İslam İnkılabı Rehberi Bürosu Resmi Sitesi

İslam İnkılabı Rehberinin Hz. Fatime-i Zehra (sa)ın Veladeti Dolayısıyla Ehli Beyt Meddahlarına Yaptığı Konuşmanın Tam Metni


Bismillahirahmanirrahim

والحمد لله ربّ العالمین والصّلاة والسّلام علی سیّدنا محمّد و آله الطّاهرین و لعنة الله علی اعدائهم اجمعین. اللّهمّ صلّ علی فاطمة و ابیها و بعلها و بنیها عدد ما احاط به علمک.

Alemlerin rabbına selam olsun, seyidimiz Muhammed ve pak Ehli Beyt'ine salat ve selam olsun ve Allah onların tüm düşmanlarına lanet eylesin.

Allah'ım Fatımaya, babasına, eşine ve evlatlarına ilmin miktarınca salat ve selam eyle.

Bu mübarek veladeti tüm velayet aşıklarına, nübüvvet aşıklarına, peygamberin hanedanı aşıklarına, hakiki fazilet sevdalılarına tebrik ederim. Siz değerli azizlere hoş geldiniz diyorum. Sizlerin her birinizin özel değer ve makamı bulunmaktadır ki onları bir bir açıklayacağım. Sözlerime başlamadan önce burada sorumlu , mesuliyetini müdrik, değerlere bağlı, hayır sever ve gayretli meddahlardan rahmetli Ahi'nin anısını saygıyla anarım.

Ben şahsen rahmetli Ahi'yi 1960'lı yıllardan öncesinden tanıyorum. Meşhed kentinde Ehli Beyt Meddahlarından bir grub gelmişlerdi ve o şahsen çok aktifti. Elbette tanışıklık vermedi ama ben onu tanımış ve o toplantıda onu görmüştüm. Uzun yıllar uzaktan onu tanıyordum ve daha sonraları ise yakından onunla tanışma fırsatım oldu. İnşallah Allah onun makamını daha yüce kılar. Gerçek manada sorumlu, alakalı ve özellikle Ehli Beyt camiasına özel ilgi ve sorumluluk duymaktaydı. Ve her yıl ben kendisini burada ziyaret ediyordum. Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun, Allah onu affetsin. Allah bizleri de affetsin.

Ben burada üç konuya değinmek istiyorum. Biri sizlerle ilgilidir. Meddahlık ve bu saygın meslekle ilgilidir. Diğeri bugün ülkemizin en yaygın konularından biri durumuna gelen nükleer meseleyle ilgilidir ve bir diğeri ise Yemen meselesiyle ilgilidir. Bugün ben bu üç konuyu kısaca sizlere ve gerçekte İran halkına açıklamak istiyorum.

Birinci hususa gelince: Meddahlık mesleği çok şerefli, değerli bir meslektir. Niçin? Çünkü tarih boyunca birileri ortaya çıkmış hep zalimler, zorbalar, kabadayılar hakkında meddahlıkta bulunmuşlardır ve bunlar bugün de var. Bugün de bir takım insanlar var ki ağızlarını açtıklarında dünyanın en çirkef insanlarının methiyesinde bulunmaktalar, kalemlerini bir bedel, para karşılığında bu yolda kullanmaktalar. Fakat sizler bunların tam aksine dillerinizi, nefeslerinizi, boğazlarınızı, sanat gücünüzü faziletin medhiyesinde kullanıyorsunuz. Resulullah (saav)in Ehli Beyti fazilet ailesidir. Tepeden tırnağa kadar fazilettir, Güneşi metheden gerçekte kendini meşhetmiş olur, sizler aslında Peygamber Ehli Beytinin faziletini medhetmekle, kendinizi medh etmektesiniz ve aslında bu mesleğin şerafetini, değerini gözler önüne seriyorsunuz. Ben bundan birkaç yıl önce böyle bir toplantıda Hz. Fatime-i Zehra (sa) ile ilgili bir tören sırasında rahmetli Sağiri İsfahani'den bu şiiri okudum:

Hadiste gelmiş ki peygamberin leylet'ul Esrasında

Develer gördü ki benim kendim o kervanın bir devesiyim

Eğer inanmayacak olur da hüccet isteyecek olursan bak

Elimdeki onunla ilgili kitaba ki buna ben inanmaktayım

Allah Sağiri İsfahani'ye rahmet etsin. Bunun için fazilet mehdi kitabını elinizde bulunduruyorsunuz; bu ise büyük bir şereftir, ne mutlu sizlere. Bu nimetin kadrini biliniz, bu sanatı, bu özelliği ve bu fırsatı ganimet biliniz. Bu birinci husus.

