Bismillahirrahmanirrahim
والحمدلله ربّ العالمین والصّلاة والسّلام علی سیّدنا محمّد و آله الطّاهرین سیّما بقیّةالله فی الأرضین.
Saygıdeğer baylara hoş geldiniz diyorum. Rehberlik Fakihler Meclisinin muhterem başkanı bay Yezdi’nin belirttiği özelliğe ek olarak bir başka özelliği daha bulunuyor ki bu özellik de bana aittir ve o özellik şundan ibarettir ki bizler bu gibi oturumlarda muhterem baylar ve aziz kardeşleri yakından ziyaret etme fırsatını elde ediyoruz. Ve bu ise benim için bir fırsattır ve Allah Taala’dan siz tüm bayları, dostları başarılı kılmasını temenni ederim. İnşallah tüm bizlerin üzerindeki bu ağır sorumluluk ve görevi en layık şekliyle yerine getiririz.
Ben ilk olarak sayın Yezdi’ye bu toplantısının başkanlığına getirtildiği için tebriklerimi bildiririm. Kendisinin şahsiyeti, geçmişi, özellikleri ve tüm bunlar bu seçimin uygun bir seçim olduğunu gösteriyor. İnşallah sağlık bakımından Allah Taala bu hizmeti yerine getirmede kendisine yardım eder. Rehberlik Fakihler meclisinin eski müteveffa başkanı merhum Mehdevi Keni’nin anısını saygıyla anarım. Kendisi seçkin bir şahsiyetti ve gerçekten de özellikle İslam İnkılabının zaferinden sonra rahmetli Mehdevi Keni’nin varlığı, etkili bir varlıktı ve kendisi faal, aktif bir din aliminin tecellisi ve iyi bir örneğiydi. Temennim Allah Taala kendisini en iyi şekilde mükafatlandırır ve kendi rahmet ve mağfiretinden mahrum bırakmaz.
Elhamdulillah iç seçimin de yapıldığı (Fakihler meclisinin) bu oturumu bana aktarılan rapor uyarınca oldukça metin ve tuturlı bir oturum olmuştur, daha doğrusu bu gibi seçimlerde bulunan organlar için de güzel bir örnek teşkil etmiştir; oldukça metanetli, seçimlerde genellikle rastlanılan her hangi bir söz ve gruplaşma olmaksızın bu seçim gerçekleşmiş ve Elhamdulillah bununla büyük bir başarı yakalamışsınız.
Bölgemize egemen olan ve hatta tüm dünyaya egemen olan mevcut durum, ayrıca İran İslam Cumhuriyeti ile birkaç müstekbir, mütekebbir devlet arasında nükleer mesele ve diğer bir takım konulardan dolayı var olan sorunlar, ülke içinde cereyanda olan ekonomik meseleler, ülke yetkililerinden hler birinin İslami amaçlar ve halkın çıkarlarının temin edilmesi yönünde gerçekleştirdikleri hizmetler ve nihayetinde bugün istikbar ve batı dünyasının yaygın önemli meselelerinden biri durumuna gelen İslamifobia meselesi ve bunun gibi tüm konuları dikkate alarak bu konuyu gündeme getirmemiz gerektiği sonucuna varıyoruz. Bizim kur’anı maariften elde ettiğimiz husus şudur ki İslam’ın Müslümanlardan talebi, istediği şey, İslam nizamının tam olarak tahakkuk bulmasıdır. İslam’ın beklentisi, isteği İslam dininin tam tahakkuk bulmasıdır ve bu ise insan’ın genelde hissettiği duygunun genelidir. Minumum din ve en azla yetinmek diye bir şey İslam açısından kabul edilemez; biz kendi maarifimiz ve itikadımızda en az ve minumum adında bir şeye sahip değiliz. Tam tersine Kur’anı Kerim’de bir takım dini talimlerin göz ardı edilerek diğer bir takımı ile yetinilmesi bayağı azarlanmıştır.
