İslam İnkılabı Rehberi Bürosu Resmi Sitesi

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamenei’nin 2013 Yılı Hac Mesajı

Bismillahirrahmanirrahim,
Alemlerin Rabbine hamdolsun, salat ve selam nebilerin efendisi (Muhammed Mustafa) ve onun güzel ehli beyti ve seçkin izleyicileri üzerine olsun...
Hac mevsiminin gelip çatmasını İslam ümmetinin büyük bayramı olarak algılamalıyız. Her yıl işte böylesine kıymetli günlerde dünya müslümanları için ortaya çıkan bu önemli fırsat, mucizevi bir kimya gibidir ve eğer kadri bilinir de layık olduğu şekilde değerlendirilirse İslam dünyasının nice musibetleri ve dertlerinin dermanı bulunacak demektir.
Hac, ilahi feyzin fışkırmakta olan kaynağıdır. Siz saadetli hacıların her biriniz şu anda öylesine büyük bir şans yakaladınız ki sefa va maneviyat dolu amelleriniz ve hac menasiki sırasında, ruhlarınız ve gönülleriniz olabildiğince yıkanmış olup, bu rahmet, izzet ve kudret kaynağından tüm ömrünüz için birikim sağlayabilirsiniz. Rahim olan Allah karşısında huşuyla teslim olmak, bir müslümanın omuzlarında yüklü olan görev ve taahhütleri yerine getirmek, din ve dünya işlerinde coşku ve hareket içerisinde eyleme girişmek; kardeşler arası münasebetlerde merhametli ve bağışlayıcı olmak; çetin hadiseler karşısında cesaret ve özgüvenle dikilmek; her zaman ve her yerde Allah'ın yardımını esirgemeyeceği ümidini taşımak; ve kısacası, ilahi eğitim ve öğretim alanında bir insanın müslümanlık çapında yapılanması gibi amaçlara ulaşabilir ve bu güzelliklere bezenerek, söz konusu birikimi ülkenize, milletinize ve İslam ümmetine hediye olarak götürebilirsiniz.
İslam ümmeti bugün her şeyden daha çok iman, sefa ve ihlasın yanı başında düşünce ve ameli; manevi ve ruhi yapılanmanın yanı başında da kindar düşmanlar karşısında direnişi gaye edinen insanlara ihtiyaç duymaktadır. Büyük müslüman camianın içerisine düşmanlar tarafından açıkça dayatılan, ya da azim, iman ve basiretteki gevşeklikler yüzünden eski zamanlardan beri oluşan sıkıntılardan tek kurtuluş yolu buradadır.
Hiç kuşkusuz, içerisinde bulunduğumuz dönem, müslümanların uyanışı ve öz kimliklerine kavuşması dönemidir; bu hakikati, müslüman ülkelerin karşı karşıya olduğu problemler arasından açıkça devşirmek mümkündür.
İşte bu şartlarda iman, tevekkül, basiret ve tedbire dayalı azim ve irade müslüman milletleri bu problemler karşısında zafere erdirip onların kaderine onur kazandırabilir.
Müslümanların uyanışı ve onurunu kabul etmeyen düşman cephe, tüm gücüyle meydana çıkmış ve müslümanların infiali, bastırılması ya da kendi kendileriyle meşgul olması için tüm askeri, psikolojik ve ekonomik araçları ve güvenlik ve propaganda alanındaki vasıtalarını devreye sokmuş durumdadır. Batı Asya'da Pakistan ve Afganistan'dan tutun, Suriye, Irak, Filistin ve Fars Körfezi ülkeleri ile Kuzey Afrika'daki Libya, Mısır, Tunus, Sudan ve diğer ülkelere kadar bir göz attığımızda bir çok hakikat anlaşılmış olacaktır. İç savaşlar; kör dini ve mezhebi taassuplar; siyasal istikrarsızlıklar; korkunç terörizmin giderek yaygınlaşması; tarihdeki vahşi kabileler gibi insanların göğsünü yararak kalplerini dişleyen aşırı grup ve akımların zuhuru; çocuklar ve kadınları katleden silahlı kişilerin erkeklerin başlarını kesmesi, namuslara tecavüzü ve hatta bu utandırıcı ve iğrenç cinayetlerin din adına ve din bayrağı altında işlenmesi ve bunların tümü ecnebilerin güvenlik servisleri ve bölgedeki yandaş devletlerin katkısıyla sağlanan emperyalist ve şeytani bir planın ürünüdür ve ülkeler içindeki uygun ortamlarda kendini göstererek milletlerin gününü karartmakta ve hayatlarının tadını kaçırtmaktadır.