İkinci husus şudur ki; ülkenin meddahlar topluluğu büyük bir fırsata sahiptirler. Sizler toplantılar düzenlemektesiniz. Büyük topluluklar bazen binlerce kişilik topluluklar ve genellikle de gençlerden ibaret bir araya toplanıyorlar; sizin minberinizin önünde, sizin meddahçılığınız merasiminde, sizin okumanız toplantısında bir araya geliyorlar. Bundan daha iyi bir fırsat mı olur?. Bunca muhatap, bunca işitmeye dinlemeye hazır konumdaki yürek, eğitim almaya hazır bunca nefis sizlerin elinizdedir. Bu bir fırsattır. "اِغتَنِمُوا الفُرَص فَاِنَّها تَمُرُّ مَرَّ السَّحاب" Bu fırsatı ganimet bilin ve bu fırsattan en iyi şekilde yararlanın.

Üçüncü husus; Bu fırsattan en iyi yararlanmak nasıl olabilir? Dini maarifin tebliği, bu azizlerin, bu yüce insanların, bu azamet ve fazilet abidelerinin yaymak ve tebliğ etmek için kendi canlarını ellerinin içine alarak bu kadar zahmete katlandı, bunca musibetler çektiler; Aşura olayı yaşandı; Asrı Saadet döneminin ağlanacak olayları vuku buldu. Peki bunlar niçindi. Din maarifinin tebliği içindi. Din Maarifinin yayılması için ortaya çıkan bu fırsat, genç kuşağı dine amel etmek, şeriata amel etmek ve dönemimizin büyük sorumluluklarını yerine getirmeye yönlendirilmesi amacıyla yararlanılması gerekir. Bugün ülkemiz, halkımız ve İslam alemi iyi anlamaya, iyi amel etmeye ve direnmeye, mukavemet göstermeye muhtaçtır. İran halkı bir modeldir. Halk içerisinde gençler hareketin dinamiği, motorudur. İşte bu gençler sizlerin kontrol dahilindedir. Yani sizler bir bakışla, İslam aleminin hareket motorunun sizin anahtarınız altında olduğunu fark edeceksiniz. Dini Maarifi tebliğ ediniz.

Halkın ihtiyacı olan şeyi; bu gençlerin ihtiyacı olan şeyi, temiz olmak için, temiz yaşamak için, İslami yaşam için, kelimenin gerçek anlamıyla Müslüman olmak için, sonun hayır olması için bunlara öğretiniz, bu sizin elinizdedir. Tarih boyunca bu gibi toplantılarda biz ne kadar böylesine toplantılarımız oldu ki bunca genç o toplantılarda bir araya toplansınlar ve yüreklerini sizlere teslim etsinler? Bizim dönemimizde, bizim Meşhed kentindeki gençlik dönemimizde eğer tüm meddahları sayacak olsaydınız 5 – 6 yı geçmezdi sayıları. Tahran’da da bunlardan az bir şey fazla. Bunca toplantı, bunca vaiz, bunca okuyucu, bunca sanat, bunca güzel ses, şairler de işe koyuluyorlar, onlar da şiirler okuyorlar, bu fırsattan yararlanın. Bu da söyleyeceğim hususlardan bir başkası.

Ve son söz şu ki sapmalardan kaçınmak, hurafecilikten kaçınmak, gençlerin inançlarında zorluklar oluşturmaktan kaçınmak; bazen bizler, genç muhataplarımızın kafasında düğüm oluşturacak bir laf söylüyoruz; bu düğümü kim açmak istiyor? Bizlerin kendi noksan sözlerimizle, yanlış sözlerimizle, kendi ilgisizlik ve sorumsuzluğumuzla gençlerin kafasında oluşturduğumuz bu düğümü ve o gencin inancını sorunlu hale getirmemizi nasıl halledeceksiniz, bu düğümü nasıl açacaksınız? Bunlar sorumluluk ister. Bizlerin seyyid’uş Şuheda İmam Hüseyin (as)ın yas ve medh toplantılarını (ki onun azameti şehadetten dolayıdır, onun azameti Allah yolunda fedakarlıktan dolayıdır, onun azameti affetmesinden dolayıdır, her şeyinden geçmesinden, her şeyi göz ardı etmesinden, tüm isteklerinden) bir metot da çevirmemiz, gençlerden bir grubun çıplak oldukları, yukarı aşağı atladıkları ve ne yaptıkları bilemedikleri bir törene çevrilmesi sizce doğru mudur? Bu, Allah’ın sizlere verdiği bu nimetin şükrü müdür? Bu güzel ses bir nimettir, bu toplantıları yönetme yeteneği bir nimettir. Bunlar Allah’ın her kese vermediği şeylerdir, sizlere vermiştir ve bu nimetlerden dolayı şükretmek gerekir. Bunun için ben meddahlar topluluğunu samimi kalbimle seviyorum, sizlere duacıyım. İnşallah Allah Taala sizlere muvaffakiyet bahşeder, sizlere yardımcı olur. Ama şunu da belirtmeliyim ki bugün İran toplumunda ve hatta tüm bölge toplumlarında meddahlar topluluğundan beklenti çok yüksektir. Ben Hz. Sıddıkai Tahire-i Masume-i Raziyye-i Merziyye Fatime (ki Allah’ın selamı ve tüm nebilerin, meleklerin ve Salih kulların selamı onun üzerine olsun) hakkında bir şey diyecek konumda değilim. Sizler kendi konuşmalarınızda gerekli hususları söylediniz ve ben de bu hususta dilim yetersiz kalmakta. Nitekim şimdilik bu konu üzerinde durmuyorum.