«اَلَّذینَ جَعَلُوا القُرءانَ عِضین»[1]
«وَ یَقولونَ نُؤمِنُ بِبَعضٍ وَ نَکفُرُ بِبَعض»[2]
Buayetler münafıklarla ilgili olup bu konuya değinmektedir. Hatta Kıst ve adaletin ikamesi gibi dinin seçkin olan bazı bölümleri bile tek başına tahakkuk bulması ve insanların kendilerini kıst ve adaleti tahakkuk ettirdiği için İslam’ı da tahakkuk ettirdiği gerekçesiyle avutması sahih değildir. Doğrudur toplumda adaletin tahakkuku önemli bir meseledir ve Hadid surisenin bu ayetinden de böyle anlaşılıyor ki buyruluyor:
لَقَد اَرسَلنا رُسُلَنا بِالبِیِّنت وَ اَنزَلنا مَعَهُمُ الکِتبَ وَ المیزانَ لِیَقومَ النّاسُ بِالقِسط[3](
Yani: “Andolsun ki biz, peygamberlerimizi, apaçık delillerle gönderdik ve onlarla berâber de kitap ve terâzi indirdik, insanlar adâletle doğru muâmele etsinler diye” Bu ayetten anlaşıldığı kadarıyla resulün gönderilmesi ve kitap indirilmesinden, ilahi maariften ilk hedef adalet ve kıstın ikame edilmesidir; şimdi bu «لِیُقیمَ النّاسُ القِسطَ» (insanlar adâletle doğru muâmele etsinler diye) nasıl mana edecek olursak, kendi yaşadıkları bölgelerde adalet ve kıstı ikame etmek halkın görevidir. Veya “لِیَقومَ النّاسُ بِسَبَبِ القِسط” yani kıst ve adalet üzere halka karşı davranmalıyız. Bu iki mananın her ikisi de dikkate alındığında toplumda kıst ve adaletin tahakkukunun önemini hatırlatıyor. Ancak bu mukaddeş şari (şeriat sahibi)nin bizim tüm çaba ve gayretimizi sadece kıst ve adaletin tahakkukuna harcayıp geri kalanından göz yummamız anlamına gelmemelidir. Bu konuyla ilgili olarak kur7anı Kerim şöyle buyuruyor: “لَّذینَ اِن مَکَّنّهُم فِی الاَرضِ اَقامُوا الصّلوةَ وَ ءاتَوُا الزَّکوةَ وَ اَمَروا بِالمَعروفِ وَ نَهَوا عَنِ المُنکَر”[4]Yani: “O kişilerdir onlar ki onları yeryüzünde yerleştirdik mi namaz kılarlar, zekât verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar ve bütün işlerin sonucu, Allah'a varır.” Veya bir başka ayette de şöyle buyruluyor: “وَ ءاتَوُا الزَّکوةَ وَ اَمَروا بِالمَعروفِ وَ نَهَوا عَنِ المُنکَرِ وَ للهِ عاقِبَةُ الاُمور”[5]Bu şu anlama gelmemeli ki biz örneğin eğer kıst ve adalete ilgi gösteriyorsak biz namazın ikamesinden, namaza önem vermekten, zekata, Emri bil maruf ve Nahyi anil münker’e önem vermekten gaflette olabiliriz anlamında değil. Bilakis; “اَنِ اعبُدُوا اللهَ وَ اجتَنِبُوا الطّاغوت”[6]Yani “...Allah'a kulluk edin ve tağuttan uzaklaşın... Birkaç kez bu tabir Kur’anı Kerim’de tekrarlanmıştır ve şunu gösteriyor ki Allah Taala peygamberlerini tevhid için göndermiştir, tağuttan kaçınmak için, Allah’a ubudiyet, kulluk için göndermiştir; işin temeli bundan ibarettir. Veya Allah Taala’nın Şura suresinde Nuh’a, İbrahim’e, Musa’ya ve öteki peygamberlere yaptığı tavsiye; “اَن اَقیمُوا الدّین”[7]Yani dini ikame edin...ayeti gereği her kes dini ikame etmelidir. “وَ لاتَتَفَرَّقوا فیهِ کَبُرَ عَلَی المُشرِکینَ ماتَدعوهُم اِلَیهِ اللهُ یَجتَبی اِلَیهِ مَن یَشآءُ وَ یَهدی اِلَیهِ مَن یُنیب”[8]Yani Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır.
