Bismillahirrahmanirrahim
Âlemlerin rabbine hamdü sena olsun
Seyidimiz ve nebimiz Ebul Kasım
Muhammed-i Mustafa’ya (saav) ve onun pak, Tayyib ve müntaceb Ehlibeytine
özellikle de Bakiyetullah (ac)’a salatü selam olsun.
Muhterem konuklara hoş geldiniz diyorum.
Aziz bacı ve kardeşlerim! Gerek Ehli Beyt (as) kurultayı camiasından olan,
gerek İslami radyo-Televizyonlar Birliğinden ve gerekse buraya teşrif eden
muhterem şehid ailelerine; Allah Taala’dan kendi bereketini tüm sizlere inayet
buyurmasını temenni ederim.
Dünya Ehli Beyt (as) Kurulu ve
İslami radyo Televizyonlarla ilgili burada bazı hususları hatırlatmak isterim.
Dünya Ehli Beyt (as) Kurulu ile ilgili olarak, bu kurulun önemi Ehli Beyt
(as)’a nispet verilmesinden dolayıdır. Çünkü Allah Taala (cc) Kur'anı Kerim'de
açık bir şekilde Resulullah'ın Ehli Beyt'i hakkında beyanı bulunmaktadır ve
Kur'an'da böyle bir ifade çok az tekrarlanmıştır. Ahzap suresinin 33. ayetinin
bir bölümünde Allah Taala şöyle buyuruyor:
اِنَّما یُریدُ اللهُ
لِیُذهِبَ عَنکُمُ الرِّجسَ اَهلَ البَیتِ وَ یُطَهِّرَکُم تَطهیرًا
"…Ancak ve ancak Allah, ey Ehl-i
Beyt, sizden her çeşit pisliği, suçu gidermek ve sizi tam bir temizlikle
tertemiz bir hale getirmek diler…"
Burada Ehli Beyt (as)ın tanıtıcısı,
tathir edicisi, temizleyicisi bizzat Allah Taala'nın kendisidir. Güzel de bu
tathir ve temizlenmenin muhtelif boyutları bulunmakta. Bir topluluk eğer
kendini Ehli Beyt (as)’a ait biliyor ve ona nispet ediyorsa bunun için bir
takım gerekleri yerine getirmesi icap ediyor. Benim arz etmek istediğim husus
budur. Bir takım gerekler var ki bu gereklere riayet edilmesi icap ediyor.
İmamlar (as)ın tüm gayret ve çabaları bu birkaç hedef uğruna mücadele ve
mücahide etmekti: Birincisi hak İslami maarifi ihya etmek, dinamik olmasını,
İslami ilke ve esasları sağlamak; bunları canlı tutmak. İslam ümmeti
içerisindeki tağut ve zalim yönetimlerin tüm gayretleri İslami maarif kökten
yok etmek veya değiştirmek, tahrif etmekti. Nitekim İmamlar (as)’ın en temel
hareketlerinden biri bunun karşısında durmaktı. İslami maarifin korunması ve
ihya edilmesi.
İmamlar (as)’ın girişimlerinden bir
başkası da ilahi hükümlerin ikamesiydi. Yönetim kendi ellerinde olduğunda da
yönetim ellerinde olmadığında da ilahi hükümlerin ikamesine gayret etmişlerdir.
Tüm çaba ve gayretleri ilahi hükümlerin toplumda tahakkuk bulmasıydı. Masum
imamların bir diğer girişimi de fi sebilillah uğruna mücahide etmekti. Nitekim
sizler imamların ziyaretlerinde şöyle diyorsunuz:
أشهَدُ أنّکَ جاهَدتَ فِیاللهِ
حَقَّ جِهادِه؛ حقّ جهاد
Yani: Şehadet ederim ki sen Allah
yolunda cihad etmekten kesinlikle kaçınmadın. Tüm varlığın ile tüm gücünle ve
tüm kapasitenle Allah yolunda mücahide de bulundun.
Kendisi başlı başına özel bir bölümden
ibaret olan Mücahide'de önemli bir bölüm zulüm ve zalime karşı mücadele etmektir.
İmamlar (as)ın hayatı baştanbaşa zulüm ve zalime karşı mücadeleyle doludur.