İkinci husus nükleer meseledir. Bazıları, niçin filan kimse nükleer mesele hakkında tavrını ortaya koymuyor gibisinden sorular gündeme getirmiş ve getirmekteler. Bunun cevabı şudur ki tavır takınması gereken bir husus mevzu bahis değil. Nükleer sorumlular, meselenin uzmanları, danışmanlar şimdilik bir şey olmadığını bana iletiyorlar, şimdilik taraflar arasında sorumluluk gerektirecek hiçbir şey olmadığını belirtiyorlar. Nasıl bir tavır takınayım ki?. Eğer benden muvafık veya muhalif olduğumu soracak olurlarsa, derim ki ne muvafığım ne de muhalif; çünkü şimdilik bir olay olmamıştır. Tüm sorun, bir arada toplanarak tek tek tartışmaları gereken ayrıntılardadır, bunu bizzat yetkililerin kendileri de belirtmişlerdir, hem bana aktardılar ve hem de yaptıkları açıklama ve röportajlarda halka aktardılar, tüm sorun bundan sonradır, çünkü karşı taraf, ahdini yerine getirmeyen, kötü alış verişte bulunan, arkadan darbe vuran, inatçı, sözünü inkar eden, pazarcı ve bu gibi hususlar ehlidir ve olayları karartmayı biliyor. Ayrıntılar konusunda ülkemizi, halkımızı, müzakere heyetimizi bir daire içinde ablukaya almak istiyor, şimdilik bizim elimizde hiçbir şey yoktur, şimdilik hiçbir gereklilik oluşmamıştır, şu anda tebrik demeler, bana tebrikte bulunmalar, başkalarına tebrikte bulunmalar anlamsızdır. Ne tebriği?! Şu anda olan tevafukun aslı değil de tevafuka sonuçlanacak görüşmeyi garantilemekte, bu görüşmelerin sonuçlanacağını garantilemiyor, tevafukun muhtevasını daha garantilemiyor, hiç birini... Hatta bu görüşmelerin sona kadar devam edeceğini bile garanti etmiyor; şu ana kadar olup bitenler bundan ibarettir ve her şey bundan sonrakine bağlıdır.

Burada nükleer meseleyle ilgili birkaç hususu hatırlatmak isterim. Elbette ben hiçbir zaman Amerika ile müzakereye olumlu bakmamışım. Bu bir vehim değil bilakis tecrübeyle oluşmuş bir kanattır. Bunu tecrübe etmişiz. Şimdi değil belki ileride bir gün ( ki muhtemelen o gün bizler olmayacağız) sizler inşallah bu günlerde olup bitenlerden, söylenenlerden, yazılardan haberdar olacaksınız. Bizim bu tecrübemizin nereden kaynaklandığını, bu tecrübeyi nereden edindiğimizi o gün göreceksiniz. Fakat ben Amerika’yla müzakereye iyimser olmama rağmen bu özel görüşmeye muhalefette bulunmadım, kabul ettim, görüşmecileri de tüm varlığımla destekledim ve şu anda da destekliyorum, İran halkının çıkarlarını, İran halkının izzet ve onurunu temin edecek bir anlaşmayı ben elbette ki yüzde yüz destekliyorum ve olumlu karşılıyorum her kes bunu böyle bile. Eğer birileri çıkıp da benim tevafuka veya belli bir noktaya varılmasına karşı olduğumu iddia edecek olursa hayır bu doğru değil, hak ve gerçeklere aykırı söylemiş olur. Eğer, halkın, ülkenin çıkarlarını temin edecek bir anlaşma ve tevafuk sağlanacak olunursa ben tamamen ona muvafık olacağım. Elbette ben şunu da söylemiştim ki hiç anlaşmanın olmaması kötü bir anlaşmadan daha iyidir (elbette Amerikalılar da bu sözü söylemekteler) bu formül doğru bir formüldür. Tevafuk etmemek, halkın çıkarlarının çiğneneceği, halkın onurunun yok olacağı, böylesine bir azamet ve yüceliği sahip olan İran halkının aşağılanacağı, tahkir edileceği bir anlaşmadan iyidir. Tevafuk etmemek böyle bir tevafuktan daha şereflidir. Bu da bir diğer husus ve bu birinci konuydu.