Yani dinin tüm erkanı, tüm parçaları dikkattedir ve bu yolda yani dinin tam olarak ikame edilmesi karşısında asıl düşman ve engel ise alemin zorbaları, alemin müstekbirlerinden ibarettir. Seni davet ettiği şey müşrikler için ağırdır. Yine ahzap suresinin birinci ayetinde şöyle buyruluyor: “یاَیُّهَاالنَّبِیُّ اتَّقِ اللهَ وَ لا تُطِعِ الکفِرینَ و المنِفقینَ اِنَّ اللهَ کانَ عَلیمًا حَکیمًا”[9] Yani; “Ey Peygamber, çekin Allah'tan ve itâat etme kâfirlerle münâfıklara; şüphe yok ki Allah, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sâhibidir.” Yani Allah hem alimdir, ilim açısından alemin, kainatın tüm zerreciklerine, yaşam parçalarına tam ihatası var ve hem de hekimdir, hikmet sahibidir ve hikmet üzere bu mecmua’da senin yolunu belirlemiştir ve sen onu takib etmelisin. “وَ اتَّبِع ما یوحی اِلَیکَ مِن رَبِّکَ اِنَّ اللهَ کانَ بِما تَعمَلونَ خَبیرًا * وَ تَوَکَّل عَلَی اللهِ و کَفی بِاللهِ وَکیلًا”[10] Yani “Ve Rabbinden ne vahyedildiyse ona uy; şüphe yok ki Allah, ne yapıyorsanız hepsinden de haberdardır. Ve dayan Allah'a ve Allah yeter koruyucu olarak.” Senin bu hareketin karşısında ise bir düşman oluşacak ve mesele işte budur.
Bizim iddia ettiğimiz ve peşinde olduğumuz İslam nizamı o zaman gerçekten İslami olur ki onda İslam’ın tüm parçaları mahfuzdur ve İslam’ın suret ve sireti o düzen içinde tam olarak korunur. İslam’ın sureti yani bizim dile getirdiğimiz bu sözler, açıklamalar ve yaptığımız işler bu meselenin dış boyutudur. İslam’ın sireti ise biz bir hedefi, bir ülküyü, bir gayeyi dikkate alalım, tanımlayalım ve o hedefe varmak için g erekli planlama ve programlamayı yapalım ve bu yönde amel edelim, hareket edelim ve tüm varlığımızla yola koyulalım işte o zaman İslam’ın zahiri ve sureti de mahfuz kalmış olur ve aynı zamanda kemale ve gelişmeye doğru hareket eder, yani belli bir noktada artık duraksamaz, bu ise bizim ulaşmak istediğimiz kendi hedeflerimizde muhtaç olduğumuz programlardır.
Bugün müstekbirler ve İslam nizamının özelde ise İslam cumhuriyetinin muhaliflerinin açıklamalarında müşahede ettiğimiz “davranış değişikliği” olarak dillendirdikleri işte budur, bazen nizam değişikliği istemediklerini, davranış değişikliği istediklerini belirtiyorlar. Aslında nizam değişikliği ile davranış değişikliği arasında hiçbir fark yoktur, ikisi de aynı şeydir. Yani İslami siretin değişimi davranış değişimidir. Davranış değişimi ise sizi asıl hedefe götürecek araç ve gereçlerden el çekmenizdir, taviz vermenizdir ve ona karşı kendi gayretinizden vazgeçmenizdir. İşte bu davranış değişikliği demketir. Yani bazı söylem ve yazılarda bazen minumum din olarak tabir olunun husustur, yani dinin siretinin yok olması manasına gelen ülkülerin azaltılması ve göz ardı edilmesidir. Bu minimum din ise gerçekte dinin göz ardı edilmesidir.