Onca baskılara maruz kalanın, zehirlenmelerin, şehid edilmelerin ve bunun
gibilerin asıl sebebi ise işte budur. Çünkü zulüm ve zalimle mücadele
etmişlerdir. İmamların yaşamı budur. Biz şimdi Ehli Beyt’in izinden gidenler
olmak istiyoruz, bunun için de bu gibi meselelere riayet etmeliyiz. İslami
maarifi yaymalıyız, ilahi ahkâmı ikame etmeyi kendi hedeflerimiz arasına
almalıyız, Allah yolunda tüm varlığımız ile cihad etmeliyiz, zulümle savaşmalı,
zalimle savaşmalıyız. Bu bizlerin görevimizdir. İyi de mücahide sadece askeri
bir savaştan ibaret değil. Mücahedet, mücadele geneldir. Kültürel mücadeleden
tutun da siyasi mücadele ve ekonomik mücadele tüm bunlar mücahide unvanı kapsamı
içinde yer alıyor. Kafa sadece askeri savaşla kurcalanmaması gerekir. Bazen de
bir yerde askeri savaş olabilir. Ama bu tüm mücahedeyi oluşturmuyor.
Bugün biz Müslümanlar ve Ehli Beyt
mensuplarının karşısındaki mücahide, İslami bölgede müstekbirlik planlarına
karşı mücadele etmekten ibarettir. Bugün en büyük mücadele budur.
Müstekbirliğin planlarına karşı mücadele etmek gerekir. Bu planları ilk etapta
tanımak gerekir, ne yapmak istediğini bilmemiz gerekir, daha sonra oturup plan
yapmalı ve düşman’ın hedeflerine karşı mücadele etmeliyiz. Sadece de müdafaa ve
infial durumu söz konusu değil. Mücadele savunma ve saldırı gibi geneldir.
Bazen insan savunma konumunda olmalıdır, bazen ise saldırı konumunda. Her iki
durumda da hedef, bölgede temel ve asli düşman konumunda olan Müstekbirliğin
plan ve programlarına karşı mücadele etmekten ibarettir. Hem de tüm İslami
bölgede özellikle de bu batı Asya bölgesinde. Avrupalıların ısrarla adını
Ortadoğu bölgesi koymak istedikleri bu bölge, yani doğuyu bunlar Avrupa’ya göre
hesap etmekteler. Avrupalıların bu mağrurluğuna bakınız. İlk baştan burası
Ortadoğu olmuş. Bir yer uzak doğudur, bir yer orta doğu ve bir yer de yakın
doğu. Avrupalıların bu mağrurluğuna bakınız. Ortadoğu ismi yanlıştır, burası
Batı Asya bölgesidir. Asya çok büyük bir kıtadır. Biz Asyanın batısında yer alıyoruz. Bu
bölge çok kritik bir bölgedir, stratejik, askeri, yeraltı kaynakları açısından,
Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bağlantı ve köprü oluşturma bakımından
çok önemli bir bölgedir. Bu bölge üzerinde planları var, programları var, bu
planlarının ne olduğunu görmemiz ve ona karşı mücadele etmemiz gerekir. İşte bu
mücadeledir. Kur’an bize diyor ki: [1] “جهِدوا فِی اللهِ حَقَّ جِهادِه”
Yani: Ve Allah için hakkıyla savaşın.
Ve işte bugün Allah
için cihad budur.
İslam dünyası ve
özellikle de bu bölge aleyhinde komplo yeni bir mesele değildir, yıllar
öncesinden, yüz yıl öncesinden, birinci dünya savaşından buyana, bu bölge
müstekbir güçlerin sayısız baskılarına hedef olmuş bulunmaktadır. Günün birinde
İngilizler ve bir başka gün de Amerikalılar, günün birinde bir dönemde ise
Fransa, son yüz yıl veya daha fazla süre içindeki müstekbir güçleri oluşturmuş
ve burada meşguller. Fakat bu baskılar, bu planlamalar ve bu komplolar İran’da
İslam İnkılâbının zafere ermesiyle birlikte daha da şiddet kazanmıştır. Çünkü
İran gibi önemli bir ülkede, büyük bir ülkede, kritik bir ülkede İslam’ın zafer
kazanması müstekbirlik açısından sersemletici olmuştur. İlk dönemde bir
süreliğine olayı yorumlayacak güçte bile değillerdi, Olayları biz takip ediyor
ve durumu yakından görüyorduk, sersemleşmişlerdi. Daha sonra kendilerine
geldiklerinde ise baskılara başladılar. Baskının odağında ise İran İslam
cumhuriyeti vardı. İlk etapta bu tecrübenin öteki ülkelerde gerçekleşmemesiydi,
bunun peşindeydiler. Bunun için de İran üzerinde baskıları artırma fikrine
düştüler. Şu anda 35 yıldır ki biz düşman’ın baskısına alışmış bulunuyoruz,
İran halkı artık baskılara adet etmiştir: tehdit, yaptırım, güvenlik baskıları,
muhtelif siyasi komplolar. Tam 35 yıldır biz muhtelif baskılarla yüz yüzeyiz.