Bir sonraki husus da şudur ki ben görüşmelerin ayrıntısında hiç müdahalem olmadı ve yine de etmiyorum. Ben genel konuları, temel çizgileri, önemli çerçeveleri ve kırmızı çizgileri sürekli olarak ülke yetkililerine hatırlatmışım; genellikle sürekli toplantı ve oturumlarımız olan muhterem cumhurbaşkanı ve mahdud hususları da muhterem dışişleri bakanına aktarmış ve temel ve genel çizgileri belirlemişiz. Meselenin ayrıntıları, o genel çizgilerin temininde etkili olmayan küçük özellikler pek dikkate alınmıyor, bunlar onların yetkisi dahilindedir ve gidip bu hususlar üzerinde çalışabilirler. Şimdi bu görüşmelerin ayrıntısının rehberin denetimi altında olduğunun söylenmesi dakik bir söz değil, elbette ben sorumluluk hissediyorum ve özellikle bu konu hakkında kesinlikle ilgisiz kalamam. Bu konuyla ilgili genel hususlar var ki şimdi onlardan bazılarına değinmek istiyorum. Daha önce de halka hitaben yaptığı konuşmalarda bu hususlara değinmiştim ve yetkililere daha ayrıntılı olarak meseleyi açıklamıştım.

Üçüncü hususa gelince; belirttiğim üzere ben meselenin sorumlularına tam olarak güveniyorum bunu sizlerin bilmeniz gerekir, şu anda görev üstünde olan bu baylar bunlar bizim güvendiğimiz kimselerdir ve ben onlar hakkında kesinlikle kuşku duymuyorum şimdiye kadar böyle olmuştur ve inşallah bundan böyle de her hangi bir tereddüt ve kuşku oluşmayacaktır. Onlara karşı hiçbir kuşkum yoktur, benim bu kaygımın nedeni karşı tarafın hilekar, yalancı, ahdini çiğneyen ve doğru istikametin aksine hareket eden olmasındandır; karşı taraf işte böyle bir şeydir. Bunun bir örneğini bu meselede müşahede ettik, müzakerecilerimizin görüşmelerinin tamamlanmasından birkaç saat sonra Beyaz Saray tarafından görüşmelerle ilgili olarak bir bildiri yayınlandı. Adını Fackt Shit koydukları bu bildiri genellikle gerçeklere aykırıdır, yani bunların görüşmelerden, varılan çerçeve anlaşmasından yaptıkları değerlendirme ve aktarımlar genellikle yanlış, değiştirilmiş ve gerçeklere aykırı bir rivayettir. Bu bildiriyi getirdiler ben de gördüm, 4-5 sayfalık bir bildiridir. Bu 4-5 sayfa kesinlikle bu iki üç saat içinde hazırlanmamıştır, heyetler müzakere halindeyken bunlar da bu bildiriyi hazırlamakla meşgullerdi. Bakınız işte karşı taraf böyle bir şeydir, sizinle konuşuyor, bazı hususlarda görüş birliği sağlanıyor, sizinle konuştuğu anda sizinle onlar arasında yapılan görüşmelere aykırı bir bildiri hazırlamaktalar ve görüşmeler sonlanır sonlanmaz o bildiriyi yayınlamaktalar. Taraf böyledir işte. Kötü ahdi olan bir taraftır, sahtekar bir taraftır, konuşuyor ardından da özel oturumlarda bu lafların kendi haysiyetlerini korumak için olduğunu söylüyorlar, ülke içinde kendi muhalifleri karşısında sorunla karşılaşmamaları için olduğunu söylüyorlar. İyi de bunların bizimle ilgisi nedir. Eğer bunların davranış ölçüsü olması gerekirse kesinlikle onların yazdıkları husus kriter olmayacak. Elbette onlar da bizimle ilgili bu lafları ediyorlar. Onlar diyorlar ki rehberlik tevafuktan sonra kendi haysiyetlerini korumak için muhalif açıklamalarda bulunabilir. Kafir her kesi kendi gibi zannediyor. Bizim halka karşı sözümüz karşılıklı güven esasınadır, halk bu hakir ve zayıfa itimat etmiştir ve ben de tüm halk fertlerine tek tek itimat ediyorum, bu genel harekete güvenim var. İnanıyorum ki “یَدُ اللهِ مَعَ الجَماعَة” (Allah’ın eli cemaatledir) inanıyorum ki Allah işin içindedir. 11 Şubat (22 behmen)a bakınız, o soğuk havada, onca zorluğa rağmen, kudas gününe bakınız oruç ağızlı öylesine sıcak havalara rağmen halkı kim bu caddelere çekiyor? Halk bu caddelere gelmekle ne elde ediyor? İşte bu Allah’ın elidir. Allah’ı görüyoruz, bu halk hareketine itimatımız var, halkın bu duygusuna, bu sadakat ve basiretine itimadımız var, birlikte konuşuyoruz; onlar (karşı taraf) farklı şekilde davranıyorlar, bizleri de kendileriyle mukayese ediyorlar. Bunun için benim kaygım devam ediyor ve şu anda bile bunların ne yapacağı, nasıl davranacakları konusunda kaygılıyım.

