(Bu görüşme İran İslam cumhuriyeti ordu günü dolayısıyla gerçekleşmiştir)[1]
Bismillahirrahmanirrahim
Tüm bacı ve kardeşlere hoş geldiniz diyorum; Keza burada bulunanların tümüne özellikle de aziz şehitlerimizin ailelerine. Temennim odur ki inşallah İran İslam Cumhuriyeti ordusunun uzun yıllar boyunca elde ettiği büyük kazanımı bu mümin, sabırlı ve emekçi camianın başında bir taç olarak kalmaya devam eder. Bu arada ordu günü dolayısıyla, İran İslam cumhuriyeti ordusunun tüm fertlerine, muhterem ailelerine tebriklerimi bildirir, sizlerin bugün burada bir araya gelmenizden dolayı da teşekkürlerimi belirtirim. Ayrıca gerek Şiir bakımından ve gerekse icra bakımından daha farklı ve çok güzel olan bu marştan dolayı da teşekkür ederim.
Kuşkusuz rahmetli İmam Humeyni'nin en seçkin ve yararlı girişimlerinden biri "Ordu Günü"nü[2]ilan etmesi olmuştur. O günü İran ve İnkılab düşmanlarının ülke genelinde İran'da olup bitenlere, amaçlarına baktığımızda bir günün ordu günü olarak ilan edilmesinin çok büyük bir iş olduğunu, yararlı olduğunu gerekli ve zaruri bir girişim olduğunu fark ederiz. Siz gençlerden bazılarınız o günleri hatırlamazsınız ve bazılarınız da o günü daha dünyaya bile gelmemiştiniz, İran ordusunun dağıtılması yönünde hatta ordunun kendi içinde bile çok güçlü ve tehlikeli bir eğilim vardı; bunun için çaba gösteriliyordu, mantık ve delil gösteriyorlardı. Ordunun kendi içinde mektebi bir ordu, tevhidi bir ordu olarak orduyu yok etmek. Mahvetmek isteyen bir takım unsurlar vardı, bu hususta hedeflerini belirlemişlerdi, fakat imam bunlar karşısında durdu, imam ordunun tüm gücü ve tüm kudretiyle var olması, rol ifa etmesi ve şah rejimi döneminde ordunun halktan ayrılmasını gerektiren sebeplerin yok edilmesi gerektiğini teşhis ettiler ve böyle de oldu. Ordu, söz ve iddiada değil de gerçek manada inkılâpçı bir topluluk olarak sahnede kaldı, meydanın tam ortasında kalarak kendi rolünü ifa etti.
Bize zorla tahmil edilen 8 yıllık müdafaa savaşından önce de bir takım olaylar olmuştur fakat 8 yıllık müdafaa savaşı döneminde tüm hakikatler aleni oldu. O günlerin ve savaş alanlarındaki hatıraları sürekli olarak bu toplantıda ve benzer diğer toplantılarda gündeme getirdiğim gibi muhtelif alanlarda özellikle 1980 yılında savaşın ilk günlerinde yakından ve daha sonraları ise benim cumhurbaşkanı olmam hasebiyle savaş meydanlarına pek fazla gidememe nedeniyle alınan kararlar ve hazırlanan raporlardan ordunun nelere kadir olduğuna tanık olmuşuz. Bu günün kadrini bilmemiz gerekir, bu anıyı korumak gerekir ve 18 Nisan ordu gününün nasıl bir anlam taşıdığını idrak etmek gerekir. 18 Nisan demek ordunun İran'a İnkılâba, halka ait olduğu demektir; halkın hedefleri, inkılâbın hedefleri hizmetinde mukavemet ediyor demektir. Bu büyük işlerden olup kalıcı etkileri olmuştur ve bundan böyle de kalıcı etkileri olacak. İnşallah siz gençler bu atmosferde, bu muhitte ve bu yönelmeyle olgunlaşmakta, rüşt etmektesiniz ve inşallah ülkeniz için iftiharlara vesile olacaksınız.
