının cami, hüseyniye, dinî merasimler ve hayır işlere harcanmasını vasiyet etmiştir. Fakat söz konusu mülk ve onun diğer mülkleri gasp edilmiştir ve onları gasp eden kişinin elinden almanın masrafları var, bu masrafları vasiyet edilen mallardan almak caiz midir? Acaba sırf mülkü gasp olmaktan kurtarma imkânına sahip olmak, vasiyetin sıhhati için yeterli midir?
Cevap: Gaspçının elinden malı alma masraflarının, vasiyet edilen malın gelirinden aynı oranda alınmasında bir sakınca yoktur. Mülk konusundaki vasiyetin sıhhatinde, para harcamakla ve gasıbın elinden kurtarmakla da olsa vasiyet konusunda harcanabilme kabiliyetine sahip olması yeterlidir.
Soru 1879: Birisi bütün menkul ve gayrimenkul mallarını oğluna vasiyet ederek altı kızını mirastan mahrum etmiştir. Acaba bu vasiyet geçerli midir? Eğer geçerli değilse, bu mallar altı kızla, bir oğul arasında nasıl bölüştürülmelidir?
Cevap: Böyle bir vasiyetin genel olarak bir sakıncası yoktur; fakat bu vasiyet sadece bıraktığı malın tümünün üçte birinde geçerlidir ve üçte birinden fazlasında ise, mirasçıların hepsinin iznine bağlıdır. Dolayısıyla eğer kızlar izin vermezlerse, her biri bırakılan malın üçte ikisinden kendi payına düşeni miras olarak alır. Buna göre babanın mirası yirmi dörde bölünür. Oğul bundan vasiyet edilen malın üçte biri olarak 8/24 ve geriye kalan üçte ikiden de payına düşen 4/24'ü alır. Kızların her birinin payı ise, 2/24 olur. Başka bir tabirle: Mirasın tümünün yarısı oğlun olur, diğer yarısı ise altı kız arasında bölüştürülür.
- GASP
GASP
Soru 1880: Bir kimse, küçük çocuğu adına bir arsa satın alır ve "Satıcı falan kişi ve alıcı da filan oğlu" şeklinde, gayri resmî bir belge düzenler. Çocuk bulûğ çağına erişince, bu arsayı başka birine satar. Fakat babanın mirasçıları, o belgede babalarının ismi olmamasına rağmen o arsanın kendilerine babalarından miras kaldığını iddia ederek arsaya el koyarlar. Acaba bu durumda mirasçıların ikinci müşteriyi rahatsız etmesi caiz midir?
Cevap: Küçük oğlun sırf sözleşmede isminin müşteri olarak geçmesi, onun mülkiyetinin ölçüsü olamaz. Dolayısıyla eğer babanın kendi parasıyla satın aldığı arsayı oğluna hibe ettiği veya onunla sulh ettiği ispatlanırsa, arsa onun olur. Bu durumda eğer çocuk bulûğ çağına eriştikten sonra arsayı şer'an sahih bir şekilde başka bir müşteriye satarsa, hiç kimsenin onu rahatsız etmeye ve arsayı onun elinden çıkarmaya hakkı yoktur.
Soru 1881: Birkaç el değiştiren bir arsayı satın alarak üzerinde bir ev yapmaya başladım. Şimdi ise biri bu arsanın kendi mülkü olduğunu ve tapusunun da resmî olarak İslâm inkılâbından önce kendi adına kaydedilmiş olduğunu iddia ediyor. Bu nedenle de benimle birlikte bazı komşular aleyhine dava açmış bulunuyor. Bu iddia göz önünde bulundurulduğunda, acaba bu arsada yapılan tasarruflar gasp sayılır mı?
Cevap: Arsayı elinde bulunduran önceki kişiden satın almanın zahirde şer'an sıhhatine hükmedilir ve arsa müşteriye aittir. Daha önce bu arsanın sahibi olduğunu iddia eden kişi, şer’i mülkiyetini mahkemede ispatlamadıkça, arsayı şimdi elinde bulunduran ve tasarruf eden kişiyi rahatsız etme hakkına sahip değildir.
Soru 1882: Resmi olmayan bir belgede bir babanın adına kaydedilmiş olan arsanın, resmi tapusu bir süre sonra onun küçük oğlu adına çıkarılıyor; ancak bu arsa hâlâ babanın tasarrufundadır. Şimdi bulûğ çağına eren çocuk, tapusu onun adına olduğundan arsanın kendisine ait olduğunu iddia ediyor. Fakat babası arsayı kendi malıyla kendisi için satın aldığını ve sadece daha az vergi ödemek için onu oğlunun adına geçirdiğini ileri sürüyor. Acaba eğer oğlu babasının rızası olmadan bu arsada tasarruf ederse, gasp etmiş sayılır mı?
Cevap: Eğer baba arsayı kendi parasıyla satın almış ve çocuk reşit oluncaya kadar da onda tasarrufta bulunmuşsa, çocuk arsayı babasının kendisine bağışladığını ve mülkiyetini kendisine devrettiğini ispat etmedikçe, sırf resmi tapunun kendi adına olmasıyla arazinin mülkiyeti, zilyetliği ve kontrolü konusunda babasını engel olmaya hakkı yoktur.
