İslam İnkılabı Rehberi Bürosu Resmi Sitesi

İslam İnkılabı Rehberinin Fakihler Meclisi Üyelerine Hitaben Yaptığı Konuşmanın Tam Metni


Bismillahirrahmanirrahim

لحمدللَّه ربّ العالمین و الصّلاة و السّلام على سیّدنا محمّد و آله الطّاهرین‌

Tüm kardeşlere, değerli alimlere, halkın fakihleri ve mutemetlerine hoş geldiniz diyorum. Sayın Mehdevi keni’nin yeri bu toplantıda gerçekten hissediliyor. Bu aziz kardeşimizin, çok değerli şahsiyetin 3 aydır çetin bir hastalığın pençesine yakalanmış bulunmasından üzüntülerimi belirtirim. Aziz kardeşlerimin burada onun acil şifası için bir hamt suresi okumaları çok münasip olur.

اللّهُمَّ اشفِهِ بِشِفائِکَ وَ داوِهِ بِدَوائِکَ وَ عافِهِ بِعافِیَتِکَ بِحَقِ‌ مُحَمَّدٍ وَ آلِ مُحَمَّد.

Allah’ım! Kendi şifa bahşediciliğinle ona şifa ver. Kendi iyileştiriciliğin sıfatın hürmetine onu iyileştir ve kendi afiyet bahşedici sıfatın hürmetine ona afiyet, sağlık bahşet! Muhammed ve al-ı Muhammed hürmetine

Bu süre içinde aramızdan ayrılan dostlar ve kardeşlerin anısını saygıyla anar ve onlar için Allah katından rahmet ve mağfiret temenni ederim. Rahmetli Muhammediyi Giylani, Rahmetli Zerendi, rahmetli Mamutsa Müçtehidi ve son olarak da rahmetli Cebbari…

Zilkade ayına girmiş bulunuyoruz. Rahmetli hacı Mirza Cevad Aga Meliki (Allah yerini cennet mekan etsin) zilkade ayının Tevbe ayı olduğunu, Allah’a geri dönüş ayı olduğunu, kendimize, amellerimize dikkat etme ayı olduğunu ve kendi amellerimizle Allah muhafaza Allah’a ve Resulüne karşı savaş açmamamıza dikkat etmemiz gereken ay olduğunu belirtiyor ve diyorlar ki Allah düşmanlarına karşı savaştan el çekme ayı olan Zilkade ayının Allah’a karşı muharibe ve savaş ayına dönüşmemesine dikkat etmek gerekir ve o Zilkade ayının Pazar günkü meşhur amelini[1]aktarmakta ve Müslümanlardan bu ameli kesin yerine getirmelerini ısrarla istemektedir.

Rahmetli Hacı Mirza Ali Aga Gazi (rıdvanullah aleyh) Zilkade ayının girişiyle ilgili bir yazı kaleme almış ve dostlarına, müritlerine ve talebelerine tavsiyede bulunmaktadır ve onun biyografisini anlatan bu kitapta aktarılmıştır. Rahmetli Gazi Arapça dilinde üstün şiirlere sahiptir ve rahmetli Tabatabai’nin tabiriyle seçkin ve yetenekli şairdi.O çok güzel bir kaside yazıyorlar onun girişinde şu ibaret dikkati çekiyor: «تنبّه فقد وافتکم الاشهر الحرم» Bu kaside çok uzun ve detaylıdır ve talebelerine bir takım tavsiyelerde bulunuyor. Bizim için, halkımız için bir fırsat olur ve inşallah haram ayların başlangıcı olan bu ayın bereketlerinden gerektiği gibi yararlanırız. Bu arada Zilkade ayı hepimizin özellikle biz İranlıların velinimeti 8. İmam Samin’ul Hucec İmam Rıza (sa)in de ayıdır. O hazretin mübarek türbesi ve varlığının bereketlerinden inşallah yararlanır ve inşallah kendimizi Rezevi değerlere yakınlaştırırız.

Dünya ve ülkenin durumu ve mevcut olaylarla ilgili bir takım konulara değinmek istiyorum. Bu konuları şöyle özetlemek gerekir: Bizler dünya meselelerine, bölge ve kendi ülkemizdeki meselelere genel bir bakış içinde olmalıyız. Bu genel bakış ise bizlere marifet ve tanım kazandırıyor. Şöyle ki birincisi kendi konumumuzu, kendi durduğumuz yeri ve istasyonu belirleyebilmekte, nasıl bir durumda olduğumuzu idrak edebilmekteyiz ve ardından gelecek için ne yapmamız gerektiğini bizlere öğretmektedir.