İran İslam cumhuriyeti ordusunun özelliklerinden biri, inkılabi ve dini basirettir, dini bağlılıktır, dini taahhüttür. Bu büyük bir sözdür. Dini sorumluluğun anlamı şudur ki ordu, İslam'ın silahlı kuvvetler ve askeri kuvvetler için belirlediği tüm kural ve kaidelere bağlıdır. Dünya orduları genellikle zafer kazandıkları hissine kapıldıklarında artık kontrolsüz bir şekilde meydana adım atmakta ve genellikle utanç verici girişimlerde bulunmaktalar. Bunun örneklerini ise muhtelif bölgelerde görmüşüz. Bu durum zafer hissine kapıldıkları döneme aittir. Büyük küçük hiç kimseye acımıyorlar. Keza tehlike hissettikleri zaman da yine farklı bir şekilde mukaddes İslam dini açısından ve günümüz uluslar arası kurallar açısından da suç olan bir takım teşebbüslerde bulunuyorlar. Elbette güç sahipleri uluslar arası kurallara itina göstermedikleri gibi insani kanunun ve ilkelere de önem vermemekteler; yasak silahları kullanıyor ve sivilleri hedef alıyorlar. Nitekim Amerika'nın direkt veya dolaylı olarak karıştığı savaşlarda bunun örneğini bolca görmek mümkün. Dünya ordularının durumu bundan ibarettir.
Fakat İran İslam Cumhuriyeti ordusu ve İslam Cumhuriyetine bağlı asker güçler, İslami sorumluklarına bağlıdırlar; zafer anında kontrolü kaybetmedikleri gibi tehlike hissettiği anlarda da yasak girişimlere ve yasak silahlara yönelmiyorlar. Uzun süre şehirlerimiz, hem sınır şehirlerimiz ve hem de daha sonraları hatta Tahran, İsfahan ve diğer birçok şehrimiz Saddam'ın vahşi ve kör füze saldırılarına hedef oldu, işte bu Tahran'ın muhtelif mahallelerine Saddam'ın füzeleri isabet ediyordu; Avrupa ülkeleri tarafından donatılmış ve satılmış füzelerdi bunlar; Amerikalılar tarafından yönlendirilmekteydiler, vurulacak hedefleri onlar belirliyordu, havadan çekilen görüntüler düşmanlara veriliyordu. Bu füzeler gelip şehirlerimize isabet etmekte, halkımız, savunmasız sivil halkımız darmadağın ediliyor, evler tahrip ediliyordu. Biz ise aradan epey geçtikten sonra karşılık verme gücünü elde ettik, biz de füzeye sahip olduk, biz de misillemede bulunabildik; füzelerimizin menzilinde olan şehirleri bu cümleden Bağdat'ı vurabilecek konuma gelmiştik, fakat İmam (Humeyni) bize dedi ki eğer askeri merkez dışında sivil bir bölgeyi vuracak olursanız kesin daha önceden radyo aracılığı ile o bölgeyi hedef alacağımızı karşı tarafa bildirmemiz ve bu vesileyle sivil halkın o bölgeden uzaklaştırılması gerekir. Size dikkat ediniz! Dünyada böyle bir sorumluluk, bağlılık mevcut değil.
Birçok ülkelerin veya hatta bildiğim kadarıyla hiçbir ülkenin silahlı kuvvetlerinin böyle bir sorumluluk ve bağımlılığı yoktur. Bugün sizler bunun örneğini Yemen'de görüyorsunuz; bundan bir süre önce de Filistin'de tanık oldunuz, Gazze'de gördünüz, Lübnan'da gördünüz ve başka bölgelerde gördünüz; bu özeni göstermiyorlar. Fakat İslam kanunlarına bağlı silahlı kuvvetler bunlara riayet etmektedir. Biz eğer nükleer silahlardan yararlanmayacağımızı söylersek ve söylemişiz de işte bu bağlılık ve sorumluluktan dolayıdır. Bu İslami sorumluluk, İslami bağlılık ve İslami kurallardan dolayıdır. Bu İslam Cumhuriyeti silahlı kuvvetlerinin en bariz özelliklerinden biridir.