Soru 1883: Birisi elli yıl önce bir arazi satın almış ve bu arazinin sınırı olarak tapuda yüksek bir dağın adının kaydedilmiş olmasına dayanarak satılan yerle o dağın arasında kalan umumî araziden milyonlarca metre kare yerin ve bölgede yapılan onlarca eski evin mülkiyetinin kendisine ait olduğunu ileri sürmektedir. Yine bu arazi ve evlerin gasp edilmiş olduğu iddiasıyla burada kılınan namazların batıl olduğunu söylemektedir. Oysa bu adamın daha önce bu arazide ve oradaki eskiden beri oturulan evlerde hiçbir şekilde tasarrufu yoktu ve ortada arazinin durumunu yüzlerce seneden beri belirtecek bir delil de yoktur; anlatılanlar dikkate alındığında meselenin hükmü nedir?
Cevap: Eğer satın alınan arazi ile tapuda sınır olarak belirtilen dağ arasında bulunan araziler, daha önce belirli bir kişinin mülkiyetinde olmayan çorak arazilerden veya önceki sahiplerinin mülkiyetinde olup onlardan mevcut sahiplerine intikal etmiş arazilerden ise, bu durumda herkes, yetkisinde bulunan ve malik olduğu her miktardaki arsaların veya evlerin şer’i sahibi kabul edilir. Mal sahibi ise, iddiasını adli makamlar önünde şer’i yollarla ispat etmedikçe onların orada yaptığı tasarruflar mubah ve helâldir.
Soru 1884: Hâkimin müsadere emri verdiği araziye, önceki malikinin rızası olmadan cami yapılması caiz midir? Yine bu tür camilerde namaz kılmak ve diğer ibadetleri yapmak caiz midir?
Cevap: Eğer arsa şer’i hâkimin hükmüyle veya İslâm devletinde geçerli olan kanuna istinaden önceki sahibinden alınmışsa veya iddia eden kişinin geçmişteki şer’i mülkiyeti ispatlanmamışsa, orada yapılan tasarruflar, mülkiyet iddiasında bulunan kişinin veya önceki sahibinin iznine bağlı değildir. Dolayısıyla orada cami inşa etmek, namaz kılmak ve diğer dinî programlar yapmanın sakıncası yoktur.
Soru 1885: Nesilden nesle miras yoluyla mirasçılara ulaşan bir araziyi, birisi gasp edip kendi mülkiyetine geçirmiştir. İslâm inkılâbının zafere ulaşması ve devletin kurulmasından sonra bu araziyi gasp eden kişiden geri alma teşebbüsünde bulunuldu. Acaba bu arazinin mülkiyeti şer'an mirasçılara mı aittir, yoksa sadece bu araziyi devletten satın alma hususunda öncelikleri mi vardır?
Cevap: Sırf miras yoluyla tasarrufta bulunma geçmişinin olması o araziye malik olmada ve onu satın almada öncelik hakkı doğurmaz. Ancak aksi ispatlanmadıkça, geçmişteki bu durum mülkiyet için şer’i bir emaredir. Dolayısıyla eğer mirasçıların o arazinin sahibi olmadıkları veya oranın başkasının mülkü olduğu ispatlanırsa, mirasçıların onu veya bedelini istemeye hakları yoktur. Aksi durumda zilyet olma (malı elinde bulundurma) kuralı gereğince arazinin kendisini veya karşılığını isteyebilirler.
- KISITLILIK VE BALİĞ OLMA ALÂMETLERİ
KISITLILIK VE BALİĞ OLMA ALÂMETLERİ
Soru 1886: Bir babanın velâyetinde, bir kızı ve bir de bulûğ çağına ermiş sefih bir oğlu var. Babanın ölümünden sonra kız kardeşin, velayet unvanıyla sefih kardeşin mallarında tasarruf etmesi caiz midir?
Cevap: Kız ve erkek kardeşin, sefih olan erkek kardeş üzerinde velâyeti yoktur; eğer babasının babası yoksa ve babası da ona veli olması için hiç kimseyi vasiyet etmemişse, bu durumda onun velisi şer’i hâkimdir.
Soru 1887: Kızların ve erkeklerin bulûğ yaşı konusunda ölçü şemsî yılı (365 günlük yıl) mıdır, yoksa kamerî yılı (355 günlük yıl) mıdır?
Cevap: Ölçü kamerî yıldır.
Soru 1888: Birinin bulûğ çağına erip ermediğini anlayabilmek için kamerî yılına göre doğum tarihinin yıl, ay ve günü nasıl elde edilir.
Cevap: Doğum tarihi şemsî yıla göre biliniyorsa, kamerî yılıyla şemsî yılı arasındaki fark hesaplanarak çıkarılır.
Soru 1889: On beş yaşına ulaşmadan önce ihtilâm olan erkek çocuğun bulûğa erdiğine hükmedilebilir mi?
Cevap: İhtilâm olmasıyla bulûğa erdiğine hükmedilir. Çünkü ihtilâm olmak şer'an bulûğ belirtilerinden biridir.
Soru 1890: Diğer iki bulûğ belirtisinin teklif yaşından daha önce ortaya çıktığına dair yüzde on ihtimal verilirse, hüküm nedir?
Cevap: Sırf iki bulûğ belirtisinin daha önce ortaya çıkması ihtimali bulûğa erişildiğine hükmetmek için yeterli değildir.
Soru 1891: Cinsel ilişki bulûğ belirtilerinden sayılır mı ve onu yapmakla şer’i teklifler farz olur mu? Eğer insan bunun hükmünü bilmez ve birkaç yıl sonra öğrenirse, acaba ona cenabet guslü farz olur mu? Acaba gusletmeden yerine getirdiği taharetin şart olduğu namaz ve oruç gibi ameller batıl olup onların kaza edilmesi farz mıdır?