Dünyanın geneline ve hatta bölgeye geniş kapsamlı bir bakışla insan şu sonuca varır ki artık önceden dünyaya egemen olan mevcut düzen ve sistemde temel bir değişiklik meydana gelmektedir. İnsan bunu fark etmekte ve görmektedir. Birinci dünya savaşından sonra dünyada ve özellikle de bölgemizde yeni bir düzen oluşturuldu. Bir takım güçler canlanarak dünyanın üstün güçleri konumuna geldiler ve ikinci dünya savaşından sonra (ki o tarihten şimdiye kadar 70 yıllık bir zaman geçmekte) bu dünya düzeni yerleşti ve dünyanın idaresinde özel bir durum ortaya çıktı. Batı, batı kökenli olan sosyal sistem adı altında veya liberalist sistem adı altında dünya idaresine egemen oldular ve dünyanın idaresi bunların eline geçti. Bu 70 yıl boyunca Asya, Afrika, Latin Amerika ve dünyanın diğer yerleri bunların etkinlik ve sultaları ve idaresi altına girdi. Artık insan açıkca bu düzenin değişmekte olduğunu görmekte, dünyaya egemen sistem değişmek üzeredir ve ben burada kısaca bunun belirti ve sebeplerine değinmek istiyorum.

Dünyanın değişmekte olduğu, dünyaya egemen sistemin değişmekte olduğu ve yeni bir düzenin ortaya çıkmakta olduğu bir dönemde elbette bizlerin de önemli vazifelerimiz olacak. Yeni dünya düzeninde İslam'ın konumu, İslam Cumhuriyetinin konumu ve önemli ülkemiz İran'ın konumun nasıl ve nerede olmalıdır? Bu konuyu düşünebilir, tahminde bulunabilir ve bu uğurda hareket edebiliriz. Belirttiğim gibi 70 yıllık bir süre boyunca dünyaya egemen olan daha önceki düzenin iki kritik temeli bulunuyordu. Biri düşünce ve değer temeli ve diğer pratik temeli yani askeri ve siyasi dayanakları. Şimdi benim belirtmek istediğim bu temellerin her ikisi de bugün sarsıntıya uğramış ve buhran içindedir.

(Bu düzenin) Ahlaki ve düşünce temeli, Avrupa ve Amerika'dan oluşan batının düşünce ve değerinin dünyanın başka bölgelerine ve öteki halklarına üstün olduğu iddiasıydı. Bunların gündeme getirdikleri sloganlar bilimsel ve teknolojik gelişmelerle bir alakası yoktu; özgürlük, demokrasi, insan hakları, halkları ve toplumsal bireylerini müdafa gibi çekici ve aldatıcı bir takım sloganları gündeme getirerek ve kendi değer sistemlerinin başka bölgelere ve başka dinlere üstün olduğu meselesinin kabul edilmesi yönünde baskıda bulundu ve kendi sultalarını muhtelif fikri fırkalar, özellikle İslam dini üzerinde kurmaya çalıştılar ve bu hususta başarılı da oldular. Yani İslam dünyamızda batının düşünce değerlerinin üstün olduğuna inanan bir takım fertler, gruplar, siyasi şahsiyetler ve hükümetlerin sayısı az da değil. Bugün bile toplumumuzda bu düşünceye sahip olan bazı kimseler bulunmaktadır.

Batının dünyaya sultasının ikinci ayağını teşkil eden pratik bölümünden ibaret ikinci bölümde askeri ve siyasi kudret meselesi bulunuyordu. Nitekim halklar, devletler veya her hangi bir akım birinci hususta belirtilen değerler sistemine teslim olmaz, itaat etmez ve mukavemette bulunurlarsa bunlar siyasi veya askeri baskıya tabii tutulur ve haklarında bir çok işlemler yapılırdı. Böylelikle ikinci etkenin baskısıyla yani askeri, siyasi ve güvenlik baskılarıyla onların taleplerini kabul etmeye mecbur bırakılırlardı.