Bu İslam İnkılâbının zafere erdiği günden beridir, fakat bundan 4-5 yıl önce
Mısır, Tunus ve diğer bazı ülkelerde olduğu gibi Kuzey Afrika’da başlayan
İslami Uyanış hareketi ardından düşmanların bu baskıları daha da artış
göstermiştir. Yani gerçek bir ifadeyle düşman panikledi, bunalıma girdi birçok
girişimlerde bulundular ve şimdi de sürdürmekteler. Elbette onlar, İslami
diriliş hareketini sindirdiklerini tasavvur etmekteler, ama ben hakirin görüşü
şudur ki İslami uyanış hareketi sindirilmeli değil. Doğrudur bir şeyler
yaptılar ama bu hareket halen devam ediyor, şimdi biraz erken veya biraz geç
ama kendi konumunu elde edecektir. Ama her haliyle onlar bu son birkaç yıl
içinde kendi çabalarını artırmış bulunmaktalar, birçok girişimde bulunmuşlardır
ve denklemlere yeni bir işlem eklemiş bulunmaktalar.
Ben ilk baştan şunu
söyleyeyim ki biz düşman dediğimizde hayali bir varlıktan söz etmiyoruz.
Düşmandan bizim maksadımız müstekbirlik düzenden ibarettir, yani müstekbirlik
güçleri, varlıkları başkalarını sulta altına almaya, başkalarının işlerine
müdahalede bulunmaya, başkalarının mali ve hayati kaynaklarını kendi
kontrollerine geçirmeye bağlı olan güçler¸işte bunlar müstekbirlerdir veya
başka bir tabirle sulta düzenin liderleri. Biz siyasi edebiyat literatürümüzde
bir tabirimiz var ve o da sulta düzeni ifadesidir; yani dünyanın sultacı ve
sultaya uğrayanlar şeklinde bölünmesi; bu sulta düzenidir. Sulta düzeninin
başında olanlar işte düşman onlardır. Bunun için bir dış misyon ve örnek de
gösterecek olursak ABD’dir. Sulta düzeninin tam örneği Amerikan Birleşik
devletleridir. Diğer bazıları da var ama hepsinden en belirgini, en açığı ve en
somut olanı ABD’dir, insani ahlakiyattan en ufak bir nasip bile alamamış,
cinayetler konusunda her türlü cinayetten çekinmemekte, bu cinayet, bu baskı ve
bu şiddeti de çok rahat bir şekilde yaygın kavramlarla, iyi ve güzel
sözcüklerle örtmeye çalışıyorlar. Onun simgesi budur. Bu bakımdan düşman
dediğimizde yani bu.
Bu düşman’ın planı
bölgemizde genellikle iki temele dayanmaktadır. Elbette birçok şubeleri var ama
genelde bu ikisidir. Biri ihtilafların oluşması ve diğeri nüfuzdan ibarettir.
Bu, düşman’ın bölgedeki hedefinin temelini oluşturuyor. İhtilaf oluşturmak,
hükümetler arasında ve daha sonra halklar arasında ihtilaf çıkarmak; hükümetler
arasındaki ihtilaftan daha tehlikelisi halklar arasında çıkarılmak istenen
ihtilaflardır, yani halkların yüreklerini birbirlerine karşı nefretle
dolduruyorlar, muhtelif adlar altında gerilim oluşturuyorlar. Bir zamanlar
Paniranizm, Panarabizm veya Pantürkizm ve benzeri şeylerden yararlanıyorlardı,
başka bir günde Sünni-Şii, tekfir ve benzeri isimler söz konusudur. Mümkün olan
her yolla ihtilaf çıkarmaya çalışıyorlar. Bu, şiddetle üzerinde çalıştıkları
hususlardan sadece biridir.