Diğer bir husus bazıları muvafakat etti ve bazıları ise muhalefet, gazetelerimizde, ülkemizde yapılan yayınlarda, sanal alem sitelerinde vs. bazıları takdir ederken bazıları da muhalefette bulunuyorlar, kanaatimce fazla abartmamak gerekir, acele de etmemek gerekir, nasıl bir olayın tahakkuk bulacağına bakmamız gerekir. Elbette bunu ben yetkililere de söyledim ve bu birkaç gün içinde yetkililer gelip halkı, özellikle de elitleri ayrıntılar ve gerçekler hakkında bilgilendirmeleri gerekir. Bizim gizli bir şeyimiz yoktur, saklı bir şeyimiz yoktur, bu ise halkla gönül birliğinin bir örneğidir, bizim dillendirdiğimiz gönül ve söz birliği, gönül birliği zorla olacak şey değil, direktiflik bir şey değil, birinin kalkıp de emretmesiyle halkın gönül birliği içinde olacağı, halkın baş üstüne diyeceği düşünülemez, bu gönül birliği değil, gönül birliği bir çiçek gibidir, bir çiçek filizi ve fidan gibidir, fidanın yere ekilmesi ve ardından onunla ilgilenmek, sulamak gerekir, elbette ona zarar vermekten de kaçınmak gerekir ki bu gönül birliği olgunlaşsın, gelişsin, bu gönül birliği ile gelişim sürecini kat edemeyecektir. Gönül birliği dil birliğinden de iyidir. Elbette dil birliği de iyidir.

Hint ve Türk aynı dilde olabilir

İki Türk yabancı gibidirler

Öyleyse dil mahremliği farklı bir şeydir

Gönül birliği dil birliğinden iyidir

Gönül birliği gereklidir, gönül birliğini oluşturmak gerekir, gönül birliğini olgunlaştırmak gerekir. Bu benim sizlerin hepinize tavsiyemdir. Şu an gönül birliği için iyi bir fırsattır, bir grup karşıdırlar, bir grup itirazda bulunuyorlar. Çok iyi, yetkililerimiz madem ki sadakatli insanlardan, halklar kendi milli çıkarlarına ilgi duyan kimselerdendirler ne iyi olur muhaliflerden bir grubu, belirgin kişileri davet etsinler, onların sözlerini dinlesinler, olabilir ki onların sözlerini dikkate almaları durumunda işlerin daha iyi olacağı bazı hususlar olabilir, eğer faydalı bir şeyde çıkmayacak olsa onları ikna etmeliler; işte buna gönül birliği denir, buna gönül ve duyguların eşitleştirilmesi denir ve onlarla alakalı olarak da ameller. Kanaatimce oturmalı, dinlemeli, tartışmalılar. Olabilir 3 aydan fazla bir sürelerinin olmadığını söyleyebilirler, iyi de 3 ay 4 ay olsun gök yere inecek değil ya; nasıl bir sakıncası olabilir. Nitekim onların kendileri de bir dönem görüşmeleri 7 ay ertelediler, şimdi bizim dostlarımız bu fikir teatisinde, danışıklıklarda, gönül ve dil birliğinde zaman uzayacak olsa da nasıl bir sakıncası olabilir. Zaman uzayacak olsa nihai karar biraz ertelenir ama hiçbir şey olmaz. Bu da bir başka husus.

Bir diğer husus da şudur ki yapılmakta olan bu görüşmeler (Amerikalılarla da görüşülmesi görüşmelerin bir parçasıdır) sadece nükleer meseleyle ilgilidir. Biz şimdilik başka hiçbir konuda Amerikalılar ile görüşmüyoruz, hiçbir şey hakkında; bunu her kes bilmelidir; ne bölge meselelerinde, ne muhtelif iç meselelerde ve ne de uluslar arası meselelerde; bugün görüşmeler konusu sadece nükleer meselelerdir. Şimdi bunun kendisi bir nevi tecrübe olacak, eğer karşı taraf kendi yanlış tutumlarından vazgeçecek olursa bu bizim için bir tecrübe olur da (o zaman) bunlarla başka bir konuda da görüşülebileceği anlaşılır; yok eğer her zamanki gibi kendi yanlış tutumlarından vazgeçmediklerini ve bildiklerini okuduklarını görürsek dolayısıyla onlarla ilgili bizim geçmiş kanaatimiz daha da güçlenir. Kaldı ki bizim tarafımız tüm dünya da değil bunun da dikkate alınması gerekir. Bazen söylemlerde insan işitiyor ki (ben bu konuda tenkitte de bulundum) bazı dostlar uluslar arası topluluk tabirini kullanıyor. Aslında uluslar arası topluluk onların tabiridir, uluslar arası topluluk bizim karşımızda değil, toplamında bir Amerika ve üç tane Avrupa ülkesidir. Bu konuda İran halkına karşı yanlış tutum içinde olan, inatçı olan, kötü ahitli olan ve habaset edenlerden biri Amerika'dır ve bir diğeri de üç Avrupa ülkesi. Bizim karşımızda başka kimse yoktur. Bundan daha iki, iki buçuk yıl önceydi işte bu Tahran şehrinde 150 ülkenin en üst düzey yetkilileri geldiler, 50'yi aşkın cumhurbaşkanı bağlantısızlar konferansı çerçevesinde Tahran'da bir araya geldiler. Bu iki üç yıl önceye aittir 100 yıl öncesine ait değil ki; bu son dönemle ilgilidir, işte uluslar arası toplum bunlardır. Sürekli olarak "Uluslar arası topluluk güvenmelidir" sözünün tekrarlanması da ne demek? Uluslar arası toplum nerededir? Uluslar arası toplumun güveni bize tamdır, bu ülkelerde de halkların önemli bir bölümü kendi hükümetlerini kabul etmiyorlar. Bu da bir diğer husus.