Cevap: Meni çıkmaksızın gerçekleşen cinsel ilişki, bulûğ belirtilerinden değildir; ancak bu amel cenabete sebep olur ve bulûğ çağına erdikten sonra ondan dolayı gusül etmek farzdır. Bulûğ belirtilerinden birini görmeyen kimsenin şer'an baliğ olduğuna hükmedilmez ve böyle birisi şer’i hükümlerle mükellef olmaz. Dolayısıyla küçük yaşında cinsel ilişki sebebiyle cünüp olan bir kişi baliğ olduktan sonra cenabet guslü almaksızın namaz kılar ve oruç tutarsa, namazlarını iade etmesi farzdır; ancak cünüp olduğunu bilmediğinden böyle yapmışsa, oruçlarını iade etmesi farz değildir.
Soru 1892: Kız ve erkek öğrencilerden bazıları doğum tarihlerine göre bulûğ çağına ermiş olup zekâlarında gözlenen geri kalmışlık ve zaaf nedeniyle zekâ ve akıllarını denemek için onların üzerinde tıbbî araştırmalar yapıldıktan sonra aklî açıdan bazılarının bir ve bazılarının ise birkaç yıl geri kaldıkları kurumumuz tarafından tespit edilmiştir. Fakat bunlardan bazıları toplumsal ve dinî konuları idrak edebilecek bir seviyede oldukları için deli sayılamaz; acaba bu kurumun teşhisi, doktorların teşhisi gibi bu öğrenciler için delil ve ölçü sayılır mı?
Cevap: İnsanın şer’i tekliflerle yükümlü olmasının ölçüsü, şer'an bulûğ çağına ermesi ve örfe göre akıllı sayılmasıdır; bu konuda idrak ve zekâ seviyesinin itibar ve etkisi yoktur.
Soru 1893: Bazı hükümlerde mümeyyiz çocuk hakkında "iyiyle kötüyü ayırt edebilen çocuk" tabiri kullanılmıştır; iyi ve kötüden maksat nedir? Bir de iyiyle kötüyü ayırt edebilmenin yaşı kaçtır?
Cevap: İyi ve kötüden maksat, örfte iyi veya kötü sayılan şeylerdir; ancak bu konuda çocuğun yaşadığı hayat şartları, yöresel gelenek ve görenekler de dikkate alınmalıdır. İyiyle kötüyü ayırt etme yaşına gelince; bu, kişilerin kabiliyet, idrak ve zekâ seviyesine göre değişir.
Soru 1894: Kız çocuklarının dokuz yaşını tamamlamadan önce hayız özellikleri taşıyan kan görmeleri onların bulûğ çağına erdiğini gösterir mi?
Cevap: Bu, kızın bulûğ çağına erdiğini gösteren şer’i bir belirti değildir ve bu kan hayız özellikleri taşısa bile hayız hükmünde değildir.
Soru 1895: Herhangi bir nedenle yargı yetkilileri tarafından kendi malları üzerinde tasarruftan men edilen biri, ölmeden önce mallarından bir miktarını hizmetlerine karşılık teşekkür etmek amacıyla kardeşinin oğluna verse ve kardeşinin oğlu da bu malları amcasının ölümünden sonra onun cenaze masrafları ve özel birtakım ihtiyaçlarında harcarsa, acaba bu durumda yargı makamının, onun kardeşinin oğlundan harcadığı meblağı istemesi caiz midir?
Cevap: Eğer yeğenine verdiği mal, hacir veya başka birine ait mallardan ise, ona vermeye hakkı yoktur ve kardeşinin oğlu da onlarda tasarruf edemez. Yargı makamlarının bu malları talep etmeleri caizdir; aksi durumda kimsenin bu malları verilen kişiden geri almaya hakkı yoktur.
- MUDAREBE
MUDAREBE
Soru 1896: Altın ve gümüş dışındaki şeylerle mudarebe yapmak caiz midir?
Cevap: Günümüzde tedavülde olan kâğıt paralarla mudarebe yapmanın sakıncası yoktur; fakat eşya ile mudarebe yapmak sahih değildir.
Soru 1897: Üretim, hizmet, dağıtım ve ticaret alanlarında mudarebe akdinden yararlanmak sahih midir? Acaba günümüzde ticarî alanlar dışında mudarebe adı altında yaygın olarak yapılan akitler şer'an sahih midir?
Cevap: Mudarebe akdi, sermayenin sadece alım satım yoluyla ticaret yapmakta kullanılmasıyla ilgili olup, sermayenin üretim, dağıtım, hizmet vb. alanlarda mudarebe adına kullanılması sahih değildir. Ancak bu gibi faaliyetleri cüâle (mükâfat vaat etmek) ve sulh gibi diğer şer’i akitlerin biriyle yapmanın sakıncası yoktur.
Soru 1898: Arkadaşlarımdan birinden, mudarebe adı altında bir süre sonra aynı miktarı ve fazlasını geri ödemek koşuluyla bir miktar para aldım. Bu paranın bir bölümünü, paraya ihtiyacı olan başka bir arkadaşıma verdim ve o da para sahibine ödeyeceğim kârın üçte birini üstlendi; acaba bu iş sahih midir?
Cevap: Bir süre sonra aynı parayı fazlasıyla birlikte geri ödemek şartıyla bir kimseden para almak, mudarebe akdinin kapsamına girmez; bu iş haram olan faizli borçtur. Mudarebe olarak alınan para da borç değildir ve çalıştıranın mülküne geçmez; tersine sahibinin mülkiyetinde kalır. Çalıştıran kişi ise sadece anlaşmalarına göre kârda ortak olmak kaydıyla parayla ticaret yapabilir. Parayı çalıştırmak için alan kişi, sahibinin izni olmaksızın onun bir bölümünü borç olarak veya mudarebe unvanıyla başkasına veremez.