Elbette bu işin
uzmanı İngilizlerdi, onlar mezhebi ihtilaf çıkarma konusunda uzmanlıkları var,
Amerikalılar da onlardan öğrendiler ve bugün var güçleriyle çalışıyorlar. Bugün
görmekte olduğunuz bu tekfiri grupların tümü bunların el ürünleridir. Elbette
bu meseleyi biz birkaç yıl önceden dile getirdik ve o zaman bazıları inandırıcı
bulmamışlardı. Fakat bugün Amerikalıların bizzat kendileri itiraf ediyorlar,
IŞİD’i onların oluşturduğunu itiraf ediyorlar, en-Nusra cephesini kendilerinin
oluşturduğunu, tekfircileri kendilerinin oluşturduğunu itiraf ediyorlar, bu
arada bir grup sadık Müslüman da bunlara aldanmakta; asıl önemli olan da budur.
Bizim açımızdan çok ibreti verici olan ve dikkate almamız gereken husus şudur
ki bazen sadakatli insan basiretsizliğinden dolayı, düşman’ın planı çerçevesi
içinde hareket etmekteler; bu olay vuku bulmuştur. Bunun en açık örneklerinden
biri Suriye meselesidir. Tunus’ta, Mısır’da tağuti yönetimler İslami
sloganlarla devrildiklerinde Amerikalılar ve onların İsrailli piyonları derhal
bu formülden yararlanarak direniş yönetimleri ve direniş ülkelerini yok etmeye
karar verdiler. Nitekim Suriye’ye yöneldiler. Bu plan içerisinde bir grup sade
ve basiretsiz Müslüman yer aldı ve Suriye’nin işini o hadde getirdiler ki şu
anda müşahede etmektesiniz. 4-5 yıldır bir ülkeyi, ne zaman sona ereceği belli
olmayan böyle bir sarsıntıya uğratmışlardır. Bu düşman’ın yaptığı ve sade
Müslüman’ın da düşman’ın planın bir parçası konumuna geldiği, düşman’ın
cetvelini doldurduğu durumlardan biridir. Bu durum birçok alanlarda vuku
bulmakta. Tekfiri grupları bunlar oluşturdu, hakaretçi, zalim ve cebbar
toplulukları bunlar oluşturarak İslam ümmetinin canına musallat ettiler ve adını
da mezhep savaşı koydular. Ben sizlere şunu demek isterim ki bugün Irak ve
Suriye’de ve diğer bölgelerde mezhep savaşı olarak tanıtmaya çalıştıkları
ihtilaflar kesinlikle mezhep savaşı değildir, aksine siyasi bir savaştır.
Yemen’deki savaş siyasi bir savaştır, mezhep savaşı değil, yalandan Şia-Sünni
meselesinin söz konusu olduğunu söylüyorlar, hâlbuki kesinlikle Şii-Sünni
meselesi söz konusu değil. Bugün Suudi rejiminin bombardımanlar altında
hastanelerde, okullarda, kreşlerde hayatını kaybeden çocuk ve kadınların bir
bölümü Şafii mezhebine mensup insanlardır, bazıları Zeydi'dirler, Şia-Sünni
mevzuu söz konusu değil, asıl kavga siyasi kavgadır, siyasetlerin kavgasıdır.
Bugün bunlar bölgede
böyle bir durumu gündeme getirdiler, ihtilaf oluşturdular, nitekim bu
ihtilafların giderilmesi için gayret göstermek gerekir. Biz sarahatle ve açıkça
her kese ilan ettik ki: Biz tüm Müslüman devletlere yönelik dostluk eli
uzatıyoruz. Bizim Müslüman devletlerle hiçbir sorunumuz yoktur. Elbette çoğu
komşularımızla da çok iyi ilişkilere sahibiz, kardeşçedir. Kuzey’de, Güney’de,
Batı’da ve doğu’da İran İslam cumhuriyetinin çevresindeki ülkeler bizimle iyi
ilişkilere sahipler. Elbette yakın ve uzak ülkelerden bazıları da bizimle
anlaşmazlık içindeler, inat ediyorlar, habasette bulunuyorlar. Elbette onlar bu
tutumdalar ama biz yine de komşularla, hükümetler ve özellikle de halklarla iyi
ilişkiler içinde olmayı irade etmişiz. Ülkemizin halklarla ilişkisi çok iyi
ilişkilerdir.