Biz dünyada buna tanık olduk, hatta kendi ülkemizle ilgili olarak da gördük. Her geçen gün gelişmekte olan, modernleşen, imkanları artan batı medya ve propaganda organları da değer üstünlüğü ve askeri ve siyasi sulta faktörünü sürekli olarak halklara karşı bir koz ve minnet olarak gündeme getirmekte, düşünce sahiplerini, aydınları ve git gide tüm halk kitlelerini ona ikna ettirmişlerdir.

Ancak bugün bu faktörlerin her ikisi de çıkmaza girmiştir. Birinci faktör de ikinci faktör de. Aslında batı iki koz vasıtasıyla tüm dünyayı kendi kontrolü altına geçirmek, dünya idaresini sürdürmek istemiş ancak artık bu iki faktör tedrici olarak zayıflamaya yüz tutmuştur. Batının başka halkların değerlerini hiçe sayarak kendi değerlerini üstün tutmaya çalıştığı faktör artık bazı sebeplerden dolayı sarsıntıya uğramıştır. Bir takım etkenler bu sarsıntıya yol açmıştır. Ben bu etkenlerden bazılarını not almış ve burada hatırlatmak istiyorum. Batının değerler düzeninin ve manevi sultasını sarsıntıya uğratan bu etkenlerden biri, batı da giderek artmakta olan ahlaki bunalımdır. Özellikle gençler arasında güvensizlik, hedefsizlik ve başıboşluluk krizinin yaygınlaşması gibi batıda günü gününe artmakta olan ahlaki kriz, aile temellerinin sarsıntıya uğraması, kadın meselesi hakkında yanlış yönelişler, feminizm akımının ciddi olarak zan altında kalması, homoseksüellik gibi sapıklıkların bir değer ölçüsü haline gelmesi ve sapıklıklara karşı muhalefetin anti değer olarak değerlendirilmesi, batı düzeninin “Fikri ve Düşünce” ilkelerinin sorgulanmasında ilk faktörlerdir.

Münker, ahlaksızlık örneğin eşcinsellik Batı'da değer olmakta ve buna karşı eşcinselliği karşı çıkmak, muhalefet değer karşıtı! Bu çerçevede günümüzde batı dünyasında biriyle, bir kamu sorumlusu, cumhurbaşkanı, tanınmış şahsiyetle röportaj yapılıp da o kalkıp kendisinin eşcinselliğe karşı olduğunu açıklaması bu onun dosyasına olumsuz bir husus olarak işlenmektedir. 

Dünya ve ülkenin durumu ve mevcut olaylarla ilgili bir takım konulara değinmek istiyorum. Bu konuları şöyle özetlemek gerekir: Bizler dünya meselelerine, bölge ve kendi ülkemizdeki meselelere genel bir bakış içinde olmalıyız. Bu genel bakış ise bizlere marifet ve tanım kazandırıyor. Şöyle ki birincisi kendi konumumuzu, kendi durduğumuz yeri ve istasyonu belirleyebilmekte, nasıl bir durumda olduğumuzu idrak edebilmekteyiz ve ardından gelecek için ne yapmamız gerektiğini bizlere öğretmektedir.

Dünyanın geneline ve hatta bölgeye geniş kapsamlı bir bakışla insan şu sonuca varır ki artık önceden dünyaya egemen olan mevcut düzen ve sistemde temel bir değişiklik meydana gelmektedir. İnsan bunu fark etmekte ve görmektedir. Birinci dünya savaşından sonra dünyada ve özellikle de bölgemizde yeni bir düzen oluşturuldu. Bir takım güçler canlanarak dünyanın üstün güçleri konumuna geldiler ve ikinci dünya savaşından sonra (ki o tarihten şimdiye kadar 70 yıllık bir zaman geçmekte) bu dünya düzeni yerleşti ve dünyanın idaresinde özel bir durum ortaya çıktı. Batı, batı kökenli olan sosyal sistem adı altında veya liberalist sistem adı altında dünya idaresine egemen oldular ve dünyanın idaresi bunların eline geçti. Bu 70 yıl boyunca Asya, Afrika, Latin Amerika ve dünyanın diğer yerleri bunların etkinlik ve sultaları ve idaresi altına girdi. Artık insan açıkca bu düzenin değişmekte olduğunu görmekte, dünyaya egemen sistem değişmek üzeredir ve ben burada kısaca bunun belirti ve sebeplerine değinmek istiyorum.