Bugün düşmanlarımız İran İslam Cumhuriyetini buraya, şuraya müdahalede bulunmakla suçluyorlar; bu tamamen gerçek dışıdır, böyle bir şeyin aslı hakikati yoktur, biz hiçbir yere müdahalede bulunmuyoruz. Biz elbette saldırıya uğradığımız yerde müdafaada bulunuruz hem de çok amansız bir direniş ama müdahale etmeyiz. Bizler, savunmasız halklara saldıranlar, sivillere saldırınlar, çocukları katliam edenler ve onların evlerini yıkanlardan nefret ediyoruz, onlardan uzak olduğumuzu bildiriyoruz, onlardan teberi ediyoruz. Bunlar İslam'dan hiçbir şey anlamamışlar. İnsanlık vicdanından da bir şey anlamamışlar. Silahlı kuvvetlerimizin özelliği şudur ki her yerde yaygın olan İslami kanunlara ve ilahi kanunlara –hatta savaşta veya barışta- bağlı olmasıdır. Bu silahlı kuvvetlerimizin en belirgin özelliğidir. Silahlı kuvvetlerimizin, ordumuzun ve sipahımızın (İslam İnkılâbı Muhafızlar ordusu) bugün halk içerisinde bu kadar sevilmesinin nedeni de işte budur. Halk bunların kendileri gibi düşündüğünü, kendileri gibi amel ettiklerini, kendi inançlarına benzer inançları olduğunu, görüyorlar; halkın yürek yaktıkları şeye yürek yakıyorlar. Bu ilişki ise halk ile silahlı kuvvetler arasındaki bağı daha da güçlendiriyor. Bu bir özelliktir.
Silahlı kuvvetlerimizin dikkat etmesi gereken ve teveccüh ettiği, dikkate aldığı da açık olan bir diğer özellik ise şu ayete dikkat etmek ve amel etmektir:
وَ اَعِدّوا لَهُم مَا استَطَعتُم مِن قُوَّةٍ وَ مِن رِباطِ الخَیلِ تُرهِبونَ بِه عَدُوَّ اللهِ وَ عَدُوَّکُم[3]
Yani: Düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvetler, güçlü ordular ve atlı birlikler, hareket kabiliyeti yüksek birimler hazırlayın...
Bu ayet şunu demek istiyor ki gafil avlanmayın; anlamı şudur ki eğer düşman size saldıracak olursa sakın sizler imkân kıtlığı,silah ve teçhizat kıtlığı, hazırsızlıktan ötürü zarar görmeyesiniz; zira sizin zararınız halkın zararıdır, sizin zararınız İslam'ın zararıdır. Nitekim bunun için bugüne kadar silahlı kuvvetlerimizin bu alanda elde etmiş olduğu kazanımların örnek olduğunu söyledim.. Ülke çapında bilimsel ilerleme, teknolojik ilerleme açısından ülkemiz dünyada kabul edilebilir bir seviyededir ama bununla birlikte silahlanma alanındaki ilerleme, askeri alandaki ilerleme ve ülkenin genel kalkınması açısından dünyanın en seçkinleri arasında yer alıyor. Bu yıllar boyunca, belli bir zaman diliminde,bunca baskıya, bunca yaptırımlara, bunca var olan imkânsızlıklara rağmen bizlerin ülke gelişmesi ve donanımı alanında elde ettiğimiz kazanımlar fevkalade büyük bir iştir, çok önemlidir.