Soru 1899: Her ay yaklaşık yüzde dört veya beş kâr almak şartıyla mudarebe adı altında borç veren kişilerden, mudarebe adı altında para almanın hükmü nedir?
Cevap: Bahsettiğiniz şekilde borç almak, mudarebe değildir; bilakis, her ne kadar borcun kendisi sahih ve borç alan kişi de borç aldığı malın maliki olsa da yükümlülük bakımından haram olan ve formalite icabı sözleşmenin isminin değiştirilmesiyle helal olmayan faizli borcun aynısıdır.
Soru 1900: Birisi, ticaret yapması ve her ay kâr olarak kendisine belli bir miktar para ödemesi ve zararını da kendisi karşılaması şartıyla birisine bir miktar para verse, acaba bu muamele sahih midir?
Cevap: Eğer onun malı üzerinde şer'an sahih olan bir şekilde mudarebe yapılması için sözleşme yapsa ve parayı çalıştırana sermaye sahibine, hissesine düşen kârdan alelhesap olarak her ay bir miktar para vermesi ve zarar ettiği takdirde zararı kendisinin karşılaması şartını koşarsa, böyle bir muamelenin sakıncası yoktur.
Soru 1901: Birine, elde edilen kârı aramızda eşit olarak bölüştürmek şartıyla birkaç tane nakliye aracını ithal edip satması için bir miktar para verdim. Bir süre sonra bana bir miktar para vererek, "Bu, kârdan senin hissene düşendir." dedi; acaba benim bu parayı almam caiz midir?
Cevap: Eğer sermayeyi mudarebe sözleşmesi çerçevesinde ona vermişseniz, o da o sermaye ile nakliye araçları satın alıp sattıktan sonra kârdan sizin payınıza düşeni vermişse, bu para size helâldir.
Soru 1902: Bir kimse, ticaret yapması için başka birine bir miktar para vermiş ve yılsonunda kâr ve zararı hesaplamak üzere her ay kendisinden alelhesap bir miktar para alıyormuş. Eğer yılsonunda para sahibiyle bu adam kendi rızalarıyla kâr ve zararı birbirlerine bağışlarlarsa, acaba onların bu işi sahih midir?
Cevap: Eğer parayı sahih bir şekilde mudarebe yapması için ona vermişse, para sahibinin her ay paranın kârından o kişiden alelhesap bir miktar almasının sakıncası yoktur. Yine yılsonunda her birinin ötekinden şer’an almayı hak ettiği şey üzerinde sulh etmesinin (uzlaşmasının) sakıncası yoktur. Fakat eğer borç olarak verir ve borçlunun her ay borç verene kâr olarak bir miktar para vermesini şart koşar ve daha sonra yılsonunda her birinin diğerinden almayı hak ettiği şey üzerinde sulh ederlerse, bu iş haram olan faizli borcun ta kendisidir. Bu durumda her ne kadar borcun kendisi sahihse de akit zımnında ileri sürülen şart batıldır ve sırf kâr ve zararı birbirlerine bağışlamaya razı olmalarıyla bu iş helâl olmaz. Dolayısıyla, borç verenin zarar konusunda hiçbir sorumluluğu olmadığı gibi, kâr olarak da hiçbir şey alamaz.
Soru 1903: Bir kimse, kârın üçte ikisinin kendisine, üçte birinin ise sermaye sahibine ait olması şartıyla birisinden mudarebe unvanıyla para almış. Bu parayla mal alıp kendi şehrine göndermiş; ancak mal yolda çalınmış. Bu durumda zarardan kim sorumludur?
Cevap: Sermayenin veya ticaret malının tamamının veya bir bölümünün telef olmasına, parayı çalıştıran kişinin veya başkasının ifrat veya tefriti (ihmali) neden olmamışsa ve sözleşmede parayı çalıştıran kişinin para sahibinin zararını karşılaması şart koşulmamışsa, zarar sermaye sahibine aittir ve kârla telâfi edilir. [Aksi durumda zararı parayı çalıştıran veya ihmalkâr davranan insan karşılar.]
Soru 1904: Faiz olmayacak şekilde, kârını kendi rızalarıyla aralarında bölüşmek şartıyla ticaret yapmak ve kazanç sağlamak için birinden mal almak veya birine mal vermek caiz midir?
Cevap: Eğer ticaret amacıyla alınan veya verilen mal borç unvanıyla olursa, bu malın kârının hepsi borç alana aittir; nitekim zarar ve ziyanı da ona aittir. Mal sahibi ise borçludan sadece o malın bedelini isteyebilir ve kâr olarak bir şey istemesi caiz değildir. Ama eğer mudarebe unvanıyla olursa, mudarebe akdinin sonuçlarının elde edilebilmesi için aralarında usulüne uygun akdedilmiş olması ve ayrıca şer’i açıdan geçerli olması için gerekli olan şartlara uyulması gerekir ki bunlar arasında her birinin kârdan olan payının yüzdelik olarak belirlenmesi vardır. Aksi durumda malın ve ticaret kârının hepsi mal sahibinindir; onu çalıştıran kişi ise sadece işinin emsalinin ücretini alabilir.
Soru 1905: Bankalar yaptıkları muamelelerde zararı hiçbir şekilde kabul etmedikleri için banka muameleleri gerçekten mudarebe sayılmayacağından, acaba para sahiplerinin yatırdıkları paraların kârı olarak her ay bankadan aldıkları miktar helâl sayılır mı?