Son husus ise benim taleplerimle ilgilidir. Benim yetkililerden bir takım taleplerim olmuştur ve bunu onlara aktarmışım. Bu konuda ısrarcıyım, Birincisi şudur ki bilmeliler ki şimdiki nükleer kazanımlarımız çok değerli şeylerdir bunun farkına varmalılar, onu değersiz ve hafif bir şeymiş gibi ele almamalılar, çok değerlidir. Nükleer sanayi bir ülke için bir zarurettir, bir takım aydın kılıklı kimseler ellerine kalem alıp, nükleer sanayiyi biz ne yapacağız gibisinden yazı yazmaları bir aldatmacadır. Bu söz Gacar sülalesi dönemindeki sözün aynısıdır. Petrol keşfedildiği ve İngilizler gelip de bu ülkeden petrolü götürmek istedikleri zaman Gacar hükümet adamları, bu kötü kokulu pis sıvı maddeyi ne yapacağız, bırakın da götürsünler diyorlardı. İşte bu lafta onun benzeridir. Nükleer sanayi bir ülke için zarurettir, hem enerji açısından hem de nükleer ilaçlar, izotoplar açısından; bu çok önemlidir, hem deniz suyunun tatlı suya çevrilmesi açısından ve hem de tarım ve diğer bazı alanlarda diğer bir çok gereksinimler açısından. Nükleer sanayi bugün dünyada çok ileri bir sanayidir, önemli bir sanayidir ve bunu kendi evlatlarımız kendi gayretleriyle elde ettiler, bu gençlerin iç yetenekleri ve deruni kapasitelerinin patlaması, açılımıydı. Şimdi geri kalmış filan ülke kalkıp da diyor eğer İran zenginleştirme yapacak olursa biz de isteriz. İyi de git sen de uranyum zenginleştirmesinde bulun. Eğer elinden geliyorsa hadi yap. Zenginleştirmeyi biz başka birinden elde etmedik ki, bu bizim kendi iç yeteneğimizdir, eğer siz de kendi halkınızda böyle bir yeteneğe sahip iseniz hadi zenginleştirme de bulunun. Bu, bazı ülkelerin çocuksu bahanelerinden ibarettir. Zenginleştirme ve bugün kadar nükleer alanda elde edilen kazanımlar çok önemli kazanımlardır, bu küçük bir şey değil ve bu bizim bu sanayi dalındaki ilk adımlarımızdır. Bu sanayi üzerinde çalışılması gerekir, hareket olunması gerekir, ilerlenmesi gerekir. Şimdi Amerika gibi bizzat kendisi atom bombası kullanan veya Fransa gibi nükleer deneyde bulunan ve bundan 10 ila 12 yıl önce ardı ardına üç nükleer deney gerçekleştiren birkaç cani ülkelerin kendileri tahrip edicidirler, deniz muhitini yok ediyorlar ve bunlar şimdi kalkmış bize bizim nükleer bomba peşinde olduğumuz söylüyorlar. Hayır biz nükleer bomba peşinde değiliz, nükleer deney peşinde değiliz, nükleer silahlar peşinde değiliz. Elbette onlar dediği için değil, bilakis kendimiz için, dinimiz için, aklımız için ve kaldı ki bizim dini fetvamız da bu yöndedir. Akli fetvamızda ne bugün ve ne de yarın asla nükleer silaha ihtiyacımız olmadığı yönündedir. Nükleer silah bizim ülkemiz gibi bir ülke için her zaman sorun kaynağı olmuştur. Detayına ise girmeyeyim. Bu bakımdan nükleer detaylar çok önemlidir, bu sanayinin takib edilmesi, ülkenin sanayileştirilmesi çok gereklidir ve bu dikkate alınmalıdır. Yetkililerden olan bir diğer talebim de şu olmuştur ki karşı tarafa güvenmemeleri gerektiğini söylemişimdir. Son dönemde ülke yetkililerinden biri de karşı tarafa kesinlikle güvenmediklerini söyledi ve bunun kendisi iyi bir durumdur. Karşı tarafa aldanmamaları, gülümsemelerine kanmamaları, verdikleri nakit vatlara, nakit vaat dedim nakit amel değil, itimat etmemeleri gerektiğini söyledim. Çünkü merkepleri köprüyü geçtikten sonra döner ve sizinle alay eder. Bunlar bu kadar adidirler. Bugün sadece basit bir anlaşmanın, bir bildirinin yayınlanması ve şimdilik hiçbir şeyin olmaması karşısında bunlar şimdiden bu gibi davranışlarda bulunuyorlar. Sizler gördünüz ki ABD başkanı kameraların karşısına geçerek nasıl bir kıyafetle nasıl bir jest takındı.