Dünyanın değişmekte olduğu, dünyaya egemen sistemin değişmekte olduğu ve yeni bir düzenin ortaya çıkmakta olduğu bir dönemde elbette bizlerin de önemli vazifelerimiz olacak. Yeni dünya düzeninde İslam'ın konumu, İslam Cumhuriyetinin konumu ve önemli ülkemiz İran'ın konumun nasıl ve nerede olmalıdır? Bu konuyu düşünebilir, tahminde bulunabilir ve bu uğurda hareket edebiliriz. Belirttiğim gibi 70 yıllık bir süre boyunca dünyaya egemen olan daha önceki düzenin iki kritik temeli bulunuyordu. Biri düşünce ve değer temeli ve diğer pratik temeli yani askeri ve siyasi dayanakları. Şimdi benim belirtmek istediğim bu temellerin her ikisi de bugün sarsıntıya uğramış ve buhran içindedir.

(Bu düzenin) Ahlaki ve düşünce temeli, Avrupa ve Amerika'dan oluşan batının düşünce ve değerinin dünyanın başka bölgelerine ve öteki halklarına üstün olduğu iddiasıydı. Bunların gündeme getirdikleri sloganlar bilimsel ve teknolojik gelişmelerle bir alakası yoktu; özgürlük, demokrasi, insan hakları, halkları ve toplumsal bireylerini müdafa gibi çekici ve aldatıcı bir takım sloganları gündeme getirerek ve kendi değer sistemlerinin başka bölgelere ve başka dinlere üstün olduğu meselesinin kabul edilmesi yönünde baskıda bulundu ve kendi sultalarını muhtelif fikri fırkalar, özellikle İslam dini üzerinde kurmaya çalıştılar ve bu hususta başarılı da oldular. Yani İslam dünyamızda batının düşünce değerlerinin üstün olduğuna inanan bir takım fertler, gruplar, siyasi şahsiyetler ve hükümetlerin sayısı az da değil. Bugün bile toplumumuzda bu düşünceye sahip olan bazı kimseler bulunmaktadır.

Batının dünyaya sultasının ikinci ayağını teşkil eden pratik bölümünden ibaret ikinci bölümde askeri ve siyasi kudret meselesi bulunuyordu. Nitekim halklar, devletler veya her hangi bir akım birinci hususta belirtilen değerler sistemine teslim olmaz, itaat etmez ve mukavemette bulunurlarsa bunlar siyasi veya askeri baskıya tabii tutulur ve haklarında bir çok işlemler yapılırdı. Böylelikle ikinci etkenin baskısıyla yani askeri, siyasi ve güvenlik baskılarıyla onların taleplerini kabul etmeye mecbur bırakılırlardı.

Biz dünyada buna tanık olduk, hatta kendi ülkemizle ilgili olarak da gördük.

İkinci etken dine olan eğilim ve istektir. Bu aslında birinci faktöre olan tepkidir. Batılı ülkelerde muhtelif cemaatler içinde dine olan eğilim, dine olan istek ve özel olarak da İslam’a olan ilgi, İslam’a eğilim ve Kur’anı kerim’i idrak etmeye ve anlamaya yönelik eğilim her geçen gün daha da artmaktadır ve bunu işin içindekiler çok daha iyi biliyor. Bu ise batının değer ve ahlaki sistemini şiddetle sarsıntıya uğratmıştır.