Cevap: Sırf bankanın zararı üstlenmeyi kabul etmemesi, mudarebenin batıl olmasına sebep olmaz ve bu iş mudarebe akdinin formalite icabı yapılmış bir muamele olduğunu göstermez; çünkü şer'an para sahibi veya vekilinin (burada banka), mudarebe akdinde parayı çalıştıran kişiye, zarar ve ziyanı üstlenmesini şart koşmasının sakıncası yoktur. Dolayısıyla, formalite gereği yapıldığı ve herhangi bir nedenle batıl olduğu anlaşılmadıkça, para sahipleri tarafından vekil olan bankanın yaptığı işlemin mudarebe olduğunu iddia etmesi durumunda onun sahih olduğuna hükmedilir; bankanın kâr olarak para sahiplerine verdiği paralar da onlara helâldir.
Soru 1906: Bir kuyumcuya belli bir miktar parayı alım-satımda kullansın diye verdim. O her zaman kâr ettiği ve zarar görmediği için ondan her ay belli bir miktar elde ettiği kârdan istemem caiz midir? Eğer bir sakıncası varsa onun yerine ziynet eşyası almam caiz midir? Acaba bu meblağ eğer aramızda aracı olan bir kişi tarafından ödenirse, sorun çözülür mü? O para karşılığında eğer bana bir meblağ hediye etse, yine de sakıncası olur mu?
Cevap: Mudarebede sermaye sahibi ve onu çalıştıran kişinin her birinin kâr hissesinin üçte bir, dörtte bir ve yarı gibi kesirlerin biriyle belirtilmesi şarttır. Dolayısıyla, sermaye sahibi için belli bir meblağın aylık kâr olarak belirlenmesi, sahih [doğru] mudarebe değildir. Bu konuda belirtilen aylık kârın nakit para, eşya ve mücevher olması arasında ve yine o kârı şahsen kendisinin almasıyla başka birisinin vasıtasıyla alması arasında fark yoktur. Yine onu payına düşen kâr olarak veya parasıyla ticaret etmesi karşılığında parasını çalıştıran kişiden hediye olarak alması arasında hiçbir fark yoktur. Evet, sermaye sahibinin, kâr gerçekleştikten sonra mudarebe sözleşmesinin süresi sona erdiğinde hesaplaşmak üzere kârdan her ay alelhesap belli bir meblağ almasını şart koşabilirler.
Soru 1907: Bir kimse, ticaret yapmak için mudarebe unvanıyla birkaç kişiden bir miktar parayı, elde edilen kârın onunla mal sahipleri arasında sermayedeki payları oranında taksim edilmesi şartıyla alırsa, bunun hükmü nedir?
Cevap: Ticaret yapmak için paraları birleştirmek, sahiplerinin izni ile yapılırsa sakıncası yoktur.
Soru 1908: Lazım [tarafların, akitten kaynaklanan sorumluluklarını yerine getirmeye mecbur oldukları] akitte, parayı çalıştıran kişinin, her ay para sahibinin kârdan hissesine düşen para karşılığında ona belli bir meblağ ödemesi ve fazlalık ve noksanlık konusunda sulh etmelerinin şart koşulması sahih midir? Başka bir değişle, acaba lazım akitte mudarebe hükümlerine ters düşen bir şartın koşulması sahih midir?
Cevap: Eğer koşulan şart, kâr ortaya çıktıktan sonra sermaye sahibinin yüzdelik olarak belirlenen kâr payını, parayı çalıştıranın aylık olarak ona ödeyeceği meblağ ile sulh etmesi ise, bunun sakıncası yoktur. Fakat koşulan şart, sermaye sahibinin kârdan olan payının, parayı çalıştıranın kendisine aylık olarak ödemek istediği meblağ olarak belirlenmesiyse, bu şart mudarebe akdinin gereklerine aykırıdır ve dolayısıyla geçersizdir.
Soru 1909: Bir tüccar, yapacağı ticaretin kârından belli bir yüzdeliği sermaye sahibine vermek şartıyla birinden mudarebe olarak bir miktar para alır ve onların toplamıyla ticaret yapmak için kendi sermayesiyle birleştirir. Her ikisi de işin başında bu paranın getireceği aylık kârı teşhis etmenin zor olduğunu bildikleri için sulh etmeye karar verirler; acaba bu durumda mudarebe akdi şer'an sahih midir?
Cevap: Sermaye sahibinin aylık kâr oranını teşhis etmesinin imkânsız oluşu, mudarebenin sıhhati için gerekli olan öteki şartlara uyulması şartıyla mudarebe akdinin sıhhatine halel getirmez. Dolayısıyla eğer mudarebe sözleşmesini şer’i şartlarına uygun olarak yaptıktan sonra elde edilen kârın aralarında paylaştırılması konusunda uzlaşmaya karar verirlerse, şöyle ki sermaye sahibi, elde edilen kârdan kendi payına düşeni belli bir meblağ karşılığında uzlaşırsa sakıncası yoktur.
Soru 1910: Bir kimse, üçüncü bir kişinin kefil olması şartıyla mudarebe olarak birine bir miktar para vermiş. Bu durumda eğer adam parayla birlikte kaçarsa, para sahibi onu almak için kefile müracaat edebilir mi?
Cevap: Söz konusu durumda mudarebeye konu olan malın garanti altına alınması şartında herhangi bir sakınca bulunmamaktadır. Dolayısıyla eğer parayı çalıştıran kişi mudarebe sermayesi olarak aldığı parayla birlikte kaçarsa ya da ifrat veya tefritle onu zayi ederse, para sahibi onun karşılığını almak için kefile müracaat edebilir.