Hiç kuşkusuz, böylesine şartlar altında müslüman ülkelerin maddi ve manevi boşluklarını onarmaları ve uyanış ve kimlik kazanımının sunduğu güvenlik, refah, bilimsel ilerleme ve uluslararası iktidara ulaşması mümkün değildir. Bu acınılacak durum, İslami uyanışı akamete uğratabilir ve İslam dünyasında meydana gelen ruhi birikimlerin yıkılıp gitmesine yol açabilir. Bu durumda bir kez daha uzun yıllar boyunca müslüman milletlerin düşüşü ve yalnızlığa sürüklenmesi ile Filistin'in ve müslüman milletlerin Amerika ve siyonist rejimin çıkardığı engellerin çengelinden kurtarılması gibi önemli meselelerin unutulmuşluğa terkedilmesi imkan dahilindedir.
Temel ve esaslı ilacı şu iki anahtar cümlede özetlemek mümkündür ki her ikisi de haccın en önemli derslerinden biridir:
Birincisi, müslümanların tevhid bayrağı altındaki dayanışması ve kardeşliği;
Ve ikincisi de, düşmanı tanımak ve planlarıyla, yöntemleriyle mukabele etmek.
Gönül birliği ve kardeşlik ruhunun takviyesi, haccın büyük derslerinden biridir. Burada hatta başkalarıyla didişme ve ağır sözlerin sarfedilmesi yasaktır. Tek tip giyim ve tek tip ameller ile hareketlerde birliktelik ve nazik davranışlar, bu tevhid merkezine inanıp gönül bağlayanlar arasındaki eşitlik ve kardeşliği vurgulamaktadır. İslam, Kabe'ye ve tevhide inananlar ve müslümanlar arasından bir grubu İslam dairesinden dışarıda bilen her türlü fikir, akıde ve daveti sarih olarak reddetmektedir.
Bugün gaddar siyonistler ile Batı'lı yardakçılarının siyasetlerinin oyuncağına dönüşerek korkunç cinayetler işlemekte ve müslümanların, masum insanların kanlarını dökmekte olan tekfirci unsurlar ile dindarlık taslayıp ulema kisvesine bürünerek şii ve sünni müslümanlar ve benzerleri arasında ihtilaf ateşini körükleyenler şunu bilmelidirler ki hac merasimi onların iddialarını iptal etmektedir. Ben, İslam uleması ve gönlü İslam için yanan daha niceleri gibi bir kez daha şunu duyurmaktayım ki, müslümanlar arasındaki ihtilaf ateşini körükleyen her türlü söz ve eylem ile müslüman grupların her birinin mukaddesatına yönelik hakaretler ya da İslam mezheblerinden birinin tekfir edilmesi küfür ve şirk blokuna hizmet ve İslam'a ihanet demektir ve şer'an haramdır.
Düşmanın tanınması ve yöntemlerinin algılanması ise ikinci gerekliliği oluşturmaktadır. Öncelikle kindar düşmanın varlığını unutmamak ve bu bağlamda gaflete düşmemek gerekir. Hacda bir kaç kez Şeytan'ın taşlanması, bu daimi zihinsel hazırlığın sembolik bir göstergesidir. İkincisi, bugün emperyalist cephe ile siyonizmin cinayet şebekelerinin oluşturduğu asıl düşmanın tanınması konusunda yanılgıya düşülmemelidir. Üçüncüsü, bu inatçı düşmanın müslümanlar arasında tefrika salmak, siyasi ve ahlaki fesadı yaymak, elitleri tehdit ya da satın almak, milletlere ekonomik baskılar uygulamak ve İslami inançlar hakkında kuşkular uyandırmak gibi yöntemlerini çok iyi teşhis etmeli ve düşmana bilerek ya da bilmeyerek hizmet eden uşakları deşifre etmeliyiz.