Elbette inancımız
ilke ve temellere bağlılıktır. Bizler, ilkelerin korunması gerektiğini
söylüyoruz. Yüce imamımız (rahmetli İmam Humeyni) ilkelere bağlılık sayesinde
inkılâbı zafere ulaştırmayı, inkılâbı korumayı ve İslam cumhuriyetini istikrara
kavuşturmayı başardı; ilkelere bağlıydı. İlkelerden biri, [2]“اَشِدّآءُ عَلَی الکُفّارِ رُحَمآءُ بَینَهُم”
Yani: “Kâfirlere karşı şiddetli ve kendilerine karşı merhametlidirler…” Biz
düşmanlar karşısında, müstekbirlire karşı tavizsiziz, ama Müslüman kardeşlere
karşı düşmanlıkta bulunma niyetinde değiliz, dostluk, kardeşlik ve ahbaplık
içinde olma hedefindeyiz, çünkü “Kâfirlere karşı şiddetli ve kendilerine karşı
merhametlidirler…” ifadesinin tahakkuk bulmasına inanıyoruz. Bu yüce imamımızın
vermiş olduğu derstir. Bu, İslam cumhuriyetinin kesin çizgisidir. Biz mazluma
yardım konusunda karşı tarafın mezhebine bakmayız ve bakmamışız da, Yüce imamın
çizgisi buydu. İmam Lübnan’da Şii direnişe gösterdiği davranışın aynısını
Filistin’de Sünni direnişe de gösteriyordu, en ufak bir ayrım göstermeksizin. Biz
Lübnan’daki kardeşlerimize gösterdiğimiz desteğin aynısını Gazze’deki
kardeşlerimize de gösterdik, en ufak bir ayrım gözetilmeksizin. Onlar
Sünni’ydiler, bunlar ise Şii’ydiler. Bizim açımızdan asıl mesele İslami
kimliğin savunulması meselesiydi, mazlumun himaye edilmesi, Filistin’in
savunulması meselesidir; bugün Müslümanların bölgesindeki en önemli mesele
Filistin meselesidir; bu bizim için en asli meseledir, düşmanlığımızda da fark
etmez; aziz imam görünüşte bir Şia olan Muhammed Rıza Pehlevi rejimine karşı
mücadele verdi. Keza görünüşte bir Sünni olan Saddam hüseyin’e karşı da
mücadelede bulundu. Elbette ne o Şiaydı ve ne de bu Sünni. Her iki de İslam’a
karşı biganeydi. Fakat bunun dış görünüşü Sünni ve onun dış görünüşü de
Şii’ydi. İmam bunların her ikisi ile de aynı şekilde mücadele etti. Mesele,
Sünni, Şii, mezhep ve benzeri konular değil. Mesele, İslam’ın ilkeleri
meselesidir: “[3]کونوا لِلظّالِمِ خَصمًا وَ لِلمَظلُومِ عَونًا”
Yani: zalimin düşmanı ve mazlumun yardımcısı olunuz…” Bu İslam’ın emridir, bu
bizim yolumuzdur, bizim çizgimizdir.
İslam dünyasında
ihtilafların körüklenmesi yasaktır. Biz, ihtilafa neden olan bazı Şii grupların
davranışlarına karşıyız. Açık bir surette ehli Sünnet’in değerlerine hakaret
edilmesine karşı olduğumuzu ilan ettik. Birileri bu tarafta ve birileri de o
tarafta düşmanlıklar ateşini körüklemekte, şiddetlendirmekteler. Birçoklarının
niyeti ise iyi niyetlerdir ama basiretleri yoktur, basiret gereklidir,
düşman’ın planının ne olduğuna bakmak gerekir. Birinci etapta düşman’ın planı
ihtilaf çıkarmaktır.
Düşman’ın ikinci
planı nüfuzdur. İslam ülkelerinde, bölge ülkelerinde onlarca yıl
sürdürebilecekleri kendileri için bir nüfuz alanı oluşturmak istemekteler.