Soru 1911: Eğer parayı çalıştıran kişi, ticaret yapmak için birkaç kişiden aldığı mudarebe sermayesinin tümünden veya belli bir kişinin sermayesinden bir miktarını sahibinden izin almaksızın başka birine borç verirse, bu durumda mudarebe için kendisine verilen paralara karşı yed-i damân (kaybı karşılamakla yükümlü) sayılır mı?
Cevap: Sahibinden izin almadan birisine borç verdiği miktarda, onun yed-i emaneti yed-i damâna dönüşür ve sonuç olarak o miktara kefildir; ancak diğer mallar konusunda ifrat ve tefrit etmemişse, onun yed-i, yed-i emanet [güvenilir] olarak kalır.
- BANKA İŞLEMLERİ
- SİGORTA
SİGORTA
Soru 1952: Hayat sigortasının hükmü nedir?
Cevap: Şer'an bir sakıncası yoktur.
Soru 1953: Sigorta kurumu tarafından verilen sağlık karnesinden, sahibinin aile efradından olmayan birinin yararlanması caiz midir? Acaba sağlık karnesi sahibinin, onu kullanması için başkasına vermesi caiz midir?
Cevap: Sağlık karnesinden ancak sigorta şirketinin hizmet sunmayı taahhüt ettiği kişiler yararlanabilirler; başkalarının bu karttan yararlanması zâmin olmalarını (verdikleri zararı ödemelerini) gerektirir.
Soru 1954: Sigorta şirketi, hayat sigortası yaptıran kişiyle yaptığı sözleşme gereği, sigortalının ölümünden sonra onun belirlediği kişilere bir miktar para vermeyi taahhüt etmiştir. Şimdi eğer sigortalı borçluysa ve mal varlığı borcunu ödemek için yeterli değilse, acaba alacaklıların, alacaklarını sigorta şirketinin ödediği paradan almaya hakları var mıdır?
Cevap: Bu iş, tarafların sigorta sözleşmesindeki anlaşma biçimine bağlıdır; dolayısıyla eğer sigorta sözleşmesinde, belirlenen meblağın sigortalının ölümünden sonra onun belirlediği kişi veya kişilere verilmesi kararlaştırılmışsa, bu durumda sigortanın ödediği bu meblağ onun bıraktığı miras hükmünde değildir; sigortanın bu parayı ödemesi için önceden belirlenen kişilere aittir.
- DEVLET KANUNLARI
- VAKIF
- MEZARLIK HÜKÜMLERİ
MEZARLIK HÜKÜMLERİ
Soru 2101: Müslümanların umumî mezarlığının mülkiyetini alıp oraya şahsî binalar inşa etmenin ve onu şahıslar adına mülk olarak kaydettirmenin hükmü nedir? Müslümanların umumî mezarlığı vakıf hükmünde midir? Orada yapılan kişisel tasarruflar gasp mıdır? Acaba orada tasarruf eden kişilerin tasarruflarının emsalinin ücretini ödemeleri gerekir mi? Eğer tasarruf edenler tasarruflarının emsalinin ücretini karşılamakla yükümlü iseler, bu malları nereye harcamak gerekir ve orada yapılan binaların hükmü nedir?
Cevap: Müslümanların umumî mezarlığının tapusunu üzerine almak, başlı başına mülkiyet için şer’i bir delil olamayacağı gibi, oranın gasp edildiği anlamına da gelmez. Nitekim oranın sırf ölüleri defnetmek için umumî mezarlık olması da, oranın vakfedildiğine şer’i bir delil değildir. Dolayısıyla mezarlık eğer örfen halkın ölülerini defnetmek vb. amaçlarla kullanması için şehrin umuma ait yerlerinden sayılsa veya Müslümanların ölülerini defnetmesi için vakfedildiğine dair şer’i bir delil bulunursa, hali hazırda orada tasarruf edenlerin kişisel tasarrufları gasp ve haramdır. Dolayısıyla mezarlık arazisini terk etmeleri, üzerindeki binaları yıkmaları ve orayı eski hâline dönüştürmeleri gerekir; ama yapılan tasarrufların emsalinin ücretini karşılamakla yükümlü olmanın gerekliliği kesin değildir.
Soru 2102: Mezarları neredeyse otuz beş yıllık olan bir türbe var ve belediye burayı bir önceki hükümet döneminde halka açık park haline getirip bir kısmına bina yaptırmış. Acaba ilgili kurum bu arazi üzerinde ihtiyaç duyduğu binaları yeniden inşa edebilir mi?
Cevap: Eğer mezarlık arazisi Müslüman ölülerin defnedilmesi için vakfedilmişse veya orada bina inşa edilmesi mezarların açılmasına veya ulemanın, salih ve mümin kişilerin mezarlarına saygısızlığa sebep olacaksa veya arazi halkın yararlanması için şehrin ihtiyaç duyduğu umuma ait mekânlardansa, orada tesisler yapmak ve özel tasarruflarda bulunmak, orayı değiştirmek ve başka bir şeye dönüştürmek caiz değildir. Aksi durumda özü itibariyle bu işin bir sakıncası yoktur; ancak bu husustaki ilgili kanunlara uyulması gerekir.
Soru 2103: Ölülerin defnedilmesi için vakfedilmiş bir arsanın ortasında, imamzadelerden birinin türbesi de bulunmaktadır. Son zamanlarda bu mezarlığa aziz şehitlerden bir grubun cesetleri de defnedilmiştir. Gençler için uygun bir spor alanı bulunmadığı göz önünde bulundurulduğunda, acaba İslâmî adabı gözeterek mezarlıkta oynamaları caiz midir?