İşte böyle bir ortamda bizim hedefimiz ve kesin metodumuz tam ve kamil İslam’ın hayata geçirilmesi olmalıdır. Yani kudretimiz ve imkanımız dahilinde olduğu nisbetinde çaba ve gayret göstermeliyiz. Allah Taala bizim güç ve kudretimizin dışında olan bir şeyi bizden istemiyor, ama bizim asıl amacımız İslam’ın tüm ayrıntı ve parçaları ve tam olarak hayata geçirilmesini hedef edinmeliyiz.. Amaç bu olunca hemen bir meseleyle karşılaşıyoruz ve o da “İsamfobia” meselesidir ve bu husus günümüz dünyasında bayağı yaygın hale getirtilmiştir. Kanaatimce İslamfobia meselesi karşısında kesinlikle pasif olunmamalı ve taviz vermemeliyiz. Bugün islamfobia bir gerçektir ve birileri halkları, toplamları, gençleri, zihinleri İslam’a karşı şartlandırmakta, İslam’dan korkutmaktalar. Peki bunlar kimlerdir? Meseleyi biraz açtığımızda ve daha fazla dikkat ettiğimizde bunların işte o azınlık zorbalar ve sultacılar olduğunu ve İslam’ın egemenliğinden korktuklarını, siyasi İslam’dan korktuklarını görürüz, bunlar İslam’ın beşeri toplumların metninde olmasından korkuyorlar. Korkularının sebebi ise onların çıkarlarının zarar görmesidir. İslamfobia aslında güçlerin İslam karşısındaki panik ve korkularıdır, meselenin gerçeği budur. Yani sizler burada zahmet çektiniz, İran halkı gayret gösterdi, zahmet çekti, mücadele verdi ve İslam nizamını kurarak istikrara kavuşturdular. Temellerini sağlamlaştırdılar ve muhtelif hadiseler karşısında onu güven ve emniyete kavuşturarak gün be gün güçlendirdiler. İşte bu, dünya zorbalarını korkutuyor. Bugün var olan İslamifobia gerçekte onların paniğinin, korkusunun bir yansımasıdır, sizlerin ilerlediğinizi gösteriyor, İslam’ın kendi hareketini başarılı bir şekilde buraya kadar getirdiğini gösteriyor.
Elbette onlara rağmen, onların İslam aleyhindeki bu hareketi, onların İslamifobia çabaları ters bir sonuç verecektir; şöyle ki İslam’ı gençlerin soru merkezine , dikkat odağına alacak, yani eğer dünyanın normal halkına yönelik bir hareket olursa, onlara dikkat edilirse bunlar , Siyonist basında, kudret çevrelerine bağımlı televizyon kanallarında İslam’a karşı bunca saldırının niçin yapıldığının cevabını bulmaya çalışacaklar. Bunun kendisi bir soru ortamı oluşturuyor ve bu soru bize göre bir takım faydaları beraberinde getirmekte ve bu tehdidi fırsata çevirebilir.