3. Faktör batılı sloganlarla pratik tezatların ortaya çıkmasıdır. Yani bunlar dünyada özgürlükten, demokrasiden, insan hakları ve benzeri şeylerden söz etmekte ama pratikte batılı devletler bu sloganlara tamamen aykırı davranmakta, muhalefet etmekte ve ihlal etmektedirler ve bugün dünyada batılılarca bu konularda gündeme getirtilen sloganlar birer müstehcen sloganlara çevrilmiştir. Yani düşünce sahibi insanlar rahatlıkla şunu idrak etmektedirler ki batılı ülkeler ve batılı güçlerce bağımsız devletlere ve genellikle ulusal devletlere karşı yapılan darbeler hayret uyandıracak derecede fazladır. Yayınlanan bazı raporlara göre Amerika 2. dünya savaşından sonra şimdiye kadar 50 hükümeti devirmek için teşebbüste bulunmuş, 50 devlet hakkında muhtelif girişimler gerçekleştirmiş, onlarca halk direnişi akımına muhalefette bulunmuş ve bunlar Amerikalılar ve ötekilerin bilançosunda kayıtlıdır. Atom bombasından yararlanmak sadece Amerika tarafından gerçekleşmiştir ve işin garip yanı ise Amerika’nın ötekilere oranla daha fazla halkçılık, halk hakları ve benzeri şeyler iddiasında bulunmaktadır ve atom bombası saldırısında 200 bini aşkın insan hayatını kaybetmiştir. Japonya’ya yönelik yapılan bu saldırıda çok sayıda insan da atom bombasından etkilenmiştir.[2]Guantanamo ve Ebu Gureyb hapishaneleri veya Avrupada keşfedilen gizli hapishaneler her kes için şunu ispatladı ki bunlar gizli hapishaneler oluşturmuş, halkı işkenceye tabii tutmakta, yargılamaksızın insanların hürriyetini ellerinden almaktadırlar. Ne yazık ki bu durum halen de devam ediyor ve her kes buna şahittir. Bu ise batının iddia ettiği sözde değer sistemini ciddi bunalıma sürüklemiştir.

4. faktör zorbalık, kaba kuvvet, sindirme ve şiddete baş vurmaktır. Yatırım gibi muhtelif şiddet ve baskı metotları. Tüm dünya halkı tanık olmuştur ki bunlar bir ülke veya bir halka karşı sorunlu olduklarında ve kendi kültürel istilalarını bu ülkeye yaymadıkları, kendi çıkarlarını temin edemedikleri zaman zorbalık ve askeri metotlara yönelmekteler. Bazen askeri sevkiyatta bulunmakta ve bazen terörizmi aktif hale getirmekteler. Tüm bu metotlar bizzat bizin olduğumuz dönem içinde vuku bulmuş ve tüm dünya halkı buna bizzat tanıktır. Ülkelere saldırı, Afganistan ve Irak’a saldırı, Pakistan ve benzeri ülkelere yönelik muhtelif şekillerdeki saldırı ve operasyonlar gibi… Batının değer sistemini krize sokan hususlardan biri de budur.

Beşinci faktör ise el-kaide, IŞİD ve benzerleri gibi oluşturulan akımlardır. Şimdi kalkımş bunların kendileriyle bir irtibatının olmadığını iddia ediyorlar. Ben Amerika’nın meşhur yetkililerinden birinden naklen bir söz aktardım.[3]Daha sonra kendileri bunu inkara kalkıştılar. Bu elbette bir göstermelikti, bunlar kalkmış söz konusu akımların bizzat kendi ürünleri olduğunu itiraf ediyorlar, zaten itiraf etmeseler bile bizim elimizde bu konuda yeterli kanıt mevcuttur, biz bukonunun farkındayız. Ben hiçbir zaman unutmam Ehli Sünnet Müslümanların Meşhed kentindeki meşhur din alimlerinden rahmetli Şeyh Said Şaban biz henüz savaş halinde olduğumuz dönemde bana gelerek dedi ki kesin malumatım var sizleri ülkenin doğusunda meşgul etmek istiyorlar. Ben ise ona iyi de bizim ülkemizin doğusun Afganistan’dır dedim. O da evet dedi Afganistan üzerinden sizi meşgul etmek niyetindeler. Bu söz söylendiği zaman henüz Afganistan’da Taleban, el-kaide ve bunun gibi meselelerden bir haber yoktu. Şeyh Said Şaban ehli sünnetin muhtelif merkezleri ve alimleri ile irtibat içinde olduğu, kritik merkezlere girip çıktığı için çok saygın bir şahsiyetti ve bu mevzudan haberdar edilmişti. Kendi vazifesi bildiği için bu meseleyi bana aktardığını söyledi. Bu sözden kısa bir süre sonra da onun dediği gibi oldu ve bu olaylar vuku buldu. Bunun için de en ufak bir kuşku yoktur ki bu akımlar ve komplolar bizzat batılı güçler ve onların bölgedeki piyonları tarafından ortaya çıkarılmıştır. Bazı hususlarda belki kendileri direkt olarak işin içinde olmayabilir ve piyonları vasıtasıyla meseleye müdahale edebilirler. Elbette bu meselede direkt olarak da işin içindeydiler. Taleban meselesiyle ilgili bizzat o dönem sürekli olarak dikkatimden kaçmıyordu kendi yayın organlarında Talebanı sürekli olarak teşvik edici ve yayıcı bir yayın akışı izliyorlardı. Bu ne zamandı? Taleban’ın Afganistan’da iktidarı ele geçirdiği dönemdi. Artık hiç kimse batılıların iddialarına kanmamakta ve onların değer düzenini kabul etmemektedir. Batılıların insan hakları yandaşı oldukları, insani değerleri destekledikleri ve benzeri iddiasına artık aldanan yoktur. Bu hususlar aslında 200 yıl önce Amerikan bağımsızlık beyannamesinde zikredilmiş olup tümü resmen ayaklar altına alınmıştır.