Cevap: Mezarlığı spor alanına çevirmek ve vakfedilen arazide vakıf amacı dışında tasarruf etmek caiz değildir. Yine Müslümanların ve aziz şehitlerin mezarlarının saygınlığını çiğnemek de caiz değildir.
Soru 2104: İmamzadelerden birinin ziyaretçilerinin, arabalarını, üzerinden yaklaşık yüz sene geçen eski mezarlığa park etmeleri caiz midir? Oranın daha önce köy halkının mezarlığı olarak kullanıldığı, ancak hâlihazırda ölülerini başka bir yerde defnettikleri dikkate alındığında hüküm nedir?
Cevap: Örfe göre bu iş Müslümanların ve mezarlarının saygınlığını çiğnemek sayılmadığı ve o imamzâdenin türbesinin ziyaretçilerine engel çıkarmadığı sürece bunun sakıncası yoktur.
Soru 2105: Bazı kişiler umumî mezarlıklarda, ölülerin bazı mezarların yanına defnedilmesini önlemektedirler; ölüleri oraya defnetmeye şer’i bir engel var mıdır? Acaba onların ölüleri oraya defnetmeyi engellemeye hakları var mıdır?
Cevap: Eğer mezarlık mevkuf olursa veya herkesin ölülerini oraya defnetmesi mubahsa, kimsenin umumî mezarlıkta kendi ölüsünün mezarının etrafında bir sınır belirleyip müminlerin cenazelerinin orada defnedilmesine engel olmaya hakkı yoktur.
Soru 2106: Mezar kapasitesi tamamlanan bir türbenin yanında, adli mahkeme tarafından arazi sahibinden el konularak başka bir kişiye devredilen bir arazi bulunmaktadır. Acaba arazinin şimdiki sahibinden izin alınarak ölüleri defnetmek için oradan yararlanmak caiz midir?
Cevap: Eğer arazinin şimdiki sahibi, onun şer'i mülk sahibi sayılıyorsa, onun rızası ve izniyle orada tasarruf etmenin sakıncası yoktur.
Soru 2107: Birisi, bir araziyi ölülerin defnedilmesi için vakfetmiş ve orayı Müslümanların umumî mezarlığı kılmıştır. Acaba mezarlığın mütevelli heyetinin ölülerini defnedenlerden para alması caiz midir?
Cevap: Vakfedilmiş umumî mezarlıkta ölülerin defnedilmesi karşılığında bir şey talep edilemez. Fakat mezarlığa veya ölü sahiplerine ölülerini defnetmeleri için başka hizmetler sunuyorlarsa, bunun karşılığında ücret olarak bir meblağ istemelerinin sakıncası yoktur.
Soru 2108: Köylerden birinde bir telefon santrali kurmak için köy halkından bize bir arsa vermelerini istedik. Köyün ortasında bu iş için uygun bir yer bulunmaması dolayısıyla, acaba santrali, kullanılmayan eski mezarlığın bir bölümünde inşa etmemiz caiz midir?
Cevap: Müslümanların umumî mezarlığı, eğer [sadece] ölülerin defnedilmesi için vakfedilmişse veya orada telefon santrali yapılması mezarların açılmasına ya da Müslümanların mezarlarının saygınlığının çiğnenmesine sebep olacaksa, bu iş caiz değildir; aksi durumda bunun sakıncası yoktur.
Soru 2109: Kasabadaki şehit mezarlarının yanında başka bölgelerde defnedilmiş bizim kasabalı şehitler adına ileride mezarları olması amacıyla anıt taşları dikilmesine karar verdik; acaba bu iş caiz midir?
Cevap: Aziz şehitlerimizin adına sembolik mezarlar yapmanın sakıncası yoktur; fakat o mekân ölüleri defnetmek için vakfedilmişse, başkalarına ölülerini defnetmelerinde sıkıntı çıkarmak caiz değildir.
Soru 2110: Bir mezarlık yanındaki kıraç arazinin bir bölümünde bir sağlık ocağı kurmaya karar verdik; fakat halktan bazıları o yerin mezarlığın bir parçası olduğunu ileri sürdüler. Yetkililer de bu yerin mezarlık olup olmadığını teşhis edemediler. Bölge halkından bazı yaşlılar sağlık ocağı inşa etmek istediğimiz alanda mezar bulunmadığına tanıklık ederken, diğer bazıları da orada mezar olduğunu ileri sürdüler. Fakat her iki grup da sağlık ocağı binası yapmak istediğimiz yerin etrafında mezarlar bulunduğunu söylüyorlar; bu konuda ne yapmamız gerekir?
Cevap: O arazinin, Müslümanların ölülerini defnetmeleri için vakfedildiği ve halkın çeşitli münasebetlerde yararlandıkları umuma ait yerlerden olmadığı ispatlanmadığı sürece ve orada sağlık ocağı yapmak da, mezarları açmayı ve müminlerin mezarlarının saygınlığının çiğnenmesini gerektirmedikçe bahsi geçen arazide o sağlık ocağını inşa etmenin sakıncası yoktur; aksi durumda caiz değildir.
Soru 2111: Nasıl vakfedildiği bilinmeyen geniş bir mezarlığın cenaze defnedilmemiş bölümünde, cami inşa edilmesi ve bölge halkına sağlık ocağı yapılması gibi umumî hizmetler için kiraya verilerek kira gelirinin mezarlık yararına harcanması caiz midir? Bu bölgede hizmet merkezleri inşa etmek için boş alanın olmadığı ve bölgenin bu hizmetlere ihtiyacı olduğunu göz önünde bulundurarak hükmü açıklar mısınız?