Yetkililere söylediğim ve halka da arzettiğim hususlardan bir başkası da şudur ki görüşmelerin ayrıntılarında, özellikle önümüzdeki birkaç ay çok önemlidir, yaptırımların tam olarak ve tümü bir arada kaldırılması meselesinin tahakkuku meselesidir. Onlardan birinin kalkıp da yaptırımların 6 ay sonra bir başkasının bir yıl sonra kaldırılabileceğini ve bir diğerinin ise yaptırımların kaldırılmasının yıllar zaman alabileceğini açıklaması onların alışıla gelmiş oyunlardır, bunlar kesinlikle kabul edilemez ve itina edilmemesi gerekir, Allah Taala mukadder buyurup da görüşmelerde kabul edilebilir bir anlaşmaya varılması durumunda yaptırımlar anlaşmanın yapıldığı gün hem de tam olarak kaldırılmalıdır ve bu olay tahakkuk bulmalıdır. Eğer yaptırımların kaldırılması başka bir şarta bağlanacak olursa o zaman biz niye sizlerle bu kadar oturup müzakerede bulunduk? Aslında görüşmelerin yapılması, bir masa başında bir araya gelinmesi, tartışmaların yapılması niçindi? Yaptırımların kaldırılması için değil miydi? Bunu şimdi de başka bir konuya atfetmeleri kesinlikle kabul edilebilir bir mesele değil.

Burada muhterem yetkililere ve sizlere hatırlatmak istediğim bir diğer husus da şudur ki kesinlikle denetim bahanesiyle bunların ülkenin güvenlik ve savunma alanlarına girmelerine izin verilmemesi gerekir. Kesinlikle… Ülkenin askeri yetkilileri, denetim ve kontrol ve benzeri bahanelerle yabancıları ülkenin güvenlik ve savunma harimine, merkezlerine girişlerine kesinlikle izin verme yetkisine sahip değiller, veya ülken savunma kalkınmasını durdurmamalılar. Ülkenin savunmasının geliştirilmesi, savunma gücünün artırılması halkın askeri alandaki sert yumruğu, bunun olduğu gibi tam gücüyle korunması ve daha da güçlendirilmesi gerekir. Veya muhtelif bölgelerde bizim direniş mensubu kardeşlerimize desteğimiz. Bunlar kesinlikle görüşmelerde darbe almamalı.

Bir sonraki uyarım da şudur ki İran İslam cumhuriyetini denetimler açısından özel bir konuma çevirecek anormal hiçbir denetim metodu kesinlikle kabul edilemez. Tüm dünyada yaygın olan bu normal denetimlerin aynısı her hangi bir artı ve fazlalığı olmaksızın burada olmalıdır.

Bu hususla ilgili son mesele muhtelif boyutlarda bilimsel ve teknik nükleer gelişme kesinlikle durmamalıdır, teknik alandaki çalışmalar devam etmelidir. Şimdi bir takım kısıtlamalar kabul edilebilir, bu konuda bir sözümüz yoktur, bazı kısıtlamaları kabul edebilirler ama teknik gelişmeler kesinlikle devam etmeli, tüm şiddeti ve gücüyle ilerletilmelidir. Bunlar benim söylemek istediklerim, siz kardeşlere sözlerim bunlardan ibarettir. Bu sözleri ben özel toplantılarda da dile getirdim. Genellikle bir buçuk yıl içinde saygıdeğer cumhurbaşkanı ve bazen ender dönemlerde de görüşmelerin sorumlusu saygıdeğer dışişleri bakanımıza söyledim. Bu benim söyleyeceklerimdir. Bu talepleri bunlar ne gibi metotlarla ilerletebilirler artık bu onların sorumluluğu dahilindedir, gitsin otursun ve müzakerelerde takib edilmesi gereken sahih metotları bulmalı, bilge ve emin kimselerde yararlanmalı, eleştirmenlerin görüşlerinden haberdar olmalı ve gerekli olan her şeyi yerine getirmelidirler ve bu da nükleer meseleyle ilgili olan hususlar.