Siyasi ve askeri kudretten oluşan ikinci faktör de artık ciddi bunalıma sürüklenmiştir. Bu sistemi bunalıma sürükleyen en önemli husus ve faktör ise İslam Cumhuriyeti düzeninin kurulmasıydı. Amerika’nın aşırı derecede kontrol ve sultası altında olan bir bölgede, bu boyutta büyük inkılapçı bir hareket meydana gelmekte ve onların kendi tüm imkanlarını kullanarak yok etmeye çalıştıkları bir düşünce’ye dayalı bir düzen kuruluyor ve bu düzen onların muhtelif siyasi, ekonomik, askeri, güvenlik ve benzeri saldtırı ve komplolarıyla yok edilemediği gibi hatta her geçen gün daha da güçlenmektedir. Bugün İslam Cumhuriyeti nizamı kelimenin gerçek manasında çok muktedir bir düzendir. Elbette İslam nizamı güçlü olduğu kadarıyla aynı zamanda mazlumdur da. Nizamın bu güçlü oluşu ile mazlum olması arasında bir tezat, çelişki yoktur. Bir ara dile getirdiği gibi[4]Hz. Emir’ul Muminin Ali(as) gibi: Kendi döneminde çok güçlü, muktedir bir yöneticiydi ama aynı zamanda mazlumların en mazulumuydu da. Nitekim İslam cumhuriyeti nizamı da böyledir. Onun iktidar ve güçlü oluşu mazlum oluşu ile çelişmemekte. İslam cumhuriyetinin bugün mazlum oluşu meselesi onun güçsüz oluşu nişanesi değildir. Gerçekten de İslam Cumhuriyeti nizamının iktidarı, kudreti bugün artık bilinen bir konudur, bunu düşmanların kendileri bile itiraf etmektedirler.

Ardından vuku bulan olaylar, kutsal savunma savaşı sırasında İran halkı ve İslam Cumhuriyetinin 8 yıllık direnişi küçük bir mesele değildi, çok önemli bir olaydı. Bu mesele şunu gösterdi ki dünyaya egemen güçlerin askeri ve güvenlik iktidarları bir halkın direniş ve mukavemetini engelleyemez veya ona darbe vuramaz ve bu kendini onlara kabullendirmeyi başaracaktır ve böyle de oldu. Ardından bölgenin öteki meseleleri, Filistin ve Lübnan olayları gibi, 33 günlük, 22 günlük, 8 günlük ve bu son 50 günlük Gazze savaşı gibi olaylar mucizevi örneklerdendir. Sınırlı, küçük bir bölge oldukça sınırlı imkanlarla batının bölgedeki güç simgesi olan Siyonist İsrail rejimini dize getirmekte, bunlar ateşkestı ısrarcı olmalarına karşılık öbürü kabul etmemekte ve bunlar sürekli olarak ısrar etmekteler. Onlar ise ateşkes konusunda şartlarının olduğunu ve şartları tahakkuk bulmadığı sürece ateşkese yanaşmayacaklarını bildirmekteler. Bu çok önemli bir ve yorumlanması gerekin bir olaydır. İşte bu tama manasıyla batının askeri ve siyasi üstünlüğünün artık sorgulanmakta olduğunu gösteriyor. Batının kendisinde de artık savaşın muteber bir seçenek olmadığını ve çıkarlarına tamamlanmadığını dillendirmekteler. Bu arada Asya ve doğuda yeni bir takım güçler ortaya çıkmıştır, Çin, Hindistan ve benzeri güçler gibi… Bunlar da meselenin öbür boyutuna açıklık getirmekte. Bölgenin ve dünyanın vaziyeti bundan ibarettir ve Batılıların egemen olduğu dünyanın mevcut düzeninin artık devam edemeyeceğine kanıttır. Dünyada artık yeni bir düzen şekillenmektedir ve bu oluşum sürecini geçiriyor.