Silahlı kuvvetlerimiz muhtelif alanlarda danışma hizmetleri almak veya gerekli planlama ve bilimsel ve teknolojik kurumlardan yararlanarak büyük başarılara imza atmayı başarmış ve bu tutumunu sürdürmesi gerekiyor. Benim burada vurgulamak istediğim husus şudur ki ülkenin silahlandırılması ve savaşma hazırlığı alanındaki gelişimi halen ülke kalkınmasına ön ayak olmalıdır. Düşmanlarımız ise bunu istemiyorlar. Bugün İslam cumhuriyeti üzerindeki propaganda baskılarından biri bu mevzuudur – füzeler meselesi, İHA'lar meselesi, askeri imkânlar meselesi ve başkalarından yardım almaksızın kendi gençlerimizin öz himmetleri ile ve ülke içinde elde etmiş oldukları bu gibi şeyler – bunların olmasını istemiyorlar, bunları durdurmak istiyorlar. Akıllı sahih mantık Kur’anı Kerim’in ayetinin desteğiyle bu yolun sürdürülmesi gerektiğini bize söylüyor. Karışı taraf tüm arsızlığı ile bize askeri tehditlerde bulunuyor; arsızca sürekli askeri tehditte bulunuyor; bir süreden beri sessizdiler, yine birkaç gün önce onlardan biri tekrar ağzını açtı ve yine masa üstündeki seçeneklerden, askeri seçenekten söz etmeye başladı. İyi de bu lafazanlığı etmekte, fazlasıyla halt işlemekteler ve ardından kalkıp da İran İslam cumhuriyetinin kendi savunma gücünü askıya alması istiyorlar. Aslında onların bu sözü aptalcadır. Hatta bizi böylesine alenen tehdit etmeseler bile Kur’anı Kerim’in şu ayeti uyarınca; “وَاَعِدُّوا لَهُم مَا استَطَعتُم مِن قُوَّةٍ و مِن رِباطِ الخَیل”[4] (yani düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvetler, güçlü ordular ve atlı birlikler, hareket kabiliyeti yüksek birimler hazırlayın.) biz şimdiden tedbirimizi almalıyız. Bizi tehdit etmeyecek olsalardı bile biz kendi savunma gücümüzü artırmamız gerekirdi ama şimdi alenen tehditte bulunmaktalar, bir taraftan, siz füze imal etmemelisiniz , şöyle veya böyle etmemelisiniz demekte, propaganda ortamında veya uluslar arası davranışlarda sürekli olarak desteksiz ahmakça emirler nayihler savurmaktalar; hayır! İslam cumhuriyeti ilk etapta kendini savunma konusunda tam kudretle hareket ettiğini ispatlamış ve göstermiştir, tüm halk sağlam bir yumruk gibi bir araya toplanmakta, saldırgan karşısında, mantıksız saldırgan karşısında durmakta; savunma hususunda halkımız tamamen bir bütündür ve başka hiçbir şey etkili olmamakta. Bu birinci husus... İran İslam cumhuriyeti kendini her an teyakkuz vaziyette tutuyor, kendi hazırlığını koruyor ve bu da ikinci husus.
Savunma bakanlığından ordu ve Sipah’a (İslam İnkılâbı Muhafızlar ordusu) kadar tüm kurumlar, bunu bir genelge olarak kabul etmeli ve kendi hazırlıklarını her geçen gün daha da artırmalıdırlar, gerek kendi askeri, müdafaa hazırlığını, kendi savaş kabiliyet ve moralini her geçen gün daha da artırmalıdır. Ülkemizde, güçlerimiz içerisinde, gençlerimiz içerisinde, yiğit erkeklerimizde bu alanda eksik hiçbir şeyimiz yoktur; hiçbir noksan yoktur, moral bakımından kesinlikle her hangi bir eksiklik duygusuna sahip değiliz. Rahmetli İmam Humeyni’nin İnkılâptan hedeflediği husus, 18 Nisan (ordu günü)’dan hedeflediği, İslam İnkılâbı muhafızlar ordusunun kurulmasındaki hedefi tahakkuk buldu, Moraller çok yüksek ve hazırlık seviyesi çok yüksek! Şu anda bile inkılâbı görmeyen, imamı görmeyen, savaş dönemini idrak etmeyen ve o günlere ait her hangi bir anıya sahip olmayan günümüzün sayısız genci ordu içinden bana mesaj iletmekte ve her türlü fedakârlığa hazır olduğunu bildirmektedir. İran İslam cumhuriyeti ordusu pilotu bir çeşit mesaj vermekte, kara kuvvetleri gücü helikopterleri pilotları başka bir şekilde mesaj vermekte, deniz kuvvetler veya kara kuvvetler personeli de başka bir şekilde mesaj vermekte ve hazır olduklarını ilan etmekteler. Hangi ordu ve hangi silahlı kuvvetler personeli böylesine üstün bir morale sahip olursa kesinlikle çatışmalarda, sınavlarda, öne çıkan meselelerde ilerleyecekler; böyle bir moralle ilerlemelisiniz. Bunun için de basiretin korunması, stratejinin doğru olarak belirlenmesi, yüksek bir moral, teçhizat, donanım ve savaş kudretinin her geçen gün daha da artırılması, silahlı kuvvetlerin sahip olması gereken temel işlerdendir.