Yemen meselesine gelince. Suudiler bu bölgede çok kötü bir bidat koydular ve tabiî ki yanlışa düştüler, hata ettiler, Suudi yönetiminin bugün Yemen’de yaptığı şey Siyonistlerin Gazze’de yaptıklarının aynısıdır. Bunun iki yönü bulunuyor: Birincisi bu bir cinayettir, soy kırımdır, uluslar arası alanda takib edilebilir, çocukları öldürüyorlar, evleri yıkıyorlar, alt yapıları mahvediyorlar, bir ülkede milli serveti yok ediyorlar, iyi de bu büyük bir cinayettir; bu meselenin bir yönüdür, meselenin öbür yönü de şudur ki Suudiler bu olayda zarar görecekler, hasara düşecekler ve kesinlikle zafer elde edemeyecekler. Bunun çok açık delili var. Nedeni şudur ki Siyonistlerin askeri güçleri, filan filan olmuş bu Suudilerin askeri gücünden kat kat fazladır, bunların kat kat daha fazlası onların askeri gücü vardı, onların karşı tarafı da bir avuçluk Gazze’ydi, ama bunların tarafı bir ülkedir, onlarca milyonluk bir ülkedir, bir halk ve geniş, engin bir ülke. Eğer onlar Gazze’de zafer elde ettiyseler bunlar da burada zafer elde edebilirler; elbette eğer onlar zafer bile elde edecek olsaydılar yine bunların zaferi ihtimali sıfırdı, şu anda ihtimali sıfırdır, bunlar kesin olarak darbe alacaklar, kesin Suudilerin burnu yere sürülecek. Bizim Suudilerle muhtelif siyasi meselelerde ihtilaflarımız var ama şunu her zaman diyorduk ki Suudilerin dış siyasette bir vakar ve metanetleri var diye, ancak şimdi bu vakar ve metaneti de kaybettiler. Birkaç tecrübesiz genç bu ülkenin kontrolünü ele geçirdi ve metanet ve vakar karşısında o vahşilik özelliğini ön plana çıkarıyorlar. Bu ise onların zararına tamamlanacak. Ben Suudileri uyarıyorum, Yemen’de yaptıkları bu canice girişimden el çeksinler, bu mesele bu bölgede kabul edilebilir değil.

Elbette Amerika’da onlara destek veriyorlar, himaye ediyorlar, Amerika’nın doğası böyledir, tüm meselelerde zalimden yana tavır alıyor; mazlumdan yana olması gerekirken kötü olan tarafta yer alıyor, bu onların doğasıdır, burada da aynı şekilde hareket ediyorlar, fakat darbe alacaklar, yenilecekler. Şimdi bir de kalkıp İran’ın Yemen’e müdahale ettiğine dair yaygara koparacaklar; evet bu müdahaledir; bizim burada oturup iki çift laf etmemiz müdahale oluyor da, fakat katil savaş uçaklarının Yemen hava sahanlığını alt üst ediyor, güvensiz yapıyor ama o müdahale değil! Onlar böyle bir müdahale için kendilerine manyakça bir bahane de üretiyorlar, bu bahaneleri ne uluslar arası mantık açısından kabul edilebilir ne halklar onu kabul ediyorlar ve ne de Allah. Bunun için gerekli olan şey budur. Bunlar en kısa zamanda bu cinayet ve bu faciadan el çekmeliler. Yemen halkı büyük bir halktır, eski bir halktır, binlerce yıllık bir geçmişi bulunuyor. Bu halkın böyle bir kapasitesi, böyle bir gücü bulunuyor ki otursun kendi kaderi için bizzat kendisi konum belirlesin. Elbette birileri bu ülkede otorite boşluğu oluşturmak istediler, yaygara oluşturmaya çalıştılar. Çok kötü bir vaziyet olan Libya’daki durumun aynısını burada tekrar etmeye çalıştılar, ama yapamadılar, Mümin gençler, Emir’ul Muminin (as)ın açık yoluna, minhacına inanan ve alaka duyan gençler bunlar karşısında direnmeyi başarabildiler, Şiasıyla, Sünnisiyle, Şafisiyle, Zeydisiyle, Hanefisiyle ve tüm çeşitleriyle düşmanların saldırısı karşısında mukavemet edebildiler ve inşallah muzaffer de olacaklar ve zafer halklara aittir.

Allah’ım! Kardeşlerimizi dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar muzaffer kıl

Allah’ım! İslam Düşmanları ve Müslüman halkların düşmanları nerede olurlarsa olsunlar zelil eyle

Allah’ım! Bizleri kendi vazifelerimizin bilincinde karar kıl; bizleri kendi sorumluluklarımızı yerine getirenlerden eyle; yüce imamın mutahhar ruhunu velilerinle mahşur eyle; şehidlerin Tayyib ruhunu Hz. Sıddıkai Tahire (sa)nın pak ruhuyla mahşur eyle.

Vesselamu Aleyküm ve Rahmetullah ve Berekatuh