Biz gayret göstermeliyiz. Yani İslam Cumhuriyeti nizamında büyük ve önemli mesele şudur ki hepimiz tüm gücümüzü kullanarak öz İslam’ı gündeme getirmeliyiz, mazlumun yandaşı ve zalimin düşmanı İslam’ı dünyaya tanıtmalıyız. Avrupa’da veya Amerika’daki veya daha uzak her hangi bir bölgedeki o genç bu özellikten coşkuya gelmekte, heyecanlanmakta ve İslam’ın zalimlere karşı olduğunu, mazlumların yararına hareket ettiğini ve bu hususta gerekli plan ve programa sahip olduğunu ve bunu kendi vazifesi gördüğünü fark eder. Aklaniyet yandaşı İslam’ı, derin felsefe ve hikmetlere sahip İslam’ı, Kur’anı Kerim’de bunca akıl, tefekkür ve elbab’a ve bunun gibi şeylere önem veren İslam’ı tanıtmalıyız. İslam akılcılık taraftarı olup, sınıfçılığa, katılaşmaya, evhama esir düşmeye karşıdır, İslam adına bunlara sahip olanlara öz İslam’ı tanıtmalı ve İslam’ın ne olduğunu onlara anlatmalıyız. Müteahhit, sorumlu İslam laubaliliğe karşı. Evet bugün bir çok kurum gençleri laubaliliğe, hedefsizliğe, soytarılığa ve muhtelif meseleler karşısında sorumsuzluğa sevk ediyorlar. İnsan’ı sorumlu tanıyan İslam elbette ki onunun mesuliyetini müdrik olmasını isteri, yaşam metnindeki İslam seküler İslam karşısındarı. Seküler İslam, seküler Hıristiyanlığa benziyor, kilisenin bir köşesine çekiliyor ve kendini oraya hapsediyor ve gerçek yaşam muhtinde kesinlikle kendi varlığını hissettirmiyor. Seküler İslam’da bunun gibi bir şeydir, bugün birileri insanları münzevi olmuş İslam’a davet etmekteler, yaşamın metninde olmayan ve halkı sadece ibadete davet eden İslam’a. İnsanları camilerin bir köşesine veya evlerin bir köşesinde inzivaya davet etmekteler. İnsanların yaşam metnindeki öz İslam’ı tanıtmalıyız, zayıflara, mustaz’aflara rahmet olan İslam’ı, müstekbirlere karşı cihad ve mücadele İslam’ını. Kanaatimce bu her kesin üzerine düşen bir vazife, sorumluluktur. Propaganda organlarımız, bilim organlarımız, İslami ilim havzalarımız bu hedefi takib etmeliler. Bugün İslam’ı kendi saldırılarına hedef edinmelerinin nedeni işte bunun içindir. İslam’ı saldırılarına hedef edinenlerin de kimler olduğu, hangi kurumlar olduğu ve hangi akımlar olduğu malumdur. Bunlar genellikle Yahudi Siyonistlerden ibaret olan veya Yahudi Siyonist olmasalar bile gayri Yahudi Siyonistlerden ibaret olan siyasi ve iktisadi zorbaları ve muktedirlerini bağlıdırlar. Bunlara karşılık biz bu fırsattan yararlanmalı ve şu soruyu gündeme getirmeli ve gençlerin kafasında şu sorunun oluşmasını sağlamalıyız ki niçin İslam’a yönelik bunca saldırılar tertipleniyor, hedef alınıyor? İşte durum böyle olunca da gerçek İslam’ı bunlara sunma imkanı oluşur.
Bana göre eğer bizler din alimleri, ilim sahipleri ve din meseleleri alanında faaliyet gösterenleri bu meseleye yönlendirir ve kendi tüm işlerimizde bunu hedef edinirsek, yani İslam’ın tam ve kamil olarak tahakkukunu ve düşmana karşı koymayı hedef edinirsek işte o zaman bir çok başarı elde ederiz.
Bu arada bir takım dünya sathında da sorunlarla karşı karşıyayız, bana göre dünya sathındaki sorunlara düzeysel bakış ve yaklaşımdan kaçınılmalıdır. Bugün bizim Amerika ile sorunumuz var, bir takım Avrupalı ülkelerle sorunumuz var ve bugün bu sorunun en önemlisi ve günceli nükleer meseleyle ilgilidir, bizimle onlar arasında sorun teşkilde eden diğer bir takım meseleler daha var; peki bu sorunlar nereden kaynaklanıyor? Yani meselenin kaynağını idrak etmeliyiz ve düzeysel bakıştan kaçınmalıyız.