Bugün artık Amerika’nın geçmiş haysiyeti kalmamıştır bölgede, şimdi bunu
onarmaya çalışıyorlar. Bizim ülkede de niyetleri budur, İran’la ilgili olarak
da bu hedefin peşindeler. Onlar kendi zanlarınca bu nükleer görüşmeler
sırasında –elbette şimdilik varılan bu anlaşmanın akıbeti belli değil, ne
Amerika’da malumdur ve ne de burada ret veya kabul edilip edilmeyeceği belli
değil- onların asıl maksadı bu görüşmeler ve bu anlaşmadan ülke içine nüfuz
edebilmek için bir araç ve vesile olarak yararlanmak istemişlerdir. Fakat biz
bu yolu kapattık ve bu yolu kesin olarak kapatacağız, ülkemize Amerikalıların
kültürel nüfuzuna müsaade etmeyeceğimiz gibi, siyasi nüfuzlarına ve siyasi
varlıklarına ve kültürel nüfuzlarına da müsaade etmeyeceğiz. Tüm gücümüzle ki
Allah’a şükürler olsun bu gücümüz büyük bir güç olmuştur, mukabelede
bulunacağız, müsaade etmeyeceğiz.
Bölgede de aynen
bunun gibi¸bölgede de onlar nüfuzda bulunmak istiyorlar, bölgede kendileri için
el ve ayak oluşturarak etkinlik alanı açmak ve hedeflerini takip etmek
istiyorlar. Biz Allah’ın yardım ve kudreti sayesinde mümkün olduğu kadarıyla
böyle bir durumun oluşmasına izin vermemeye çalışacağız. Bizim bölgesel
siyasetlerimiz Amerika’nın siyasetlerinin tam karşı noktasındadır. Bölge
ülkelerinin toprak bütünlüğünün bizim için büyük önemi var. Irak’ın toprak
bütünlüğü, Suriye’nin toprak bütünlüğü bizim için büyük önemdedir, ama onlar
parçalamak peşindeler. Ben daha önceleri de Amerikalıların Irak’ı parçalamak
istediklerini belirtmiştim, hatta bazıları hayret etmişlerdi, son dönemde
Amerikalıların bizzat kendileri Irak’ı parçalamak istediklerini dile
getirdiler. Irak’ı bölmek istiyorlar, ellerinden gelecek olursa Suriye’yi de
bölmek istiyorlar, kendi buyrukları altına sokabilecekleri ufacık ülkeler
oluşturmak istiyorlar. Ama Allah’ın lütuf ve kudreti sayesinde bu tahakkuk
bulmayacak. Biz bölgede direnişi destekliyoruz, Filistin direnişini ( bu yıllar
içerisinde İslam ümmeti tarihinin en seçkin yapraklarından biri Filistin
direnişidir) destekliyoruz. Kim İsrail ile mücadele eder ve Siyonist rejimi
sindirir ve direnişi desteklerse biz onu himaye ederiz, mümkün olan her türlü
desteği ona veririz. Nitekim Siyonist İsrail rejimi ile mücadele eden her kese
mümkün olan her türlü desteği vereceğiz. Direnişi himaye ediyoruz, ülkelerin
toprak bütünlüğünü himaye ediyoruz, Amerika’nın tefrika çıkarıcı siyasetleri
karşısında duran her kese destek veriyoruz ve bu tefrika içerikli girişimlerde
bulunan her kese karşı koyuyor, mukabele ediyoruz. Biz, propaganda merkezi ve
üssü Londra olan Şiacılığı kabul etmiyoruz, imamlar (as)ın yaydığı, istediği
teşeyyü bu değil. İhtilaf oluşturmak temeli, İslam düşmanları için yol açıcılık
görevini üstlenme temeline dayanan Şiicilik Teşeyyü değil, bu bir sapmadır.
Teşeyyü Öz İslam’ın tam mazhar ve tecellisidir, Kur’an’ın tecellisidir. Biz,
vahdet ve birliğe yardımcı olan herkesi destekliyoruz, vahdete aykırı hareket
edenlere de karşıyız. Tüm mazlumları müdafaa etmektedir. Biz, “siz Bahreyn
olayına müdahale ettiniz ve benzeri” gibi laflar ve suçlamalarla meydanı boş
bırakmayız, biz her hangi bir müdahalede bulunmadık ama onları himaye
etmekteyiz. Biz, mazlum Bahreyn halkı için, mazlum yemen halkı için
üzülmekteyiz, onlar için duacıyız, elimizden gelen her yardımda bulunacağız.