Cevap: Eğer arazi, sadece cenazeleri defnetmek için kullanmak amacıyla vakfedilmişse, bu durumda kiraya vermek veya oraya cami veya sağlık ocağı gibi mekânlar inşa etmek için kullanmak caiz değildir. Ama mevcut belirtilerden oranın ölülerin defnedilmesi için vakfedildiği sonucuna varılmaz, halkın ölülerini defnetmeleri gibi amaçlara yönelik şehrin umuma ait yerlerinden olmazsa, orada mezar da bulunmaz ve belli bir sahibi de olmazsa, bu durumda o araziden bölge halkının umumî menfaatleri için yararlanmanın sakıncası yoktur.
Soru 2112: Enerji Bakanlığı'nın yapmayı tasarladığı, elektrik üretimine yönelik birkaç barajdan biri de Karun Nehri üzerinde yapılması amaçlanan barajdır. Bu projenin plânlanan tesislerinin ilk aşaması tamamlanmış ve gerekli bütçe de temin edilmiş bulunuyor. Fakat proje bölgesinin merkezinde, içinde eski mezarlarla birlikte yeni mezarlar bulunan eski bir mezarlık mevcut olup projeyi uygulamak için bu mezarların yıkılması gerekmektedir; bu konuda hüküm nedir?
Cevap: Cesetleri toprağa dönüşmüş mezarları yıkmanın sakıncası yoktur; fakat izi belli olan eskimemiş mezarları açmak ve henüz toprağa karışmayan cesetleri dışarı çıkarmak caiz değildir. Ancak o elektrik üretimi projesini uygulamak iktisadî ve toplumsal gereklerdense, öyle ki onu yapmaktan başka çare yoksa ve projeyi oradan başka bir yere aktarmak veya yönünü mezarlık bölgesinden başka tarafa çevirmek çok zor ve meşakkatli ise, bu durumda barajın orada yapılmasının sakıncası yoktur. Fakat bu durumda mezarın etrafındaki toprağı kazmakla da olsa cesetleri henüz toprağa dönüşmeyen mezarları açmaktan kaçınarak başka bir yere aktarmak farzdır. Eğer çalışma esnasında ceset dışarı çıkarsa, onu başka bir yere aktararak defnetmek farzdır.
Soru 2113: Mezarlıkların birinin yanında, hiçbir mezar izine rastlanılmayan, ancak eski bir mezarlık olma ihtimalinden söz edilen bir arazi yer almaktadır. Acaba bu yer üzerinde tasarruf etmek ve orada toplumsal etkinlikler için bina yapmak caiz midir?
Cevap: Eğer oranın, ölülerin defnedilmesi için vakfedilen umumî mezarlığın bir parçası veya örfen o mezarlığın sınırları içinde sayıldığı kesinlik kazanırsa, bu durumda orası mezarlık hükmündedir ve orada tasarruf etmek caiz değildir.
Soru 2114: İnsanın hayattayken kendisine mülk edinmek amacıyla mezar satın alması caiz midir?
Cevap: Eğer mezar yeri bir başkasının şer’i mülküyse, onu satın almanın sakıncası yoktur; fakat müminlerin ölülerinin defnedilmesi için vakfedilmiş olan yerin bir parçasıysa, bu durumda onu satın almak ve zapt etmek ister istemez başkalarını, ölülerini oraya defnetme tasarrufundan alıkoyacağı için sahih değildir.
Soru 2115: Eğer bir caddede yaya yolu yapmak, yaklaşık yirmi yıl önce caddenin yanındaki mezarlığa defnedilen birkaç müminin mezarını tahrip etmeyi gerektirirse, acaba bu iş caiz midir?
Cevap: Eğer bu mezarlık vakıf değilse ve bu mekânın yaya yoluna dönüştürülmesi Müslümanların mezarlarını açmayı ve onların saygınlığının çiğnenmesini gerektirmezse, sakıncası yoktur.
Soru 2116: Şehir merkezinde, vakfedildiği belli olmayan terkedilmiş bir mezarlık var; acaba bu mezarlıkta cami yapmak caiz midir?
Cevap: Eğer söz konusu mezarlığın yeri vakfedilmemiş ve birisinin özel mülkü değilse, yine halkın çeşitli münasebetlerde kullanması için ayrılan umuma ait yerlerden değilse ve orada cami yaptırmak da Müslümanların mezarlarını açmayı ve onlara saygısızlık etmeyi gerektirmezse, sakıncası yoktur.
Soru 2117: Yaklaşık yüz seneden beri umumî mezarlık olan bir yerde birkaç yıl önce yapılan kazıda birkaç mezara rastlandı. Kazı ve toprak kaldırma işleminden sonra mezarlardan bazıları ortaya çıktı ve içinde kemikler de göründü. Acaba belediyenin bu yeri satması caiz midir?
Cevap: Eğer bahsi geçen mezarlık vakıfsa, onun alım satımı caiz değildir. Her halükarda eğer kazı işlemleri mezarların açılmasına neden oluyorsa bu da haramdır.
Soru 2118: Milli Eğitim Bakanlığı, eski bir mezarlığın bir bölümünü ahalinin onayını almaksızın okul yaptırmak için zapt ederek orada öğrencilerin namaz kıldıkları bir okul inşa etti. Bu işin hükmü nedir?
Cevap: Okul arsasının, ölülerin defnedilmesi amacıyla vakfedildiğine dair muteber bir delil yoksa ve ölülerin defnedilmesi vb. işler için şehrin umumî alanlarından ya da birisinin özel mülkü değilse, ilgili kanunlara uyarak orayı okul olarak kullanmanın ve orada namaz kılmanın sakıncası yoktur.