Bizim karşımızdaki sorunların nedenlerini sahih biçimde tanımalıyız. Şimdi farz edin biz yaptırımlardan dolayı zarar gördük ve yaptırımlardan dolayı ekonomimiz ve diğer meselelerde zarar görmüş olalım, bu zararlar neden kaynaklanıyor? İşte insan bu gibi meseleleri sahih biçimde irdeler ve araştırırsa görür ki bu zarar ve ziyanlar daha ziyade bizim petrole olan bağlılığımızdan kaynaklanmıştır; veya halkın daha ziyade iktisat alanında var olmamasından ve ekonominin kamulaştırılmasından kaynaklandığını müşahede eder. Yani eğer biz asıl faktörü belirler ve o asıl faktörü bir yolunu bulup tedavi edersek yaptırımın ya etkisi artık yok olur veya en azından etkisi azalır. Düşman’ın bize karşı yaptırım uygulaması ve mesala petrol meselesine el atması bizi rahatsız etmekte, çünkü biz petrolü kendi hayatımızda, ülke ekonomisinde temel edinmişiz, hükümete karşı mukabele etmek istediği zaman muhtelif kurumlara karşı yaptırım uygulamaktadır. Nedeni ise bu kurum ve organların bizzat hükümete ait olmasıdır, nitekim ekonomi alanında bizler muhtelif halk elini işin içine katabilirdik. İnkılabın ilk yıllarında, herd şeyin hükümetin elinde olması ve kontrolünde bulunması üzerinde ısrar ederek hata işledik. Hatta en küçük şeylerin kontrolünü dahi devlete devrettik ve şimdi sonucunu görüyorsunuz ve işte bunların tedavi edilmesi gerekir.
Bana göre eğer böyle düşünür ve böyle hareket edersek sorunlar çözümlenir, yani biz sorunlarda artık karşı tarafın muhabbet ve sevgisine muhtaç hale getirilmeyiz, gerçekten de bizimle düşmanlarımız, müstekbirler arasında var olan meseleler ve sorunlar üzerinde kendimiz etkili olabilir, örneğin şu sıralarda cereyanda olan nükleer görüşmeler meselesinde. Şimdilik bizim diplomatik faaliyetlerimizi, dış siyaset faaliyetlerimizi daha ziyade ilgilendiren mesele nükleer meseleyle ilgili görüşmelerdir. Bu söz, bu ölçü, bu mantık bana göre bu görüşmelerde de oldukça etkilidir.
Ben burada şunu da hatırlatmak isterim ki muhterem cumhurbaşkanının nükleer görüşmeleri sürdürmek için belirlediği bu müzakere timi, iyi insanlar ve güvenilir kimselerdirler. Bazılarını biz yakından tanıyoruz ve gerçekten de çok makbul kimselerdirler ve bazılarını da sözlerinden, davranışlarından uzaktan tanıyorum, emin oldukları gibi aynı zamanda merhametlidirler de. Çaba harcamakta, gayret göstermekte ve biz insafı riayet ederek bu gerçekleri dile getirmemiz gerekir. Aynı zamanda ben kaygılıyım, çünkü karşı taraf çok kurnaz, hilekar biridir.. Gözlerden gizli kalan hususlardan biri, büyükçe ve şişman bir dış görünüşe sahip olan dünya veya kişilerin hilekarlıklarıdır. İnsan bunların da hilekarlıkta bulunacağını tasavvur dahi edemiyor. Bugün Amerika’nın şişmanca bir dış görünümü bulunuyor, mali kudret, iktisadi kudret, siyasi kudret, askeri kudret ve güvenlik kudreti ve mesela şu organın güç sahibi, hile ehli oluşundan gaflet olunuyor. Ama gerçekte hilekardır, sırttan kılıç darbesi indirecek kapasitededir. Bunların mesela atom bombası bulunduğu veya güçlü askeri imkanlara sahip olduğunu düşünerek onların hilekarlık ve