İran İslam cumhuriyeti hiçbir ülke için tehdit değil. Biz kendi komşularımız için hiçbir zaman tehdit olmadık; bu halimizle daha uzak bölgelere mi tehdit olacağız. Ve bunu yakın tarihimiz açık bir şekilde göstermektedir. Hatta komşularımızdan bazılarının komşuya yakışmayan davranışlarda bulundukları zaman bile biz kendimizden metanet gösterdik. İslam Cumhuriyeti hiçbir ülkeye saldırmaz ve saldırmayacak da. Şimdi Amerikalılar ve onun arkasından gelen Amerikalılar ve tabak çevresine dizilen patlıcanlar (maksat uşak yönetimlerdir) nükleer mesele ve nükleer silahlar efsanesini bahane ederek İran İslam cumhuriyetinin tehdit kaynağı olduğunu söylemeye çalışıyorlar. Hayır; tehdit kaynağı Amerika’nın ta kendisidir. Bugün dünyada en büyük tehdit kaynağı, her hangi dini ve vicdani bir bağlılığı bulunmayan, engel tanımayan, dilediği her yere gereksiz müdahalede bulunan, güvensizliğe yol açan müdahalelerde bulunan Amerikan rejimidir. Amerika dünyayı güvensizliğe sürüklemiştir. Bu bölgede güvensizlik unsuru Amerikanın zincire vurulmuş köpeği Siyonist İsrail rejimidir; dünyayı güvensiz hale getiren bunlardır. İran İslam cumhuriyeti dünyayı güvensiz hale getirmiyor, bölgeyi de güvensizleştirmiyor, hatta kendi komşularının bulunduğu muhiti de güvensizleştirmiyor; hatta bazı durumlarda bazı komşularının ahlaksızlıklarını nezaketle tahammül etmektedir. Güvensizlik her tarafı kontrol altına geçiren kontrolsüz güçlerden taraftır. Bugün Yemen’de bu ağlanacak olaylar yaşanıyor ve Amerikalılar zalime destek veriyorlar; batılılar zalimi himaye ediyorlar; nitekim güvensizlik onlardan taraftır. Ülkeleri güvensizliğe sürükleyenler asıl bunlardır, yaşam muhitini insanlar için güvensiz hale getirenler bunlardır, güvensizlik onlara aittir. İslam cumhuriyeti hem kendisi için hem de tüm komşuları için güvenliği en büyük nimet olarak kabul ediyor ve kendi güvenliğni korumak için direnmekte ve müdafaa vermektedir. Bu mesele her zaman silahlı kuvvetler yetkililerinin kulağına küpe olmalıdır, ülke güvenliğinin korunması, sınırların güvenliğini korunması, halkın yaşamının genel güvenliğinin korunması bu alanda görevli yetkililerin vazifesidir.
Allah Tebarek ve Taala’dan her geçen gün silahlı kuvvetlerin başarısını artırmasını, siz gençlere Tevfik vermesini ve rol ifa etmenizi temenni ederim. Burada rol ise sadece savaşmak değil, hazırlılık oluşturmak, ilerleme ortamı oluşturmak, ferdi deruni tezkiye ve teşkilat yapılanması ve benzeri şeyler büyük işlerdendir. Elbette eğer günün birinde çatışma da çıkarsa savaş alanlarda hazır olmak sınavlardan ve hazırlıklı olma hususlarından bir parçadır. Temennim inşallah Allah Taala tüm alanlarda sizlere başarı versin.
Vesselamu Aleyküm ve Rahmetullah ve Berekatuhu
[1]- İslam İnkılâbı rehberinin konuşmasından önce ordu genel komutanı Tümgeneral Ataullah Salihi Ordunun faaliyetleriyle ilgili bir rapor sundu
[2]- Sahife-i İmam C: 7 S: 20 (İran halkına mesaj ve ordu gününü ilanı – 17 Nisan 1979)
[3]- Enfal suresi 60. Ayetin bir bölümü
[4]- Yukarıdaki sure ve ayet