Bu durumda biz ne yapmalıyız? Bize göre iki meselenin önemi var: Birincisi bugün var olan gerçeklerin tersine, yanlış olarak lorumlanmaması, yanlış idrak edilmemesi, olduğu gibi idrak olunmasıdır. Bu sadece kendi ülkemize mahsus değil Asya bölgesinde de bölge ve dünyada olup bitenleri anlayamayan, idrak edemeyen devletler, şahsiyetler, siyasi kişiler ve STK’lar var. Bu gibi kesim ve akımlar batı karşısında tek bir yolun bulunduğunu ve o yolun da batı karşısında tam teslimiyet olduğunu belirtiyorlar. Diyorlarke ya kendi meylimiz ve rağbetle teslim olmalıyız aksi takdirde eğer onların talepleri karşısında, istekleri karşısında kendi isteğimiz ve meylimiz ile teslim olmayacak olursak onlar siyasi, askeri, ekonomik ve yaptırım baskılarıyla ülkeleri ve halkları teslim alacaklar. Hayır! Hiçte böyle değil! Belirttiğim gibi batı gücü bu iki temel üzerine kuruluydu, ahlaki, manevi ve değer temeli ve askeri, siyasi ve güvenlik temeli. Artık bu temellerin her ikisi de sarsmıştır ve bizler bu gerçeği artık idrak etmemiz gerekir.

Önem taşıyan ikinci hususta şudur ki kendimizi yenidünya düzenini oluşturmada rol almaya hazırlamalıyız. Bu konuda üzerine düşen rolü yerine getirmesi için ülkeyi hazırlamamız gerekir. Bu ise ancak ülkenin kudret kazanması ve kendimizi güçlendirmemiz ile mümkün olabilir. Ülkenin güçlenmesi ise ülke içindeki ve ülke dışındaki tüm kapasite ve tüm potansiyellerin kullanmasına bağlıdır. Unutmamamız gerekir ki bizim kapasitemiz sadece ülke içindeki imkanlarımızla sınırlı değil, bizim ülke sınırları dışında da bir çok potansiyel ve kapasitemiz, imkanımız var. Bunlardan bazıları İslam’dan dolayıdır, bazıları ortak dil özelliğimizdendir, bazıları Şii mezhebinden dolayıdır, bunlar ülkenin stratejik derinliğini oluşturuyor. Tüm bu imkanlardan yararlanmak gerekir. Bu imkanlarımız ise sadece bölgeyle de sınırlı değil, bugün bizim Latin Amerika’da da stratejik derinliğimiz var, Asyanın önemli bir bölümünde stratejik derinliğimiz var, yararlanma imakınımız var ve bunlardan yararlanmamız gerekir, işte bunlar ülkeye güç katar.

Diğer üç mevzuu ise ülkenin takviyesinde büyük bir öneme sahiptir. Bunlardan biri bilim ve teknoloji meselesidir. Biri ekonomi meselesidir ve bir diğeri de kültür meselesidir. Biz bu üç alanda yatırımda bulunmalıyız, zira tüm bunlar temel anahtar öneme sahip unsurlardır. Hükümetlerimiz, yetkililerimiz, toplumumuzdaki etkin ve etkili kişilerimiz bu üç alanın tümünde de aktif olmalı, gayret göstermelidirler. Bu arada nüfus meselesi de büyük bir önem taşıyor. Burada da gündeme getirtildiği gibi nüfus meselesinin milli iktidar konusunda genç nüfusun artışı meselesinde büyük bir önemi haizdir. Elbette tüm bunlardan daha önemlisi kültür meselesidir. Özellikle halkın inanç ve itikatları bazında. Bu konuda ne kadar büyük yatırımlar yaptıklarına tanıksınız. Burada belirtildi uluslar arası yatırımların büyük bir bölümü, uydu, internet, mobil ve benzeri etkili medya organlarına harcanmaktadır. Ki tüm bunlardan asıl amaç ise halkın inanç ve itikatları üzerinde etkili olmak ve onları kendi kontrolleri altına geçirmek ve onları İslam nizamı ve İslami değerler kapsama alanından çıkarmaktır. Elbette tüm bunların etkisiz kılınması çaresi ise bizlerin kendi inançlarımızla ilgili beyan ve ikna edici plan ve projeleri hayata geçirmemizdir. Din alimlerimiz, kültürel teşkilatlarımız, propaganda kurumlarımız, vaizlerimiz, hatiplerimiz ve radyo televizyonumuz bu inançları halkın zihnine işlemeli ve kök salmalıdırlar. Elbette din alimlerinin halk ile direkt irtibat içinde olması eşsiz bir faktör ve husustur ve hiçbir şey bunun yerini alamaz, hatta çok geniş kapsamlı bir yayın kuruluşu olan Radyo Televizyon kurumu bile din alimleri ve düşünürlerinin halkla irtibatının yerini dolduramaz.