sahtekarlıkta bulunmayacaklarını düşünmek yanlıştır. Hayır tam tersi ihtiyaçları çok daha fazladır ve gerçek manada hilekarlığa baş vuruyorlar. İşte bu bizi kaygılandırıyor. Düşman’ın hilelerine dikkat etmeliyiz. Görüşmeler için belli bir son tarih belirlendiği ve bu tarihe yaklaşıldıkça karşı tarafın ve özellikle de Amerika’nın tutum, açıklama ve davranışının da daha sertleştiğini, şiddete yöneldiğini görüyoruz. Bunun nedeni ise bunların hile ve entrikalarının bir parçası oluşudur
Yapmış oldukları açıklamaların da ne kadar adice olduğunu ve insanın midesini bulandırdığını görüyorsunuz. Amerikalı yetkililer, bir Siyonist maskaranın gidip orada konuştuğu ve bazı şeyleri dile getirdiği bahanesiyle ve kendilerini bu laflardan uzak tutmak hedefiyle bir takım lafları dillendirdiler, ama İran’ı terörizm yanlısıdır diye de suçladılar. İyi de bu laf oldukça komiktir. Bugün dünyada her müşahede etmiştir ki IŞİD gibi en habis, iğrenç teröristlerden himaye eden o kudret ve devlet halen bu teröristlere destekten vazgeçmiyor ve bu güç elbette ki Amerika’dır, Amerika’nın müttefikleridir, Bölgede Amerika ile el ele olanlar, destek veriyorlar, yardımda bulunuyorlar, işbirliği yapıyorlar. İşte teröristlerin, zalim, acımasız teröristlerin yandaşı bunlardır. Amerika, resmen kendisinin terörist bir devlet olduğunu itiraf eden yapay rejim İsrail’e açıkca destek vermektedir, aslında terörizme destek işte budur ve onların bu yaptığı terörizme en çirkef destektir. Şimdi bunlar kalkmış İran İslam Cumhuriyetini terörizm yandaşı olmakla suçlamaktalar. İşte bunlar dikkate alınmalıdır.
Bu senatörlerin yazdığı ve insanın muhtelif hususları bulduğu bu mektup Amerika nizamında siyasi ahlakın çöküşünün belirtilerindendir. Bunların gerçekten de çökmekte oldukları artık kendini göstermiştir. Çünkü dünyadaki tüm devletler mevcut uluslar arası kural ve kanunlar uyarınca kendi sorumluluklarına bağlıdırlar. Bir hükümet şu anda her hangi bir ülkede iktidardadır ve belli bir konuda taahhüt veriyor ve o iktidarın gidip yerine yeni bir iktidarın gelmesiyle o sorumluluk ve taahhüt aynen yerinde baki kalır ve taahhüde aykırı hareket etmezler. Bu senatör baylar resmen ABD yönetiminin değişmesi durumunda sizinle imzalayacağı anlaşma ve taahhüdü yok sayacaklarını bildirmekteler. Bu ise, siyasi ahlakın çöküşünün tavan yaptığı zamandır. Ve o kurumun, gerçekten sürdürülmesi gerekin bir kurum olmadığını göstermiştir. Yani insanın bu gibi davranışlara tanık olduğu o kurum, artık paramparça olmuş, çökmekte olan bir kurumdur. Bu halleriyle bir de kalkıp diyorlar ki biz İranlılara kendi yasalarımızı öğretmek, ders vermek istiyoruz. Elbette bizim onların dersine ihtiyacımız yoktur, biz eğer gerçekten de bir anlaşmaya varacak olursak, daha sonraları onların İran İslam Cumhuriyetini kapı ardında bekletmemeleri için ne yapmamız gerektiğini çok iyi biliyoruz.. İslam Cumhuriyeti nizamı yetkilileri bu konuda nasıl davranacaklarını çok iyi biliyorlar; onların dersine de hiç mi hiç ihtiyaçları yoktur. Ama işte onlar böyle davranıyor ve bu da çökmenin alametlerindendir.