Emperyalist devletler ve onların başında da Amerika, modern medyaların katkısıyla gerçek yüzlerini örtmekte ve insan haklarını ve demokrasiyi savunma iddiasıyla dünya kamu oyu karşısında hileli davranışlar sergilemektedirler. Onların milletlerin hukukundan dem vurdukları şu dönemde yaktıkları fitne ateşi her gün eskisinden daha fazlasıyla hissedilmektedir.
İslam ümmetine şöyle bir bakıldığında görülmektedir ki, mazlum Filistin milleti yıllardır her gün siyonist rejim ve yandaşlarının cinayetlerinden yara almakta; Afganistan, Pakistan ve Irak emperyalistler ve bölgesel uşaklarının terörist siyasetleri yüzünden çetin şartlar altında yaşamakta; Suriye'de ise anti-siyonist direnişi destekleme suçuyla uluslararası sultacılar ve bölgedeki piyonları aracılığıyla nice kinlere maruz kalınmakta ve kanlı bir iç savaşa sürüklenilmektedir. Bahreyn ve Miyanmar'a gelince, her birinde müslümanlar nice büyük sıkıntılar altında yaşarken, düşmanlarına destek verilmektedir. Amerika ve müttefikleri tarafından birbiri ardı sıra askeri saldırı, ekonomik yaptırımlar ya da karışıklık çıkartılması gibi eylemlerle tehdit edilen diğer milletlerin durumu da üzücüdür. Bütün bunlar sulta düzeninin şeflerinin gerçek yüzünü herkese göstermektedir.
İslam dünyasının her yerindeki siyasi, dini ve kültürel elitler kendilerini bu hakikatleri ifşa etmekle yükümlü bilmelidirler. Bu, hepimiz için dini ve ahlaki bir görevdir. Maalesef bugün derin iç ihtilaflarla karşı karşıya gelen Kuzey Afrika ülkeleri, düşmanı ve metodlarını doğru tanıma şeklindeki bu büyük sorumluluğa başkalarına göre daha fazla dikkat etmek zorundadır. Bu ülkelerde milli akımlar arasındaki çekişmelerin sürmesi ve iç savaş tehlikesi karşısında gaflete düşmek, İslam ümmetinin yakın erimde telafi edemeyeceği ölçüde zarara uğramasına neden olabilecek büyük bir tehlikedir.
Bizler elbette İslami uyanışı başlatan o bölgede kıyam halindeki milletlerin Allah'ın izniyle zamanın geri dönmesine ve kokuşmuş uşak diktatörlerin dönemlerinin yeniden yaşanmasına izin vermeyeceklerinden kuşku duymamaktayız. Ancak, emperyalist güçlerin fitne hesapları ile yıkıcı müdaheleleri karşısında gaflete düşülmesi, onların işlerini zorlaştıracak ve onur, güvenlik ve refah dolu hayatlarını yıllarca geriye atacaktır.
Bizler, milletlerin gücüne ve Hakim olan Allah'ın halk kitlelerinin azmi, imanı ve basiretine güç kazandırdığına kalbimizin derinliklerine kadar eminiz ve bu durumu otuz beş yıldır İran İslam Cumhuriyeti'nde gözlemlemiş ve tüm varlığımızla tecrübe etmiş durumdayız. Bizim çabamız, tüm müslüman milletleri bu yorulmak bilmez onurlu ülkedeki kardeşlerinin tecrübesine çağırmak hedefi gütmektedir.
Yüce Allah'tan müslümanların salahını ve düşmanların hilelerinin tersyüz edilmesini dilemekte, Beytullah'ı ziyaret eden siz tüm hacılara makbul bir hac, can ve beden sağlığı ve maneviyatla dopdulu bir birikim niyazında bulunmaktayım.
Allah'ın selam ve rahmeti üzerinize olsun...

                                                                    Seyyid Ali Hamenei
                                                            11 Ekim 2013 , 5 Zilhıcce 1434
700 /