Ülkede vahdet ve dayanışma meselesi de çok önemlidir. Siyasi mevzularda zevk farkı ve ayrışımı mevcuttur ama bu anlaşmazlık ve ihtilaflar ülkenin birlik ve vahdetini ve halkın dayanışmasını yok etmemelidir. Her kes bir olmalıdır. Bu konuda önemli olan husus her kesin ülke yetkililerini desteklemeleridir. Sizlerin filan yetkiliyi eleştirmeniz mevzuu hükümeti desteklemenizle çelişki içinde değildir. Hükümet yetkililerimiz çok şükür gayret içindeler ve çaba gösteriyorlar. Yeni hükümetin iktidara geldiği bu son bir yıl içinde büyük çalışmalar yapılmıştır ve insan buna tanıktır, yakından görmektedir, çok çalışmaları olmuştur ve güzel de başarıları olmuştur, yargı gücü de aynen böyledir ve muhtelif kurum ve organlar çaba içindeler. Ben hatırlıyorum bazen rahmetli İmam Humeyni’nin yanına birileri gelip, hükümetten ve bazı noksanlıklardan şikayetçi oluyorlardı. İmam bunların cevabında, devlet idaresinin kolay bir şey olmadığını söylüyorlardı. Şimdi g erçek de budur. Devlet kurumlarının idaresi çok zor bir iştir. Biri düşünce, pratik, sağlık, davranış açısından hiçbir sorunu olmayabilir ve hiçbir noksanlık ve ayıp yönü de bulunmayabilir ama onun idaresi altında olan kuruluşta bir takım sorunlar vuku bulabilir ve bu her zaman imkanı olan bir durumdur. Elbette insanların eleştiride bulunmasına kimse karşı değil, eleştirilerde bulunmak, programların zayıf yönlerini dile getirmek, noksanlıkları söz konusu etmek gerekir ve kimse bunlara karşı değil ama bunlar hükümetin çalışma ve çabaları karşısında durmak ve işleri aksatmak anlamında olmamalıdır. Hükümete ve çalışmalarına destek vermeyi hepimiz kendi vazife ve sorumluluklarımız dahilinde görmemiz gerekir ve inşallah böyle de olacaktır.

Temennim Allah Taala’nın kendi fazilet ve bereketini bu halktan geri almaz ve inşallah da geri almayacak. Bugün ülkemizde maneviyata yönelik var olan teveccühler, tevessüller bunlar kesinlikle yardım ve katkı unsurlarıdırlar.

Ben ufuğu, geleceği oldukça aydın görüyorum ve inşallah Allah Taala’nın inayet ve lütfu sayesinde bu ülkenin tüm maddi ve manevi yönlerde geleceği çok daha iyi olacak inşallah.

Vesselamu Aleyküm ve rahmetullah



[1] - 4 Rek’at namaz kılınması gerekir ve bu amelin ayrıntısı el-Murakibat kitabında zikredilmiştir

[2] - 2. Dünya savaşı sırasında Japonya’nın Hiroşima ve Nakazaki şehirlerine yönelik bizzat Amerikan’ın dönem cumhurbaşkanının direktifi üzerine atom bombası kullanılmıştır.

[3] - Dışişleri bakanı ve bakanlık yetkilileri ve İran’ın yurt dışındaki temsilcilerine yaptığı konuşmayı kastediyor

[4] - Ayetullah Hamanei’nin Camiatul Mustafa el-Alemiye üyelerine yaptığı konuşma