Her halükarda bizim tüm işlerimizde, bütün çaba ve gayretlerimizde, ekonomiyle ilgili, kültür meseleleriyle ilgili alacağımız tüm kararlarımızda (Eğer inşallah ben hayatta olursam ve yeni yılın başına ulaşırsak söyleyecek bir takım konular var ki inşallah onları dile getireceğim). Bizim asli görevimizin İslam’ı tam olarak tahakkuk ettirmek olduğunu unutmamalıyız. Kamil İslam’ın peşinde olmalıyız. Mesela filanca mevzuda başarı elde etmek için İslam ülkümüzden taviz vermemek gerekir. Zira bizim başarımız, gelişmemiz bu meseleye bağlıdır ve inşallah Kamil İslam’ı haya geçiririz. Böyle olursa elbette Allah Taala da yardım edecek ve ilahi nusret, yardım kesinlikle, yakin olarak ve en ufak bir kuşku olmaksızın bizim Allah’ın dinine yardım etmemiz şartına bağlıdır. “اِن تَنصُرُوا اللهَ یَنصُرکُم”[11]Yani Eğer siz Allah’a yardım ederseniz o da size yardım eder. Bundan daha sarih, daha açık bir ifade olamaz. “İn tannsurullah” yani Allah’ın dinine yardım edin; “ن تَنصُرُوا اللهَ یَنصُرکُم وَ یُثَبِّت اَقدامَکُم”[12]; “وَ لَیَنصُرَنَّ اللهُ مَن یَنصُرُه؛”[13]Yani: “... Ve kesin Allah onun dinine yardım edene yardım eder”. İşte bunlar özel olarak vurgulanmış ilahi vaatlerdir ve Allah’ın bu vatları karşısında ilgisiz kalınmamalıdır. “اَلظّآنّینَ بِاللهِ ظَنَّ السَّوء”[14]Yani: “Allah’a kötü zanda bulundular...” İşte böyle bir durumda insanın Allah Talanın vaadini tahakkuk olmaz bilerse Allah Taala’ya karşı zanların en kötüsünü yapmış olur ve hak Taala Feth suresinde bu gibi davranışların kendi gazabına uğradığını beyan buyurmuştur.[15]
Bu alanda bizlerin vazifemiz olan hususu başarıyla yerine getirmemiz için Allah Taala’dan bizlere ve sizlere yardımcı olmasını temenni ederim ve bu gibi hareketlerden kaynaklanan ilahi bereket inşallah bizlere, ülkemize ve halkımıza yönelir.
İnşallah Allah Taala yüce imamımızın mutahhar ruhunu mutlu kılar, şehitlerin Tayyibe ruhunu inşallah mesrur kılar ve onlar bu yolu bize göstermiş ve bizlerin bu yolda hareket etmemize sebep olmuşlardır.
[1]- Hicr suresi 91. Ayet. Yani “Öyle kişilerdi onlar ki Kurân'ı parça-parça ettiler; bir kısmına inandılar da bir kısmına inanmadılar.
[2] -Nisasuresi 150.Ayetin bir bölümü. Yani: ...bâzısına inandık, bâzısına inanmadık derler..
[3] - Hadid suresi 25. Ayetin bir bölümü
[4] - Hac suresi 41. Ayetin bir bölümü
[5] - Aynı ayet
[6] - Nahl suresi 36. Ayetin bir bölümü
[7] - Şura suresi 13. Ayetin bir bölümü
[8] - Yukardaki ayet..
[9] - Ahzap ayet 1
[10] - Ahzap suresi 2 ve 3. ayet
[11] - Muhammed suresi 7. Ayetin bir bölümü
[12] - Yukarıdaki ayet.... “....ve ayaklarınızı sağlam kılar
[13] - Hacc suresi 40. ayetin bir bölümü
[14] - Feth suresi 6. Ayetin bir bölümü
[15] - yukardaki Ayet