Bugün gerçekten de Yemen halkı mazlumdur, müstekbirlik ve siyasi amaçları
uğruna hamakatlarıyla bir ülkeyi harabeye çevirmekteler, siyasi amaçları başka
yollarla da takib edebilirlerdi, bunlar siyasi amaçlarını salaklıkla takib
ediyorlar. Bizim açımızdan yemen olayları çok acıdır ve İslam âlemindeki diğer
birçok hadise gibi, Pakistan, Afganistan ve bunlar gibi diğer birçok olaylar
var ki gerçekten de acı vericidir. İslam dünyası bunları şuur ve basiretle
tedavi etmelidir.
İslami
Radyo-televizyonlarla ilgili şunu belirtmek isterim ki bu birlik çok önemlidir.
Sizlerin başlatmış olduğunuz bu iş, böyle bir birlik oluşturmanız çok önemli
bir çalışmadır. Bakınız bugün Müslüman ülkelerde en azından halkın %70 veya
%80’i İslami inanç ve itikad ilkelerine bağlıdırlar. Siz İslam ülkelerine
bakınız, halk bağlıdırlar, halk dinlerini kabul ediyorlar. Halkın taleplerinin
temsilcisi olmaları gereken bu radyo televizyonların İslam ülkelerinde ne
ölçüde kendilerinden dine karşı bağlılık gösteriyorlar? Bu mesafe çok
acayiptir, bu acayip bir çatlaktır. Halkın %70’i, %80’i dini eğilim içindeler,
o zaman o ülkede radyo televizyonlar dini istikamette hareket etmiyor ve halkın
taleplerini yansıtmıyorlar. Bu çok acayiptir. Müstekbirliğin korkunç
imparatorluğunun iradesi olan şeyi aksettiriyorlar. Bugün müstekbirlik çok
büyük bir medya imparatorluğu oluşturmuştur, haberleri kendi arzuları yönünde
değiştirmekte, gizlemekte, yalanları dile getirmekte ve bu yolla kendi
siyasetlerini telkin etmekteler. Ardından da sürekli olarak kendilerinin
tarafsız olduğunu telkin ediyorlar. Bu İngiliz radyosu kendisinin tarafsız
olduğunu iddia ediyor. Yalan söylüyorlar. Ne tarafsızlığı? Bunlar dakik olarak
istikbar ve sömürü siyaset meydanında hareket ediyorlar. Gerek Amerikancı
siyasetler, gerek İngiliz siyasetleri, gerek işitsel medya, gerek mektup medya,
gerek haber ajansları ve gerekse bugün oluşturdukları acayip iletişim araçları
tüm bunlar onların siyasetleri hizmetindedir, Müstekbirliğin hizmetindedir,
siyonizmin hizmetindedir, onların amaçları hizmetindedir. Bugün Amerikan ve
Siyonizm kumpanyaları ve kapitalistlerin kontrolünde olan bu büyük medya
mafyası ve korkunç imparatorluğa karşı koymak içinse bir şeyler yapılması
gerekir. Sizlerin yaptığınız bu çalışma bir hareketin başlangıcıdır, bu
hareketin takip edilmesi gerekir, her geçen gün takviye edilmesi,
şiddetlendirilmesi gerekir, kendi ortak ve yandaşlarınızı artırmanız gerekir.
Ve inşallah iyi bir
gelecek karşıdadır. Ben sizlere şunu arz etmek isterim ki Müstekbirliğin tüm
yaygaralarına, müstekbirlik ve yandaşlarının mali, askeri, siyasi, güvenlik
faaliyetlerine rağmen bu bölgede ve tüm İslam dünyasında gelecek kesinlikle
İslam’a aittir, her geçen gün inşallah İslam’ın azamet ve onuru, İslam’ın gücü
daha da artacaktır. Elbette mücahide ve mücadelede bulunmak gerekir. Mücahit
erkekler, mücahide kadınlar, mücahit gençler tüm İslam dünyasında elhamdülillah
boldur, onların kadrini bilmeliyiz, sloganlarımızı, hareketlerimizi,
faaliyetlerimizi bu yöne odaklandırmalıyız ve kesin olarak Allah Taala’da
yardım edecektir.
اِن تَنصُرُوا اللهَ
یَنصُرکُم وَ یُثَبِّت اَقدامَکُم[4]
Yani: Eğer siz Allah'a (Allah'ın
dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.
Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun.
[1] - Hac suresi – 78.
ayetin bir bölümü
[2] - Fetih suresi – 29.
ayetten bir bölüm
[3] - Nehc’ul Belaga – 47.
mektup
[4] - Muhammed suresi- 7.
ayetin bir bölümü